Lizbon’a yapmayı planladığımız seyahatin bir gününü de Portekiz’in ikinci büyük şehri olan, Napolyon’a karşı direnişi ile ünlü ve bundan onur duyan Porto‘ya ayırmanın güzel olacağını düşünmüştük. Porto’ya Lizbon’dan yaklaşık 3 saat süren tren yolculuğu ile ulaşmanız mümkün. Tren için biletleri seyahatin çok çok öncesinden almanın her zaman daha hesaplı olduğunu defalarca deneyimlediğim için, gitmemize yaklaşık bir ay kala şu siteden Lizbon-Porto gidiş-dönüş biletlerini kişi başı 31’er Euro‘ya satın aldım (Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri, üç ve daha fazla kişinin grup olarak trenle seyahat ettiğinde ücretin neredeyse yarı yarıya düştüğünü öğrenmiştim şuradan. Çarşamba öğlen saatlerinde Lizbon’da olacağımız için Porto gezimizi Perşembe gününe ayarlayarak bu indirimden de faydalanmamızı sağladım).
Porto Campanha tren istasyonuna rahat geçen bir yolculuk sonrası saat 10.00 civarı ulaştık. Bu istasyon bir miktar merkezin dışında. Merkeze ve asıl görülmesi gereken Sao Bento Tren İstasyonuna ise artı bir ücret ödemeden Campanha’dan kalkan trenlerle 7-8 dakika sonra ulaşıyorsunuz. Sao Bento Tren İstasyonu, hakikaten de çoğu yerde yazıldığı gibi, dünyanın en güzel istasyonlarından bir tanesi! Duvarlarını süsleyen 20.000 civarında çini seramik, Portekiz’in tarihini resmetmek için kullanılmış. Jorge Colaço‘nun çinilerle bu çalışmasını tamamlaması tam 11 yılını almış. Biz de kendimizi kaybettik burada resmen. Kesinlikle dünya gözü ile görülmesi gereken güzelliklerden biri.
İstasyondan dışarı çıktığımızda, sabah kahvaltı etmediğimiz ve işin aslı burada denenmesi şiddetle tavsiye edilen Francesinha‘yı heyecanla denemeyi beklediğimiz için yönümüzü sola, nehir tarafına değil, sağ tarafa çevirerek bol ödüllü ve özellikle yerlisi tarafından bu işi en iyi yapan yerlerden biri olarak kabul edilen Cafe Santiago‘ya ulaştık. Francesinha, iki dilim tost ekmeği arasında aklınıza gelebilecek şarküteri, biftek ve peynir ile hazırlanmış; üzerine gravy sos benzeri bir sos dökülerek fırınlanmış ve yanında patates ile servis edilen bir sıcak sandviç aslında. Üzerine yumurta kırılmışı ve sadesi şekline dördümüz iki tane sipariş ettik ve nasıl yedik size anlatamam! Karnımız doyunca canımız kahve istedi ve hem kahve içelim hem de Porto’da mutlaka görülmeli denilen meşhur Majestik Cafe‘yi görmeye gidelim diye yolumuzu Santa Caterina Caddesi’ne düşürdük.
Majestik Cafe‘nin önü de içi de oldukça kalabalıktı. Burayı bu kadar meşhur yapan şey ise romantik Belle Epoque dönemine ait, onu dünyanın en güzel tarihi kafelerinden biri yapan “art-nouvea” dekorasyonu. Daha önce Viyana’da Cafe Central, Prag’da Cafe Imperial, Roma’da Cafe Greco görmüşlüğüm olduğu için çok büyük bir sürprizle karşılaşmadım ben açıkçası. Yalnız yazar J.K. Rowlings‘in bir süre bu şehirde yaşadığı; Harry Potter serisini yazmaya buradaki meşhur kitapçısı Lello’da ve Majestik kafede başladığı; hatta serideki okul üniformalarını Porto’daki öğrencilerin pelerinli üniformalarından esinlenerek oluşturduğunu okumuştum gitmeden önce. Öğrenci üniformalarını görünce gerçeklik karşısında çok şaşırdığımı itiraf edeyim. Trende ve şehrin başka köşelerinde karşılaştığımız lise öğrencilerinde okul kıyafetleri ile bağlantılı siyah pelerinler vardı 🙂
Kahvemizi de içtikten sonra yakınlarımızda yer alan Santo Ildefonsa Kilisesi‘ni ziyaret ettik. Porto’daki tüm kiliselerin dış yüzeyleri o güzelim mavi çinili seramiklerle kaplı. Hepsi de birbirinden güzel ve gerçekten gezme şansı bulup gördüğüm onca yabancı ülke arasında en güzel dış cephe kaplamalı/fotojenik kiliseleri ben Porto’da gördüm! Porto’da günübirlik, hemde inanmazsınız ama yürüyerek 🙂 görme şansı bulduğumuz kilise listesini de şuraya bırakıyorum: Chapel of Souls, yan yana yer alan Carmo ve Carmelitas Kiliseleri, Clerigos Kulesi ve Porto Katedrali.
Porto şehrinin ortasından geçen Douro Nehri şehri iki yakaya ayırmış durumda: Riberia ve Vila Nova de Gaia. Riberia tarafı şehrin en turistik ve eski bölgesi. Tüm bu kiliseleri, parkları, şehrin simgesi sayılabilecek her şeyi bünyesinde barındıran Porto’nun kalbi. Gaia ise ayrı bir hikaye. Bu iki yakayı birbirine bağlayan ve yürüyerek hem üzerinden, hem de altından geçebileceğiniz en turistik köprü ise Dom Luis I Köprüsü.
Biz yürüyerek ve fotoğraf çekerek köprünün üzerinden şehrin Gaia tarafına geçtik. Buradan da Riberia tarafının sahilde yer alan görüntüsünü fotoğrafladık. Gerçekten görsel olarak Gaia tepesinden Riberia kıyısı enfesti!
Portekiz’in Douro bölgesinde üretilen şarapların tümünün yüzyıllardır Vila Nova de Gaia mahzenlerinde bekletildiğini öğrendik. Ünlü –yüksek alkollü ve tatlı– Porto şaraplarının üretiminde katkısı olan üzümlerin yetiştirildiği bağlar, dinlendirme aşamasında bekletildiği mahzenler hep bu bölgede konuçlanmış durumda. Bu yaka kuzeye baktığı için daha az güneş alan, güçlü rüzgarlardan korunaklı bir alana yayılması sebebiyle Porto şarapları için daha iyi yaşlanma/yıllanma koşulları sağlıyormuş. Nehrin bu yakasına geçtiğinizde göreceğiniz en tipik görüntülerden biri kesinlikle “Rabelo” adı verilen ahşap tekneler. Eski zamanlarda Gaia yakasındaki mahzenlerde yıllandırılan Porto şaraplarını karşı yakaya taşımak için kullanılan bu tekneler şimdilerde turist taşıyarak nehirde geziye çıkıyor!
Gaia yakasına biz köprünün üstünden yürüyerek ulaştığımız için kendimizi bir hayli tepede bulduk. Merak etmeyin buradan aşağıya, sahile iniş için hem sokakların arasından kıvrıla kıvrıla yürüyerek inme, hem de “yetti canıma yürümek artık” diyenleriniz için teleferik ile yolculuk şansı var 😉 Biz, elbet yürüdük 🙂 Günübirlik Porto sonrası telefonumda yer alan uygulama, bana 15 kilometre yürüdüğümü söylüyordu gece!
Nehir kıyısında onlarca şarap üreticisinin mahzenleri, satış ve tadım mekanları, restoranlar, gezinti teknelerinin kalktığı rıhtım yan yana yer alıyor. Calem, Sandeman, Ferreria ve Ramos Pinto en ünlü üreticilerden birkaçı. Havanın da misler gibi olması sebebiyle herkesler bu mahzen/tadım dükkanlarının önünde açıkhavada oturmuş içkilerini içiyordu. Biz de tabi hemen ilk Porto deneyimimiz için Sandeman‘ı tercih ederek masamıza oturduk. Yalnız bir yerde okumuştum, eğer çok tatlı şaraptan hoşlanmıyor iseniz Porto Tonico denemelisiniz diye. Aynen öyle yaptık ve beyaz Porto şarabı ve buz-tonik karşımı olan kokteylimizi içerek güzel güneşli güne, birlikteliliğimize kadeh kaldırdık 🙂
Porto Tonico’lar sonrası biraz sahil boyunca yürüdük ve tam geri dönüş yoluna geçmiştik ki nefis bir kapalı market keşfettik 🙂 En sevdiklerimden yani! Mercado Municipal Da Beira Rio! Burada taze sebze-meyve, kuruyemiş satıcılarının bulunduğu standlar ve yerel ürünlerle hazırlanan yeme-içme mekanları var.
Gaia sahilinden gerisin geri dönerek bu defa Dom Luis I Köprüsünün altından geçip Riberia tarafının sahil kesimine geçtik. Burası o kadar cıvıl cıvıl, canlı, kalabalıktı ki anlatamam. Bir şekilde, elbette daha turistik olduğu için sanırım, karşı sahilden daha fazla insan buradaydı. Burada da kendimize bir şeyler atıştırıp içebileceğimiz bir yer arayıp, dışarıda masa bulabildiğimiz tek yer olan Cafe do Cais‘i bulduk. Koca bir sürahi sangria, peynir ve atıştırmalık tabağı ile birkaç saat da burada soluklandık.
Sahildeki bu son durağımız sonrasında Cordoaira Bahçesi/Parkı‘nı ziyaret etmeden hemen önce, alışverişten hemen sonra, Porto’nun meşhur dondurmacısı olan Cremosi‘den dondurmalarımız aldık. Nefisti! Hızlıca Hard Rock Cafe‘den Porto tshirtlerimizi alıp kendimizi yine sokaklar arasında dolaşmaktan yoruluncaya dek yollara vurduk! Son durağımızda birer kadeh sek Porto şarabı içerek günümüze noktayı da koyduk.
Porto’da bir gün daha geçirilir miydi? Olabilir. Hiç olmazsa biz şehirden ayrılırken batmaya başlayan güneş sebebi ile tam da Vanilla Sky halini alan gökyüzünü arka planda, önünde Dom Luis I Köprüsü ile fotoğraflayabilirdik 😉 Elbette çok turistik bir plan yaptı iseniz bir gün gani gani yetiyor. Ben, genelde oradan oraya koşturmaktan haz almıyorum seyahatlerimde. Bir yeri, oralısı/yerlisi gibi sakince keşfetmek ve yaşamak daha hoşuma gidiyor. Bu yüzden tek günde tüm Porto’yu gezmek gibi bir niyetim de yoktu. Daha görülecek ve sıra beklenecek bir sürü yer vardır eminim. Ama bizim elimizden gelen ve bizi çok da üzmeyen şekli böyle oldu 🙂