Cidden.
Sadece deniz kenarında olmasından değil.
İnsanlarında bir rahatlık, bir yavaşlık var böyle, telaşsızlar. Bazen sinirlendirebilecek kadar hem de bizim gibi aceleci, “hemen”ci, oradan oraya koşturup duran tipleri.
Trafiği de keşmekeş değil, korna sesi yok! Artık Ankara’nın trafiğinden o kadar gına geldi ki bana. Kimse, ama hiç kimse trafik kurallarına uymuyor bu şehirde. Gerçek! O koydukları kameralarla kaç kişiye ceza kesildi acaba, bir açıklama yapsalar. (Mesela köşkün önünde beni 2 defa biri siyah bir lüks cip, bir de kırmızı bir BMW eziyordu az kalsın bana yeşil ışık yanıyorken. Onlarda kayıt altına alındılar mı acaba? Yoksa ne bileyim milletimin vekili, Sayıştay üyesi, Danıştay üyesi, Anayasa Mahkemesi üyesi falan mıydılar? Malum onlara ceza meza yok! Muaflar! Eşi, oğlu, oğlunun okuldan arkadaşı falan da tabi.) Kırmızı ışıkta herkes her yönden sürüşe devam ediyor. Kilitlenen yere trafik polisi gelmiyor.
Tüm güzel kıyılara 1-1,5 saat uzaklıkta ya bu İzmir. Kuşadası, Selçuk, Ilıca, Çeşme, Urla, vs.
Bir de nedense orada bira içmek daha bir güzel geliyor bana, hani ben çok biracı değilim ya!
Bir de ülkemin en “Gavur” memleketi! İşte en çok o yüzden seviyorum sanırım:)
Mevsimin deniz açılışını Ilıca’da yapmak kısmet oldu. Yukarıdaki plajda, söylemesi ayıptır:) Ilıca’ya gidince denizden çıkıp buzz bira, yanına kumru yemek adettenmiş dediler, yaptık. Yalnız yarım porsiyon yedim allah sizi inandırsın. Bir de bu tatilden 1 kilo verip döndüm. Mesudum.
Tatilin iyisi görüp, gezip, yapıp, yediklerimin dışında o tatilden kilo almadan dönme başarısıyla ölçülür benim gözümde:)
Yukarıdaki vişneler, Ilıca’dan dönerken uğradığımız bir aile dostunun bahçesinin mahsülleri.
Bunların altında bahçe oturma takımı var. Kafanızı hafifçe kaldırıp ağzınızı açtınız mı, vişneleri dalından yiyebiliyorsunuz. O derece! Bir de aşağıdaki elmalar var bahçede. Bir de şeftali, bir de kayısı..
Bahçede 3-4 kedi, 1 köpek, bir havuz, ortancalar, zambaklar, kocaman bir mangal ve salıncak da vardı. O bahçeye görür görmez vuruldum. Ekiptekiler de benim gibi düşünmüş olmalı ki, “bir çay içip kalkacağız” aktivitesi, “ooo hayatta olmaz” nidaları eşliğinde “kuruyemiş, buzz bira” aktivitesine dönüşüverdi.
Şoförümüzün “İçersem araba kullanamam, yapmayın etmeyin. İçmesem de ne anlamı var” dediği durum tam da “mangalda balığa çeyrek kala”ya tekabül etmişti ki buzla kavuşan rakıları görmemek için arabaya atlayıp nasıl kaçtığımızı bilemedik İzmir merkezdeki evimize!
35 yaşımla birlikte ortaya çıkan içimdeki “Fosforlu Cevriye” neticesinde, aşağıdaki durumla sık karşılaşır hale geldi eş dost!
French’den başka oje bilmeyen eller ayaklar, böyle kırmızı ve bordoları aştı da lacivert, fosforlu kavun içi, yeşil, parlak pembelere yönelir oldu. Zavallı annekuş da aynı benim gibiydi benim yaşımda, hatta hiç unutmuyorum ben o kadar “Dark Angel” modunda dolanırdım ki üniversitede falan, mezuniyetim için “Ne giyeyim?” diyen anneme “Aman parlak, fosforlu giyme de ne giyersen giy” demiştim. Evet, dedim. Annem de çok bozulmuştu! (Mezuniyetimde lacivert bir bluz ve pantolon giydi bu arada.)
İşte bu tatilin şanslısı fosforlu kavun içi renk oldu.
İzmir’e giderken götürmemiz için bize teslim edilen ve aşağıdaki fotoğrafta da görülen 40 günlük, 3,5 kiloluk bir Alman Kurt Köpeği ile bizim evde 1 gece geçirdik bu arada. Eve geldiği anda bir mızıkladı, ağladı ama sonra sevgilinin parmağını ağzına alıp mışıl mışıl uyudu. Ah tabi, bu arada evimize izini de bıraktı haylaz! Gazete kağıdı döşediğim ve neredeyse tamamı parke olan evde bula bula çalışma odasındaki minik yuvarlak halıyı buldu.
Sabah erkenden uyanıp yine ağlamaya başladı, zira havaalanına götürmek için kendisini kutusuna koymamız gerekti. Tüm havaalanı yolu boyunca ağladı, havaalanında 2 defa kontrol cihazından kucağımda geçerken sustu sadece. Sonra kabinde ortamızdaki koltukta yine sevgilinin parmağına yanağını dayaması suretiyle uyudu da kazasız belasız gittik 1 saatlik yolu:)
İsmi Ares olan bu tek kulağı yatık şekerpareyi bir mıncırdık bir oynadık ki, kendisi ile 1 haftaya yakın teşvik-i mesamiz neticesinde sanıyorum bebelerinden birini alacağız.
– Ve “Eğer bahçeli bir evimiz olursa” dedi adam:)
Bloğu wordpress’e taşıma çalışmalarımız var sevgiliyle bir süredir. Kısa sürede bitirmiş olmayı umud ediyorum. Ayrıca Nikon’umu da sonunda yetkili servisi ile buluşturduk. Evet, yine! lensinde bir sıkıntı varmış:( Ben biliyorum o sıkıntıyı gerçi, durduk yerde hiç kullanmadığım lensin bir kenarına bir kaç yüz lira sıkışmıştır yine ya! Yakın zamanda daha aktif bir blog kullanıcısına dönüşecek gibiyim.
Hepinize güzel bir hafta sonu dilerim..
Antalya’nın anlı şanlı 5 yıldızlı otellerinde 3 öğün açık büfeye gömülen bedenlerimiz 1 hafta içinde 5-6 kilo alırdı vakti zamanında.Ta ki Çeşme ve Alaçatı’nın açık büfesiz , güzelim kahvaltılı,kumrulu,geceleri envai çeşit mezeli,balıklı tatilini keşfedene kadar.Özledim Alaçatı’yı,eminim o da beni özledi 🙂
Sezonu sen açtın Dilara,ben de kapatırım sanırım.
Sevgiler
Bir başkadır benim memleketim ,nası gözümde tütüyor ahhh ahhhh! Teşekkürler güzel fotoğraflar için.
Mutluyum mutlusun mutlu… Allah herkese nasip etsin maaşallah diyorum…
sevilir İzmir,hem de çok…:))Ares e özellikle sevgiler..
Dilara nerelerdesin????????? Yavrulardan aldınız mı?
Bu arada ilk resim yani plajın resmi neresi tam olarak, biz de haftasonu çeşme kaçamağı yapmak istiyoruz ama nerede plajı kullanabilirim bilmiyorum. Var mı önerebileceğin plaj acaba?
Bir Karşıyakalı olarak,ne diyebilirim ki.Tüm güzelliğiyle Çeşme’den esintileri yansıtmışsınız, fotoğraf karelerinize ve satır aralarınıza.Bu arda vişneler nefis,hala manava ve pazara gelemediğinden reçelini yapmak haftaya kaldı..:)Tebessümle,sevgiyle kalın…
İzmir den çıkıp da Ankara ya yerleşmek bir tuhaf yapıyor insanı.Çok özledim ben de.Bu arada utanıyorum ama yine de soracağım,sandaletler çok güzel görünüyor,nereden?
Sevgiler.