Güzel Yerler Konulu Yazılar

Cinque Terre: Masal Gibi..

Me

Cinque Terre’de yamaçlara kurulu denize nazır rengarenk evler tam da bir masalın ortasında, ya da bir sinema dekorunun içerisindeymişsiniz hissi yaşamanıza sebep oluyor mütemadiyen. Aynı şekilde yamaçlara setler şeklinde sıralanmış üzüm bağları, zeytin ağaçları ve limon bahçeleri ile de eminim bahar ve yaz aylarında çok daha çekici artistik görüntüler sunuyor ziyaretçilerine.

Riamaggiore‘den başlayan yolculuğumuz “Aşıklar Yolu”nu takiben bizi ikinci kasabaya Manarola‘ya taşıdı.

Manarola

Burada, bu bölgeye ait iki şey vardı denemek istediğimiz: İlki Focaccia. İtalyanların en meşhur “yassı ekmek”lerinden biri. Soğanlı, baharatlı, kurutulmuş domatesli, kekikli, zeytinli çeşitleri mevcut. Manarola’da minik bir dükkandan aldık taze taze ve yanına da bir küçük şişe şarapla tükettik.

Diğeri ise Farinata. Bu da bir çeşit ekmek. Özelliği ise nohut unundan yapılıyor olması. Kahvaltıda da tüketilebilen bu iki hamur işini, pizzalardan arta kalan anlarda zevk ve keyifle tüketebilirsiniz:)

Manarola Street

Colorful Manarola

Manarola’dan sonra Corniglia, sonrasında ise nefis Vernazza bizi karşıladı.

Bu kasabaların daracık sokaklarında dolaşırken bir yerlerde okuduğum İtalyanların Il dolce far niente, “the sweetness of doing nothing”, Türkçe meali ile “hiçbir şey yapmamamanın güzelliği” ile ne demek istediklerini anlıyorsunuz:)

Kah sokak aralarındaki küçücük balıkçı ya da restoranlarda kah deniz kıyısında, kayalıkların üzerinde elinizde kitabınız, şarabınız ya da kahveniz ile yüzünüzde aptal bir gülümseme, yüreğinizde tarif edilemez bir huzur ile başbaşa kalabilir; Cinque Terre’nin tadını çıkarabilirsiniz:)

Vernazza’nın minik plajı ve limanı sayesinde burada geçirebileceğiniz vakti daha etkili kılabilir, rahatlıkla denize girebilir, tekne ile açılabilirsiniz.

Beautiful Vernezza

Vernezza Scene

Cinque Terre’nin mücevheri de denen Vernazza benim bu beşlideki en favori ikinci durağım oldu.

Vernazza’dan trene atladığımız gibi soluğu aldığımız Monterosso‘da hayal kırıklığı yasadık. Zira uzun bir sahil şeridi ve bir sürü konaklanacak oteli, pansiyonu olan; bunun dışında da başka bir özelliği olmayan bir yer çıktı karşımıza. Yazın oldukça kalabalık ve eğlenceli olduğu söylendi bize. Sahildeki bir kahveye oturarak güneşi batırdık, sıcak çikolata içtik ve tekrar trene atladığımız gibi otelimize Levanto’ya döndük.

Unutamayacağım, masalsı bir tecrübe yaşattı bana Cinque Terre:) Umuyorum ki bu tecrübeyi yaşamak isteyen ve bu satırları okuyan sizlere de bende yarattığı etkiyi yaratır.

Sonraki durağımız Milano ile çok arayı açmadan burada olmayı umut ediyor ve Christmas şarkıları dinleyip dışarıda yağan yılın ilk karını seyrederken, elimde İtalyalardan taşıdığım espresso makinasında taze taze hazırladığım mis gibi kahvem ile keyifli bir hafta sonu diliyorum sizlere:)

Cinque Terre’den İlk Durak: Riamaggiore!

Riamaggiore

Bologna’dan bir sabah erkenden trene atladığımız gibi kalacağımız yer olan Levanto‘ya gitmekti hedefimiz! Amma velakin bizi sabah sabah karşılayan sağanak yağmur neticesinde tren seferlerinde ufacık aksamalar meydana geldi! Trenimiz Floransa-Pisa-Levanto şeklindeydi ve yaklaşık olarak 54 euro civarında bir ücret ödedik iki kişi. 3 saat sürecek yol 75 dakika rötarla katedildi ve biz kalacağımız şipşirin tatil kasabası Levanto’ya ulaştık yağmurlu bir akşam üzeri.

Levanto Cinque Terre bölgesine oldukça yakın, uzun kumsallı, sörfcüler ve dalış meraklıları için tam bir tatil cenneti. Ulaştığımızda minik kasabada incin top oynamaktaydı. Hatta valizlerimizi sürükleyerek yürürken yollarda açık hiçbir yer görmemizden sebep bayağı ürktüğümüzü itiraf etmeliyim ilk etapta!

From Riamaggiore

Cinque Terre, 5 Toprak anlamına geliyor. 5 güzel kasabanın birbirine bağlandığı nefis bir yürüyüş parkuru var. Aslen trek yapmak için ideal. Ama mevsimsel sebeplerden dolayı biz tüm kasabaları trenle katetmeyi tercih ettik. Zira bu kasabaların birbirine bağlantısı yalnızca trenle. Ya da dilerseniz yürüme yolunu kullanarak. Araba girmiyor kasabalara, çünkü onları bu kadar nefis yapan özellikleri dağ yamacına kurulmuş, daracık sokaklı yerleşim yerleri olması. Tren için 5 euro ödedik. 12 saat boyunca istediğiniz yerde in-bin yapabiliyorsunuz. UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yer alan bu nefis beşlinin ilki, aslen daha güneyde kalanı Riamaggiore size bugün bahsetmek istediğim kasaba. Bu beş kasaba yukarıdan sırasıyla Monterosso, Vernezza, Corniglia, Manarola ve Riamaggiore. Monterosso yerine Riamaggiore’den başlamakla çok iyi etmişiz, çünkü Monterosso’da bu yukarıda ve aşağılarda görebileceğiniz görsel şölenden mahrum kalıyorsunuz. Akşamüstü saatlerinde Monterosso’da olduğumuz için sahilde güneşin batışını izleyip nefis cappucinolardan yudumladık. Size de aynısını tavsiye edeceğim. İlk durak kesinlikle Ria olmalı:)

Riamaggiore again

Şansımıza yola çıkmaya hazırlandığımızda güneş ısıtmaya başlamıştı bizi:) Gün boyunca 15-16 derece bir sıcakta, çoğu zaman tişörtle dolaştık bu beş güzel kasabayı. Riamaggiore, neredeyse bu beşlinin arasında bizi en çok çarpan yer oldu. En fazla da burada vakit geçirdik. Her kasabaya yaklaşık iki saat ayırdık ve Riamaggiore’den Manarola’ya yürüdüğümüz yarım saat dışında trenlerde en çok 10 dakikamız geçti.

Buralar kesinlikle ömür uzatan mekanlar. Limon bahçeleri ve üzüm bağlarıyla dopdolu. Yaşayanlar genellikle orta yaşlı. Riamaggiore’de tepeye yürüdüğümüzde klasik İtalyan filmlerinde görebileceğiniz sahnelerden birine şahit olduk: İki yaşlı nine, ki birinin başı siyah eşarpla örtülü ve simsiyah bir kıyafet giymişti; diğeri ise bembeyaz pamuk saçlı ve geçirdiği yılların izleri yüzünde haritavari bir şekilde yerleşmişti sohbet ediyorlardı bir köşede. Muhtemelen güneşleniyorlardı da aynı anda:)

Kendimi bu kadar güzel hissettiğim ender zamanlardan birini yaşadım orada ben. Sıcacık bir hava, aşağıda deniz mis gibi, engin, uçsuz bucaksız, daracık sokaklarında çıt yok. Kasabanın muhtemelen birkaç kahvesinden birinin önünde birkaç İtalyan, orta yaşlı. Kahvede günlük işleriyle uğraşan, beline beyaz önlük bağlamış bir kadın. Boyuna uzanmış evlerin minik pencerelerinden sarkmış çamaşır asan bir kaç teyze..

Art From Riamaggiore

Yazlık mekanlar olmalarından sebep oldukça kalabalık olduğunu okumuştum Cinque Terre’nin. Biz şanslıydık bu yüzden. Kasım ayında çok az turist sebebiyle, aslen yerel halkı görme imkanı yakaladık:) Bir güzel kahve içtik açık bir yerde. Sonra da Manarola’ya, ikinci varılacak kasabaya gitmek üzere yine o güzelim daracık sokaklardan geçerek Via Dell ‘Amore’ye, Aşıklar Yolu’na uzandık. Aşıklar Yolu 2 km.lik yürüyüş parkuru ile iki kasabayı birbirine bağlıyor. Aşırı yağıştan dolayı diğer yürüyüş parkurlarında heyelan tehlikesi olduğu için sadece bu yol açıktı. Yol, sayısız kilitlerle sizi karşılıyor ve bu kilit silsilesi Manarola’ya dek sürüyor. Kilitleri, aşıklar aşklarını ölümsüzleştirmek için dilekler dileyerek asmışlar yol boyunca:) Merak ettik kaçı hala “kilitli” birbirine diye:)

Road to Via Del Amore

Daha başka ne diyebileceğimi bilmiyorum. Vakitsizlikten yazamıyorum, ve erteledikçe de tüm güzel detayları unutmaya başlıyorum bu seyahatime ilişkin. Tüm Cinque Terre’yi tek bir post olarak anlatmak isterdim, ama güzel bir sürü fotoğrafı paylaşmak istediğim için biraz da bölüverdim yine! En kısa zamanda diğer 4 kasaba ve son destinasyon Milano’dan da kısa kısa bahsedeceğim.

Seyahatler ve iş yoğunluğu beni bitiriyor son zamanlarda. Geçtiğimiz hafta yine iş sebebiyle İstanbul’daydım. Cumartesi gecesi Bursa, Pazar sabaha karşı İstanbul ve Pazar gecesi Ankara’ya uçarak -yine- kendi çapımda rekora imza attım denebilir:) Bu hafta benim eğitimini vereceğim üç ayrı konuda yarım günlük toplantı dizisi var. Sanıyorum Cumartesi yattığım yerleri beğeneceğim. Evet, evet artık yan gelip yatmak isteğindeyim iki gün de olsa!

Yaptığım şeyi seviyorum.

Bana gezebilmem için gerekli kaynağı sağlıyor:) Bana kendimi yararlı hissettiriyor. Öğretiyorum. Öğreniyorum. Daha ne olsun?

Streets from Ria

~Ve Kasim’da: Bologna, Italya~

Bologna Italy

İtalya benim için hep özel, hep güzel bir ülke. Listemde, hani şu “Ölmeden Önce yapılacaklar” vari bir listem var ya benim, hah iste orada bu ulkede en az bir 6 ay yasamak var. mumkunse Toscana Bolgesi olsun, hatta Barga mesela. Yasasin Citta Slow. Italya bu “Yavas Sehir” hareketinde neredeyse sertifikali en cok sehre sahip: 69 Yavas Sehir var Italya’da!

Bilmeyenler icin, “Yavaş Şehir” olabilmek için gürültü kirliliğini ve trafiğini kesmek, yeşil alanları ve yaya bölgelerini artırmak, yerel üretim yapan çiftçilerle bu ürünleri satan dükkan ve lokantaları desteklemek, yerel estetik öğeleri korumak gibi yerine getirilmesi gereken 56 dolayinda kriter bulunuyor. Turkiye’de gectigimiz yil Seferihisar’in bu harekete layik olarak kabul edildigini ve en sevdigim, goz bebegim Kas’in da “Yavas Sehir” olabilmek icin basvuruda bulundugunu soyleyebilirim.

Bu benim icin ozel ve guzel ulkeye seyahat planini yapali, ucak biletlerini ve vizeyi alali, otelleri ayarlayali temizinden birkac ay olmustu. Hayatimda ilk defa! Daha once Venedik, Roma, Floransa, Pisa veSiena‘yi gormus oldugumdan sebep bu defaki seyahatta biraz daha farkli, belki daha yazlik tabir edebilecegimiz yerleri gormek istedim. Sansimiza da hava oldukca iyiydi. Bologna’da kapali bir hava vardi, ama hic yagmadi:)

Streets from Bologna

Gitmeden önce her zamanki gibi gezilecekler, gidilecek mekanlar, ne yiyeceğiz gibi anlamlı çalışmalarda bulunmamdan sebep çok rahat ettik. Yalnız her seyahat edenin şansına hiç listesinde olmayan birkaç yer çıkar ya bazen. İşte bize de olan bu oldu. Bir mekan bulduk ki ba-yıl-dım ben tek kelime ile. Anlatacağım:)

Bologna’da Görülecekler:

~ Bologna’yı görmek istememin iki nedeni vardı: Birincisi ben Siena’yı da çok hoş ve mistik bulmuştum önceki seyahatimde. Bologna da biraz daha büyük bir Siena’ydı benim için:) İkinci nedenim ise THY Bologna’ya direk uçuyordu:) Bologna, “Kızıl Şehir” anlamına geliyor. Bu ismi almasının nedeni Ortacağ mimarisinin örnekleriyle dolu olan şehrin, kırmızı tuğlalı binalarla çevrili olması. Hakikaten de böyle bir şehrin sokaklarında dolaşmak cok büyük keyifti. Ayrıca, Toskana’nın hemen kuzeyindeki Emilia Romagna bölgesinin de başkenti Bologna.

~ Avrupa’nın en eski üniversitesi burada. 1088 yılında kurulmuş! Dante, Erasmus ve Kopernik Bologna Üniversitesinın öğrencileri! Bu eski yapıyı mutlaka görmelisiniz. Fakültelerin önundeki, öğrencilerin vespalari ve motorsikletleri modern dünya temsilcileri yani, bu eski mimari ile tezat bir sekilde uslu uslu duruyorlardı:)

~ Gitmeden once yaptığım araştırmalardan Portico‘larin mutlaka görülmesi gerektiği kanısına vardım. Portico of San Luca, 3.5 km.’lik uzunluğuyla en uzunu. (En uzunu diyorum, zira şehrin her yerinde Portico’lar var. Tüm şehri yağmur, rüzgar demeden, hiç ıslanmadan bunların altında dolaşabilirsiniz.) Asağıda fotoğrafını gördüğünüz, San Luca’daki Portico. Biz yürüyüşümüzü yaparken bir çok yerel halktan insan da sağlıklı yaşam adına koşuyor, yürüyordu! İniş-çıkışımız toplamda 1.5 saati buldu fakat. Ter içinde kaldığımızı belirtmem lazım tepeye çıkınca! Tepede çok ihtişamli bir basilika var: Sanctuary of the Madonna di San Luca.

Portico

~ Her Avrupa şehrinde bir meydan var malumunuz. Bologna’daki de Piazza San Maggiore. Burada göreceğiniz bir başka kilise ise Basillica di San Petronio. En eski kilise orgu ve Dante’nin İlahi Komedya’sından freskleri bu basilikada görebilirsiniz. Bu meydanda bir de Neptün Heykeli ve Çeşmesi var. Bir taşla birkaç kuş vurulabiliyor yani:) Meydanlarda oturup bir kahve içmek adettendir. Biz de öyle yaptık. Güzel bir Capucchino içtik burada, meydandaki güvercinleri seyrederken.

~ The Two Towers, İki Kule’de burasına ilişkin seyahat notlarında adı geçen bir yapıt. Torre degli Asinelli ve Garisenda. Biri uzun, diğeri kısa. Matah değil, dışarıdan görüp geçtik açikcası. Zaten restorasyon calışmaları vardı birinde!

Bunların dışında araba meraklıları için tabi ki Lamborghini Müzesi mevcut.

Bir defa, o da Portico’ların başladığı yere ulaşabilmek için otobüse bindik. Onunla da yaklasık 10 dakika sürdü yolculuk! Piazza Maggiore’ye yürüyerek 2 dakikalik bir uzaklıkta bir otelde kalmamızdan ve tüm görüleceklerin de aynı perifer içinde olmasından sebep yürüyerek şehri keşfetmek oldukça mümkün ve en kolay seçim derim ben:)

Porticos

Bologna’da Denenecekler:

~ Tabi ki Bolonez soslu makarna:) Bolonez sosun ana vatanındayiz değil mi? Ayrıca kesinlikle Lazanya. Biz Bolonez soslu Tagliatelle ve güzel bir Lazanya denedik ilk aksamki keşfimizde. Il Moro‘da. Listemde olmayan bir yerdi burası. Tesadüfen dolaşırken gördük ve girdik. İyi de yapmışız. Bir şişe house wine ve iki tabak -dolu dolu porsiyonda- makarnaya 39 euro verdik. Hemen yanı başımdaki tatlı büfesi çok zalimdi, ama makarnayı yedikten sonra gözüm bir şey görmediği için denemedik.

~ Gamberini. Cennetten bir köşe:) 1907 doğumlu. Şehirdeki en güzel ve özel pastane. Tatlıları tam yürek yakan cinsten. Ayrıca Aperitivo için iyi bir seçim denmiş, ama biz bu Aperetivo olayını başka yerlerde yaptığımız için bu kısma bir yorum getiremeyeceğim:) Nedir bu derseniz, şöyle anlatayım. Akşamlari 18.30-21.30 saatleri arasında bir çok cafe-bar tarzı mekanda aperatif yiyeceklerin sıralandığı standlar oluyor. İçkinizi alıip, sadece ona ücret ödeyip, bu aperatiflerden yiyebiliyorsunuz. Bira ve şarabin 5 euro olduğunu düşünürseniz, isterseniz karnınızı da doyurabilirsiniz bu fiyata. Aperatif standlarında neler  mi var? Bir yerde gayet iyiydi mesela; mini pizzalar, makarnalar, peynir ve sosisler, salatalar, sebzelerden hazırlanmis soğuk karışımlar, cips vs. Bazı mekanlar artı 1 euro daha talep ediyor bunun için, ama ağırlıklı olarak içtiğini ödüyorsun.

Meydan

~ Bir akşam aperativo zamanına da denk getirerek English Empire Pub diye bir yere gittik. Barın üzerinde “One day of pleasure is worth two of sorrow” yazıyordu:) Bir sürü bira içtim o gece! Bu tarz yerler oğrencilerle dolup taşıyordu takdir edersiniz ki.

~ Ara sokaklarin birinde Vanillia adında hoş, cozy bir cafe bulduk. Capuccino ve limonlu-bademli tartı enfesti. Tüm Bologna’da zincir olmuş, önünde metrelerce kuyruk beklemeniz gereken bir pizzaci bulduk: Pizza Altero. Dilimi 1.5 euro idi pizzanin! Elbette ki mükemmel değildi, ama take-away icin oldukça iyiydi. Biraz yağlı olmasının dışında, ki pizza dediğinde oluyor bu meret, beni rahatsiz etmedi. Üniversite öğrencileri ile dolu güzel bir sandviç cafe bulduk: Itit Caffe. Hayatımda içtiğim en güzel sıcak cikolatayı burada içtim desem yeridir. Üzerinde “%90 saf cikolata” gibi bir şey yazıyordu!! Bozadan hallice kıvamlı, inanılmaz lezzetliydi. Ristorante Da Cesari gidilecek listemdeydi. Deneyin giderseniz:)

Streets from Bologna

~ Şansımıza jazz festivali baslamış Bologna’da bizim gittiğimiz tarihlerde. Listemde yer alan Cantina Bentivoglio‘da çok hoş bir akşam geçirdik bu sayede. Müzisyenler ile tanıştık, sohbet ettik. Bir gün daha kalsaymışız, Terence Blanchard’ı yakalayabiliyormuşuz, ki bu duruma hakikaten üzüldüm. Kendisi benim nadide koleksiyonumda guzel CD’leri ile yer alir zira. Sonra bir de yine bir canlı müzik barına gittik: Wolf. Üniversite bölgesindeydi burası, hemen hemen her akşam bir grup performansı oluyormuş. Bizim olduğumuz akşam indie pop yapıyordu grup:)

~ Ve bayildiğim mekan: Le stanze. Dekoru ve ihtişamli, avant garde tarzıyla beni büyüledi burası. Her ne kadar kokteyl bar olarak geçiyor olsa da, bir akşam giden beni anlayacak:) Kapısının önünde ve barın üzerinde birer buda heykeli karşılıyor sizi. Oldukça yüksek (neredeyse 4-5 metre) ve nefis tavanlı Le Stanze. Müzikler de hoşumuza gitti. Böylece iki akşam; hem geceye başlarken hem de sonlandırırken mekanı görme firsatımız oldu. Oldukça popüler bir mekan ayrıca öğrenciler ve şık giyimli adamlar arasında:)

Le Stanze

Le Stanze Ceiling

İşte böyle. Aslında daha yazılacak bir sürü notum var. Ama saatim su anda 04.35! Çok ciddiyim. İleriki yazilarda yer vermeye calisirim onlara da. Bu kadar kisa kalip bu kadar cok seyi nasil yaptigimiza gelince. Sanirim merak, kesfetme arzusu. Ne bileyim, hep lokal insanlar ne yapar, nerede yer-icer onun pesine duserim ben. Turistik cok az yerde yiyip icmisligim var. Boylece kisa surede daha cok sey gorebiliyor ve sehri daha iyi yasayabiliyorsunuz sanirim.

Uzun lafin kisasi ben Bologna’yi sevdim. Birkac gun icin gidip gorulebilir. Sanirim bahar da daha hareketli ve hos olabilir.

Mutlaka peynir ve sarkuteri urunu alin. Ve tabi ki şarap:)

**Son iki fotograf iphone ile cekilmistir.**

Is Icin.. Garip Seyahatim: DOHA-QATAR

Doha City Center

Muhtemelen ozellikle gitmeyi secmeyecegim bir ulkeye, oldukca zor ve mesakatli bir yolculuk sonrasi (havaalaninda saatlerce sis yuzunden beklemek, valizimin benden 2 gun sonra tesrifi gibi sebepler sonucu: Tesekkurler THY!!) ulastim.

5 gunluk toplantilar ve denetimlerle dolu gecen bir zaman zarfinda iste Katar’in Doha sehrine ait izlenimler:

* Sehir dumduz ve her yer col! (Harflerin kusuruna bakmayin lutfen. Evden yaziyorum:( Bir suru insaat var, insaat iskeleleri ve kocaman vincler. Insaat sirketlerinde calisan birkac kisi ile tanistim otelde. Cogu Ameikali, Kanadali ve Ingiliz! Para kokusunu alanlar toplanmis:) Insaatlar buyuk gokdelenler seklinde is merkezi, oteller uzerine.

* Her yerde petrol, dogal gaz ve insaat sirketlerine ait reklamlar, bir hareketlilik.

* Cok zenginler tahmin edilecegi uzere. Pedestrian-Yaya yolu yok mesela sehirde. Muhtemelen son gun tek basina yurumeye calisan bir tek bendim! Arabalarin luks ve kocaman olduklarini soylememe de gerek yok tabi!

* Oldukca fazla Suudi gordum. Suudi adamlari ve diger araplari uzerlerindeki beyaz giyisiden degil, ama tepeliklerinden ayird ediyormusuz. Suudilerin tepeliklerinden asagiya siyah, uzun puskuller var!

Doha1

* Oteller en buyuk eglenceleri. Oldukca luks ve ihtisamli oteller var. Benim kaldigim otel de en bas siralardaymis. Her aksam inanilmaz suslu puslu kadin ve erkekler geciyordu lobiden:) Piyano bari, guzel restoranlari en keyifli adresler Doha’da. Malum icki bir tek otellerde mevcut. “Paramiz var nerede harcayacagiz?” diye cok dusunmeye gerek yok: Cevap oteller:)

* Arap kadinlari beni mahvetti! Evet bu bir itiraftir. Uzerlerinde simsiyah abayalar var. Ama ya ayaklar, ya o kollar.. Ya da ne demeli o gozler:) Ayaklarda benim bile giymedigim stilettolar.. Kollarda en luks markalardan kocaman cantalar. Gozlerde en koyu surmeler, hatta piriltili kalemler. Sadece uzerleri simsiyah. Onun disinda oldukca alimli, seksi (evet, abartmiyorum. otele gelenleri gorseniz anlardiniz) ve hoslardi. Yuksek sesle konusuyor, gulusuyorlardi. Araba kullaniyor, kocaman ciplerden inip alis versi merkezlerinde teftise cikiyorlardi. Kollarindaki alis veris torbalarina ben buyuk ihtimal ile hayatim boyunca uzaktan bakabilecegim. E peki bu kadar sik kiyafeti, seksi ayakkabi ve susu nerede gosteriyorlar bu kadinlar? Bir yerde olmali degil mi? Tahmin edebiliyorum:)) Kendi aralarinda ne partiler, ne eglenceler, ne dedikodular donuyordur kim bilir:) Sex&The City’nin son filmindeki son sahneleri hatirlayin:)

* Yemekler genel olarak fena degildi. Gerci ben agirlikli, gunduzleri otelde yedim ve otel yemegi ne kadar kotu olabilir degil mi? Humus, muhammara, minik pideler, tabule.. Cok tanidik. Ama bizimkilerin tadi cook daha guzel bence:)

Doha 2

* Toplantida 198 kisi idik. Herkes Orta Dogu’dan: Lubnan, Suudi Arabistan, Birlesik Arap Emirlikleri, Dubai.. Arap hatunlarin ve adamlarin catir catir, Ingiliz aksanli Ingilizceleri beni bitirdi! Coguyla konustugumda “Ben Londra’da egitimde iken..” cumlesini cok duydum. Anasini satayim ben Londrayi henuz 2 yil once gordum, adamlar, kadinlar egitim icin gitmisler! Cok iyi isler yapiyorlar yalniz. Hepsi her seyden haberdar, caliskan. Takdir ettim.

* Turkiye’ye gelmeyen yok. Ozellikle de Istanbul’a herkesler hayran. Yemeklerimize ve bogaza bayiliyorlar:)

* En tursitlik yer Doha’da Souq Waqif Bolgesi. Eski sokaklar, otantik goruntuler verilerek henuz yeni yapilmis bir nevi Kapali Carsi, bit pazari. Alis veris yapip, yerel yemeklerden tadip, yemek yiyebileceginiz restoranlar var. Yabancilarin ilk ugrak yeri. Biz de bir aksam dolastik, hostu cok.

Doha 3

* Oldukca fazla taze sikilmis meyve suyu ikrami vardi. Hani portakal, nar suyu icmisligim vardi da hic cilek suyu, kivi suyu, muz-elma icmemistim. Hele bir kavun suyu vardi ki. Hmmmm. enfesti. Yalniz benim icin pek tatlilardi.

* Tatli demisken, ozellikle otelde toplanti aralarinda bufedeki tatli-kek-makaron ve keklerden uzak durmak icin inanilmaz bir caba gosterdim ki takdire sayandi. Sadece asagidaki makaronlardan bir iki tane ve bir de bademli turta yedim bir dilim. 5 gun boyunca budur yenen tatli!

Doha-Tatlılar

* Bir aksam Ramada Otel’in icindeki Chingari‘ye gittik. Doha’daki en iyi Hint mutfagiymis. Begendim! Son gun bostum ogleden sonra. Arastirmalarim ve danistiklarimin tavsiyesi sonucu Doha City Center icindeki Hipopotamus Steak House’da yedim. Fiyatlar uygun , yediklerim nefisti! Bir aksam Lubnanlilar beni Doha’daki bir kucuk mekana goturduler. Yemekler guzeldi ve oldukca da makuldu fiyatlari. Ama mekan olarak bizim kose meyhaneler gibiydi:) Al Khayal. Bir de yine bir Lubnan lokantasinda yedik ki, amanin: Layali. Evet Lubnanlilar beni pek sevdiler:)

Souq Waqif

* Ilk fotograflarda gordugunuz yerler Corniche‘den cekildi. 7 km.lik deniz kiyisinda yuruyus yolunun sonu o isiltili gokdelenler. Gordugunuz kadarlar. Ama ben eminim birkac yil icinde, bu hizla, kesinlikle Singapur’a donecek burasida! Yuruyus ve kosu parkurunda aksam saatlerinde sortlu, kulaklarinda muziklerle yabancilar; baslari ortulu, esofmanli kadinlar vardi. Yesilimsi alanlarda aksam piknikleri yapan aileler, terliklerini saga sola atarak ciplak ayakla kosturan cocuklar:) Ilginc bir goruntuydu.

* Buyuk bir gruba ait 2 hastanede denetimler yaptik. 54 milletten insanin calistigini soyledi Genel Mudur! Hatun Kanadali idi. Sag kolu Ingiliz:) Hastanede isler tikir tikir yuruyor gozukmekle birlikte, bizim hastanemiz (Hacettepe Universitesi Hastaneleri) kadar kalabalik ve yogundu! Yeni binalar yapilmakta oldugundan bahsettiler, yakinda hizmete girecekmis. Piril piril ve oldukca luks gorunuyorlardi.

* Bir de tabi inanilmaz nemli, bogucu ve sicakti Doha. 32-33 dereceydi. Amma velakin otelde toplantilarda, yemekte, asansorde klimalar tam gaz calistigindan ben iceride hep usudum!

Jack Old Friend

* Doha’da aksamlari en sevdigim:) Yukarida!

Enteresan bir seyahat oldu benim icin. Ama beni heyecanlandiran baska bir seyahate yataklik yaptigi icin kendisini hep hatirlayacagim.

Fotograflarin tumunu iphone ile cektim, o sebeple cok iyi degiller.

Simdi kismetse sizi Italya’ya goturecegim yine. Bakalim sevecek misiniz benim kadar gordugum yerleri?

Life is fine! Fine as wine! Life is fine!

Galata

Langston Hughes’ın şiirinden bir parça ile merhaba.

Uzun bir zaman geçtiğinin farkındayım. Ama bayram dönüşü işler anlayamadığım şekilde hızlanınca, ben de ofiste nefes alamaz hale gelip de eve kendimi zor atınca… Akşamları yaptığım tek şey içki-sigara (evet ne yazık ki! düzenli olarak neredeyse 2 aydır tek tük içiyordum halbuki!) ve DVD oldu.

Nasılım?

İşte yukarıdaki gibi:) “Hayat güzeldir, Şarap gibi güzeldir.” diyor ya. Öyle işte. Bu ara Kırmızı veya Jack’le birlikte değişik akşamları paylaşıyor ve kendimi gerçekten de iyi hissediyorum. Ankara’ya geldiğimden beri evdeyim. Ama yine de iyiyim:)

İnsanın en yakın 2 dostundan biri İstanbul’da olunca, o şehre gittiğinde gidenle; burada kaldığında da kalanla vakit geçiriyor haliyle! İstanbul’da Ayşegülüm Sultanımla onun malikanesinde, Wok tava alması şerefine ilk Chineese yemeğini pişirdim mutfağında. Bebek sahili bizim evlere taksi ile 5 dakikalık mesafede. Durum böyleyken, sıkça Bebek sahilinde kendimizi Boğaziçi Bebek Kahve’ye atar olduk. Eskiden Bebek Kahvesi “in” mekandı bizim için. Şimdi Boğaziçi Bebek Kahve yeni mekan oldu.

Nişantaşı Kız Lisesi yıllarından arkadaşım Ebru ile Hisar’da Sade Kahve’de yaptığımız kahvaltı bir yana, aradan geçen onca senenin bize neler yaptığını konuşurken aldığım keyif, hüzün, sıkıntı üçlemesi o gün yetti bana akşama dek! Hülya’cımı gördüm, bir kahvenin kırk yıllık hatırına ortak olduk yine yıllar sonra. Bu İstanbul meselesi hoşuma gidiyor bir çok yönden. Bu sayede uzunca zamandır yüz yüze görüşemediğimiz, ya da bir şekilde buradan ya da maillerle tanışıp yine bir araya gelememiş olduğum arkadaşlarımla sıkça görüşme imkanı yaratıyorum.

From Doğatepe

Bu seyahatin görülmesi gerekeni diye not aldığım Body Worlds Sergisi ise iyi ki gittim dediğim, ve anlata anlata bitiremediğim bir etkinlik oldu. Herkesin görmesini isterim. Nasıl bir konsepti olduğunu sayfasından ayrıntılı okuyabilirsiniz. Oldukça ilginç, adına Plastinasyon dediği bir yöntemle Dr. Gunther von Hagens tarafından ölümden sonraki bedenler halkın insan bedenini hiç görmediği bir biçimde görmesine olanak tanımış. Plastinat olarak adlandırdığı bu bedenler, harikulade anatomik figürler. Bunların yanı sıra sergide tüm iç organlarımız, üreme sistemleri, kemikler, kan damar ve hücreleri de sergilenmekte ve haklarında enteresan bilgiler verilmekte:

Mesela bir yetişkinin ağırlığının % 60’ından fazlası suymuş. Gerçi ben bunu yaklaşık 1 ay önce kadar geçireceğim bir minik müdahale öncesinde anlamış bulunmuştum:) Sindirim sistemim ile ilgili yaşadığım sıkıntıdan ötürü tanı konması sebebiyle yapılması gereken bir işlem öncesi 4 gün sıvı diyeti uygulayıp, içimde ne varsa boşaltmamı sağlayan ilaçlar almıştım! İşlem öncesi sabah tartıldığımda bulunduğum kilodan tam 4 kg. eksiktim!! İnanamamıştım!

Mesela bir insan vücudunun yağlı yiyecekleri sindirmesi 6 saat sürerken, karbonhidratlı yiyecekleri sindirme süresi sadece 2 saatmiş! Bu sebeple yağlı yiyeceklerden zaten uzak duran ben, artık şimdiki durum sebebiyle iyice çıkardım hayatımdan.

Mesela insan vücudunda neredeyse 96.500 km. kan damarı bulunuyormuş!

Bu sergi ben NYC’de iken Seaport’ta gördüğüm, sonra giderim dediğim gidemediğim Bodies sergisinin benzeri. Dr. Roy Glover’ın direktörlüğünde yapılan bu diğer sergide bedenlerin hazırlanma süreci biraz daha farklı sanırım İstanbul’daki sergiden.

Home Made Bloody Mary

Sonbahar geldiğini iyice hissettirdi bana son günlerimde İstanbul’da. Ankara nispeten daha ılık şimdilik. Ben ve leylek argümanım fena dengeliyiz. Bu ay buradayım hayırlısıyla. Ekim ve Kasım’da planlı seyahatler yine beni bekler. Yok, bu defa İstanbul’a değil. Beklesin biraz İstanbul. Özlesin beni:)

Geçenlerde Melis Alphan’ın şu yazısı beni dağıttı! Diyecek hiçbir şeyim yok ne yazık ki. Ne güzel bir ilişki, nasıl bir aşkmış aralarındaki. Benim hiç sahip olamadığım..

Bir de Ankara’nın en sevdiği grup ANONİM, yeni sezonu bu hafta sonu Bursa’da vereceği konserle açıyor. 25 Eylül Cumartesi ise klasik mekanlarında, Manhattan’da olacaklar. 15 yeni parça eklemişler repertuvarlarına ve çoğu harika rock parçaları. Hatta bir tanesi, ki iki ağır rock parçasının birbirine geçişi ile sahnede beğeninize sunulacak, muh-te-şem! 25’i akşamı Ankara’da yapacak daha iyi bir şey yok bence. Bu konsere gidilecek:)

Karpuz