Bu aralar evden yazamıyorum, zira akşamları pek evde değilim. Bir de Prag’a dair anlatmak istediğim onlarca şey varken, iş yazmaya gelince biraz duraksadığımı farkediyorum. Çenebaz bir kadın olarak ballandıra ballandıra eşe dosta anlattığım tüm ayrıntıları birebir satırlara dökmek biraz zor geliyor bu aralara, ki ben yazı yazmaktan hiç gocunmam! Neyse, bu yazı dizisini çok uzatmadan 3.’de bitirmek için işte buradayım:) Buyrun son anekdotlar adına aşağıya:
İkinci günün akşamına kadar öyle çok dolaşmıştık ki sokaklarda, o kadar çok hediyelik eşya mağazasına girip çıkmıştık ki biraz da açlığın getirmiş olduğu etki ile beraber kendimizi Old Town’da merkezdeki İtalyan Lokantalarından birine zor attık. Karnımız aç, hava da soğudu hafiften; ama dışarıda oturuyoruz inatla:) Önce güzel yemekler söylendi, sonra biralar. Ardından ne oldu bilmiyorum, ama biralardan birkaç yudum aldıktan sonra bizim ekip çoştu. Öyle böyle değil, kahkahalarla gülme krizine girdik! Sağımız solumuz bizi seyrediyor. Ama nasıl gülüyoruz? Sanırım 2,5 saat boyunca gözlerimizden yaş gelene kadar o restoranda gülüp eğlendik. Ben buna sinir boşalması diyorum kendimce, nasıl gerildiysek ve yorulduysak tüm gün farkına varmadan artık! Otele gitmek için bindiğimiz metroda da hikayelere devam ettik. Ayşegül Sultan’ın Çekçeyi sular seller gibi söktüğünü söyleyebilirim:))) Otelde odalara dağıldık, ama benim yüz kaslarımı gevşetebilmem ve uykuya dalmam bir hayli zaman aldı; Zavallı Annem:)
Vlatava Nehri şehri ortadan ikiye bölen, Avrupa’nın önemli, Çek Cumhuriyeti’nin en uzun nehirlerinden biri. Bu nehirin bir özelliği oldukça sığ olması. Sığ olduğu için ve akıntı hızı oldukça yavaş olduğu için bu nehire sadece bakabiliyormuş Çekler öyle uzaktan. Ama ne yapmalı ne etmeli de bu nehirden de faydalanmalı, turizme katkı yapmalı diye düşündükten sonra güzel bir fikirle ortaya çıkıvermişler: Setler kurmuşlar belirli aralıklarla nehire. Bu setlerle “mikro çağlayanlar” yaratmışlar ve suyun akış hızını arttırmışlar. Daha sonra da buralarda asansör sistemine benzeyen birşey kurmuşlar nehrin içine. Nehirde tekneler akış hızı yaratıldığı için gayet güzel hareket edebiliyorlar, ama setlerin oraya geldiklerinden aşağıdan yukarıya çıkabilmeleri, ve de setin yukarıda kalan bölümünden aşağıya düşmemeleri için asansorlare benzeyen bir sistemin içine giriyorlar. Su dolmaya başlıyor bu asansöre ve tekneyi mesela, setin yukarısında kalan su seviyesi ile aynı hizaya getiriyor ve kapılar açılarak tekneler yukarıdan devam ediyorlar:) Bu sayede “Prag’da Yemekli Tekne Gezileri” serüveni başlamış oluyor! Eh, biz de nasibimizi aldık bu çalışmadan ve bir gece güzel bir tekne gezisi yaptık nehirde. Geziler tam olarak 2 saat sürüyor, açık büfe yemek olanağı var, müzik var.. Ama en güzeli Prag şehri’nin, Charles Köprüsü’nün, ve muhteşem Prag Kalesi’nin gece görüntüleri var. Bir de şansımıza o gün özel bir gün çıkmasın mı? Biri Charles Köprüsü’nün hemen yakınlarında diğeri daha uzakta olmak üzere 2 ayrı havai fişek gösterisinin altında kalmayalım mı bir de? Kalalım.. Bayıldık, mest olduk, kendimizden geçtik. Tam da Rüyalar Şehri’nde Rüya Gecesi yaşadık:) Kesinlikle tekne gezisini de tavsiye edeceğim ben meraklılara.. Zira havai fişek falan olmasa da, teknenin üzerinden gece gece Prag Şehri görülmeye kesinlikle bir defa daha değer!
Mümkün olduğu kadar nehir kıyısında yürüyüş yapın. Nehrin hemen yanında kocaman bir park var: Bkz. ikinci foto:)) Güllerle bezeli, misler gibi kokuyor. Orada biraz soluklanın. Burada ben Alice’in harika fotolarını çektim bir görseniz eski fotoroman pozları halt etmiş:)) Türkan’ım Şoray’ım güzeller güzelim benim:))
Tabi anne kuşlarla yolculuğa çıkılırsa, Prag’da Bohemia kristali cenneti olursa el mahkum her kristal mağazasına girer girer çıkarsınız:) Arkadaşlara, komşulara buradan bohemia kristali ile yapılmış kolyeler ve bilezikler alabilirsiniz. Ben şahsen kristal vazo, kadeh takımı ya da yemek tabakları alıp götürmeyi çok anlamlı bulamadım buradan ülkemize! Ama alan aldı valiz valiz, ona da saygı duyduk! Bohemia Kristallerine bakılır, keseye uygun bulunan şeyler alınabilir..
Buradan alınacaklar listenize bir de yukarıdaki yeşil şişe eklensin lütfen: Becherovka. Bu Çeklerin özel likörü Karlovy Vary’den çıkan 12 termal ve şifalı suyun birleşiminden oluşuyormuş, içine tabi bir miktar alkol ve tarçın eklentisiyle birlikte. Ben tatlı içki sevmememe rağmen almış, ve yemek sonrası hazıma yardımcı olsun diye shot bardaklarında içmiştim. Tarçın sevdiğim için beni baymadı, beğenmiştim.
Termal su demişken, şifa demişken Karlovy Vary‘den bahsetmezsek olmayacak hiç! Burası Prag’a araba ile 2,5 saat kadar uzaklıkta bir termal kasaba. Şifalı suların olduğu farkedilip buraya bir termal tesis kurulmuş. Çevresinde de bir sürü otel. Oldukça ufak bir kasaba, ama tepeden oldukça aşağıda, çanak şeklinde bir kuytuda yerleşmiş. Dolayısıyla yükseklerden itibaren kasabayı sarmalayıp kucaklayan yeşilin her tonuna aşık olmanız olasıdır diyebilirm. Biz buraya bayıldık resmen. Mutlaka bir Karlovy Vary turu alın derim, değeceğini görecek ve bana dua edeceksiniz:)
Atatürk’ün ziyareti sırasında konakladığı otel hemen girişte yer almakta. Restore edilmiş ve Atatürk’ün bu otelde kaldığını belirten bir plaka çakılmış girişine. Zaten buradan döndükten sonra Yalova Termallerinin kuruluş emrini vermiş Atatürk. Ama biz burasını Yalova Termallerine göre daha etkileyici ve temiz bulduk. Termal merkezin başladığı noktadan itibaren uzunca bir yürüyüş yolu var. Buralarda da 2-3 metrede bir değişik sıcaklık derecelerindeki şifalı suların aktığı çeşmeler. İbrik tarzı kupalar satın alıyor, buradaki çeşmelerden doldurarak içiyor, uzun yolda bolca yürüyüş yapıyor ve en sonunda da boşaltım sisteminizin rahatlaması adına tertemiz tuvaletlerde mola veriyorsunuz. Olay budur arkadaşlar:)) Suların sıcaklıkları 72 dereceye kadar çıkabiliyor ve benim denediğim 3 çeşmeden akan suların tatları birbirinden oldukça farklıydı: Biri acayip tuzlu geldi mesela, bir diğeri de bir miktar soğuduktan sonra aynen bizim çeşme sularına benzedi. Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim: Bu ülkenin suyundan sebep zannediyorum saçlarımız ve cildimiz muhteşem oldu 4 gün! Zaten Çek kızlarını ve ciltlerini, bir de tabi boylarını gördükten sonra “Sulak yerde yetişme” ile ilgili sözlerimizin doğruluk payı olduğuna kanaat getirdik. Üstüne üstlük bu su bir de boy uzatmakla kalmayıp cilde ve saçlara çok iyi geliyor, daha ne olsun:)
İşte böyle.. Alice’imin Harikalar Diyarı Gezisi böyle bir gezi oldu. O mutlu oldu, biz mutlu olduk. Bolca güldük, gezdik, yürüdük, keşfettik, hayran kaldık, satın aldık, yedik, içtik, içtik, eleştirdik, beğendik.. Böylece bir yolculuğun sonuna geldik, evimize kavuştuk. Nerede olursam olayım evime dönüşümü özlemle bekliyorum o ayrı:) Diyeceğim gidin Prag’a. Ama becerebilirseniz ve gücünüz yeterse Four Season Otelinde kalın. Anısı var bizde, anlatamam ama:)) Şehrin en güzel oteli, hatta balayı oteli:))
**Sonra siyah biralarından deneyin. Burada anlatamadığım Yahudi Bölgesi ve mezarlığını görün. Kale’den şehre seyre dalın, bol bol fotoğraf çekin. St. Vitus Katedrali’nin içini gezin, çenenizi toparlayın yalnız çıkmadan önce:)) Zira ağzınız beş karış komik olabilirsiniz, ben olmuştum ordan tecrübeliyim:)) Bacak kaslarınıza güveniyorsanız 287 basamak aşıp katedralin gözetleme kulesine çıkın. Ekmekleri çok lezzetli Çeklerin, değişik ekmeklerinden deneyin. Mutlaka en az bir klasik müzik konserine gidin, güzel klasik müzik CD’lerinden alın. Bir de fiyatlar konusunda aydınlatayım. 1 Euro yaklaşık 30 Çek Kronu (KC). 100 Çek Kronu ise yaklaşık 6,5 YTL. Biralar 35-55 KC, Kahveler 50-80 KC. Konserlere giriş için minimum 300 KC, maksimum 600 KC ödüyorsunuz. Pizzalar 140-180 KC arası. Sandwichler mesela 40-50 KC. Tuvaletler ücretli, şehir merkezindekiler 10 KC, Karlovy Vary’dekiler 6 KC idi. Genel anlamda oldukça ucuz bir şehir diyebilirm.. Hadi bakalım, artık gerisi size kalmış:)) ***
Anlat anlat bitmedi valla, kuklalar girsin rüyana e mi ? :))
Kıskandık artık, oturduğumuz yerde çatladık.
Çek güzellerinin fotoğrafını çekmedin mi hiç, hani şu termallerin faydası neymiş görmemiz açısından ? :))
Ellerine sağlık gitmiş kadar oldum.Prag bana hep soğuk puslu bir yer gelirdi.Anlattıklarından sonra gitmeyi görmeyi çok istediğim bir yer oldu.Teşekkür ederiz efendim…
Karlovy Vary birkac icin dinlenmek icin ideal bir yer ama nüfus ortalamasinin 50-60 asagi da olmadigini söylemek lazim,cünkü genelde maddi durumlari iyi yerli ve yabanci emekliler burada dinleniyorlar.
o sularin bir kisminda tatma gafletinde ben de bulundum,3.cesmeden sonra biraktim ama sanirim,satin aldigim ibrik de ordan güzel bir hatira kaldi.O cevredeki lüks dükkanlarida hatirliyorum,ne de olsa misafirler saglam 🙂
sanirim bu Prag gezin daha cok konusulur senin 🙂
annecigin icinde bence de cok güzel bir hediye oldu,
sevgiler
TD
Selam Dilara,
Fotograflarin harika, kiskanmak degil ama imrendim sana.. Keske bende senin kadar iyi kadraj ayari yapabilsem, harika yakaliyorsun kareleri..
Bu aralar bana da bir haller oldu, son 12 gunluk Avrupa gezisi ile alakali yazacak bir dunya sey var ve benim elim hala gitmiyor bloguma…
Bana da ilham luttfeeennn!!
Bu arada seni tekrar boyle enerjik gormek beni cok ama cok mutlu etti..
Sevgiler
Pelin (P) 🙂
hahaha uykusuzcuğum ilahi, sen çok yaşa emi:))
kıskandırmak için değil, hizmet amacıyla tüm bunlar:)
bu arada, sana ne çek kızlarından bakiim?? hani diyorum nerede bırakmıştık seni? anladın sen:)
sevgili Bengü,
sonbahar ve kış ayları için yaptığın tanımlama doğru olabilir; ama kesinlikle mayıs en güzel zamanı.. Paris’ten bile daha çekici geliyor bana Prag. ilk fırsatta gitmeni dilerim:)
TD’cim,
haklısın.. otellerin ve restoranların içinden çıkanların yaş ortalaması-haliyle- 60 civarı olup, altlarındaki arabalara dibimiz düştü.. bir ara kendimi Monte Carlo’da zannettim.. madddi durumları, iyiden de öte demek daha doğru olacak:)
Sevgili Pelin,
**sana daha önce de yorum bırakmaya çalıştım; ama blogcu üyesi olmaya üşendim. haberin olsun, eğer “herkes yorum yapabilir” şeklinde bir alternatif varsa onu seçersen yazılarınla ilgili düşüncelerimi ben de seninle paylaşabilrim:)**
ilham için bir iki öneri sana:))
– eğer akşam saatlerindeysen, ışıkları loşa hale getir.
– masanın çevresine bir kaç mum yak, bir kadeh şarap koy kendine.
– en sevdiğin albümün en sevdiğin parçasını koy sete.
– sonra pc’nin başına geç, ve ekrana konsantre olmadan önce en mutlu anını düşün.. tamamen zihninde canlandır
bunlar beni “gaza” getiren, mutlu edip, yazmam için motive eden şeyler:)) umuyorum ki senin de işine yarar..
madem sen bu prag dizisini bitirdin, ben de gidebilirim artik. yrn aksam baglasalar durmam. :)) Kozel i icildi bil. :))
Tum bu dediklerini yapinca ilham gelmemesi mumkun degil! 🙂
Hazir uykusuz geceler geciriyorum bunu degerlendirsem iyi olacak.. Bu arada blog da dedigin degisikligi yaptim!
lambda’cım:)
vallahi neden olmasın? başarabilirsen bana da getir bir kutu.. ben bir kutumu havaalanındaki görevlilere kaptırdım zira:))
pelin’cim,
o zaman yeni yazı ve fotoğraflarını bekliyorum:))
Ayol çek kızları bahane, gönül termal ister tatil ister 🙂
O dediğin konunun üzeri koyu bulutlarla kapalı malesef, artık hayırlısı neyse o olsun durumundayım bu aralar..
Neyse ben yine de gül düşüneyim, gülistan olayım en iyisi 🙂
Bu arada şu loş ışıklar, şarap kadehi, müzik senaryosu beni de gaza getirdi, az kalsın başlayacaktım tekrar yazmaya 😉
uykusuz ya, başla yazmaya lütfen!!! niye gittin ki zaten? ha seattle ha pensilvania? insanlar taşınır şekerim:))
ben süper şeker babaanne maceralarını özledim gerçekten…
Prag görmek istediğim kentlerden biri , kesinlikle
Yaz biraz geç geliyor galiba oralara
Tabii sen yazın sıcaklığını getirmişsindir Prag’a , eminim 🙂
ya uykusuz kesin basla…aynen katılıyorum dilayra ya….
aslında ikilemde kalmıstım ama oncelik sıramı aldı kesinlikle yakın bir zamanda gidicem cok tskler…
hoşgeldin timur:)
sıra senin hikayelerinde.. prag için kesinlikle eylül ve haziran en uygun aylarmış!
nube,
git bence de.. ikilemde kalma hiç. oradan başla:)