…
“Yaşam çok garip. Bu, çok klişe bir laf biliyorum. Yaşamın garipliği, tıpkı o gece yayın yönetmenlerini ne kadar doğal, sıradan bulduğum gibi, aslında çok basit olması. Onu karmaşıklaştıran, kaosa çeviren sensin, benim, biziz. Aslında hepimiz birer ampul gibiyiz. İçimizdeki, bizi oluşturan sonsuz enerjiyi, sonsuz boşluğu yansıtan ampuller gibi. Olmadı hologramlarız. Yansımalarız. Kapkaranlık, tanımlayamadığımız evrenin içindeki bir nokta olan dünyanın içindeki noktacıklar olarak kendimizi her şeyin ekseninde görüyoruz. Doğrusun aslında senin dışında hiçbir şey yok, sen her şeysin. Kafan karıştı değil mi bu adam ne diyor demeye başladın. Dur hoşuma gitti devam edeceğim.
Sen değişmedikçe çevrendeki hiçbir şeyin değişmeyeceğini kabul et. Sen değişmedikçe yaşam tekrarlardan ibaret olacak. Geçmişinin tekrarı. Tıpkı her seferinde sıfırlanıp, sonrasında limitini dolduran kredi kartı borçların gibi. Bir sebepten dolayı ayrıldığın iş yerinden sonra bir başka iş yerinde aynı sıkıntıları yaşadığını göreceksin. Sıkıldıkların, yaşadıkların tekrarlanıyor. Belki başlıkları, kişileri değişiyor ama sorun aynı. Ne zamanki sen değişeceksin, o zaman o zincir kırılacak. Ve dostum, insanın en büyük sorunu sorunsuzluğu. O yüzden belki sorunlu olmayı tercih ettiğini sana söylemek zorundayım.
Yaşamanın ağırlığı ağır geliyor. Ölüm korkusundan sıyrılamıyorsun. Bunu bilinçli yaşıyor olman gerekmiyor. Yetişme telaşın, yaşamı hep yükselen bir merdiven gibi görüyor olman, yaşlanma endişen… Oysaki zaman denilen şey bizim bildiğimiz günler, saatler, aylar değil. Bunları insan evladı yarattı. 1 gün 25 saat, 1 ay 50 gün olabilirdi. Zamanın başı sonu yok. Zaman, senin benim algıladığımızdan çok daha öte. Yarattığın geçmiş çoktan yok oldu, yarınsa bir sır. Bilmediğin şeyin de garantisi olmaz ki biz her şeyin garantisini almak istiyoruz. Sevdiğimizin, bizi, bizim onu sevdiğimiz kadar sevmesininin, aldatmamasının, hep yanımızda olmasının bile garantisini istiyoruz ilişkiye girdiğimizde. Nitelikten çok niceliği istiyoruz. Uzun ilişki, uzun yıllar aynı işyerinde kalmak, büyük ev, büyük araba, duble hamburger… Kalitesinden çok çokluğu önemli oluyor.
Hele bir de büyük şehirde yaşıyorsan. Binlerce mesaj tarafından bombalanıyorsan. Köydeki adamın derdi, tavuğunun kaç yumurta verdiği, buğdayının tarladaki hali. Senin karmaşık yaşamının yanında ne kadar basit değil mi? Ve senden daha mutlu. Ki mutluluk dışarıdan alamayacağın tek şey. Tıpkı paranın istendikçe kazanılamayacağı gibi. Vermeden alamayacaksın. Mutluluk dediğin bir tercih. Her koşulda mutlu olmayı seçebilirsin. Mutluluk bir şeylere bağlayabileceğin bir duygu hali değil. Tatmin ile mutluluğu karıştırıyoruz. Tatmin olmayı mutluluk sanıyoruz. Yakaladığımız anda beklediğimiz her şeyin tatmin duygusu doğal olarak kayboluyor. Kaybolan mutlu olma halin değil.
Yalnızlık da korkulacak, kaçılacak bir şey değil. Yalnızsın ve yalnız öleceksin. Kabul et. Kabulleneceğin her sorun’un, her soru’nun üstesinden gelebilirsin. Varlığını kabul etmediğin bir şeyi nasıl çözebilirsin ki?
Ölümün ne olduğunu da bilmiyorsun ki. Bizim yaşamak dediğimiz boyuta geçmek için de ölüyorsun. Yaşam damarın, göbek bağın kesilerek yuvanı bırakıp bilmediğin bir dünyaya geliyorsun. Hangisi ölmek, hangisi yaşamak. Rüya gibi. Rüyan mı rüya, yoksa uyandığında başladığın süreç mi rüya?.
Günlük yaşamda üzüldüğün şeylerin neredeyse tamamı bir deprem anında anlamını yitirmiyor mu?
Kendini bilmek, kendini tanımak, maskelerini kaldırıp atmak, sen olmak.. Her şeyin abc’si…
Bu proje, benim kendimle yolculuğumun, kendi içime doğru yolculuğumun bir başka hali. Bir yansıması. Yaşamında karşılaştığın herkes senin bir yansıman. Birini sevmediğini söylerken kendinden bir parçayı sevmediğini itiraf ediyorsun. Nefret ettiğinde, kendinden nefret ediyorsun. Birine kızdığında, o kişinin haklılığını kanıtlıyorsun. Sedat, Reşo, Zeynep, Şebnem, hatta Önder bey benim dışıma taşan ben’in parçaları. Biraz ağır bir felsefe oldu farkındayım. Paylaşmak istedim. Ben yaşamımı didik didik ettim, ilmik ilmik ayırdım. Sonra baktım ki.. Ne gördüm biliyor musun? SENİ..”
..
~ Aret Vartanyan, Bir Nefes İstanbul, sf:325-327
**Fotolar 2007 yılındaki klasörlerden çıkanlar.. **
**Ben biraz yokum buralarda. 4 gün kaybolacağım.. Yukarıdaki cümleler kitabı bitirmeye yakın karşıma çıktılar. Siz de okuyun istedim.
Hayatınızı keyifle yaşayın. Kimseyi de karıştırmayın. Ben demez miyim One Life Live It diye hep:)**
Sevgili Dilara, güzelim fotoğrafların eşliğinde paylaştığın yazı çok güzel. Kitabın adı ve yazarını notuma aldım, en kısa zamanda alıp okuyacağım. Kendine iyi bak…
bilge’nin annesi:) sevgili sevda,
kitap, onemli bir seyi anlatiyor. istersen, ucundan tutarsan neleri yapabilecegini, kimleri arkandan surukleyebilecegine dair. oldukca fazla istanbul kokuyor:) dili cok guzel. dumduz anlatmis yazar hislerini. kadinlar var, erkekler var. azinliklar var, iliskiler ve ihanetler, haliyle yalnizliklar var:)sikilmadan, keyifle okuyup, bazi satirlarin ardindan kitabi kapatip dusunecegin ‘an’lar var icinde.
sen de kendine iyi bak, ve bebegine tabi ki:)
sevgiler,
iyiki paylasmissin dilara..cok guzeldi..harika zaman gecir 4 gunde:0)
Dilara’cım selamlar,
Gerçekten çok güzel bir yazı. Paylaştığın için teşekkürler.
Bu arada iyi bayramlar 🙂
Sevgiler
Gamze B.
Sevgili Sibel, sevgili Gamze
teşekkür ederim.
Sevgili dilayra peanut beni bu yazısında mimlemişti http://peanutbutterandblackcoffee.blogspot.com/2010/04/mim.html
ben de seni kendime referans seçtim ve postumda yayınladım, aynı zamanda seni de mimlemiş oldum:) yazım burada:
http://oceania22.blogspot.com/2010/05/soylemek-istediklerim.html (gerci mime gelene kadar pek bir gevezelik ettim kusura bakmayasın)
Blogunu da pek bir sevdim..kendine iyi bakasın
sevgili pinar, ne iyi etmissin:)
hos gelmissin:)
mime cevap yazilacaktir en kisa zamanda haberin olsun:)
Evet hakkaten ne iyi ettim de gordum bu deli dolu, iç açıcı fotograflarla süslü güzel blogu..Bana takip etmek icin yeni bir guzellik cıktı, ben tesekkur ederim
elinize sağlık