Cuma Hikayesi..

Bugünün hikayesi benim yazın hayatıma(!) başladığım ilk yazıya ait.. Adı: Hafıza. Bu yazıyı seneler önce bir çırpıda yazıvermiştim.. Nasıl oldu bilmiyorum: Bilgisayarın başına oturmuş; bir müddet ekrana bakmış ve sanıyorum 2-3 saat içinde de bitirmiştim.. İlham mı uğramıştı ne? Umarım beğenirsiniz:)) Mutlu hafta sonları diliyorum herkese…

HAFIZA

I.

Öyle bir rüzgar esti ki…

Saçlarım birbirine karıştı..Gözlerimden yaşlar akmaya, üzerime aldığım şalımın açıkta kalan ucu serseri bir flama gibi dalgalanmaya başladı. Ama ben, rüzgara arkamı dönmek istemedim, aksine ona karşı durdum…Aynen hayata karşı durduğum gibi..Gözlerimi yavaş yavaş kapattım, başımı hafifçe arkaya doğru yatırdım, kollarımı iki yanıma kocaman açtım. Derin derin nefes alıyordum şimdi, içime çekebildiğim hava ölçüsünde yeniden yapılanıyordum sanki.. Sanki her nefes aldığımda içime dolan o buz gibi, aynı zamanda yakıcı, temiz hava tüm vücuduma yayılıp, baştan aşağıya beni yeniden yaratıyor; kırılmış hislerimi, ağrıyan kemiklerimi, gerilmiş sinirlerimi, tenimin üzerindeki yaraları onarıyor; sanki tüm organlarımı, beni ben yapan fiziksel ve ruhsal anlamda ne varsa herşeyi yeni baştan meydana getiriyordu.

O şekilde nekadar süre kaldım bilmiyorum. Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda karşımda küçük bir kız çocuğu kafasını hafif yana eğimiş bir halde bana bakıyordu:

          “Sen iyi misin” diye sordu.

          “Kötü mü görünüyorum?” Sonra fark ettim ki kollarım iki yana açık, başım hafif yana kaymış…İsa’nın çarmıha geriliş görüntüsünü andırıyor gibi olmalıydım. Ayrıca üzerimdeki, kendimi sarıp sarmaladığım beyaz ve uçları püsküllü geniş şalım da cabası..Kollarımı iki yana açtığım için bayrak gibi dalgalanıyor olmalıydı. Belki de super hero gibi görünüyordum.

          “Ne bileyim, sanki uçacakmış gibi duruyorsun. Bunu yapmayı düşünmüyorsun değil mi? Burası biraz yüksekde…”

          …………..

          “Yüksek diyorum, teras katındayız şu an.”

Bir an gerçekten de nerede olduğumu anlamak için etrafıma bakınmaya başladım, ayrıca kollarımı da indirmiştim artık. Sahiden de korkulukların kenarında olduğumu gördüm. Ama nasıl? Yani nasıl gelmiştim buraya, ne zamandır böyleydim? Sonra dönüp arkama baktım. Yaklaşık yirmi otuz kişilik bir grup camın arkasından birbrilerine beni işaret ederek, anlamsız ve dahi korku dolu gözlerle bana bakıyorlardı. Tekrar ufaklığa döndüm:

          “Sen nasıl geldin buraya?”

          ………………

          “Burası çok soğuk ve senin üzerindekiler de çok ince. Gel şöyle şuna sarayım seni, hasta olacaksın.”

Şalımı omuzlarımdan alıp, ufaklığın başından aşağıya sarıp sarmaladım; sonra da onu kucağıma aldım. Yavaş adımlarla terastaki camdan bizi izleyen kalabalığa doğru yürümeye başladım. Kalabalık gözleriyle bizi takip ederken, aralarından birisi cam kapıyı açtı. İçeri adım attım, arkamdan kapıyı kapattılar. İçerisi sıcaktı, çok sıcak hem de..Bir anda “cehennem bu olmalı” diye geçirdim içimden.

          “İyi misiniz?” dedi içlerinden biri.

          “Renginiz bembeyaz, korkuttunuz bizi” dedi öteki.

          “Hava almak istiyorum dedin, bir anda fırlayp çıktın şekerim” dedi kızıl saçlı, kokoş hatunlardan biri.

Ortamdaki kadınların hemen hemen hepsi kızıl saçlıydı. Bir an için kendi saç rengimi düşünmeye başladım. Uzun olduklarını biliyordum, ama rengini bir an için hatırlayamadım. Kucağımda ufaklığı tutuyordum sıkı sıkı. Sol koluma daha fazla destek vererek ufaklığı sardım, sağ elimi saçlarıma götürdüm ve renklerine baktım: Simsiyahtı..Mavi-siyah tabir edilenden. O kadar parlak ve yumuşaktı ki, bir an için etkilendiğimi itiraf etmeliyim.

          “Sevgilim, neyin var senin? Nedir bu halin allah aşkına” dedi bir diğer kızıl saçlı kokoş. “Sana söylemiştim bir süre daha dinlenmeliydin evde..Daha iyice iyileşmeden evden çıkmana izin vermek büyük bir hataydı. Sinirlerin hala gergin senin. Ya da ne bileyim, aldığın ilaçlardan dolayı uyuşmuş bir haldesin ve ne yaptığını bilmiyorsun daha…Hadi gel, eve götüreyim seni, anlaşılan biraz daha dinlenmeye ihtiyacın var senin.”

Koluma girmeye yeltendi. Bir an bakıştık:

          “Ya çocuk?” dedim.

          “Hangi çocuk?” dedi ikinci kızıl. Anlamsız bakıyordu yüzüme.

          “Kucağımdaki” dedim. Bir taraftan da başımla kucağımda sıkı sıkıya tuttuğum ufak kız çocuğunu işaret ediyordum.

          “Duygu..Kucağında bir şey yok ki canım..Kollarını göğsünde kavuşturmuşsun sadece, üşüdüğün için herhalde”.

          ………..

Anlamsız gözlerle kucağıma baktım..Ufaklık bana göz kırptı. Sonra da eliyle şalımı çekiştirerek başını iyice kapattı. Böylece açıkta kalan bir tutam saçı dışında hiçbir yeri görünmüyordu.

          “Ben saklandım, beni göremezler..” dedi.

Gülümsedim..Çocuk işte!

…………….

İkinci kızıl ile asansörlere yöneldik; bu sırada o, biraz arkada kalarak geride bıraktıklarımızla konuşmaya devam ediyordu:

          “Canlarım bizi bağışlayın. Duygu’cum hala ilaçların etkisinde galiba. İyi gelir demiştim evden çıkmak, ama düşündüğümün aksi oldu. Biraz daha dinlenmeye ihtiyacı var sanırım. Haftaya Cuma görüşürüz. Yine burada toplanırız değil mi”.

          “ Tamam Aysun’cum. Şekerim, dikkat et kardeşine. Pek iyi görünmedi bana”.

Aysun. Demek ki ikinci kızılın adı buydu..Üstüne üstlük de ablam oluyordu kendileri. İyi de ben niye tüm bu konuşulanlardan, olanlardan ve bu insanlardan bihaberdim. Ayrıca, ilaçlar ve iyileşmekten söz etti Aysun..Ne demekti tüm bunlar? Bir de kucağımdaki çocuk meselesi vardı..Benden başka kimsenin görmediği çocuk..

II.

Arabada yol boyu, kucağımdaki çocuğa sıkı sıkı sarılarak, ama tek bir kelime dahi etmeden, Aysun’un konuşmalarını dinledim. Tanrım… Nasıl bu kadar seri ve yüksek sesle konuşabiliyordu? Bense beynimde yankılanan iç sesimi bile susturmak istiyor, ağzımı dahi açmak istemiyordum. Kazadan bahsetti Aysun. Böyle büyük bir felaket sonrası beni dışarı çıkarmakla ahmaklık etmiş, psikolojik olarak hazır değilmişim, bunu nasıl görememiş, ama 2 aydır her gün odamda kapalı perdeler arkasında sakinleştirici  ilaçlarla yaşamama dayanamamış, belki insan içine çıkarsam biraz daha çabuk toparlanacağımı düşünmüş, vs… Öyle büyük bir kaza sonrası, aslında bu mutluluk verici bir olaymış. Kazayı birkeç ezik ve omurgamda birkaç kırıkla atlatmama rağmen, onu en çok üzen şey hiç birşeyi ve hiç kimseyi hatırlamıyor olmammış…

Bu sebeple sanırım odadakilerin bana bakışlarına bir anlam veremedim hiç. Aysun’u da tanıyamadım.. Büyük bir kaza..Kırık ve ezikler..Hafıza kaybı.. Adım: Duygu. Kucağımda, sanki bir parçammışcasına sıkı sıkı tuttuğum, ama kimselere görünmeyen bir çocuk.. Yanımda, çenesi düşük bir kızıl. Arkamda ise bıraktğım, nereye konumlandıracağımı bile bilemediğim bir oda dolusu insan…

          “Nasıl oldu bu kaza?” diye sordum usulca.

          “Gerçekten çok şanslıydın sevgilim. Arabanla giderken birden bire yola fırlayan bir köpeğe çarptın.”

          ……………………

          “Olay yerine gittiğimizde arabanın önü tanınmayacak haldeydi…O kadar korktuk ki”

          “Peki nasıl hayatta kalabildim ben?”

          “Diyorum ki, hep yaptığın iyiliklerin, sabrının, alçak gönüllülüğünün, yardımseverliliğinin karşılığı bunlar. Tanrı korumuş seni. Emniyet kemerini hep takardın, yine takılıydı. Başını vurmuşsun cama..Sıkışmıştın da..Bayağı uğraştılar seni çıkarabilmek için..Ama diyorum ya mucize, vücudundaki her kemik sapasağlam yerindeydi, ama zihnin uçup gitti…”

Sonunda arabanın motorunu kapattı. Büyük bir siteye dahil olduğu belli blokların önünde durmuştuk. Aysun indi arabadan. Sonra benim olduğum tarafa geldi ve kapımı açtı.

          “Hadi şekerim, gel..”

O an kucağımdaki ufaklık gözlerini araladı yavaş yavaş..Arabaya bindiğimiz an gözlerini kapatmıştı.

          “Neredeyiz” diye sordu ince bir tonda.

          “Eve gelmişiz” dedim.

          ”Hatırladın ayol..Aferin Duygu, bak konuşmamız işe mi yaradı acaba?”

          “Deniz buralarda mıdır” diye sordu ufaklık. “Onu özledim. 2 aydır uzağız birbirimizden, artık kavuşmanın vakti geldi.”

          “Deniz de kim?” dedim.

          “Ne diyorsun Duygu..İn aşağı hadi..”

Aysun anlamsız gözlerle bana bakıyor, bir taraftan da kolumdan tutup beni dışarı çekmeye çalışıyordu. Bense, ufaklığı düşürmeden ve kollarımı Aysun’a teslim etmeden nasıl dikkatlice inerim onun hesabını yapıyordum. Bu güzeldi, hesap yapmaya başlamıştım..Sanırım bu konuşma gerçekten de işe yaramıştı.

III.

Asansörün kapısı açıldı ve direkt olarak güzel, ihtişamlı bir salonun önünde buldum kendimi..İçersi çok hoş, aydınlık, bembeyaz mobilyalarla döşeliydi. Karşı pencere, tamamen tüm duvarı kaplıyordu. Sağda bir Amerikan bar uzanıyordu. İçersinde envaye çeşit, renk renk şişelerde bir sürü içki bulunuyordu..Tavandan da aşağıya bardakların sarktığı bir düzenek vardı. Yavaş yavaş yürümeye başladım, iki basamak merdiven inerek salonun geniş bölümüne doğru uzandım. Ufaklık, kendini kollarımdan kurtulmak istercesine gerindi. Sonra onu aşağıya bıraktım. Tüm bunlar olurken ablam, içeriye, başka bir odaya-muhtemelen yatak odasına- geçmiş; telefonda yüksek sesle, sevgilisi yada kocası olduğunu tahmin ettiğim biriyle konuşmaya başlamıştı.

Ufaklık, odanın içinde gezinerek camın kenarına geldi..Dışarıya, hafif hafif yanmaya başlayan ışıkların olduğu karşı kıyıya bakmaya başladı.

          “Deniz” dedi.

          “Evet, ne güzel değil mi? Boğaza nazır bir evde yaşıyormuşum meğer.. Denizi de görüyor.”

          “Deniz” diye yineledi ufaklık. “Nasıl yanına geldiğimi sormuştun ya.. Ben, Deniz’in çocuğuyum” dedi birden kısık bir sesle.

O anda beynimde bir şimşek çaktı. Öyle ağrılı ve öyle aydınlıktı ki..Bir an sarsıldım ve bir yere tutunma ihtiyacı hissettim. Sonra, ani bir hareketle sol taraftaki geniş çalışma masasının üzerinde duran notlara bakmak için o tarafa doğru yürüdüm. Tüm bunları nasıl bir bilinçle yaptığımı bilmiyorum. Masanın üzerinde bir sürü müsvedde kağıt; üzeri yazılmış ve bazılarının üzerleri kırmızı kalemlerle çizilmiş, yanlarına küçük notlar düşümüş onlarca müsvedde kağıt vardı. En altta kalmış olanı çekip aldım. Üzerinde şöyle bir şey yazıyordu:

Deniz’in Çocuğu: HAFIZA

Yanında da kırmızı kalmle düşülmüş küçük bir not: Eski Yunanlılar, hafızanın denizin çocuğu olduğunu söylerlermiş!

Yanılmamışlar!

…………………………….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir