Ankara’dan İstanbul’a yerleştiğimden beridir burnumda tüten “kişiler” var.
Bir şeyler değil.
Yerler de değil.
Kişiler. Bağ kurduklarım, dost dediklerim, sosyal yaşamımda birlikte olmaktan keyif aldığım arkadaşlarım… Bir yerleri sevme nedenim kesinlikle o yerde bağ kurduklarım benim…
Tolunay, nam-ı diğer Tolu da özlediğim, burnumda tüten dostum. Ankara’da kalanımız. Bir Perşembe gecesi geldi İstanbul’a, ertesi gün Cuma sabahı 09:30’da Etiler’de buluştuk (Zaten o Ayşegül’üm Sultan’ımda kalıyor. Onunla benim ev arası 10 dk.). Şimdi okuyacaklarınız güzel bir bahar gününde, iki dostun hem İstanbul’da bir bölge keşfi, hem yedikleri-içtikleri, objektiflerine takıverdikleri 🙂
Hava güzelse, mis gibiyse, eğer erkenden yola çıkma şansına erişebildiysek bir de; benim olmaktan en keyif aldığım kahvaltı mekanı: Bebek Mangerie. Sıcacık, evimin salonu gibi hissettiren iç mekanı, pek bir güzel Boğaz manzaralı terası ile; kahvaltıda tercihim Eggs Benedict’i ile, hepsi birbirinden leziz Bruschetta’ları ile, sürahide sundukları pek güzel alkollü kokteyleri ile hep ilk beşimde! Tolu’cum omletini denedi, ben de yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Eggs Benedict’i.
Kahvaltı seansını uzun tutmayı seviyorum, seviyoruz. Çünkü konuşacak, “yakalayacak” bir sürü şey var aramızda. Hemen açıkları kapatıyoruz, güzel güzel kahvelerimizi yudumluyor, kahvaltımızı ediyoruz. Tolu da benim gibi atletiktir, yürümeye hayır demez. “O halde” diyoruz, kalkalım ve Türk Kahvesi için Ortaköy’ün yolunu tutalım! Bebek, Arnavutköy ve derken Ortaköy’e kadar yürüyoruz.
Ortaköy’de, meydandaki kahvelerden bir tanesine oturuyoruz. Yıllardır buraya gelirim. Tüm dostlarımla gelmişliğim, onlarla burada buluşmuşluğum vardır. Hep kahve içeriz. Ben orta içerim Türk Kahvemi, ki eğer yanına lokum da getirilerse, hele ki çikolata kaplı lokum; of of değmeyin keyfime 🙂 Son zamanlarda Twitter’da pek popüler olan #gununkahvesi hastagi altında ben de bol bol kahve keyfi fotoğrafı paylaşıyorum. İşte aşağıda, Ortaköy’de içtiğim Türk Kahvem ve sonrasında Karaköy’de yediğimiz tatlılar.
Ortaköy’de kahvemizi içtikten sonra istikametimiz Karaköy’deki İstanbul Modern. En çok “Dünden Sonra” ve “Yeni Ufuklar, Yeni Yapıtlar” adlı başlıklara ilgi gösteriyoruz. Orada yaklaşık iki saatimizi geçiriyoruz. Kafesinde de oturmaktı planımız, lakin havanın güzel olmasından sebep tıka basa dolu. O halde bir sonraki soluklanma yerimizi Karaköy Bej Kahve olarak belirleyerek, yaklaşık 10 dk. içinde ulaşıyoruz Bej’e. Mekan, Karaköy Polis Karakolu ile komşu. Bir süredir, severek takip ettiğim Hazal Yılmaz sayesinde, Karaköy’ün dönüşümüne şahit oluyordum. Karaköy Balıkçısı, Maya Lokantası ve Karabatak ile birlikte Bej Kahve de Hazal’ın önerdiği mekanlardan biriydi. Bej, arkasında yer alan Kağıthane Tasarım Dükkanı ile birlikte şeker bir ikili olmuş. Dışarıdaki yeşil sandalyelere oturup kahve içmek pek iyi geldi bize. Yaklaşık 45 dakika oturduktan sonra, kahve ve tatlılarımızdan güç alarak kendimizi Galata’ya doğru tırmanırken bulduk.
Galata bir sürü küçük ve otantik dükkana, tasarımcı mağazalarına, hostel-otel’e dönüştürülen eski yapılara ev sahipliği yapıyor. Ben de sokaklarında dolaşmayı, yokuşlarında yorulmayı, o küçük dükkanlarda vakit geçirmeyi seviyorum Galata semtinin. Kulenin altında oturup soluklanmayı, sonra “Hadi bakalım Dilara” diyerek bir gayret Tünel’e, Asmalı Mescit’e yola koyulmayı; yalnızsam Nouvelle Vogue dinlemeyi kulağımda kulaklıkla, seviyorum. Bu defa da Tolu ile birlikte tattık tüm bu güzellikleri, ve tabi bir sürü turist eşlikçi oldular bize. Kalabalıktı Cuma olmasına rağmen Galata yine.
Galata’da dolaşırken en çok ilginizi çekecek şeylerin yukarıda ve aşağıda -sadece- bazılarını gördüğünüz grafitiler olacağına bahse girerim. O kadar güzeller, esprililer ki. Onları çekemeden duramıyorsunuz 🙂
Güzel gezimizi tamamladığımızda saatlerimiz akşam 18:00’i gösteriyordu. Bu kadar süre boyunca yaptığımız yol, yaklaşık 13 km. oldu (Google Maps referansımız)! Tabi bununla yetinmedik. Ertesi gün Ayşegül Sultan’ı da alarak Cihangir, Eminönü, Kapalı Çarşı, Nevizade şeklinde özetleyebileceğim bir ikinci tur daha yaptık Cumartesi. İki aydır düzenli ve ağır spor yapıyor olmama rağmen Pazar günü baldırlarımda inanılmaz ağrılar hasıl oldu. Yokuş çıkmak ve inmekten muhtemelen…
Yarınki yazımı da Cumartesi günkü ikinci turumuza ayıracağımı belirterek huzurlarınızdan ayrılıyorum. Havaların güzelleşmesiyle birlikte pek bir mutlu mesut dolaşan bendeniz, Pazartesi sabahı gök gürültüsü ve tüm gün süren yağmur neticesinde pek bir şey yapamadım dışarılarda. Ama çok da hayal kırıklığı içerisinde değilim. Çünkü kokusunu alıyorum, hissediyorum, karnımdaki kelebekler kıpır kıpır: Bahar kapımızın dibinde!
Geri izleme: Renkli Cumartesi | Journey To Blue