*Everday, I am Çapuling!*

gezi.01

*Her gün çapulcuyum!*

**Fotoğraf, internetten alınmıştır.**

Geçen haftalarda gözüme takılan bir araştırma vardı: “Dünyada Kötü Yaşam Kalitesine Sahip On Ülke“!

OECD tarafından yayımlanmış araştırmada Türkiye 1. sıraya yerleşmiş. “Daha güzel bir yaşam mı istiyorsunuz? Sakın Türkiye’ye taşınmayın”! diye başlıyordu araştırma yazısı.

*

Bu ülkeyi seviyorum ben. Bu ülkenin çok daha güzel şeyleri hak ettiğini düşünüyorum.

Daha yeşil olmasını istiyorum mesela, öncelikle.

Gençlerin, yaşlıların, “Çimenlere basmak yasaktır” yazısı olmaksızın kocaman parklarda çimenlere yayılmasını, kitap okumasını, piknik yapmasını, o parklarda spor yapmasını, parklardaki konserlerde coşmasını istiyorum (Geçtiğimiz yaz San Fransisco’da neredeyse şehrin yarısını kaplayan Golden Gate Park’ta bir sürü konser, panayıra şahit olup; bisiklete binen, koşan insanları gördükçe iç geçirip durmuştuk.).

Bu sebeple bir hafta önce Taksim Gezi Parkı’nda bir avuç gencin kitap okuyup, gitar çalarak başlattığı “parkı koruma, yeşil alan olarak bırakılmasını sağlama” protestosunu gönülden destekliyordum. Çünkü buna ihtiyacımız var. Yeşil alanlara ihtiyacımız var. Alışveriş merkezlerine, kocaman gökdelen ve çok katlı binalara, araçlarla dolu, kaos yüklü sokak ve caddelere değil! Evladım olsaydı ona bırakmak istediğim şeyler bunlar olmazdı! Olmamalı da!

Evladım olsaydı eğer, ona öncelikle insan sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi öğretirdim. Tüketmekten çok üretmenin, bu hayata güzel ve anlamlı izler bırakabilmenin önemini öğretirdim. Özgürlüğü öğretirdim. Dik durmayı, söylediği her şeyin arkasında olmayı; ama en önemlisi önce dinlemeyi öğretirdim. Kalp kırmanın geri dönüşü olmadığını, şiddetin hiçbir şeye çözüm olamayacağını; anlayışlı olabilmeyi, kardeşliği, saygılı olmayı öğretirdim.

O bir avuç gencin kendi halinde başlattığı protesto şiddetli bir şekilde durdurulmak istendi. Sabahın köründe gençler uyurken çadırlarında, sanki düşmana saldırır gibi gaz bombalarıyla saldırdı polis. Yaktı, yıktı o minicik çadırları. Zehirledi o gencecik çocukları gaza boğarak. Darp etti. Can yaktı. Sebep? Ağaçlar kesilmesin, burası park olarak kalsın dedikleri için! İşte durum bu hale gelince insanlar “Yeter artık” dediler. “Yeter”! Elli kişi, oldu bin kişi. Yine şiddet, yine “Biz böyle istiyoruz, olacak. Karar verildi” tarzı yaklaşımlar, söylemler; yine şiddet, yine gaz, yine darp! O bin kişi, ertesi gün oldu yirmi bin kişi! İnsanlar akın akın çocuklarına, gençlere yapılan bu anlamsız şiddeti protesto etmek için Anadolu yakasından yürüyerek, Boğaz Köprüsü’nü geçerek desteğe geldi Taksim Gezi Parkı’na. Yeşil alanın korunması, ağaçların kesilmesini önlemek için başlayan bu protesto artık polis şiddetini; anlamsız, sorgu-sualsiz dikte ettirilmeye çalışılan belirli bir hayat tarzını; aylardır ardı ardına çıkarılan ve halkın üzerinde baskı yaratan, insanları nefessiz bırakan yasaları protestoya dönüştü. Son on yılın en güzel hareketine dönüştü benim gözümde.

O kadar istiyordum, o kadar bekliyordum ki bunu içten içe! Demokratik haktır protesto etmek!

Ben laik, demokratik bir ülkede doğdum. Biz hoşgörüyü, zarar vermemeyi, saygı duymayı öğrenerek büyüdük. Bunların güçlenerek artması yerine, gerisin geriye sıfır noktasına doğru yol almaya başlayan bu gidişatın en çok huzursuz ettiği vatandaşlarından biriyim ben de!

Kaba kuvvetten nefret ediyorum. Şiddetten… İnsanların üzerine korku salınmasından, birbirine düşürülmesinden. Bu güzel ülkenin çıkarlar uğruna bölünmeye çalışılmasından. Kadınlara bu kadar ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmasından. Kaç çocuk yapmamız gerektiğinin dahi devlet meselesi haline getirilmesinden. Hangi saatler arasında içki içmemiz gerektiğinin söylenmesinden. Bunlardan daha önemli, daha değerli, daha yapıcı şeyler olmalı gündemde; ülkeyi ileri taşımak, insanların huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamasını, üretime var gücüyle katkıda bulunmasını sağlayacak… Bu ülke bunu hak ediyor.

Kimseyi yargılamadan, olduğu gibi kabul etmeyi, bu farklılıkların tümünden kocaman bir zenginlik yaratabilmeyi, insanları birbirine düşürmemeyi, yeşili-doğayı korumayı, gençleri dinlemeyi, onlara güvenmeyi, halkını azarlamamayı, biraz gülümsemeyi öneriyorum sayın devlet büyüklerimize ben. Şiddetten vazgeçilsin istiyorum. Günlerdir başka bir şehirde olduğum için sabahlara kadar uykusuz bir şekilde sosyal medyadan takip ettiğim yaşananların bir parçası olabilmek adına, iki gün önce gittiğim Taksim Gezi Parkı’nda biber gazı soluyarak resmi olarak “Çapulcu” olduğumu da kanıtlamış oldum.

Bu süre zarfında yanlı ve taraflı davranan medya ve bazı ticari işletmeleri protesto ediyorum ben de! Ve ne mutludur ki, apolitik olduklarını zannettiğimiz bir yeni nesil var artık bu ülkede. Bunu gözlerimle gördüm. Ellerinde poşetlerle parkta, sokaklarda bu şiddetten geriye kalan çöpleri toplayan; yaralanmış arkadaşları için geçici revirler kuran; birbirlerine yemek yapan; birbirleri için gaz maskesi ve gaza maruz kalan gözleri rahatlattığını öğrendiğimiz limon ve süt taşıyan; korkusuz ve hiçbir siyasi oluşuma dahil olmadan seslerinin duyulmasını sağlamak için gece-gündüz çırpınan o gençler! Yaşları 19-20. Tertemizler!

Ben inanıyorum ve artık çok daha güveniyorum bu ülkenin gençlerine, halkına. Birlik-beraberlik neymiş, nasıl olurmuş gösteriyoruz dünyaya. En büyük dileğim, artık daha fazla can yakılmadan, daha fazla şiddet-nefret körüklenmeden bu protestonun ulaşması yerine. Yoksa bu kadar gazı almış bu gençliği kimse bir daha tutamaz diyeyim ben size!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir