Güzel Yerler Konulu Yazılar

Eskişehir I

Eskişehir Hızlı Tren

Eskişehir’e yolculuğumuz Yüksek hızlı tren ile gerçekleşti. Yolculuklarımızda çok seyahat ettiğimiz bir ulaşım aracı olmayan tren ile yurt içinde benim bu, sanıyorum 3 ya da 4. seyahatimdi. Paris-Brüksel arasında da hızlı tren ile seyahat etmiştim yaklaşık 12 yıl kadar önce. Fark, oldukça büyük. Neden bu konuda en iyi teknolojiye sahip olan Japonları örnek almamışız, orası bir muamma! Bir şeyi yapacaksak madem neden konusunda “en iyiyi” örnek alamayız diye düşündürtüyor bir kez daha. Kesenin ağzını açmaksa sorun, o keselerin ağızları hiç olmadık yerlerde ne kadar da geniş şekilde açılabiliyor bildiğimizden bir başarı olarak göremedim ben Ankara-Eskişehir hızlı tren vakasını. Gayet sallana sarsıla yaptığımız yolculuk 1.5 saat sonra Eskişehir tren garında son bulduğunda, yaklaşık 1.5 gündür görebildiğimiz güneş de tekrar kapkara bulutların ardına saklanıverdi.

Odunpazarı Evleri

1 gece kalacağımız için otel seçimi “sadece uyuyacak, temiz bir yer” kriteri doğrultusunda seçildiğinden sebep Ibis Otel Eskişehir, beklentilerimizi fazlasıyla karşıladı. Tren garına yürüyerek 3-4 dakikalık bir mesafede olan otel, Eskişehir’in ilk defa görülecek yerlerinden bazılarına da oldukça yakındı. Misal, Haller Gençlik Merkezi hemen yanıbaşında, Eskişehir’in İstiklal Caddesi olarak tabir edilen “Doktorlar Caddesi” ise yürüme mesafesi ile 5 dakika uzaklıktaydı. Oda gayet temiz, geniş ve fiyat da makuldü. Otele ulaşıp sırt çantalarımızı da odaya terk ettikten sonra ilk adım “Tarihi Odunpazarı Bölgesi”ne doğru yola çıktık.

Bölge, Türk mimarisine örnek teşkil eden ahşap evleri, kıvrımlı, arnavut kaldırımlı dar sokakları ile oldukça turistlik, oldukça masalsı bir yerdi. Rengarenk boyalı restore edilmiş evler, tarihi dokuyu canlandırma projesi kapsamında oldukça güzel ele alınmış. Belediye tarafından sahiplerinden satın alınıp restore edilmiş evler yanında, evlerini satmaya razı olmamış sahiplerine belli bir yardım yapılarak ev sahiplerinin kendi başlarına evlerin restorasyonunu tamamlamalarına izin verilmiş.

Odunpazarı Evleri

Karnımız acıktığında yapılacak tek şey meşhur çiböreğinden tatmak olduğundan Odunpazarı bölgesinde yer alan Kırım Tatarları Kültür Evinde soluklanmayı tercih ettik. Bir porsiyonda 5 adet çiböreğin yer aldığı lezzetin fiyatı 5 TL. Ve kesinlikle 5’ini birden yiyebiliyorsunuz:) Biz, sonraki gün, meşhur olduğu söylenen Papağan’da da yedik çibörek. Kesinlikle Odunpazarı’ndaki daha baharatlı, sulu ve lezzetliydi. Hamuru daha kıtır ve inceydi ayrıca. Eskişehir’e gidecekler için Kırım Tatarları Kültür Evi’nde çibörek yemelerini rahatlıkla tavsiye edebilirm. Kurşunlu Külliyesi ve Cami’ine oldukça yakın.

Kurşunlu Cami

Kurşunlu Cami ve Külliyesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden Damat Melek Paşa tarafından saray mimari Acem Ali’ye yaptırtılmış. Külliyenin kervansaray kısmı ise Mimar Sinan’ın eseriymiş. Bu özelliği ile Eskişehir’deki tek Mimar Sinan eseri olarak yer alıyormuş. Oldukça güzel bir yapıydı. Ayrıca Külliyenin içerisinde meşhur Lületaşı Müzesi de yer aldığından, mutlaka gezilmesi gereken birkaç yeri bir arada görebiliyorsunuz. Söylemeden edemeyeceğim, lületaşından yapılmış eserler çok hoş olmakla birlikte gerek sergilenişleri gerekse sayıları açısından çok doyurucu değildi. Yine de lületaşından yapılmış devasa ve ince işlenmiş pipolar turistlerin kesinlikle hayran kalacakları eserler arasında sayılacaktır.

Kurşunlu Külliyesi

Lületaşı

Odunpazarı ve bölgesini gezdikten sonra otele dönmek için Porsuk çayı kıyısındaki yolu tercih ettik. Yıllar yıllar önce bir defa Eskişehir’e, eski işyerim Sarar’ın fabrikasını ziyeret için gitmiştim. Yarım günü fabrikada, birkaç saati ise Anadolu Üniversitesi kampüsünde geçirdikten sonra akşam üstü Porsuk’un kenarındaki bir yerde çay içmiştik. Eskişehir’e ait tek hatıram da Porsuk’u kıyısından görebilmekti zaten!

İkinci bölümde buradan ve Eskişehir’in hayran kaldığımız bir kaç güzel şeyinden daha bahsedeceğim: Kentpark, tramvay ve gençliğin enerjisi:)

Ah Mayıs!

Sultanahmet

2011’in Mayıs ayı, selefi Nisan gibi hava durumu konusunda tutarsız bir şekilde başladı.

Hava tutarsız, kasvetli ve kararsız olursa benim içim de dışım da bir huzursuz, bir sıkılgan, bir karanlık oluveriyor. Artık baharın ilk ayı Haziran olacakmış gibime geliyor. Takdir edersiniz ki, bu durum da benim gibi sıcak, ılık seven bir insan için pek de hoş olmuyor!

Canım sıkkın, içim karanlıkken en çok “olduğum yerde olmaktan” hoşnutsuzluk duyuyor ve hemen tebdil-i mekanda ferahlık olabilir mi derken ve “gidelim buralardan, dayanamıyorum” parçasını mırıldanırken buluveriyorum kendimi.

Öyle yaptım geçtiğimiz hafta ve İstanbul’a kaçtım! 5 gün!

Sultanahmet

3 Silahşör bir araya geldik.

Özlem giderdik.

Ayşegülüm Sultanım bizi ilk akşam Asmalımescit’te bu meyhaneye götürdü. Asmalımescit ne kadar kalabalıktı? Bir ucundan diğer ucuna 15 dakikada “aktık”. Evet evet, yanlış anlamadınız. Yürümek na-mümkün olunca o kalabalıkta, kendimizi insan seline bıraktık ve aktık..

Rakımız, mezemiz ve güzel sohbetimiz ile gece yarısını ettik. Sonra buraya uğrayıp İstanbul’u terastan seyrederek bir Bloody Mary içelim dedik. Ben kesinlikle daha iyi yapıyorum yalnız; sakın orada içmeyin, gelin ben yaparım size!

Oradan da bu mekanda noktaladık geceyi. Anonim izledik, deliler gibi dans ettik ve yerli yersiz her şeye güldük, eğlendik! O gün çok keyifteydim ben.

Sultanhmet Civarı

Sonraki gün İstanbul’un en sevdiğim sahil hattında geçti: Rumeli Hisarı’nda kahvaltı, Arnavutköy, Bebek ve Ortaköy. Emirgan’a çıkmayı ve Lale Festivali’nden kalanları fotoğraflamayı da ihmal etmedik tabi.

Güzel bir hafta sonunu hep birlikte geçirip, hafta başı olunca Ayşegülümü işine yolladık, biz Tolu’cumla turlamaya devam ettik.

Sultanahmet civarında öğlen soluklanmak için bir yer keşfettik. Zaten ne olduysa, bu otelin o terasına çıkmamızdan sonra oldu! Terasta bir restoran, manzara olarak Sultanahmet ve Ayasofya Camileri ile mis gibi Boğaz. Soluklanalım derken kendimizi öğle rakısı eşliğinde, çevreden büyülenmiş halde, meze tabakları önümüzde, keyfimiz tavan yapmış halde saatler boyu bu terasta unuttuk!

Sultanahmet Civarı

Hava İstanbul’da da pek hoş değildi, ama ne varsa bu şehirde hem itiyor hem çekiyor kendine beni işte!

Çocukluğum, genç kızlığım bazen bir yerlerde karşıma çıkıveriyorlar. Geçmişim var bu şehirde. Yaşanmış bir sürü hikaye var her yerinde.

Tebdil-i Mekanım benim İstanbul.

“Burada” olmak istemeyince en kolay kaçıp gidiverdiğim yer olduğu için belki de.

İşte öyle:)

Emirgan'da Laleler

Kürkçü dükkanımda hayat güzel, her şeye rağmen!

Geçen akşam Londra’dan Evrenus geldi. Kocaman bir peynir tabağı eşliğinde 2 şişe kırmızı bitirdik. Plan yaptık, güldük bol bol. Arada kızdık, sinirlendik birilerine. Kulaklarını çınlattık:)

Sonra mesela gereksiz bulduğum bir akşam olan Pazar akşamı, en sevdiğim yerden paket sushi söyledim. Yanına, her ne kadar her fırsatta çok biracı olmadığımı söylesem de, son dönemde en severek içtiğim 1 Tuborg Fıçı Bira açtım. O 1, ilerleyen saatlerde 3 oldu. Moviemax’te Angels&Demons yakaladım.

Sonra gözlerim doldu iyi mi?

Tanrı’ya teşekkür ettim, çünkü çok keyifte ve çok mutlu olduğumu hissettim. Manyak mısın diyorsunuzdur belki de, ama böyle işte.

Sıcak evimde,

tek başıma olsam da o akşam güvende ve iyi hissettiğim için,

içeceğim ve yiyeceğim olduğu için,

sağlıklı olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm.

..

Yaşlandım mı yoksa ben?

Bir Haftalık Uzaklaştım Ankara’dan.

Antalya Yat Limanı

Tam 1 haftalık ama, fazla değil! Eksik, hiç değil:)

Antalya’da “melül bakan kuzu”m için.

İstanbul’da “bizzat kendim” için.

Antalya?

Vallaha Yat Limanını tepeden gören, Askeriyenin yanında “Yuvam” adında bir cafe var. Annemle benim ağlayıp, güldüğümüz, salya sümük bira içip, kah çakır keyif, kah normal eve döndüğümüz buluşma noktamız. Garrsonu-yılda bir defa da gidiyor olsak- bizi tanır, patatesimizi bol ketçaplı (annekuş öyle sever), biraları buzlu bardakta getirir. Bir de bizim annemle ne zaman gözlerimizde yaş olsa masaya fındık-fıstık taşır. Ortamı yumuşatmak, ilgiyi dağıtmak için herhalde!

Annekuşum resim yapar benim. Sayısız güzel tablosu var, yakında sergisi olacak Antalya’da! Hatta 2 tablosu bende-ki en sevdiklerim:) Onun sayesinde, zaten suluboyayı çok seven bir kadın olarak, bir adamla tanışmıştım: Hasan Kırdı. Onun sergisi varmış kalktık gittik annekuşumla. Beni benden aldı yine resimler. Büyük ebatlı tablolarından 2 tanesine resmen aşık oldum. Param olduğunda onun resimlerini toplamaya karar verdim.

Antalya ile ilgili ilginç bir gözlemim var uzundur paylaşacağım, unutuyorum: Bu Antalya’da taksi bulmak için ya durağa gitmek ya da durağı telefonla aramak zorundasınız. Her defasında elimde kocaman valiz yol kenarında sol şeritten son sürat geçen taksilere el sallıyorum, ı-ıh biri de insaf edip durmuyor! Antalya’da -alıştığımızın aksine- siz yürürken “dırt dırt” korna çalarak yanınızda sizi takip eden taksiye rastlamak imkansız nerdeyse. Bu durum Avrupai biraz, ne dersiniz?

Antalya sıcaktı, bahar gibiydi, sabah erkenden kuşlar cıvıldaşıyordu. İçimse kapalı, parçalı bulutluydu. Antalya ve ben-hatıralarımdan sebep- hiçbir zaman barışamayacağız herhalde! Uzağım, uzaksın, uzak! Acısın, acıyım, acı!

Neyseki en güzel tarafı “melül bakan kuzu”m:) 9. ayını bitirmiş. Hiç de bana benzemiyor bu arada, aynı annesi:) Kardeşimle birlikte ne güzeller. Gözlerim dolu dolu oluyor onlara baktıkça. Annemse aşık torununa. İlk torun, kız torun:)

Yeğenim

İstanbul?

Yağmurlu, bulutlu, kapalı.

İlk akşam -uzakta olmamızdan sebep bir arada geçirilemeyen bir- doğum günü yemeği vardı. Ben yaptım. Viva tavuklu, sebzeli noodle! Yanına son gözdemiz ANFORA Cabarnet Sauvignon. Üzerine doğum günü pastası, üzerine doğum günü hediyesi.

Ertesi gün oldu aldım başımı Taksime gittim. Pera Müzesi‘nde kaçırmak istemediğim bir sergi vardı: “Frida&Diego.” Ve fakat her ne kadar o sergi için gittimse de, “Çarlık Rusyasından Sahneler”e de bittim, bayıldım tek kelimeyle.

Dönüş yolunda dedim “İnci’de profiterol yemeyeli ne kadar olmuştur?” İç sesin verdiği cevaba karşın üzüldüm, dedim mutlu edeyim kendimi. Girdim İnci’ye, kaptım bir tabak bol soslu profiterol. Çikolata hakikaten de mutlu ediyormuş adamı. Çıktım yağmurda yürüdüm metroya, ver elini Levent.

Ayşegülüm Sultanım’da yemek ve sohbet. Ne kadar özlüyorum dostumu bir bilseniz? Mutlu ve huzurlu ya, olsun diyorum. Dayanırım ben onsuzluğa. Nasılsa Ankara-İstanbul 1 saate bakar çok bunaldığında..

Cumartesi sabahı Bebek sahilinde yürüyüş. En sevdiğim. Bir tek hafta sonları güzel ve keyifli ve uzun bir kahvaltı yapabiliyor olmamızdan sebep Cumartesi yürüyüş sonrası kaçırmadık fırsatı:) Omleti, rokalı-çilekli tabağı, peynir çeşitleri ve mis gibi börekler eşliğinde belki de uzundur en zengin kahvaltı saatimizi İstanbul’da geçirdik. Akşamına Manhattan’da dinlemeye alıştığımız ANONİM‘i İstanbul sahnesinde seyretmeye Hayal Kahvesi Bistro‘ya! Yine çok eğlendim, dans etmediğim bir parça bile olmadı. Bir sürü içtim, ve sabaha karşı Kızılkayalar’dan ıslak hamburgerimi de yemeyi ihmal etmedim! “İstanbul’da yapmayı sevdiklerim” listem olsa:) rahat yine oradan 3-4 maddenin üzeri çizilmiş olurdu:)

Gitmelerin en sevdiğim tarafı sonunda dönecek bir evim, yuvam olması fikri.

1 haftalık uzaklaşma kısa bir süre daha idare eder beni. İlk yeni kaçamağıma kadar biraz spor, biraz dostlarla rakı-balık, birazdan belki de fazla okunacak kitaplar, dinlenecek yeni keşfedilmiş güzel parçalar, seyredilecek filmler ve yazılacak hikayeler olacak hayatımda. Daha iyisi size olsun:)

Ankara’m:)

Wall Art

Aşk Tesadüfleri Sever“den sebep, bir süredir değişik sosyal medya mecralarında Ankara’ya ilişkin konular birbirini takip ediyor:) Ben, henüz izleyebilmiş değilim filmi. Ama konuşulanlardan çok keyif aldığımı söyleyebilirim.

Ankara-İstanbul çekişmesi bir tarafa bırakılmış, İstanbul’da yaşayan “eski” Ankaralıları bir özlem sarmalamış durumda:)

Sanıyorum yaşları kaç olursa olsun büyük bir kesim için -tabi ki benim için de- Ankara Manhattan Music Club tüm bu özlemle hatırlananlar arasında hep 1. sırada olacak:) Özellikle Perşembe geceleri Özge Fışkın’ın solistliğinde Fender Blenders hayatımın o dönemki en önemli gurubu olmuştu! Bir “Gönül” söylerdi Özge Zerrin Özer’den öf ki ne öf:) Her Perşembe, bizi nelerin beklediğini bilerek, hiç aksatmadan giderdik. Her defasında da çok eğlenir, çok dans eder, çok mutlu, şarkılara eşlikçilikten sesimiz kısık ve biraz da çakır dönerdik evimize.

Wall Art

Ankara özlemi çekenlerin hatıralarında 2. sırayı sanıyorum hep KITIR alıyor. (Belki de kimileri için ilk sırayı.) Sosyal Medyada da Ankara deyince, filmden hareketle tabi, Kıtır’ın adı çok anıldı. Ben Kıtır’la ilk tanıştığımda yıl tam olarak 1997 1993 idi. ODTÜ Hazırlık sınıfının bir öğrencisiydim ve Ankara’ya başka bir şehirden gelmiştim! Hazırlık sınıfında edindiğim arkadaşlarımla,Tunalı Hilmi Caddesi’nin hemen başında oturduğum için de şanslı olmamdan mütevellit, Kıtır’a giderdik haftada 1-2 akşam. Bira ve kumpir ikilisi, sayesinde hayatımdan çıkaramadığım ikililer arasında sağlam bir yer buldu kendisine! *Diğer hayatımdan çıkmayan ikililer ise Tolu&Ayşegül Sultan:), Şarap&Peynir, Jean&Beyaz T-shirt, Kek&Kahve, Müzik&Dans diye gidebilir ilk anda aklıma gelenlerden bahsedersek:)*

Manhattan ve Kıtır’dan sonra -eski- Ankaralıların özlemle andığı diğer yerler sanırım Tunalı Hilmi Caddesi, Bahçelievler 7. Cadde, belki biraz Gençlik Parkı. -ki ben bir defa rahmetli anneannem ve teyzemle gitmiştim, odur!- Şimdilerde çok merak ediyorum Gençlik Parkı’nı, zira yenilendi, baştan yaratıldı neredeyse. Bir de Lunapark vardır hemen kıyısında Gençlik Parkının, oraya gitmeyi çok, ama çok istiyorum. En son ne zamandı Lunaparka gidip eğlendim, hatırlamıyorum bile:(

Bir de Kuğulu Parkı‘mın benim için kıymeti çoktur:) Birçokları için üzerinde durmaya dahi değmeyebilir. Ne de olsa 4-5 kuğu, biraz ördeğin bulunduğu “damat mendili ” kadar bir yeşil alandır. Yurt dışındaki parklarla karşılaştırılınca aman canım, bu da nedir ki falan.. Olsun:) Zamanında Polonya Büyükelçiliği’ne verilmeden önce yani büyük kısmı, orası Ankara’nın kalbinin attığı yermiş. O kadar üzülmüştüm ki bunu duyunca.

Annem anlatmıştı: Semti olan Kavaklıdere’ye de ismini veren kavak ağaçlarının barındığı, içinden dere geçen bir araziymiş Kuğulu Park eskilerde. Atatürk Bulvarı genişletilirken Polonya sefaretinin bir kısmı bulvara katılınca, Ankara’daki Polonya’nın kaybının tazminine karşı bu güzelim parkın topraklarından bir kısım verilmiş:( Parka en büyük iyiliği ise eski belediye başkanı Sn.Vedat Dolakay yapmış derler. İçindeki ilk kuğular ise Viyana Belediye’sinin hediyesiymiş. Canımdır benim Kuğulu Park:) Tamam, Central Park ve Bryant Park en sevdiğim iki parktır, doğrudur. Ama Kuğulu’m Parkı’m ilk gözağrımdır:)

Art

Eski Ankara’dan özlemle anılan mekanlarınız arasında sizin başka sayabilecekleriniz var mıdır ki acaba?

Yenileri hiç sormayayım, zira yer-gök silme AVM (Alışveriş Merkezi) olmuş durumda! Hazetmediğim bir durum olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Beni tanıyan dostlarım bilirler zaten, ne kadar uzak o kadar iyi benim için AVM’ler. Ne zaman gitmek zorunda kalsam başıma ağrılar giriyor, o kalabalık beni öldürüyor! İhtiyaç anında, semtime yakın bulduğum Panora‘yı tercih ediyorum. Sinema için o da! Bir de yemek için tercih etiğim Timboo Cafe‘yi seviyorum. Lezzetli, kocaman porsiyonlu yiyecekleri ve dekorasyonu -özellikle yer döşemeleri ve konserve kutuları- ile sempatik bulduğum bir mekan.

İşte böyle, bu yazımı da Şehr-i Ankara’ma ithaf edeyim dedim:) İyi demiş miyim?

~

Henüz azalan iş yoğunluğumun ardından bir ara verebilmiş değilim. 1 gün sadece izin kullanabildim. 13 Mart’a kadar hazırlamamız gereken bir SIP’imiz (Strategic Improvement Plan) var. Bak, burada bizi görebilirsiniz:) Onu da halledip, ver elini tontiş pamuk prensesimizi görmeye. O kadar değişti ki gördüğünüz fotoğrafından! Malum 8 aylık oldu bebeğim, ben 20 günlüktü gördüğümde:( Evet çok ayıp bana, biliyorum. Bir de siz üzerime gelmeyin rica ederim. O işi ufaklığım ve annem yeterince yapıyorlar zaten!

Art

Vaziyet budur:)

Harika bir haftayı geride bırakıp, enfes bir hafta sonuna doğru yol almamızı diliyorum. Bir de havanın -artık- bir miktar ısınmasını!

*Fotoğraflar, Riamaggiore ve Via Dell ‘Amore’den gözümüze takılan duvar resimleri çalışmalarından.*

Milano

Duomo

Milano için çok fazla söylenecek ve de yazılacak bir şey yok benim gözümden! Türklerin alışveriş için tercih ettikleri bir şehir olmasının yanı sıra gezilecek-görülecek bir kaç anıtı, yapısı mevcut ve İtalya’nın en modern şehri. Modanın merkezlerinden biri olmasının hakkını verircesine sayısız ünlü mağaza, stil sahibi ve şık İtalyan erkek ve kadınlar var sokaklarda. Hakikaten de gezdiğim ülkeler arasında şıklıkta ilk sırayı hep İtalya alıyor. Erkekler zarif, janti. Kadınlar hoş ve güzel giyimli.

Milano’ya Levanto’dan sabah kalkan trenle seyahat ettik. İtalya’da trenle seyahat, yapılması gerekenlerin başında geliyor. Milano Centrale Tren İstasyonu‘na vardığımızda gözlerimi alamadım diyebilirim. Bir tren istasyonu bu kadar mı güzel olur. Dışarıdan bakıp, “Milano Centrale” yazısını görmeseniz Viyana veya Paris’tekiler gibi bir opera binası zannedebilirsiniz. Milano’da bulunan La Scala mesela beni inanılmaz şaşırttı. Meşhur opera binası herhangi bir binadan farksız zira.

From Duomo

Meşhur Duomo Katedrali, Sforza Kalesi, Galleria’sı, La Sala Opera Binası, Santa Maria Kilisesi ilk anda turistlik ziyaret mekanları. Duomo beni büyüledi. Prag’daki St. Vitus’umu geçemedi ama oldukça etkileyici bir yer olduğunu söyleyebilirim. İçerisi de en az dışarıdan göründüğü kadar güzel. Şanına yakışır bir yer Duomo. Üzerindeki mermer heykeller, katedralin kapısı başlı başına gözünüzü alamayacağınız detaylar içeriyor. Hava ilk gün yağışlı olduğu için tam karşısındaki turistik bir kafede soluklandık ve birer kahve daha içtik. (Bu İtalya seyahati ve aldığımız espresso makinası sayesinde selülitlere de merhaba dedik ne yazık ki..)

Galleria

Katedralin bulunduğu meydanı çevreleyen alışveriş merkezlerinin bulunduğu yerde Vittorio Emanuele IL Galleria, Milano’nun en önemli merkezi olarak yer alıyor. Şehrin sosyal ve politik hayatının merkezindeki Galleria’da sayısız mağaza ve güzel restoranlar, kafeler mevcut. Milano Cafe tercih edilebilir burada.

Meydanda vakit geçirdikten sonra Sforza Kalesine de uğradık. Kalenin içinden geçip arkasındaki kocaman parkta yağmurda yürüyüş yaptık. Daha sonra otele dönüp güzelce uyuduktan sonra da Milano gece hayatı için farklı bir yere gittik. Milano halkının vakit geçirdiği barların, yerel restoran ve pubların bulunduğu bölge. Burada komik bir şekilde bizim esnaf lokantası kılıklı bir yere girdik yemek için. Yediklerimiz leziz, ödediğimiz bedel de çok komikti. Bir güzel safranlı, deniz ürünlü risotto yemişim ki yanına koca bir litre ev yapımı şarap ile sormayın gitsin.

Beautiful

İtalya’da Aperitivo kavramını sömürerek kullandık diyebilirim. İçkinizin ücretini ödeyerek aperatif yiyorsunuz. Deniz ürünlü makarnalar, risotto ve pizza tapılası lezzetler. Kahveleri enfes. Şarap deseniz hem ucuz hem leziz. Yani dedim ki içimden “Tanrım biliyorsun da beni buralarda dünyaya getirtmedin!” Yani bilemiyorum şarabı, kahveyi, deniz ürünü ve makarnayı, sosları bu kadar çok seven benim gibi bir kadın İtalya’da yaşasa hali nice olurdu:)

Tek eksik kalan parça Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği- “The Last Supper”ını göremeyişimiz oldu Milano’da. Santa Maria Kilisesi’nde bulunan ve Hristiyan inanışına göre İsa’nın çarmıha gerilmeden önce havarileriyle yediği son akşam yemeğini gösteren bu eşsiz eseri görebilmek için meğerse günler öncesinden randevu almak lazım gelirmiş! Ayrıca en fazla 20 kişilik gruplar halinde 15 dakikalık bir tur ile kendisiyle karşı karşıya gelebiliyormuşsunuz! Dedik belki bir dahaki sefere, olursa eğer:)

Milano Park

İşte böylece sayın izleyenler. İtalya seyahatini de aradan bir ay geçtikten sonra anca yazarak tamamlayabildim:)

Daha yazmayı planladığım, fotoğraflarla süsleyeceğim dün akşam katılmış olduğum şenlikli geleneksel şapka partimiz var. Haftaya Cumartesi de, yani ayın 25’i, benim bu yıl beşincisini vereceğim Erken Yılbaşı Partisi düzenlenecek inşallah. Bu yoğunlukta her şeyi son dakikaya bırakmak istemiyorum, bakalım neler olacak?