Bazen akşamları canım hiç birşey yemek istemiyor. (Aslında çoğu zaman!!) Dün de o akşamlardan biriydi. Hava güzeldi, sıcak değildi ama ılıktı. Eve gelir gelmez tüm pencereleri açtım. Bahçe kapımı da açtım. Henüz çimlenmemiş, ama sağından solundan pıtıraklar patlatmış bahçeme baktım.. (Muhtemelen ben döndüğümde yemyeşil bulacağım bahçeyi. Zİra bir anda yeşillenirlermiş..) Bir sandalye çektim içeriden dışarıya.. Canım şarap istedi deli gibi. Baktım, şaraplıkta bir tane Pamukkale aNFORa 2004-Kalecik Karası-Öküzgözü kupaj duruyor. Açtım hemen, doldurdum kadehimi.. Ohh.. Bahçemde şöyle bir müddet dinledim. Yok, dinlenmedim.. Dinledim. Neyi mi? Patricia Kaas’ı.. Çocukların çığlk çığlığa yan sokaklarda oynadıkları yakan topun asfalt zemindeki yankısını.. Kuşların cıvıldamalarını.. Duvarın üzerinde tembel tembel yürüyen kedinin bana bakıp çok içten bir “miyav” demesini.. Ayva ağacından bahçeye düşen çiçeklerin taç yapraklarının sesini..
:)))
Çilek aldığımı hatırladım sonra.. Pudra şekeri de vardı sanırsam evde.. Eh, buluşturalım ikisini birbirleriyle, buluşanları da kendimle:) Harikaydı. Uzun zamandır yememiştim çilek. Dünkü ortama ve bana çok uydu, pek güzel geldi, pek afiyet, pek şeker oldu.
Sonra nerden estiyse aklıma “benim bir şiir defterim olduğu” geliverdi. Ortaokuldayken ben şiir defteri tutmaya karar vermiştim. Beğendiğim şiirleri bir defterde toplayacaktım. (Eminim yalnız değildim o zamanlar..) Birden gidip o defterde ne kadar şiir varsa okumak isteği ile doluverdim. Aradım, taradım buldum.. Açtım defteri, ilk saydasında kıymetlimin fotoğrafı:)) Güler misin ağlar mısın? Yıllar önce Yedi Göller’e gitmiştik de, bir sonbahardı. Yolda durup o sararan, kızıllaşan ağaç kümeleri arasında birbirimizin fotoğraflarını çekmiştik. Ne güzel de gülüyor! Toparlandım, sayfaları çevirerek okumaya başladım:
“Saçlarını okşasam bir kuytu ormandayım/Bir tutsam ellerinden en sakin limandayım/Mesafeleri aşıp sen yanıma gelince/Zamanların üstünde bir başka zamandayım.”
:)) Ümit Yaşar Oğuzcan.. En sevdiğim şairlerden biriydi lise yıllarımda.. Sonraki sayfa:
“Kolkola gezdiğimiz ıslak caddelerde kal/Seviştiğimiz geri gelmez gecelerde kal/Adımı anmasan da, bana hiç gelmesen de/Ne olur hayalimde yükseldiğin yerde kal.”
:)) Ben bayağı romantikmişim sanırım, şimdiki halimin aksine. Çok hoşuma gitti bu durum. Devam ettim okumaya.. Sonra işte bu “Son Söz” beni mahvetti. Oktay Rifat dedi ki:
“Boğazından lıkır lıkır geçen şu suyun kıymetini bil/Nedir bu mavilik deme, Penceren görebildiğin kadar göğün kıymetini bil/Kıymetini bil çiçek açmış bademin, güneşli odanın, çamurlu sokağın, beyazın, siyahın, yeşilin. Pembenin kıymetini bil/Dirlik öyle birşey yürekte, sevinçle çırpınır/Kavak yelleri eser insanın başında. İnsanoğlu kızar, öfkelenir, savaşır/Halk için girilen savaşta o korkulu sevincin kıymetini bil. Bil ki budur işte: Güneş yalnız dirileri ısıtır. Güneşin kıymetini bil.”
Bilmez miyim hiç?
canim afiyet olsun.
ne guzel anlatmissin bulundugun ortami, bahar gibi, guzel bir aksamustu gibi, anne gibi, cocuk gibi, huzur gibi, ask gibi..
bak kedicik de sana miyuvvv demis, bilmem ki bu neye isaret :))
iyi ki siir defterini karistirmissin dun, oyle iyi geldi ki bu satirlar, siradan bir persembe gunuyken benim icin, ” diri” oldugumu animsadim bir anda, gunes tarafindan isitilmasi gereken, ruhunun kelepceleri acildiginda etrafa cicekler konfetiler sacacak bir canli oldugumu animsadim. yuregine saglik.
Sabah sabah nasıl özendirdi nasıl özendirdi kendine:) Çilekleri ayrı kıskandım, bahçeyi ayrı, şarabı ayrı, müziği ayrı…:) Lulu bak geldiğimde bana bunların yanısını yapmazsan ben açarım bahçe kapısını, açarım içki dolabını, açarım müzikçalarını, açarım buzdolabını kendi işimi kendim yaparım. Bir de o kedi bulunsun her neredeyse o miyav dan bir tane de ben istiyorum:)) Sevgi dolu kalplerde pamuklara sarıl emi lulu:) Her günün bu huzurla geçsin ben seni çok seviyorum mucks
zeynep’cim..
kedicik peşindeyim, galiba bir tane buldum gibi.. o “miyav” bunun işareti olabilir diye düşünüyorum:))
seni yanaklarından öpüyorum..
Cholé’ciğim..
başımın üzerinde yeriniz var her zaman. beni bilen bilir. ben misafirlerime-arkadaşlarıma, misafir gibi davranmam da öyle hissetmelerini de istemem. buzdolabı senin, CD’ler senin.. bahçe zaten hepimizin olacak inşallah:))
ben de seni seviyorum içi güzel, neşesi bol, yaşama sevinci duble arkadaşım:)
güzel arkadaslarım:) kopardınız beni gene…
dilayracım okudum ve inanırmısın tüylerim diken diken oldu, ama korkudan değil sadece kocaman 1 ah çekmekten…Çileklerle başlayıp sonrası eski defterleri açıp içlerinden çıkan şiirler ve yaşamın kıymeti…
bilelim guneşin kıymetini, hatta unuttugumuz zaman birbirimize hatırlatalım…
bol guneslı gunler dilayracım;)
en kotu gunun boyle olsun,iskandinava da goster mutlu olsun 🙂
nes,
çok güzel demişsin, başka birşey diyemeyeceğim:))
aslen kendisi beğendi “mavi kutumu”, mutlu bile oldu hatta orada.. ancak…
uzuuunn bir konu o. çok uzunn.
Ü.Y.O.Ben doğduğum gün oğlu galata kulesinden atlayarak intihar etmiş. Şiirlerini oku, içlen, ağla. O da yetmese yine oku yine ağla. Kesmediyse, sözleri yine ünlü şaire ait olan “biraz kül biraz duman,o benim işte” yi Münir Nurettin’in ezgileriyle dinle. Hala gücün kaldıysa, sonra da git Galata’ya…:)
Sıradan başlayan bir akşam üzeri. Kediyle kupaj arasında kumpas. Üzerine bir de lise nostaljisi. Mısra silahlarıyla teçhiz olmuş, duygu dünyasına yönelik tahrik gücü yüksek bir anlatım. Kedinin “monologsal miyavlama” sının okuyucuya sanki ordaymışçasına yaşatılması…Tebrikler.
Ben geç okudum bu yazıyı Dilara. Ama gerçekten güzel yazmışsın. İnsan geçmişteki kendinden ne kadar farklı olabiliyor değil mi?
Eline sağlık
b a v e r,
sağolasın.. senden gelecek yorumları “bekler” oldım kalp çarpıntılarıyla:)
celerone,
hoş geldin JTB’ye..
ne güzel bir dostum daha oluyor galiba:)
geçmişteki dilara ile şimdiki arasında gerçekten büyük farklar mevcut. değişmeyen sadece hüzünlü gözlerim, yaşama sevincim:)