Güzel Şeyler Konulu Yazılar

Ah Mayıs!

Sultanahmet

2011’in Mayıs ayı, selefi Nisan gibi hava durumu konusunda tutarsız bir şekilde başladı.

Hava tutarsız, kasvetli ve kararsız olursa benim içim de dışım da bir huzursuz, bir sıkılgan, bir karanlık oluveriyor. Artık baharın ilk ayı Haziran olacakmış gibime geliyor. Takdir edersiniz ki, bu durum da benim gibi sıcak, ılık seven bir insan için pek de hoş olmuyor!

Canım sıkkın, içim karanlıkken en çok “olduğum yerde olmaktan” hoşnutsuzluk duyuyor ve hemen tebdil-i mekanda ferahlık olabilir mi derken ve “gidelim buralardan, dayanamıyorum” parçasını mırıldanırken buluveriyorum kendimi.

Öyle yaptım geçtiğimiz hafta ve İstanbul’a kaçtım! 5 gün!

Sultanahmet

3 Silahşör bir araya geldik.

Özlem giderdik.

Ayşegülüm Sultanım bizi ilk akşam Asmalımescit’te bu meyhaneye götürdü. Asmalımescit ne kadar kalabalıktı? Bir ucundan diğer ucuna 15 dakikada “aktık”. Evet evet, yanlış anlamadınız. Yürümek na-mümkün olunca o kalabalıkta, kendimizi insan seline bıraktık ve aktık..

Rakımız, mezemiz ve güzel sohbetimiz ile gece yarısını ettik. Sonra buraya uğrayıp İstanbul’u terastan seyrederek bir Bloody Mary içelim dedik. Ben kesinlikle daha iyi yapıyorum yalnız; sakın orada içmeyin, gelin ben yaparım size!

Oradan da bu mekanda noktaladık geceyi. Anonim izledik, deliler gibi dans ettik ve yerli yersiz her şeye güldük, eğlendik! O gün çok keyifteydim ben.

Sultanhmet Civarı

Sonraki gün İstanbul’un en sevdiğim sahil hattında geçti: Rumeli Hisarı’nda kahvaltı, Arnavutköy, Bebek ve Ortaköy. Emirgan’a çıkmayı ve Lale Festivali’nden kalanları fotoğraflamayı da ihmal etmedik tabi.

Güzel bir hafta sonunu hep birlikte geçirip, hafta başı olunca Ayşegülümü işine yolladık, biz Tolu’cumla turlamaya devam ettik.

Sultanahmet civarında öğlen soluklanmak için bir yer keşfettik. Zaten ne olduysa, bu otelin o terasına çıkmamızdan sonra oldu! Terasta bir restoran, manzara olarak Sultanahmet ve Ayasofya Camileri ile mis gibi Boğaz. Soluklanalım derken kendimizi öğle rakısı eşliğinde, çevreden büyülenmiş halde, meze tabakları önümüzde, keyfimiz tavan yapmış halde saatler boyu bu terasta unuttuk!

Sultanahmet Civarı

Hava İstanbul’da da pek hoş değildi, ama ne varsa bu şehirde hem itiyor hem çekiyor kendine beni işte!

Çocukluğum, genç kızlığım bazen bir yerlerde karşıma çıkıveriyorlar. Geçmişim var bu şehirde. Yaşanmış bir sürü hikaye var her yerinde.

Tebdil-i Mekanım benim İstanbul.

“Burada” olmak istemeyince en kolay kaçıp gidiverdiğim yer olduğu için belki de.

İşte öyle:)

Emirgan'da Laleler

Kürkçü dükkanımda hayat güzel, her şeye rağmen!

Geçen akşam Londra’dan Evrenus geldi. Kocaman bir peynir tabağı eşliğinde 2 şişe kırmızı bitirdik. Plan yaptık, güldük bol bol. Arada kızdık, sinirlendik birilerine. Kulaklarını çınlattık:)

Sonra mesela gereksiz bulduğum bir akşam olan Pazar akşamı, en sevdiğim yerden paket sushi söyledim. Yanına, her ne kadar her fırsatta çok biracı olmadığımı söylesem de, son dönemde en severek içtiğim 1 Tuborg Fıçı Bira açtım. O 1, ilerleyen saatlerde 3 oldu. Moviemax’te Angels&Demons yakaladım.

Sonra gözlerim doldu iyi mi?

Tanrı’ya teşekkür ettim, çünkü çok keyifte ve çok mutlu olduğumu hissettim. Manyak mısın diyorsunuzdur belki de, ama böyle işte.

Sıcak evimde,

tek başıma olsam da o akşam güvende ve iyi hissettiğim için,

içeceğim ve yiyeceğim olduğu için,

sağlıklı olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm.

..

Yaşlandım mı yoksa ben?

*Bu Aralar..*

..

Birazcık nazlıyım.

Küçücük kız çocuğu gibiyim. Dudaklarımı büzüyorum. Birazcık da canım acıyor. Minik bir operasyon geçirdim Cuma günü. Biraz dikişliyim.

Ama..

Tabi ki “şükür” diyorum. Büyük, koskocoman dertlerle uğraşan insanların yanında benimkinin lafı olmaz. “Dermansız dert verme Tanrım” benim dualarımda sıkça yer alan bir cümledir. Aynen tekrarlıyorum.

..

Müzik benim hayatımın ne kadar büyük bir parçası, artık az çok -5 yıldır burayı takip edenler en azından- gayet iyi biliyorlar. Güzel müzikler dinliyorum.

Beni MUTLU ediyorlar. İçimi ferahlatıyorlar. Bana hayaller kurdurtuyorlar..

Fizy geri geldi, şenliklerle kutluyorum. Daha çok klasik müzik arşivim oluştu orada. Bach’dan “Air on the g string”, “Pachelbel’s canon in d major” dinliyorum arka arkaya..

Jason Mraz dinliyorum bazen, eski parçalarından, pek kimsenin bilmediği Bella Luna mesela.

Arada Babyface’e gidiyor elim. Hala bu parçasına bayılıyorum!

Bir de ZAZ keşfettik, bir sürü arkadaş bir anda Facebook’da:) Ege Kayacan dün gece twitter’da yazdı, o bile baygın:) En çok Le Passant dinliyorum. Ama tüm albümü bana gönderen Selim sayesinde tüm şarkılarını ezberleyeceğim, yakındır! Fransızca pratik yapıyor olmam da cabası:)

Sol köşede göreceğiniz gibi Hindi Zahra favorim son dönem ve ondan en çok da Beautiful Tango dinliyorum.

Siz de dinleyin istedim, umarım beğenirsiniz:)

..

Bir de Antalyaya gidişim otobüs yolculuğu ile gerçekleşmişti. Arda diye birinin yemek yaptığı bir programda bir adam gördüm.

Konuktu: Sarper Sesli.

Şu, sitesi. Yaptığı işler orada var.

Keşke motosiklet kullanmaya daha önce başlasaydım da, keşke şu anda güzel bir motosikletim olsaydı da, keşke çok tecrübeli olsaydım da o zaman şu adamın organizasyonunda bir sürü maceracı insanla birlikte harika bir tura çıksaydık diye düşünüp duruyorum.

Bu aralar..

Yapacağım ama. Kafama koyup da yapmadığım bir şey olmadı. Çok istersem bu da olacak, biliyorum. Hiçbir şey için geç olmadığını, geç kalınmayacağını en iyi bilen, tecrübe edenlerden biri olarak söylüyorum. Ama yine de dua edelim birlikte! Duaların gücüne de inancım sonsuz zira. Şöyle temizinden bir 2 yıl sonra desek mesela. Umuyorum kendisi orada kalmaya devam eder ben pişene dek:)

..

Bu aralar..

Biraz kırgınım da aslında. Hayat bu, olur canım öyle şeyler diyebilirsiniz. Kırılıyoruz, küsüyoruz arada işte birilerine, bir şeylere diyebilirsiniz. Bu da geçer, dert etme de dersiniz şimdi. Tabi, oluyor bunlar hayatta, siz de haklısınız.

Ama bu defa kırılmamın tamiri telafisi pek yok gibi. Büyük konuşmayayım tabi, hayat bu belli olmaz. Ama şu bir gerçek ki yakında kardeşimden başka “ailem” olmayacak!

Herkes kendi seçimlerini yaşıyor. “Her seçim bir vazgeçiştir” ya! Bazen hayatınızda en önemsediğiniz kişi seçimini yapıyor ve sizden vazgeçiyor. Sağlık olsun. “O” mutlu olsun. Umuyorum ki bu defa yanılmıyoruzdur.

O zaman bunu dinleyelim. En sevdiğim Christina Aguilera parçası..

..

Bu aralar..

Yine pazardan yalancı bahara aldanıp bir sürü güzel çiçek aldım:) Ektim C.tesi günü zor eğilip kalkarken. Balkona yerleştirdiğim o çiçekler, rengarenkler. Her sabah kalktığımda ilk iş onları yokluyorum:) İyi ki varlar diyorum. Ne kadar basitler, ne kadar sadeler. Ne kadar güzeller.

Ve beni ne kadar MUTLU ediyorlar.

Güzel müziklerin, güzel çiçeklerin olduğu bir dünyada MUTLU olmak için pek de fazla şeye ihtiyacım yok gibi sanki:)

Teşekkürler tanrım!

Tüm bu sisli-puslu-belirsiz-bazen pis-bazen temiz-zor-meşakatli yaşama rağmen beni küçücük şeylerle MUTLU ettiğin, bu özelliği bana bahşettiğin için..

*Fotoğrafsız post yapmak hiç hoşuma gitmiyor, affedin bu defalık lütfen*

Bir Haftalık Uzaklaştım Ankara’dan.

Antalya Yat Limanı

Tam 1 haftalık ama, fazla değil! Eksik, hiç değil:)

Antalya’da “melül bakan kuzu”m için.

İstanbul’da “bizzat kendim” için.

Antalya?

Vallaha Yat Limanını tepeden gören, Askeriyenin yanında “Yuvam” adında bir cafe var. Annemle benim ağlayıp, güldüğümüz, salya sümük bira içip, kah çakır keyif, kah normal eve döndüğümüz buluşma noktamız. Garrsonu-yılda bir defa da gidiyor olsak- bizi tanır, patatesimizi bol ketçaplı (annekuş öyle sever), biraları buzlu bardakta getirir. Bir de bizim annemle ne zaman gözlerimizde yaş olsa masaya fındık-fıstık taşır. Ortamı yumuşatmak, ilgiyi dağıtmak için herhalde!

Annekuşum resim yapar benim. Sayısız güzel tablosu var, yakında sergisi olacak Antalya’da! Hatta 2 tablosu bende-ki en sevdiklerim:) Onun sayesinde, zaten suluboyayı çok seven bir kadın olarak, bir adamla tanışmıştım: Hasan Kırdı. Onun sergisi varmış kalktık gittik annekuşumla. Beni benden aldı yine resimler. Büyük ebatlı tablolarından 2 tanesine resmen aşık oldum. Param olduğunda onun resimlerini toplamaya karar verdim.

Antalya ile ilgili ilginç bir gözlemim var uzundur paylaşacağım, unutuyorum: Bu Antalya’da taksi bulmak için ya durağa gitmek ya da durağı telefonla aramak zorundasınız. Her defasında elimde kocaman valiz yol kenarında sol şeritten son sürat geçen taksilere el sallıyorum, ı-ıh biri de insaf edip durmuyor! Antalya’da -alıştığımızın aksine- siz yürürken “dırt dırt” korna çalarak yanınızda sizi takip eden taksiye rastlamak imkansız nerdeyse. Bu durum Avrupai biraz, ne dersiniz?

Antalya sıcaktı, bahar gibiydi, sabah erkenden kuşlar cıvıldaşıyordu. İçimse kapalı, parçalı bulutluydu. Antalya ve ben-hatıralarımdan sebep- hiçbir zaman barışamayacağız herhalde! Uzağım, uzaksın, uzak! Acısın, acıyım, acı!

Neyseki en güzel tarafı “melül bakan kuzu”m:) 9. ayını bitirmiş. Hiç de bana benzemiyor bu arada, aynı annesi:) Kardeşimle birlikte ne güzeller. Gözlerim dolu dolu oluyor onlara baktıkça. Annemse aşık torununa. İlk torun, kız torun:)

Yeğenim

İstanbul?

Yağmurlu, bulutlu, kapalı.

İlk akşam -uzakta olmamızdan sebep bir arada geçirilemeyen bir- doğum günü yemeği vardı. Ben yaptım. Viva tavuklu, sebzeli noodle! Yanına son gözdemiz ANFORA Cabarnet Sauvignon. Üzerine doğum günü pastası, üzerine doğum günü hediyesi.

Ertesi gün oldu aldım başımı Taksime gittim. Pera Müzesi‘nde kaçırmak istemediğim bir sergi vardı: “Frida&Diego.” Ve fakat her ne kadar o sergi için gittimse de, “Çarlık Rusyasından Sahneler”e de bittim, bayıldım tek kelimeyle.

Dönüş yolunda dedim “İnci’de profiterol yemeyeli ne kadar olmuştur?” İç sesin verdiği cevaba karşın üzüldüm, dedim mutlu edeyim kendimi. Girdim İnci’ye, kaptım bir tabak bol soslu profiterol. Çikolata hakikaten de mutlu ediyormuş adamı. Çıktım yağmurda yürüdüm metroya, ver elini Levent.

Ayşegülüm Sultanım’da yemek ve sohbet. Ne kadar özlüyorum dostumu bir bilseniz? Mutlu ve huzurlu ya, olsun diyorum. Dayanırım ben onsuzluğa. Nasılsa Ankara-İstanbul 1 saate bakar çok bunaldığında..

Cumartesi sabahı Bebek sahilinde yürüyüş. En sevdiğim. Bir tek hafta sonları güzel ve keyifli ve uzun bir kahvaltı yapabiliyor olmamızdan sebep Cumartesi yürüyüş sonrası kaçırmadık fırsatı:) Omleti, rokalı-çilekli tabağı, peynir çeşitleri ve mis gibi börekler eşliğinde belki de uzundur en zengin kahvaltı saatimizi İstanbul’da geçirdik. Akşamına Manhattan’da dinlemeye alıştığımız ANONİM‘i İstanbul sahnesinde seyretmeye Hayal Kahvesi Bistro‘ya! Yine çok eğlendim, dans etmediğim bir parça bile olmadı. Bir sürü içtim, ve sabaha karşı Kızılkayalar’dan ıslak hamburgerimi de yemeyi ihmal etmedim! “İstanbul’da yapmayı sevdiklerim” listem olsa:) rahat yine oradan 3-4 maddenin üzeri çizilmiş olurdu:)

Gitmelerin en sevdiğim tarafı sonunda dönecek bir evim, yuvam olması fikri.

1 haftalık uzaklaşma kısa bir süre daha idare eder beni. İlk yeni kaçamağıma kadar biraz spor, biraz dostlarla rakı-balık, birazdan belki de fazla okunacak kitaplar, dinlenecek yeni keşfedilmiş güzel parçalar, seyredilecek filmler ve yazılacak hikayeler olacak hayatımda. Daha iyisi size olsun:)

Ankara’m:)

Wall Art

Aşk Tesadüfleri Sever“den sebep, bir süredir değişik sosyal medya mecralarında Ankara’ya ilişkin konular birbirini takip ediyor:) Ben, henüz izleyebilmiş değilim filmi. Ama konuşulanlardan çok keyif aldığımı söyleyebilirim.

Ankara-İstanbul çekişmesi bir tarafa bırakılmış, İstanbul’da yaşayan “eski” Ankaralıları bir özlem sarmalamış durumda:)

Sanıyorum yaşları kaç olursa olsun büyük bir kesim için -tabi ki benim için de- Ankara Manhattan Music Club tüm bu özlemle hatırlananlar arasında hep 1. sırada olacak:) Özellikle Perşembe geceleri Özge Fışkın’ın solistliğinde Fender Blenders hayatımın o dönemki en önemli gurubu olmuştu! Bir “Gönül” söylerdi Özge Zerrin Özer’den öf ki ne öf:) Her Perşembe, bizi nelerin beklediğini bilerek, hiç aksatmadan giderdik. Her defasında da çok eğlenir, çok dans eder, çok mutlu, şarkılara eşlikçilikten sesimiz kısık ve biraz da çakır dönerdik evimize.

Wall Art

Ankara özlemi çekenlerin hatıralarında 2. sırayı sanıyorum hep KITIR alıyor. (Belki de kimileri için ilk sırayı.) Sosyal Medyada da Ankara deyince, filmden hareketle tabi, Kıtır’ın adı çok anıldı. Ben Kıtır’la ilk tanıştığımda yıl tam olarak 1997 1993 idi. ODTÜ Hazırlık sınıfının bir öğrencisiydim ve Ankara’ya başka bir şehirden gelmiştim! Hazırlık sınıfında edindiğim arkadaşlarımla,Tunalı Hilmi Caddesi’nin hemen başında oturduğum için de şanslı olmamdan mütevellit, Kıtır’a giderdik haftada 1-2 akşam. Bira ve kumpir ikilisi, sayesinde hayatımdan çıkaramadığım ikililer arasında sağlam bir yer buldu kendisine! *Diğer hayatımdan çıkmayan ikililer ise Tolu&Ayşegül Sultan:), Şarap&Peynir, Jean&Beyaz T-shirt, Kek&Kahve, Müzik&Dans diye gidebilir ilk anda aklıma gelenlerden bahsedersek:)*

Manhattan ve Kıtır’dan sonra -eski- Ankaralıların özlemle andığı diğer yerler sanırım Tunalı Hilmi Caddesi, Bahçelievler 7. Cadde, belki biraz Gençlik Parkı. -ki ben bir defa rahmetli anneannem ve teyzemle gitmiştim, odur!- Şimdilerde çok merak ediyorum Gençlik Parkı’nı, zira yenilendi, baştan yaratıldı neredeyse. Bir de Lunapark vardır hemen kıyısında Gençlik Parkının, oraya gitmeyi çok, ama çok istiyorum. En son ne zamandı Lunaparka gidip eğlendim, hatırlamıyorum bile:(

Bir de Kuğulu Parkı‘mın benim için kıymeti çoktur:) Birçokları için üzerinde durmaya dahi değmeyebilir. Ne de olsa 4-5 kuğu, biraz ördeğin bulunduğu “damat mendili ” kadar bir yeşil alandır. Yurt dışındaki parklarla karşılaştırılınca aman canım, bu da nedir ki falan.. Olsun:) Zamanında Polonya Büyükelçiliği’ne verilmeden önce yani büyük kısmı, orası Ankara’nın kalbinin attığı yermiş. O kadar üzülmüştüm ki bunu duyunca.

Annem anlatmıştı: Semti olan Kavaklıdere’ye de ismini veren kavak ağaçlarının barındığı, içinden dere geçen bir araziymiş Kuğulu Park eskilerde. Atatürk Bulvarı genişletilirken Polonya sefaretinin bir kısmı bulvara katılınca, Ankara’daki Polonya’nın kaybının tazminine karşı bu güzelim parkın topraklarından bir kısım verilmiş:( Parka en büyük iyiliği ise eski belediye başkanı Sn.Vedat Dolakay yapmış derler. İçindeki ilk kuğular ise Viyana Belediye’sinin hediyesiymiş. Canımdır benim Kuğulu Park:) Tamam, Central Park ve Bryant Park en sevdiğim iki parktır, doğrudur. Ama Kuğulu’m Parkı’m ilk gözağrımdır:)

Art

Eski Ankara’dan özlemle anılan mekanlarınız arasında sizin başka sayabilecekleriniz var mıdır ki acaba?

Yenileri hiç sormayayım, zira yer-gök silme AVM (Alışveriş Merkezi) olmuş durumda! Hazetmediğim bir durum olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Beni tanıyan dostlarım bilirler zaten, ne kadar uzak o kadar iyi benim için AVM’ler. Ne zaman gitmek zorunda kalsam başıma ağrılar giriyor, o kalabalık beni öldürüyor! İhtiyaç anında, semtime yakın bulduğum Panora‘yı tercih ediyorum. Sinema için o da! Bir de yemek için tercih etiğim Timboo Cafe‘yi seviyorum. Lezzetli, kocaman porsiyonlu yiyecekleri ve dekorasyonu -özellikle yer döşemeleri ve konserve kutuları- ile sempatik bulduğum bir mekan.

İşte böyle, bu yazımı da Şehr-i Ankara’ma ithaf edeyim dedim:) İyi demiş miyim?

~

Henüz azalan iş yoğunluğumun ardından bir ara verebilmiş değilim. 1 gün sadece izin kullanabildim. 13 Mart’a kadar hazırlamamız gereken bir SIP’imiz (Strategic Improvement Plan) var. Bak, burada bizi görebilirsiniz:) Onu da halledip, ver elini tontiş pamuk prensesimizi görmeye. O kadar değişti ki gördüğünüz fotoğrafından! Malum 8 aylık oldu bebeğim, ben 20 günlüktü gördüğümde:( Evet çok ayıp bana, biliyorum. Bir de siz üzerime gelmeyin rica ederim. O işi ufaklığım ve annem yeterince yapıyorlar zaten!

Art

Vaziyet budur:)

Harika bir haftayı geride bırakıp, enfes bir hafta sonuna doğru yol almamızı diliyorum. Bir de havanın -artık- bir miktar ısınmasını!

*Fotoğraflar, Riamaggiore ve Via Dell ‘Amore’den gözümüze takılan duvar resimleri çalışmalarından.*

Bugün JTB’nin Doğum Günü:)

JTB Banner

Her yolculuk bazen bir son, bazense bir başlangıç ifadesidir.

Ya da her ikisi birden..

“Journey to BLUE” yaşamaktan keyif aldığım tüm güzellikleri, düşündüklerimi ve küçük mutlulukları paylaşmak adına çıkmaya karar verdiğim bir başlangıç yolculuğunun adı..

Hepiniz hoşgeldiniz.!

diyerek yayın hayatına başlamış olan JourneyToBlue, bugün tamı tamına 6 yaşına girmiş bulunuyor:)

İnanılmaz değil mi? Bir bebeğim olsa şimdi okula başlamış olacaktı!

Olsun, ben tercihimi buradan yana kullandım. Bu bebeği büyüttüm. Beraber büyüdük daha doğrusu. Yıllar boyunca benim de gelişim hikayem burada bana bir hatıra olarak kalacak.

Sevgilerim, mutluluklarım, hüzünlerim, başarılarım, dostlarım, seyahatlerim, yiyip-içtiklerim, sevdiklerim, huzur bulduklarım, huzur verdiklerim, kaçtıklarım, ardımda bıraktıklarım, özlem duyduklarım, seçimlerim, fotoğraflarım…

Benim için anlamı çok JTB’nin. Tarifi mümkün değil.

“Kendim için yaptığım en iyi şeylerden biri olarak görüyorum ve seni çok seviyorum” demek istiyorum kendisine huzurlarınızda:)

*

Ve tabi ki, klişe olacak demez iseniz, sizleri de çok seviyorum ben. Yıllar içinde bir sürü ortaklıklarımız oldu, tanışıklıklarımız, paylaşımlarımız. Gerek yüz yüze, gerekse e-mail ya da mektup yoluyla:)

Bana güç verdiniz.

Destek oldunuz.

Başarılarımla gurur duydunuz.

Çocuklarınıza örnek gösterdiniz. Ki bu ne büyük bir sorumluluk duygusu yaratır insanda bilemezsiniz!

Hep -daha- iyi bir insan olabilmek için dua ediyorum geceleri. Daha dingin, daha sakin. Daha çok üretebilmeyi diliyorum. Çevremdekilere faydalı olabilmek adına her ne olursa olsun, güzel ve faydalı şeyler ortaya koyabilmeyi diliyorum. Bunları yaparken benimle bu hayata şahit olan sizlerin de yüzlerinizde gülümseme yaratmak istiyorum.

Umuyorum uzun ve sağlıklı bir ömrümüz olur ve daha bakalım kaç yıl boyunca buradan yapabildiklerimizi paylaşırız, birlikte mutlu oluruz.

Bugün harika bir gün diliyorum hepinize. Akşam evde üzerinde 6 tane mumu olan bir pastayı üflüyor olacağım. İçimdeki küçük kız çocuğu ise bir tane dilek tutacak:)

*Kendimle ve JTB ile özdeşletirdiğim için neredeyse hiç başka bir alternatif düşünmediğim, benim güzel bannerımı tasarlayan Sevgili Meltem‘e de çok teşekkür ediyorum bir defa daha.*