Eskişehir’e yolculuğumuz Yüksek hızlı tren ile gerçekleşti. Yolculuklarımızda çok seyahat ettiğimiz bir ulaşım aracı olmayan tren ile yurt içinde benim bu, sanıyorum 3 ya da 4. seyahatimdi. Paris-Brüksel arasında da hızlı tren ile seyahat etmiştim yaklaşık 12 yıl kadar önce. Fark, oldukça büyük. Neden bu konuda en iyi teknolojiye sahip olan Japonları örnek almamışız, orası bir muamma! Bir şeyi yapacaksak madem neden konusunda “en iyiyi” örnek alamayız diye düşündürtüyor bir kez daha. Kesenin ağzını açmaksa sorun, o keselerin ağızları hiç olmadık yerlerde ne kadar da geniş şekilde açılabiliyor bildiğimizden bir başarı olarak göremedim ben Ankara-Eskişehir hızlı tren vakasını. Gayet sallana sarsıla yaptığımız yolculuk 1.5 saat sonra Eskişehir tren garında son bulduğunda, yaklaşık 1.5 gündür görebildiğimiz güneş de tekrar kapkara bulutların ardına saklanıverdi.
1 gece kalacağımız için otel seçimi “sadece uyuyacak, temiz bir yer” kriteri doğrultusunda seçildiğinden sebep Ibis Otel Eskişehir, beklentilerimizi fazlasıyla karşıladı. Tren garına yürüyerek 3-4 dakikalık bir mesafede olan otel, Eskişehir’in ilk defa görülecek yerlerinden bazılarına da oldukça yakındı. Misal, Haller Gençlik Merkezi hemen yanıbaşında, Eskişehir’in İstiklal Caddesi olarak tabir edilen “Doktorlar Caddesi” ise yürüme mesafesi ile 5 dakika uzaklıktaydı. Oda gayet temiz, geniş ve fiyat da makuldü. Otele ulaşıp sırt çantalarımızı da odaya terk ettikten sonra ilk adım “Tarihi Odunpazarı Bölgesi”ne doğru yola çıktık.
Bölge, Türk mimarisine örnek teşkil eden ahşap evleri, kıvrımlı, arnavut kaldırımlı dar sokakları ile oldukça turistlik, oldukça masalsı bir yerdi. Rengarenk boyalı restore edilmiş evler, tarihi dokuyu canlandırma projesi kapsamında oldukça güzel ele alınmış. Belediye tarafından sahiplerinden satın alınıp restore edilmiş evler yanında, evlerini satmaya razı olmamış sahiplerine belli bir yardım yapılarak ev sahiplerinin kendi başlarına evlerin restorasyonunu tamamlamalarına izin verilmiş.
Karnımız acıktığında yapılacak tek şey meşhur çiböreğinden tatmak olduğundan Odunpazarı bölgesinde yer alan Kırım Tatarları Kültür Evinde soluklanmayı tercih ettik. Bir porsiyonda 5 adet çiböreğin yer aldığı lezzetin fiyatı 5 TL. Ve kesinlikle 5’ini birden yiyebiliyorsunuz:) Biz, sonraki gün, meşhur olduğu söylenen Papağan’da da yedik çibörek. Kesinlikle Odunpazarı’ndaki daha baharatlı, sulu ve lezzetliydi. Hamuru daha kıtır ve inceydi ayrıca. Eskişehir’e gidecekler için Kırım Tatarları Kültür Evi’nde çibörek yemelerini rahatlıkla tavsiye edebilirm. Kurşunlu Külliyesi ve Cami’ine oldukça yakın.
Kurşunlu Cami ve Külliyesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden Damat Melek Paşa tarafından saray mimari Acem Ali’ye yaptırtılmış. Külliyenin kervansaray kısmı ise Mimar Sinan’ın eseriymiş. Bu özelliği ile Eskişehir’deki tek Mimar Sinan eseri olarak yer alıyormuş. Oldukça güzel bir yapıydı. Ayrıca Külliyenin içerisinde meşhur Lületaşı Müzesi de yer aldığından, mutlaka gezilmesi gereken birkaç yeri bir arada görebiliyorsunuz. Söylemeden edemeyeceğim, lületaşından yapılmış eserler çok hoş olmakla birlikte gerek sergilenişleri gerekse sayıları açısından çok doyurucu değildi. Yine de lületaşından yapılmış devasa ve ince işlenmiş pipolar turistlerin kesinlikle hayran kalacakları eserler arasında sayılacaktır.
Odunpazarı ve bölgesini gezdikten sonra otele dönmek için Porsuk çayı kıyısındaki yolu tercih ettik. Yıllar yıllar önce bir defa Eskişehir’e, eski işyerim Sarar’ın fabrikasını ziyeret için gitmiştim. Yarım günü fabrikada, birkaç saati ise Anadolu Üniversitesi kampüsünde geçirdikten sonra akşam üstü Porsuk’un kenarındaki bir yerde çay içmiştik. Eskişehir’e ait tek hatıram da Porsuk’u kıyısından görebilmekti zaten!
İkinci bölümde buradan ve Eskişehir’in hayran kaldığımız bir kaç güzel şeyinden daha bahsedeceğim: Kentpark, tramvay ve gençliğin enerjisi:)