Siempre Küba! Kolonyal Cennet Köşesi Trinidad

Güzeller güzeli Trinidad sokakları, renkleri.

Kendi tecrübemiz sonrası Trinidad‘dan “Kolonyal Cennet Köşesi” diye bahsedebilirim rahatlıkla! Havana’dan başka Küba’da ikinci olarak neresini görmesek olmaz diyenlere de böylece net bir cevap vermiş olurum herhalde, değil mi? 😉 16. yüzyılda kurulmuş Trinidad şehri başkent Havana’ya –bizim gibi otobüs ile giderseniz– 5 saat kadar uzaklıkta, pek güzel, minicik, arnavut kaldırımları ve antika dolu evleri ile inşa edildiği yüzyılda kalakalmış bir kasaba 🙂 Ki, bu tarzlar benim açık ara hep en, ama en çok sevdiklerim. Tabi ki bu saydığım özellikleri sebebi ile de UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınması da kaçınılmaz olmuş!

Biz Trinidad’a dört gün ayırdık (Tavsiyem, sizin de bu güzel kasaba ve çevresinin hakkını verebilmeniz için en az üç gün ayırmanız yönünde olacaktır). Lakin bizim evdeki hesap çarşıya uymayınca burada yapmak istediğimiz şeylerin bir kısmını da, üzülerek, gerçekleştiremedik! Şöyle ki, hava sıcaklığına baktığımızda genel olarak karşılaşabileceğimizin en kötüsü parçalı bulutlu bir, bilemedin iki gün idi Trinidad’da. Tabi biz bu sıcaklıklara İstanbul’da iken bakmış ve planlarımızı ona göre yapmıştık. Zaman içerisinde o parçalı bulutlu ve kapalı hava sağanak, tropik yağmur şeklinde başımızdan eksik olmadı iki tam gün! Olsun, biz yine de birlikte çok keyifli bir Trinidad yaşadık karı-koca. An’ın kıymetini bilmeyi, keyfini çıkarmayı öğreneli çok oluyor şükürler olsun ki 🙂

Trinidad’ın rengarenk evleri.

Trinidad’da nefis bir evde konakladık. Gözüm kapalı tavsiye ederim. Zaten kasabada otel yok, halktan imkanı olanlar evlerini “Casa Particular” şeklinde hizmete açmış. Bizimkini elbet Airbnb üzerinden kiraladık yine. Linkini şuraya ekliyorum (Yorumlar kısmında benim yorumumu da okuyabilirsiniz ayrıca). Giderseniz tatlı Lilian’a benden de bir selam söyleyin. Gayet güzel İngilizcesi ve “hoşgeldiniz” ikramı La Canchanchara‘sı ile gönlümüzü ilk andan fethetti Lilian 🙂 Her sabah da hem gözümüze hem de midemize bayram ettiren zengin kahvaltı sofrası, kaldığımız kocaman; çift kişilik iki yataklı odamız ve pek fotojenik, bize ait salıncaklı avlusu ile benden de Gökhan’dan da tam puan aldı Lilian ve sunduğu hizmet. Ayrıca evine adım attığımız anda elimize “Trinidad’da Yapılacaklar” diye, kocası ile birlikte hazırladıkları dört sayfalık bir not kağıdı vermesi de cabası! Evimiz Plaza Carillo‘nun dibinde idi. Bu meydanı her daim kalabalık göreceksiniz, zira tam karşısında ETECSA kartı satın alabileceğiniz bir dükkan ve meydanda ücretsiz Wi-Fi olanağı mevcut!

Ev sahibemiz Lilian’ın ikramı La Cahnchanchara

Fotojenik avlumuzda “Hoşgeldik” konulu çalışmamız 🙂

Biz, öğleden sonra Trinidad’a vardık ve odamıza yerleştikten ve avluda birer yorgunluk purosu  eşliğinde La Chanchanchara’larımızı içtikten -Ben iki yudum sonra bıraktım, zira bu kokteyli bol bal, rom ve limon suyu ile hazırlıyorlar- hemen sonra kasabayı keşfe çıktık. Hava misler gibiydi. Meşhur meydanı Plaza Mayor‘a ulaşmamız geze geze 10 dakikamızı anca almıştır 🙂 Evler rengarenk, hepsi tek katlı. Otel falan yok dedim ama, gayet fazla sayıda ve birbirinden çeşitli restoran olduğunu söylemek isterim Trinidad’da. Her nerede ne yediysek hepsinden de gayet memnun ayrıldık. Restoran ve kokteyl bar olayı adım başı! Her yerden canlı müzik sesi geliyor elbet.

Plaza Mayor

Trinidad’da yapılacaklar listesi ilk sıraya doğrudan giren aktivitemiz için, sonradan çok sevdiğimiz biricik barı El Rintintin‘in terasına çıktığımızda tam da güneş batmaya hazırlanıyordu ilk gün! El Rintintin’in terasında, kasabanın kırmızı kiremitli çatılarından gün batımına karşı kokteyl ve puro keyfi, Trinidad için “kesinlikle ihmal etmeyin” diyeceğim türden bir liste maddesi. Gökyüzünün o “Vanilla Sky” denen görüntüsünü, terasta canlı müzik için hazır bulunan müzisyenlerin müziğini, tatlı garsonların hazırladığı gayet başarılı kokteylerin damağımda bıraktığı tadı ve hissettiğim çakır keyiflikle kol kola yürüyen şükran ve mutluluk hissini şu an bu satırları yazarken bile hatırlıyorum gayet net! Kokteyler 3-4 CUC arası idi. Yemekler de gayet güzel görünüyordu, sonraki günlerde burada yemek de yedik ve gayet beğendik.

Canım El Rintin’in terasından meşhur pastel sarı çan kulesi..

İlk akşam yemek için tercih ettiğimiz bir diğer mekan ise, “kesinlikle ihmal etmeyin” listemin ikinci maddesi: Quince Catorge 1514 Müze Restoranı. Burası Trinidad’ın kahve ve şeker kamışı ticareti ile en varlıklı ailelerinden biri haline gelmiş bir ailenin evi imiş. 18. ve 19. yüzyıla ait eşyalarla döşenmiş bu müze-restoran akşam 19.00’dan itibaren hizmet vermeye başlıyor. İçeride gördüğünüz tabaklar, bardaklar, tuzluk-biberlik, dantel masa örtüleri, koltuk ve şamdanlar efsane güzel. Masalarda servis takımları falan hep antika. Romantik bir akşam yemeği yemek için ilk ve tek adres! Bahçe kısmında, canlı müzik eşliğinde, o büyülü dekorasyonda yediğimiz yemeklerden, garsonların tertemiz kıyafetleri ile gayet janti bir şekilde verdikleri hizmetten, karı-koca ettiğimiz sohbetten ve danslardan çok keyif aldık elbet. Şansımıza birkaç ay önce İstanbul’da bir konser vermiş Kübalı bir grup sadece o akşam için bizimleydi. Bizim İstanbul’dan geldiğimizi öğrendiklerinde bize telefonlarında kayıtlı, Boğaz Köprüsü üzerinden Asya’dan Avrupa’ya geçtikleri görüntüleri gösterdiler gururla 🙂 Sonra da bize bir sürü şarkı ithaf ettiler. Sayelerinde defalarca dansa kalktık, kaldırıldık. Çok, çok keyifli, unutulmayacak bir akşamdı 🙂 

Ancon Plajı’ndan hatıra 🙂

İkinci gün planımız meşhur plajlarından birine gitmekti tabi ki! Çünkü Trinidad’ı görmeniz için sayılacak nedenlerden ilk üçe plajları ve meşhur turkuaz renginde Karayipler denizi giriyor. Bizim tercihimiz en uçta, evimize yaklaşık 14 kilometre uzakta yer alan Playa Ancon (Ancon Plajı) oldu. Plajlara gitmek için gidiş-dönüş 20 CUC‘a taksi kiralayabileceğiniz gibi bizim yaptığımızı yapıp bisiklet kiralayabileceğinizi de bilin. Yalnız bizim gibi antrenmanlı değilseniz bisiklet işini belki bir daha düşünmek isteyebilirsiniz (Buraya yüzünü utançtan kapayan maymun emojisi hayal edin). Lilian’ın kiralayabileceği dört bisikleti vardı. İkisine talip olduk ve bisiklet başına 6 CUC ödedik. Gidiş hadi neyse de dönüşte bildiğiniz mahvolduk! Ertesi gün yürüyebildiğimize şaştık hani!

Havanın pusu kaybolunca Ancon Plajı biraz daha güzelleşti!

Sahil boyunca Playa Ancon‘a gidene dek 3-4 tane otel geçtik. Bunlar lokaller için çok lüks, bizim için ise neredeyse üç yıldızdan öte bir paye vermeye gönlümüzün el vermeyeceği gayet eski, dökülen yazlık otellerdi. Her neyse biz en sondaki otelin önünden plaja geçtik ve hemen kendimizi turkuaz sulara bıraktık. “Kesinlikle ihmal etmeyin” listesindeki üçüncü maddenin de üzerini çizdik böylece 🙂 Özellikle belirtmeyi görev bildiğim bir ayrıntıyı büyük harflerle eklemek istiyorum şuraya: PLAJDA SİNEKLER ISIRIYOR! Akşamüstü saat 16.00 civarlarından itibaren en yoğun şekilde maruz kalacağınız bu sinekler sivri değil, gayet kara sinekler. Isırdıkları yer kıpkırmızı olup, balon gibi şişiyor! En azından bende böyle oldu 🙁 Halbuki bu uyarıları daha Küba’ya gitmeden okumuş ve yanımıza sinek kovucu materyaller almıştık. Lakin onları tam da plaja gittiğimiz gün, odamızdaki valizde unutmayaydık iyiydi! Deniz ve o turkuaz görüntü, hafif bulutlu bir gökyüzü olması sebebiyle o gün bir Kaputaş Plajı görüntüsü ile yarışamadı bizim için. İnternetten baktığımız açık havada fotoğraflarda ise efsane görüntü vermişti gerçi plaj, o sebeple hakkını yemeyeyim..

Yağmur sonrası bu kadar mı fotojenikleşir bir şehir?

Plaj keyfimiz üzerine gayet yorucu bir bisiklet tecrübesi yaşayınca o akşam bir süre yattık dinlendik odada. Sonra da gün batımını kaçırdık, bari yemeklerini tadalım diye yine El Rintintin’de aldık soluğu. Hatta ertesi akşam yine gittik ama kalabalıktı ve biz de o zaman hemen yanındaki komşu terasa, El Criollo’ya geçtik. Hala favorim, aynı manzaraya bakmalarına rağmen, El Rintintin! Buradan çıkışta yine olmazsa olmazlardan bir Trinidad klasiği mekanı deneyimlemek üzere rotamızı 1723’de inşa edilmiş Taberna La Canchanchara‘ya çevirdik. Burası da canlı müzik eşliğinde kokteyllerini yudumlayan turistler ile kalabalık bir mekandı. Herkes elbette meşhur ballı, limonlu, romdan yapılan La Chanchancara’yı içiyordu. Benim yıldızım barışmadı kendisi ile, o sebeple Trinidad’daki geleneksel içkim Daiquri ile sonlandırdım gecemizi ben! Burasının özelliği sedir ağacından yapılmış ve yaklaşık üç yüzyıla yakın bir zamandır sapasağlam arz-ı endam eden tavanı! Bir de geleneksel içkisi La Chanchanchara’yı seramik, aslında pek sevimli bir çanakta servis etmesi.

Gün batımına yakın Plaza Mayor

Üçüncü günümüzün sabahına şimşek ve gök gürültülü sağanak yağış ile uyandık. Halbuki o sabah saat 09.00’da hem Gökhan’ın, hem de benim resmen dört gözle beklediğimiz bir aktivite için yola düşecektik: El Cubano Doğal Park’ından başlayan, sonunda ulaşacağımız noktada yer alan mini şelalelerle çevrili gölde yüzebileceğimiz, yaklaşık 10 kilometrelik bir yürüyüş yolunda atlarla yapılacak gezinti (Buraya da ağlamaktan gözlerinden yaşlar fışkıran emojiyi hayal edin lütfen).  Lakin hava sağanak yağmurlu ve buz gibi olunca bırakın atlarla gezintiye çıkmayı, burnumuzun ucunu bir tam gün boyunca odamızdan dışarı çıkaramadık bile! Hatta sabah kahvaltısı sonrası bir zaman acıkınca yanımızda götürdüğümüz kuru yemişleri yedik. O gün ancak akşamüstü kısa bir anlığına yağış durdu ve kendimizi dışarı atıp yine terasımıza gittik. Biz oturduk içkileri söyledik, puroları yaktık başladı yine yağmur; hem de sonraki iki tam saat boyunca hiç durmamacasına! Şemsiye altında garsonlarla ve yanımızda bizimle terası paylaşan 5-6 kişilik Avrupalı turist grubu ile kah şakalaşarak, kah karı-koca derin sohbetlere dalarak yine çok keyif aldığım bir akşam daha yaşadım bizzat kendim. Çıplak bacaklarım sebebiyle üşüdüm, biraz da ıslandım sıçrayan yağmur damlalarından sebep lakin yakın çevremin en sevdiği hallerimde olduğumu söylemek isterim 🙂 Evet, ben hem mutlu hem çakır keyifken tadından yenmez, pek şen pek şakrak, sürekli kahkaha atan, gözlerinin kenarındaki kırışıklıklarını hiç umursamayan biri oluyorum 🙂

Sanchez Iznaga Malikanesi önünde.

Palmiyeler arasında Iznaga Kulesi.

Ertesi gün de sabaha kadar yağmur yağdı Trinidad’da. O gün için de kasabanın merkezine çok da uzak olmayan Valley of the Ingenious (Sugar Mills Valley), nam-ı diğer San Luis Vadisi’ne 1906 tarihli bir buharlı bir trenle turistik bir gezi yapmayı planlamıştık. Yağmur dindi, lakin hava buz kesmeye devam etti. Ama biz de artık yeterse yeter diyip bulduğumuz uzun kollu ne varsa üzerimize kat kat giyip kendimizi yürüme mesafesi ile yaklaşık 10 dakika sonra ulaştığımız mini istasyona atıverdik. Sabah 09.30’da yola çıkan tren, sizi saat 14.30’da geri getiriyor kasabaya. Bilet fiyatı kişi başı 15 CUC. Tren yol boyunca birkaç tünelden, yemyeşil bir vadiden geçerek önce meşhur Sanchez Iznaga Malikanesine ve  sonra da eski şeker kamışı fabrikasına ulaşıyor. Vadide yol boyunca, 19. yüzyıl başlarına dek üretimlerini sürdürmüş 48 adet şeker kamışı işletme tesisi ve göz alabildiğine uzanan şeker kamışı tarlaları bulunuyor. Iznaga ailesinin topraklarında yer alan ve zamanında kölelerinin çalışma düzenini izleyebilmek için tepelerine diktirdiği yaklaşık 45 metrelik bir barok yapı olan Torre de Iznaga (Iznaga Kulesi) çok meşhur ve tam fotoğraflık. 

Nostaljik buharlı trenden alabildiğine yeşil vadi manzarası.

Vadideki bitki örtüsü, akarsular, palmiyeler, kuşlar, dağlar, tepeler yine bana çok iyi geldi tabi. Tabiat Ana ile gayet iç içe olabileceğiniz, nostaljik bir aktivite buharlı trenle vadide gezinti ve Trinidad’a gitmişken yapın derim elbet. Lakin ısrar da etmem, zira çok şey bekleyen biri iseniz BEKLEMEYİN diye kibarca önden uyarabilirim sizi 🙂

Nostaljik buharlı trenden 🙂

Dönüş saatimiz erken olunca, hava da açmaya başlayınca yine kendimize bir balkon bulduk önden kokteyl saati için 🙂 Los Conspiradores, tam da Casa De La Musica‘nın merdivenlerinin dibinde bir restoran-bar. Nefis kokteyleri, gayet leziz ıstakoz ve karidesli deniz ürünleri tabakları ile çok mutlu olacağınız bir mekan daha öneriyorum size. Restoranın girişi aynı zamanda mini bir galeri şeklinde hizmet veriyor ve inanılmaz enteresan, başka hiçbir yerde görmediğimiz güzellikte objeler hem sergileniyor, hem de dilediğinizi satın alabiliyorsunuz. Balkon kuşu olmayı Casa De La Musica’nın açılış saatine kadar sürdürüp, hemen yan tarafa geçerek 1 CUC karşılığı gayet kalabalık müzisyenlerin oluşturduğu yerel bir orkestra eşliğinde yapılan müziğe ve dansa doyduğumuz mekana çıktık merdivenlerden. Bu ikisini de benden listenize ekleyin lütfen 😉

Los Conspiradores ve yanından Casa De La Musica’ya çıkan merdivenler.

Los Conspiradores balkondan gün batımı.

Genel olarak Trinidad sokaklarında dolaştığınızda alışveriş edebileceğiniz yerel puro dükkanlarının, onların meşhur kremalı pasta ve tatlılarını bulabileceğiniz pastanelerinin, paranızı bozdurabileceğiniz banka ve market vs gibi ihtiyacınız olabilecek her şeyin hepi topu 1-1.5 kilometrekarelik bir alan içerisinde yan yana olduğunu göreceksiniz. Capcanlı, rengarenk sokakları, dost görünümlü, sıcacık insanları ile Trinidad’da olduğunuz her dakika için yüzünüzde tatlı bir gülümseme ile  gezeceğinizin garantisini verebilirim. Ayrıca eskiden şeker kamışı ticaretinden zenginleşmiş kontların, asillerin evi iken sonradan müze haline getirilmiş Romantik Dönem Müzesi, Kolonyal Mimari Müzesi gibi kısa sürede ziyaret edebileceğiniz müzeler de mevcut. O pek meşhur, birçok gün batımı fotoğrafına arka planda modellik yapan Iglesia y Convento de San Francisco kilisesinin pastel sarı çan kulesine de çıkılabiliyor, ki böylece arzu ederseniz  Trinidad’a bir de bu şekilde tepeden bakmayı deneyimlemeniz mümkün. 

Evet, böylece yedinci ve sonuncu yazımı Trinidad için yazmış olarak Siempre Küba” adını verdiğim yazı dizisine de noktayı koymuş oluyorum sonunda. Biraz uzun sürdü tamamlamak, masa başına oturmak biraz da zor geldi zaman zaman, lakin yazmak için her masa başına oturduğumda sürekli orada geçen hepi topu dokuz, on günü hatırlamak da hep iyi geldi bana. İyi ki gittik, iyi ki gördük. Şimdi bakalım yeni uzak destinasyonumuz ne olacak? 😉 Bir sonraki seyahate dek bendeniz ve Gökhan sevgilerimizi yolluyoruz size.

Siempre Küba! Kolonyal Cennet Köşesi Trinidad” hakkında 1 yorum bulunuyor:

  1. seda

    Dilara’cığım benim için tam bir rehber niteliğinde oldu bu güzel yazı dizisi, ellerine sağlık…

    Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir