Elif Şafak’ın Siyah Süt’ünü okuduktan sonra yazdımdı bunu:) Yine NYC2IST’dan..
İçimdeki Kadınlar
— “Nasıl oldu da ilk ben akıl edemedim içimdeki sesler korosunu bu şekilde tasvir etmeyi, kâğıda dökmeyi?” diye az düşünmedim, dövünmedim Elif Şafak’ın “Siyah Süt” isimli otobiyografik romanını okuduktan sonra! (Birisi benden önce, bence dâhice bir şeyi kâğıda dökebilmişse eğer, hem de bu birisi benim kalemini zekice kullandığına inandığım ve takip ettiğim birisi olursa hem de önce çok kıskanır, dudağımı ısırır, yumruklarımı sıkar; sonra toparlanır, ona ve tanımlamalara hayran, saygıyla önünde eğilirim.)
Kitapta Elif Şafak, iç seslerinin hepsini ete kemiğe büründürmüş, boylarını-kilolarını, giydikleri kıyafetlere kadar onlara özgü tüm ayrıntıları tanımlamış, onlara isimler vermiş. Hepsi birer parmak kadın olmuş çıkmış iç seslerin: Entelektüel, her konuda tartışma ortamı yaratabilen ama biraz ezik tarafının adını “Sinik Entel Hanım” koymuş. Hırslı, tahakküm altına giremeyen, isyankâr tarafını “Hırs Nefs Hanım” olarak ifade etmiş. Pratik ve akılcı tarafını “Pratik Akıl Hanım”, dine ve tasavvufa olan ilgisini ise “Can Derviş Hanım”da vuku buldurmuş. Bir sure sonra yıllarca bilmediği, bir şekilde bastırılmış olan iki tarafını daha ortaya çıkarmış: “Anaç Sütlaç Hanım” ve “Saten Şehvet Hanım”.
…
Yıllardır iç seslerimle bir mücadele içindeyimdir bende, belki de birçoklarınız gibi: Biri der ki mesela; en gür sesli, en maceraperest, en özgür ruhlu, en asi ve isyankâr tarafım:
— “Yahu yeter artık, amma fazla kaldık bu evde, bu şehirde, bu işte.Toparlan da gidelim, sıkılmadın mı hala aynı pencereden aynı bahçeye bakmaktan, aynı işe yürümekten her gün? Koltuğun aynı tarafında oturuyorsun ne zamandır yer yapmış bak popon, kalk da değiştir yerini, hatta belki de koltuğun yerini. Hem diyorsun gitmelere takıntılıyım, iyi ya işte durmasana, öyle aval bakmasana hala! İstemiyorum aynı havayı solumayı uzunca müddet, dayanamıyorum. Öyle ki artık nefes bile alamıyorum. Rüyalarıma giriyor yeni yerler, yeni çevreler, otlar, dağlar ve maviler. Beraberce ne mutluyduk journeytoblue hayalleri kurarken. Ne oldu sana kuzum, ses ver, unuttun beni burada…”
Diğeri mesela; hassas, kırılgan, aslında bende nasıl var olduğuna zaman zaman şaştığım, cılız sesli naif, duygusal tarafım. Biraz cesaretini topladığında:
—“Nasıl dayanabiliyorsun tüm bu olanlara anlamıyorum hiç. Yüreğin acıyor bak, ağlıyorum senin yüzünden için için mütemadiyen. Onu kırmayayım, bunu üzmeyeyim, şuna gönül borcum var, bunun bende anısı var diyerek yıprattın kendini de beni de. Bıktım savrulmaktan, darmadağın olmuş saçların gibi karışıp düğüm olmaktan. Takdir bekliyoruz biraz fena mı? Sırtımız sıvazlansın, güzel şeyler getirilsin önümüze istiyoruz dostumuz, arkadaşımız, ailemiz, patronumuz, çalışma arkadaşlarımız tarafından. Yükseltilmiş seslere, sinirli hallere, asabi ve her daim bıkkın insanlara tahammülümüz yok anlasana. Gel diyorum gir kabuğunun içine diyorum, gel yanıma, yanı başıma. Koru kendini onlardan, kırılma, ağlama artık ha, yetmez mi” diyor.
Biri var ki mesela, onu da kendime ait hissetmemekle birlikte, bir bakıyorum ki çoğu zaman en baskın seslerden biri içimde. Yüksek topuklu ayakkabı giymekten, göğüs dekoltesinden hoşlanıyor. Çapkın çapkın bakmaktan, kısık sesli konuşmaktan, ince bedenlerden, 60 cm. belden haz ediyor:
—“Al dedim o kırmızı deri pantolonu dinlemedin yine beni. Yok nerede giyecekmişiz, yok deri pantolon bacaklarımıza yapışınca kilolu gösterirmiş. Hadi oradan be, sütun gibi bacaklarım var benim, o senin hüsnü kuruntun. Oldum olası beğenemedin gitti zaten kendini. Saçlarını da örme öyle köylü kızları gibi demekten dilimde tüy bitmişti hatırlarsın. Upuzun, canım saçlarını toplar dururdun. Neyse ki kestirdin, bir nebze rahatladık sayende. Hayır, eskisi gibi savuramıyoruz ama hiç olmazsa kabartınca falan bayağı göz alıcı oluyoruz. Bir de eskiden ne makyajlar yapardın, şimdi bir allık bir ruj modundasın. Hayra alamet değil diyorum. Yaş oldu 33 diyorum, çevrendeki insanlara hoş gözükmen, onları etkilemen lazım diyorum. Azıcık akşamları dışarı çık, kız grubundan ayrıl, ne bileyim güzide bir lobide takıl diyorum. Ama nerde? Beni dinleseydin şimdiye daha süslü, bakımlı, siyah stilettolar içinde ve bir adamın kolunda olurdun!”
Yoruluyordum önceleri. Çoğunlukla geceleri daha bir yoğun seyrediyorlar tepemden beni zira. Bir o konuşuyordu, bir diğeri. Bunalıyordum, uyku tutmuyordu. Ama artık onları Elif Şafak’ın tanımlamaları ile bedenlere soktum; hani şu neden benim aklıma gelmedi daha önce dediğim şekilde. Şimdi seçebiliyorum kim konuşuyor ve o hangi tarafımı temsil ediyor. Hepsine bir beden buldum. Şu an için saydım 4 taneler. Gördüğünüzle mücadele etmeniz daha kolay bence. O yüzden bu dönem kendilerini tanıma ve onlarla konuşmaya, anlaşmaya çalışmakla geçiriyorum. Düşmanımı ya da dostumu tanıma evresindeyim yani. Aslına bakarsanız onlarda bu vücuda gelme durumundan dolayı şaşkınlar biraz. Devamlı kendilerini incelerken buluyorum onları aynanın ya da metal kül tablasının karşısında. Bakalım bu beraberlikten neler çıkaracağız. Nasılsa onu da yazacağım burada bir günJ
DLR (Ocak 2008)
ben de bu kitabı okuduğumda bir kadının içi bu kadar güzel anlatılır, neden ben daha önce düşünemedim diyerek okumuştum. gerçekten çok beğendim…ama ben içimdekileri tanımlamadım, denemem lazım.
Bu kitabı okuduktan sonra bende içimdeki seslerden hangisinin beni daha fazla yönettiğini düşündüm. Anladımki tüm bu iç sesler collektif bir biçimde beni yönetiyor. Ama belli zamanlarda karşıma çıkıyolar ya da çıkmaları gerekn zamanlarda içimden bir yerden beni seyrediyorlar. Bu iç sesler gerçekten yönetmeyi ve saklanmayı seviyorlar:-)