Güzel Yerler Konulu Yazılar

Dalyan, İlk Defa!

Dalyan 2 Turkey

Bu tatil, daha önce hiç görmediğim yerlerde bulunma fırsatı yaratmasından sebep benim için daha da anlamlı oldu. Keşfedilmemiş Cennet diyebileceğim Dalyan’a bu ilk gidişimdi. Başak’ın ayarlaması sonucunda 2 gecemizi de Dalyan’da geçirmeye karar vererek ve kendimizi oldukça kısa bir yolculuk sonrası Kano Otel‘de buluverdik. İşte izlenimler:

~ Otelimiz harikaydı. Toplam 11 odalı butik tarzda hizmet veren otel, Tolga Savacı ve eşi şeker Özlem hanım tarafından işletiliyor ve hemen Dalyan kanalının yanıbaşında. Özellikle akşamları tam karşısındaki 2500 yıllık muhteşem Kral Mezarlarının seyrine doyum olmuyordu. Sabah kahvaltıları da çok özenli ve çeşit açısından benim için yeterliydi. Otelimizi kesinlikle tavsiye ederim.

~ Benim en sevdiğim tarafı Dalyan’ın sazlıklarla çevrili kanalı oldu sanıyorum. Meşhur İz Tuzu Plajına ve daha birçok yere ulaşım küçük teknelerle yapılıyor. Çevreye özen göstermeye çalıştıkları belli gibi, zira güneş enerjisi ile çalışan tekneler vardı ortamda. Caretta Carettaları beslemeye götürüyorlar isterseniz sizi sabahın erken saatlerinde:)

Dalyan 3 Turkey

~ Her yer yabancı turistlerle, daha çok da İngilizlerle dolmuş taşmış vaziyetteydi. Yerleşen, bir çok mülk sahibi olan yabancıya rastladık çarşıda.

~ Kaunos Antik Şehri var Dalyan’da. Kıyıdan bindiğimiz tekneyle yaklaşık 20 dakikada ulaştık şehrin başladığı noktaya doğru yürüyeceğimiz patikaya. Kaunos 3 km. kadar içeride zira. Yarım günümüzü geçirdik orada. Görülmesi gereken yerlerden biri, ama ne yalan söyleyeyim Efes’ten sonra hiçbir yer beni kesmiyor!

~ Kalan günümüzü İz Tuzu Plajında tamamladık. Yaklaşık 6 km. olduğunu söylediler plajın, alabildiğine kum. Oraya da teknemizle ulaştık sazlıkların arasından kanalda ilerleyerek. Kaplumbağaların yumurtalarını bıraktıkları yermiş ayrıca İz Tuzu. Müthiş dalgalı bir denizi vardı. Afiyetle hamburgerlerimizi yedikten sonra attık kendimizi dalagaların içine, oynadık durduk uzunca bir süre. En son ne zaman, nerede bu kadar dalgalı bir denizde oyunlar oynayıp, atlayıp zıplamıştım hatırlamıyorum:) Yediğimiz herşeyi yarım saat içerisinde erittik sanırsam.

Kaunos Dalyan Turkey

~ Son gece akşam yemeğimizi Dalyan’ın meşhur restoranlarından biri olan Safran‘da yedik. Burası otelimizin hemen yanındaydı. Bahçeden restoranın bahçesi bir miktar görünüyordu. Orda yemeğe karar verdik ve rez. yaptırmadık, nasılsa görüyoruz burdan boş diye:) Dalmışız muhabbete, e hadi yemek yiyelim artık diye bir kalktık ki tıklım tıklım olmuş! Neyseki yan tarafta olduğumuz için bize servis yaptılar ve yemeğimizi otelimizin bahçesinde yedik. Mükellef bir sofra ve neredeyse yediğim en güzel steak unutulmazlar arasında. Biraz tuzlu bir yer fakat.

~ Yemekten sonra biz Sevgili ile Dalyan gecelerine akalım dedik diğer çiftlerimiz yatak yolunu tutarken:) Bir karaöke bara gittik önce. Fakat söyleyemedik, biz karar verene kadar karaöke saatini bitirdiler! Çok dans ettik ama, istek yaptık bol bol. Sevgili bana Franz Ferdinand’ın Take Me Out parçasını yolladı, ki en sevdiklerimden biridir:) Sonra orayı kapatıp bir motorcu abimizin işlettiği rock bara gittik. Orada artık sakinledik ve döndük otele saat 03:00 civarlarında.

Datca House

~ Küçücük bir yer Dalyan, ama bence çok huzurlu. Geceleri barlar sokağı edasında gümbür gümbür görmedik hiç, sakin bir yer. İlk gece sağanak yağmura yakalandık dışarıda yemek yerken. Ayakkabılarımı elime alıp, çıplak ayakla yürüdüm bütün Dalyan’ın merkezini:) Çıplak Ayaklı Kontes halimden vazgeçesim gelmedi hiç anlayacağınız.

2 günün sonunda, sabah kahvaltımızı yapıp vedalaştık arkadaşlarımızla. Onlar sonraki 1 haftalık bayram tatillerini geçirecekleri Kaş’a doğru yola çıkarken bizim rotamız kuzeye doğru şu şekildeydi: Önce Marmaris üzerinden Datça. Orada kalıp, bükleri gezecektik. Sonra feribotla Bodrum. Belki birkaç gece de orada kalıp, Kuşadası’na da uğrayarak ailemizin bulunduğu Seferihisar’da soluklanacaktık. Aynen böyle yaptık. Datça’da 2 gece kaldık, Eski Datça’da. Çok beğendim, çok güzel bir yerdi. Datça’da ise bir numara yoktu bence. Sadece Datça yolunda İnbükü ve sonrasında Kargı koylarını gezebildik. Diğerlerine vakit kalmadı:(

Feribotla yolculuk keyifliydi, Bodrum’u en son 1996’da mı ne görmüştüm!! Şaka gibi. Am bu gidişimde nedense bana çok güzel geldi. 1 gece kaldık Bodrum’da. Gündüz Gümbet’e gidip denize girdik, yayıldık, güneşlendik; akşam da Cafe Del Mar‘da sahilde, denize sıfır minderlerin üzerinde içkilerimizi yudumlarken güneşi Bodrum Kalesi’nin ardından batırdık. Sonra yemek için hemen burasının yanındaki bir balıkçıyı tercih ettik. Adını hatırlayamıyorum mekanın ne yazık ki, ama muhteşemdi yediklerimiz. Taş Plaktan nağmeler eşliğinde harika mezeler tattık. Ücret de çok makuldü. Sonrasında ise kendimizi bence Bodrum klasiği Körfez Bar‘a atarak deliler gibi eğlendik. Eskiden de severek gittiğimiz bir rock bardı Körfez, şimdi daha da güzel olmuş. Çalan tüm parçaların videoları bardaki ekranlardan beğeninize sunuluyordu.

Ertesi sabah tekrar yol. Kuşadasında bir yemek molası, ardından Seferihisar. Sonunda, bir ev. 4 gün de orada dinlendik. İzmir’e gidip geldik birkaç defa. Sevgili‘nin arkadaşları ile buluştuk Karşıyaka’da. Ben çok sevdim Karşıyaka’yı. En kısa zamanda yine gelecek ben diyerek, bir Cumartesi sabahı gayet güzel, ama parçalı bulutlu bir havada atladık motorumuza ve uzun konvoy oluşturmuş tatilcilerin arasından sıyrılarak akşam vakti evimize kavuştuk. Ne özlemişim. Tatil güzel tabi ki, ama hiçbir yer evimin yerini tutmuyor nedense!

İşte böyle bitti bir tatil daha. Şimdiden Kurban Bayramı’nı değerlendirmek için fikirler uçuşuyor kafamızda. Ama benim dersler, ödevler, sunular ve sınavlar arasında bu işin tüm sorumluluğunu Sevgilim‘e bırakmış olmamadan sebep bilemiyorum kesin destinasyonları. Süpriz olacak sanırsam:) Süprizler güzeldir.

“Işığını Arayan Tekne”de BİZ:)

Road to Marmaris Turkey

*Maceramızın başlığının isim annesi tatilimizin ilk yarısındaki takım arkadaşlarımdan Sevgili Başak’tır.*

19 Eylül Cuma gecesi ertesi sabaha karşı 01:00 civarlarında yatağı görebildik. Hazırlıklar tahminimizden uzun sürdü zira. 50 lt.lik bir çantaya sığmakla ilgili süper tecrübe edindim ama onu söyleyebilirim:) Ayakkabı, terlikler ve banyo-bakım malzemeleri için ayrı bir sırt çantası yaptık. 2’de uyku tulumu. İşte hazırdık!

Sabah saat 07:00’de motora eşyaları yüklemiş, km.yi sıfırlamış, kuşanmış, gayet hazır bir halde start verdik uzun yolculuğumuza serin, gri-mavi bir atmosfer içerisinde. İlk rotamız Ankara-Marmaris hattı. Endişeliydik yol boyunca. Çünkü Afyon sonrası, hatta Dinar’a kadar kocaman parçalı bulutlar ve rüzgar hep bizimleydi. Ödüm koptu yağmur yağacak diye, ama sanırım ya ben çok dua ettim ya siz, yağmura yakalanmadan vardık Marmaris’e akşamüstü saatlerinde. (Ankara-Polatlı üzerinden Afyon- Dinar-Denizli- Muğla ve Marmaris.)

Elimden geldiğince aşağıdaki haritada göstermeye çalıştım toplam yaptığımız yolu. Yani ilk rotamız ve sonrası, toplamında 1920 km.lik mesafeyi yaklaşık şu şekilde katettmişiz.) Evet. 1920 km.!! Bir önceki seyahati katladık anlayacağınız:)

Bike Route

Marmaris’e sağsalim ulaştık ve hemen geceleyeceğimiz otele yerleştik. Bir duş, ardından Marmarisin içinden limanına uzanan kısa bir yürüyüş ve en nihayetinde yemek yemek için bir durak seçip sandalyelerimize yerleşme faslı. İşte en sevdiğim an bu andı dostlarım. Benim ince belli uzun bardaktaki Tekirdağ ile buluşmam neticesinde anca kendime geldiğimi söyleyebilirm:) Yemeğe oturduğumuzda inceden yağmur yağmaya başlamıştı bile. Sanırım saat 23:00 civarlarında odamıza doğru yol alırken, yağmur da kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Hatta biraz ıslandık. Gece, özellikle sabaha karşı saatlerine kadar gök gürültülü sağnak şeklinde yağmur yağdı ve neredeyse Marmaris’i sel aldı! Hatta sabah kalktığımda yataktan ayaklarımı yere indirmemle ayaklarımın su içinde kalması bir oldu: Odanın ortasına kadar yağmur suları taşarak gelmişti balkondan:( Neyseki biz toparlanıp kahvaltıya inerken otel sahipleri odanın icabına bakıverdiler ivedi bir şekilde.)

Başak’ın telefonu ile onların da sabaha karşı Marmaris’e geldikleri ve hatta halihazırda teknemizde olduklarını öğrendik. Limanda teknemizi bulduk: Yasemin Sultan! Tekneyi gördüğümde oldukça şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Her ne kadar fotoğraflarını da görmüş olsam, teknemiz benim -ve diğerlerinin- beklentilerimizin hayli üzerindeydi! 2 direkli, 4 kamaralı, 28 mt.lik kocaman bir yelkenli.

6 KİŞİ Güzel güzel yerleşip, hızla alış-verişimizi yaptık. Zira anlaşmamıza göre içeceklerimizi kendimiz alacaktık. Tahmin edeceğiniz üzere benim gibi içmekten keyif alan bir takım arkadaşlar olunca yolculukta, haliyle yüklüce bir alkollü-alkolsüz içecek alışverişi yapıldı. Tekne sahibinin -takım arkadaşlarımızdan birinin arkadaşıydı kendisi- devamlı başımızda “Yok artık, içemezsiniz 4 günde bu kadar şeyi, yapmayın ya, almayın, kalır, yazık olur” serzenişlerine bir noktada aldırmaya başlama ihtiyacı hissederek durduk! Durduk durmasına da.. Tatilin 3. günü öğlen saatlerinde tekneden bira alış-verişine başlamıştık bile. Liste, ilgisini çekenler için şu şekildedir. İlgisini çekmeyenler 3 alt satırdan devam edebilirler:)

İçecek Listemiz: 8 şişe Kırmızı, 1 şişe Beyaz Şarap. 48 Büyük, 24 Küçük Bira, 2 şişe Yeni Rakı, 1 Büyük şişe Votka ve 1 şişe Viski. (Bunları akşamüstü güneşi batırıken içtik.) 24 Kutu Diet Kola ve Zero karışık. 12 Kutu Ice-Tea ve 4 Kutu Red-Bull. Su mu? Hatırlamıyorum, kolilerceydi.

Hava bize güzel yüzünü göstermeye, bulutların yavaştan dağılmaya başladığı an, saat 10:00 civarlarında limandan ayrılarak, hayatımın gerçekten en güzellerinden biri olacak o 5 günü geçirmeye doğru yola çıktık.

Marmaris Harbour

Yolculuk başladı, havanın da güzelleşmesi ile birlikte artan keyfimize keyif katıp, güvertedeki yaklaşık 15 kişi için tasarlanmış minderli bölüme yayılıverdik. Gezdiğimiz tüm koyların listesini Başak tutmuştu. Ondan aldığım şekliyle buraya iliştiriyorum:) 21 Eylül Marmaris-Arap Adası- Bozukkale, 22 Eylül Bozukkale-Oğlan boğuldu:)- Kızılada, 23 Eylül Kızılada-Söğüt ve 24 Eylül Söğüt-Serçe- Kumlubük (Akvaryum) Bence en güzel koy, en son geceyi geçirdiğimiz Akvaryum Koyu idi. Yemyeşil ağaçlar, inanılmaz renkteki deniz küçücük bir koyda buluşmuş ve ortaya muhteşem bir manzara çıkarmıştı. Buradan teknemizi fotoğraflama imkanı buldum. Onu da yazının ikinci yarısında ekleyeceğim.

Sabah kahvaltılarımız, öğlen ve akşam yemeklerimiz tamamen bir şölen havasında geçti. Ahçımız inanılmaz marifetli Murat Abi’ye tekrar teşekkür. Her öğünde en az 2-3 çeşit meze, bolca salata ve sıcak yemek, ızgara vs. oldu. Taze fasulyeden, kuru fasulyeye, Levrek ve Çupra ızgaralardan, et sotelere, kalamar tavalardan, makarnaya kadar inanılmaz çeşitlilikte sofralarla karşılaştık her defasında. Çanın çalmasını sabırsızlıkla bekler olduk. Turdaki arkadaşlarım umarım bu amiyane tabiri kullandığım için bana kızmazlar, ama bir nevi Pavlov’un Köpekleri gibiydik:) Turu tamamladıktan sonra Sevgilim‘le beraber biz tatilimizin ikinci yarısına devam etmek üzere başka rotalara doğru yola çıktık. Her defasında en zorlandığımız şey yemek seçmek oldu:) O kadar alışmışız ki çalan çanın neticesinde soluğu aldığımız sofrada bizim için hazırlanmış hazır yemekleri görmeye. Seçmek çok zor geldi sonradan:)

To Blue Voyage

2 gün naneliydi hava, ama 2 gün de günlük güneşlik. Güneşi bulunca bir miktar yanabilmek umuduyla güvertede yatıp kitap okuduk. Çok fazla denize girmedik ne yazık ki, çünkü deniz hakkaten soğuktu. Dışarı çıkınca da sürekli bir rüzgar. Sanıyorum bir gün dışında her gün günde 2 defa anca girebildim ben. Bir koyda, şnorkel ve gözlükle daldık teknenin yakınındaki kayalıkların arasına. Yıllar yıllar önce, ilk defa scuba dalışına gittiğimiz gündeki gibi gümüş renkli bir balık sürüsünün ortasına düştüm yine:) İnanılmazdı. Yüzlerce, binlerceydiler. Aralarında onlarla birlikte yüzdüm, öylece durup benim etrafımda dönüşlerini seyrettim. İlerisi buz mavi renkte, öte taraf lacivert. Anlatılamaz bir tecrübeydi:)

Gecelerimizi güvertede uyku tulumlarının içerisinde geçirdik. Kimsenin canı kabinlerde yatmak istemedi. ( Gerçi master bedroom’u biz bileğimizin hakkı ile kazanmıştık kağıt seçmece oyununda ama:) Sadece son gece sabaha karşı azıcık atırştırdı hava. Toparlanıp odalara geçtik, ama 10 dk. içinde dindi bitti ahmak ıslatan:) Süper keyifli yemeklere, sohbetlerimizle eşlik ettik. Birbirimizi en yalın hallerimizle fotoğrafladık hep:) Bol bol kitap okuyup, balık tutmaya çabaladık:) Birbirimizi daha iyi tanıdık. Güzel müzikler dinledik ve bence en önemlisi “huzur” bulduk.

Blue Sky

Teknede zaman o kadar güzel geçiyormuş ki bunu anladık. Hepimizinde ilk tekne turu tecrübesiydi bu tatil. O sebeple biraz da, normal 7 günlük bir tur yerine kısa olanını tercih etmiştik. Bundan sonra ise yaz tatillerimizin bir kısmında ne yapacağımıza karar verdik bile: İyi ihtimalle yine bu 6 kişi bir şekilde denk gelmeye çalışacağız ve bir yaz Göcek Koyları, bir yaz Datça Koyları, diğer bir yaz Gökova-Bodrum koyları şeklinde en az 3 yaz daha bu aktivitelere devam edeceğiz. Teknede olmak güzel, denizde olmak, özgürce yelken açmak güzel. Ama bir de ayakkabı-kıyafet zorunluluğu olmadan yaşamak da güzel:) Her daim Çıplak ayaklı kontes tadındaydık. Teknede ayakkabı yasak:) Üzerimizde en fazla bir uzun kollu ya da bir eşofman altı oldu ki, normalde tavsiye edilen dönemlerde mavi tura çıkıyorsanız eğer ihtiyacınız olan sadece mayo-bikininiz:) Biz serinleyen hava ile mücadele etmek durumda kaldık ne yazık ki. En iyi dönemin Ağustos’un son haftası ile Eylül’ün ilk haftası olduğu söylendi kaptanımız tarafından. Bence de en makulu. Biz sevgili Alev’in askerlik görevini tamamlamasını beklediğimiz için son haftalarına denk geldik Eylül’ün.

Mavi Tur kaptanımız Murat Abi, ahçımız Murat abi ve miçomuz sevimli İsmail:) Mavi tur takım üyeleri: Başak-Alev çifti, Güçlü-Özge çifti ve Sevgilimle ben:) Harika bir tecrübenin gerçekleşmesi sırasında o güzeller güzeli Yasemin Sultan Teknesinde Macera arayanlar.. Aradığını fazlasıyla bulanlar:)

*Bizim tur hakkında bilgiye ulaşabileceğiniz yer de şurası. Hatta ben fotoğrafını koyana kadar, Yatlarımız-4 Kabinli başlığı altından Yasemin Sultan’la önceden tanış olabilirsiniz:)

Mavi Tur sona erdiğinde, Marmaris Limanına geri döndüğümüzde yağmur yağmaya başladı tekrardan. Eşyalarımızı tekrar yüklenip bu defa hep birlikte ikinci durağımız DALYAN’a doğru yola koyulduk 25 Eylül Perşembe öğleden sonra saat 14:00 civarlarında. İşte bu da yolda fotoğraf molası için durduğumuzda fotoğrafladığım ulaşım aracımız:) Şimdi doğru Dalyan’a, hadi bakalım…

Our Bike

Eylül Derken..

Canal From London

Sonbaharın ilk ayıdır Eylül..

Giderek serinleyen havanın sebebi belki de.

Bir sürü arkadaşımın dünyaya geldiği ay.

Yaprakların yavaşça sarı-kahverengi-kızıl renklere dönüşmeye başlayıp kendilerini kocaman bir bahar ve yazdan beridir ikamet ettikleri ağaçların kollarından aşağıya bırakmaya başladıkları bir ay.

Güzel bir adı vardır ayrıca, güzel ve hüzünlü: Eylül.

Roman ismine de uygun hem.

Kimileri için başlangıçlar, kimileri içinse bitişleri ifade eder; ama çoğunlukla ümit edilen, özlem duyulanı getirmesi istenen, önünden andlar içilen, kendi kendimize sözler verdiğimiz bir aydır Eylül nedense!

Yalnız, az biraz solgun, hafif serin, ama keyifli bir aydır benim gözümde.

Hristiyanlar için “İstavroz ayı”, Karadenizliler içinse “İstavrit ayı” imiş:)

~

Şaka maka tam  4 Eylüldür buralarda birlikteyiz hep beraber biliyor muydunuz? Ne güzel:)

~

Eylülü karşılarken siz, günlük hayatımızda yuvarlanıp gitmeye devam ediyoruz biz. ( “O” ve ben yani) Sevgili ile koca bir Cumartesi öğleden sonrasını haftalık yemeğimizi yapmak için mutfakta beraber geçirdik. Sonra da hazıladığımız yemeklerden azar azar soframıza taşıyarak resmen bir ziyafet alanı yarattık kendimize. Yemeğe katılan oldu, sonrası içki-meyva kısmına katılan oldu. Sonra da “O” ve ben kendimizi Dib Sahne‘de buluverdik. Üniversite yıllarımdan dinlediğim FLU performansını, aralarda DJ hatunun başarılı müzik seçimlerini, yüksek yüksek tavanlarını ve özellikle kırmızı klozetli tuvaletlerini ben çok beğendim. Ankara’da iyi müzik dinlerken, dans ederken telef olmayacağınız bir yer. Giriş için 15 YeTeLe verdik sanırsam. Tunalı Hilmi’nin hemen başında.

~

Liva Pastanelerini biliyorsunuzdur. Bizim sokaktakinden her hafta sonu envaye çeşit börekler ve poğaçalar almadan kahvaltı masasına yerleşemiyoruz biz:) Orada yediğim her türlü tatlının da benzerini başka bir yerde tatmadım ben. Özellikle profiterolü çok güzeldir. Şimdi ise bu güzel tatlarının daha hafif kalorili olarak sunulabileceği yeni bir mekan açtılar Farabi Sok.da: LivaLight! Bence fikir süper. En kısa zamanda bir tatmak lazım der, buralarda olanlara duyururum.

~

Birkaç hafta sonra yıllık iznimizin kalanını geçirmek üzere yine yollara düşeceğiz:) Bu defa “Ömrü Hayatımda Yapmayı Arzuladıklarım” listemden bir maddenin daha üzerini fosforlu bir kalemle çiziktireceğim kızmetse:) Yine ucunda “mavi” olacak, yine motorsikletimizle düşeceğiz yollara. Bu defa yol daha uzun, velakin hazırlığım daha iyi olacak;) Bu tatil uzun olacak, malum bayramla birleşecek. Oldukça maceralı olacağı hissiyatındayım, ve eğlenceli, ve bol yemeli-içmeli. Dolayısıyla birkaç kilo versem fena olmaz sanki triplerindeyim:) Bakalım, göreceğiz. Sevgili‘m, her ne kadar göbeklendim ben desede hala beraber yaptığımız ve beraber keyifle yediğimiz tüm yemeklerin sadece bana yaradığını düşünmekteyim!

~

Bu hafta sonu ise yine Efes/Selçuk yolları taştan bize. (Sevgili’m atlamaya gittiği en az senenin bu sene olduğunu söyleyip duruyor. Geçtiğimiz yıl her hafta sonunu orada geçirmiş de!) Bu bizim 4. gidişimiz olacak. Cumartesi tüm günü sevgili arkadaşlarım Tolu ve Ayşegül Sultan ile geçireceğim bir aksilik olmazsa. Onlar şu an itibariyle Datça’da birlikte tatil yapmaktalar! (Sondaki ünleme dikkat çekerim!) Eskiden “biz” olurduk her yerlerde, şimdi evlenip barklanınca beni dışında bırakıyor alçaklar planların. Neyse artık, 1 günlüğüne de olsa yine “biz” olabileceğiz. Onları Yedi Uyuyanlar’a ve Şirince’ye götüreceğim. Bol bol otlu gözleme, şarap yedirip içireceğim. Sadece ben mi kilo alayım yahu, yaşasın kötülük:)

~

Eylül ayının en sevdiğim taraflarından biri de Amerika Açık‘ın her daim ulaşılabilir bir kanalda benimle olmasıdır:) Hafta sonu ve tüm akşam sadece EuroSport’ta tenis maçı izliyorum. Ve ne mutlu ki bana “O” da bundan büyük keyif alıyor:) Seyrettiklerimizin uygulamasını yaptık bu Cumartesi sabahı. Velakin Pazar sabahı Dib çarptı beni yataktan kalkmam 10.00’u buldu! Haliyle sabah sporu hayal oldu..

Neyse, diyeceğim güzel bir Eylül olacak bu Eylül.. Kulağıma öyle fısıldadılar benim:)

Bir Sörf Macerası Sonunda Elde Ne Olabilir?

Surf Adventure

A) Sol bacağın hemen dış bilek kısmında 3 cm. boyunda, bayağı derince bir kesik mi?

B) Sol ve sağ ellerin küçük, yüzük ve orta parmaklarında su toplaması sonrası soyulan derilerin bıraktığı kırmızı-pembe görüntü mü?

C) Her iki bacakta dizlere kadar varan morluklar, şişlikler mi?

D) Sırt, boyun kasları ağrısı mı?

E) Hepsi mi?

Tabiki bildiniz: Bendeniz için geçerli olan şıkkı işaretlemem gerekiyorsa bu kesinlikle E olacaktır! Tabi tüm bu yara-berelere ek olarak 3 günün sonunda kendi kendime bir sörf kiralayarak, yapacak duruma da geldim. Hani kazanımlarımız da olmadı değil.. İlk şıktaki kesik biraz sörf ile alakasız bir alanda gerçekleşti bu arada. Bir kayanın üzerinden basıp geçerken ayağım kaydı ve ciddi derin bir kesiğe sahip oldum. Bugün olayın gerçekleşmesinin üzerinden tam 13 gün geçti, velakin pek bir iyileşme belirtisi yok. Olmayacak gibi aslına bakarsanız, iz kalacak! Bende gidip üzerine bir dövme yaptıracağım misler gibi tam olacak! Zaten istiyordum o bölgeye, bahanem oldu:) Diğer parmak derisi yüzülme ve bacak morarma hikayeleri direkt olarak sörf tahtası ve yelken ile bağlantılı:) Kas ağrılarından bahis bile etmiyorum:) Hatta edeyim, şöyle ki;

….

Gittim, başlangıç paketi aldım; 5 saat hoca ile 5 saat kendi kendine pratikle toplamda 10 saatte sörf kullanır hale getiriyorlar adamı. İlk gün az rüzgar ile resmen oyun oynadık. Hatta ben bir ara yelkenime “püf püf” şeklinde elimden geldiğince, ciğerlerim yettiğince hava pompalamaya bile çalıştım, o kadar rüzgar yoktu yani yılın neredeyse 360 gününü rüzgarlı geçiren Alaçatı’da. O gün daha çok dengede durma, yelkeni sudan kaldırma, rüzgara göre yelkenin açısını değiştirme, sörfe yön verme gibi durumların bol bol pratiğini yaptık. Ben ve bir hatun kişi daha. Hocamız ikimize resmen özel ders verdi, bence de gayet iyiydi dersler.Bu arada ilk gün o rüzgarsız havada bile bol bol düştüm suya. Dizimdeki morluklar, biraz açıkta bordun üzerine çıkmaya çabalamamla meydana geldiler! Ellerimdeki yaralar yelkenin ipini çekerken meydana geldiler! Amma kalın halatvari ipti onlar öyle kuzum! Ertesi gün şiddetli rüzgarda yaptığım self-practise sonrasında da rüzgarla ve yelkenle cebelleşirken sırt ve kas ağrılarımla tanış olduk!

Sevgili, “Vallaha en son 15-20 yıl olmuştur herhalde sörf tahtasına çıkmayalı, yelkeni tutmayalı” dediydi bana giderken biz. İlk gün sörf hocamızın yakın markajında biz kendi kendimize ufak adımlar atarken o da sahilden bizi görüntüledi birkaç kare. Sonra bir baktım adam yok! E denize girmeyi sevmiyordu hani. Zaten Alaçatı’da yüzmek için sörfle açığa, 300 mt. kadar ileriye gidip orada girmeniz lazım.. Güneşlenmekten de fellik fellik kaçardı.. Nerdeki bu adam demeye kalmadı, yanımdan bana el sallayarak hayvani boyutlu bir yelkenle süzülüp açıklara doğru ilerledi kendisi:) “Hani 15-20 yıl olmuştu sen yapmayalı bu işi, bu ne ya, süper gidiyorsun işte” dediğimde bana “E şekerim kasların hafızası var bence diyorum sana da inanmıyordun, al sana kanıtı.” dedi. Aslında bu konularda ona bu tarz tepki gösterek ağzım bir karış açık “hakkaten mi bu kadar senedir uğraşmadın bu işle” falan dememem lazım! Tenis kortundaki ilk günümüzden sonra bu konuyu anlamış olmam gerekirdi: Evet, kasların hakkaten hafızası var! Ya da bu adam beni uyutuyor:) Uzun süredir yapmadığını söylediği başka bir spor yok allahtan, konu burada nihayetlenecek. Kış geldiğinde ne kadar iyi bir kayakçı olduğunu bilhare yazacağım, inşallah ölmez de sağ kalırsak:)

Surf Adventue 1

İkinci gün benim en eğlendiğim gün oldu. Özellikle öğleden sonra müthiş bir performan gösterdim. O gün itibariyle yelkenin yönünü değiştirebiliyor, üzerime doğru gelen acemi:) arkadaşların sörfleri ile çarpışmamak için değişik yönlere kurtarabiliyordum kendimi. Yelkenim sevgiliye göre küçük olmasına rağmen, beraber birkaç tur bile atabildik, süperdi:) Hatta selibiritylerimizden sayın Tan Sağtürk ile bile çapraz bir geçiş gerçekleştirdik açıkta. Güzeldi yani, memnun kaldım. Tabiki benim sörf yapıyorum dediğim şey ile Çağla Kubat‘ın ya da Bora Kozanoğlu‘nun çalışmaları arasında Toroslar kadar fark var, kabul. Ama ben bu işi sevdim ve diyorum ki bir dahaki sefere bir eldiven edinmeyi başarırsam daha az zarar görerek, daha az eğlencesi olan bir yazı yazabileceğimden de eminim:)

Merak ediyorsanız, gidin yapın hayatınızda eksik kalmasın derim. Deniz sever, mavi sever, macera sever, adrenalin tutkusu olanlar için bir kayıp bence denenmemiş olması itibariyle. Sürekli yapacağım bir spor olamayacak ne yazık ki. Bir defa çok pahalı bu kiralama işleri bana.. İkincisi uzak anacım Alaçatı! Denizle ilgili her aktiviteye uzak kalmayı başarabilen tek şehir olan Ankara’da yaşıyor olmam da cabası! Dalarken de ben böyleydi, anam ağlardı yazık kadıncağıza. Her cuma gecesi bin otobüse, git en yakın! dalınacak mevkiye, 4 defa dal sonra dön gel Pazartesi sabahı otobüsten sersem sepelek bir halde inerek işinin başına! Bir arkadaşım var kulakları çınlasın, Barış. İzmir’de yaşıyordu İstanbul’a taşındı. Ama duyduğuma göre Alaçatı’dakiler onun taşındığından bir habermiş, zira Barış her hafta sonu azimle sörf yapmaya devam ediyor!! Bana zor, beni aşar. Ama tatillerde gittiğim yerde sörf yapabilme imkanı doğarsa hiç durmayacağım bunu biliyorum, bu da yetiyor bana:)

Bir tatil güncesi daha burada bitiyor dostlar. Son dönemlerde oldukça az sıklıkta yazdığımın farkındayım, bu konuda beni maillerinizle taciz etmenize hiç gerek yok. İçim daha çok acıyor zira. Neden derseniz, eskisi kadar laptopımla haşır neşir değilim takdir edeceğiniz üzere, e beş ay olmuş hayatıma bir adam gireli:) Aynı evde yaşıyor, hayatı paylaşıyor olmamızda cabası. Kendimize ait zamanlar daha yeni yeni yaratılıyor, yeni yeni birbirimizi 5 dk. da olsa rahat bırakıyoruz:) Birde fotoğraf çek-e-miyor olmam, tatile gittiğimde 60-70 pozla dönüyor olmamında JTB’yi ihmal etmemle alakası var. Biliyorsunuz ki burada sadece yaşadıklarımı ya da hissettiklerimi paylaşmıyorum. Aynı zamanda çektiğim fotoğrafları, hoşa gideceğini düşündüğüm an’ları da paylaşmaya çalışıyorum. Fotoğrafsız bir yazı yayınlamak pek bana göre değilmiş gibi. O yüzden bazen yazacak birşey olmuyor, bazen de fotoğraf olmuyor yazdığımla alakalı sunabileceğim göz zevkinize. Bir görev gibi görmemekle birlikte, burada olmayı seviyorum. Buradan ulaştığım insanlarda uyandırdığım hisleri, iyi şeyleri seviyorum.

Velhasıl, en kısa zamanda yeni bir yazı ile buluşmak üzere diyerek huzurdan ayrılıyorum. Bu da haftalık planlı-aktivite listesinden geride kalanlar, bakın görün ne kadar meşgul bir kadınım:)

06 Ağustos Çarşamba gecesi Dostlarla tatil dönüşü Balıkçıköy buluşması

07 Ağustos Perşembe?akşamı Spor Okulunda 19:00-21:00 arası tenis

08 Ağustos Cuma gecesi Sevgili arkadaşımız Natali’yi Amerika’ya uzun tatile uğurlama okasyonu

09 Ağustos Cumartesi sabahı Spor Okulunda 07:00-09:00 arası tenis

10 Ağustos Pazar sabahı Spor Okulunda 07:00-09:00 arası tenis

Alaçatı ~ Mavi Kapı:)

Blue Door

Alaçatı’da tüm evler taş, kapı-pencereler de mavinin envaye çeşit tonunda. Türkiyenin tek sakız ağacı bahçesine sahip beldesi Alaçatı. Bu sebeple kendisine karşı hislerim çok derin, beni çok etkiledi. Bir kere ben taş ev konseptini çok hoş bulurum. Mavinin her tonuna tabir yerindeyse “hastayım”. Damla sakızının kokusuna ve tadına bayılırım.

Kendisiyle tek sorunu topuklu ayakkabılarımla merkezinde arz-ı endam etmem sırasında yaşadık o kadar:) Sokaklar dar ve arnavut kaldırımlı olunca, haliyle akşam yemekleri için giydiğim uzun ve ince topuklu ayakkabılarımla bir hayli zorlandım. Hatta bir gece topuğum direk taşların arasına girdi ve ben bir sonraki adımı atamadım:) Zaten döndükten hemen sonra ayakkabıları elime almamla, tamirci ustasıyla buluşma vakitlerinin ivedilikle gelmiş olduğunu görmem de bir oldu.

Genel bir tabir vardır “yediğin içtiğin senin olsun, gezdiğin gördüğün yerleri anlat” diye hani. Alaçatı’da görülebilecek çok fazla birşey olmamasından sebep sanırım benim kendisine ilişkin söyleyebileceğim şeyler de sınırlı kalacak: Alaçatı beldesine otobandan gelirken görülen sıra sıra dizilmiş Türkiye’nin ilk rüzgar enerjisi üreten devasa rüzgar gülleri, merkezin girişinde yer alan eski değirmenler, oldukça sığ ve üzerinde rengarenk yüzlerce kelebek konmuş hissi uyandıran serin denizi, akşam üstü saatlerinde kalabalıklaşmaya başlayan sokakları, özel ve güzel birkaç bina ve eski kiliseden bozma cami. Hepsi bundan ibaret.

Street From Alacati

Biz sörf dışında yeme-içme ile ilgiliydik her zamanki gibi:) O sebeple birkaç güzel keşfi paylaşmak istiyorum gidecekler için:

İlk akşam çok hoş bir mekan keşfettik ara sokaklardan birinde, Kalamata‘nın çaprazında: Barbun BAR. O akşam çok aç değildik dolayısıyla sadece birkaç kadeh içip sohbet edebileceğimiz bir yer bakınıyorduk. Çok isabetli bir seçim yapmışız. İçeri baktığımızda kocaman bahçe çok güzel dekore edilmiş, ışıklar, mumlar ve çiçekler çok özenli yerleştirilmişti. Kapı girişinin hemen sol tarafında bir uzunca masa ve üzerinde taze bir sürü baharat, soya sosu, zeytinyağları, çeşitli sebzeler ve çiğ deniz ürünleri ile değişik boyutlarda wok tavalar ve bir ocak bulunuyordu. Ocağın başında da çok şeker genç bir hanım. Bahçeye doğru ilerlediğinizde ise bu defa girişteki masanın bir boy küçüğü, üzerinde henüz hazırlanmış mezeler ve çeşitli kaseler içerisinde sizin isteğiniz doğrultusunda salata olacak yeşillikler bulunuyordu. O masanın da başında bir hanım vardı takdir edeceğiniz üzere. Evet, Barbun Bar hanımlar elinden çıkma bir mekan. Sahibi olduğunu tahmin ettiğimiz orta yaşın biraz üstü bir hanım, daha sonra  yemek yemek için gittiğimizde rezervasyon yapılmış birkaç masanın çiçek-böcek düzenlemesi ile uğraşıp, etrafındakilere ne yapmaları gerektiğini söylüyordu zira. İlk akşam Lounge tarz müziği, ve uzun zamandır içmediğimizi farkettiğimiz Jack Daniels‘ları ile bizi -elektrikler kesilene kadar- fethetti Barbun. (Şansımıza bir çalışma nedeniyle elektrikleri kesilince mekandan erkenden ayrıldık.) Son akşamımızda da burada yemek yedik. Erken gidip içkilerimizle oyalandıktan sonra geçtiğimiz şirin masamıza peynir-kavun ikilisi, güzel bir ege salatası, midye dolma (tadı damağımda, muh-te-şem-di!), kalamar tava, deniz börülcesi ve tahinli patlıcanı konuk ettik bir küçük 35.lik Tekirdağ ile beraber.

Alacati Street

Oradan ayrılıp bu defa ters istikamette güzel müzik yapan bir yer ararken Rolling Bar‘ı bulduk.Şarabi‘nin karşısında hemen. Dışarıda bira içebileceğiniz, arada sapıtsalar da güzel rock parçaları dinleyebileceğiniz bir mekan. Sonraki akşam yemeğimizi ise Şarabide yedik. Ambiansı çok hoş, yemekleri lezzetliydi ve pek tabi seçtiğimiz 2002 Chianti şarabı duble harikaydı. Yemeğin üzerine içtiğim damla sakızlı türk kahvesi geceye son noktayı koydurttu bana:) Gelirken birkaç paket getirdim yanımda. Ayrıca söylemeden geçmemek lazım, İmren Pastanesinden aldığımız damla sakızlı kurabiyelerin tadını da hiç unutamayacağım sanırım, kesinlikle tatmaya değer.

Ilıca‘da bir akşamüstü, tavsiye üzerine, gittik Kumrucu Şevki‘yi bulduk. Birer kumru yedik. Ne menem birşeydir hep merak ederdim. Nasıldı derseniz, benim için müthiş bir deneyim olamadı. Zira ben daha güzelini evde hazırlayabiliyorum:) Sadece ekmeği farklıydı, ama yakında ekmek makinası alacağım için onun da hakkından gelirim diye tahmin etmekteyim:) Ve fakat bu Kumrucu Şevki Baba bu işten oldukça para yapmış olmalı ki, 3 tane dükkanı vardı küçücük Ilıca’da!

Kumruları yedikten sonra, rüzgarda uçmamaya çalışarak sığınacak bir yer ararken Yıldız Burnu mevkiinde çıktı karşımıza Cafe No:15. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan rahmetli Celal Bayar’ın evinin ön tarafı, aile efradı tarafından cafe olarak halka açılmış. Özellikle çalan jazz albümleri beni mest etti. Biraz kendimize gelince aynı sıradaki Pechos adlı rock barına gittik. Ilıca’da daha fazla vakit geçiremeden döndüğümüz için bir dahaki tatilimde Çeşme-Ilıca-Aya Yorgi Koyu, Dalyanköy ve civarını da görmek istiyorum çok.

Öğlen yemeklerimizin tümünü Alçatı Surf Paradise Clup‘da yedik. Bence yemekleri ortalama idi, fiyatları ise tavan! Bir akşam da önce liman üzerindeki Shaka Pansiyonun o güzel ve ferah barındaki bir R&B Partisine katıldık, daha sonra da soluğu Babylon‘da aldık. Naim Dilmener vardı DJ olarak, eski Türk Hafif Müziği parçalarına ait bir gece oldu. Çok eğlendim, çok içtim, topuklarımı yüzlerce defa aralıklı her yere taktım dans ederken. Ama çok çok çok eğlendim:) Ne kadar da kalabalıktı Babylon, gözlerime inanamadım!

Bunlar yapabildiklerimiz. Elimde güzel bir liste olmasına rağmen sadece 4 günümüz ve sörf öğrenmek için çok isteğim olunca bütün günü plajda geçirmemizden sebep çoğunu yapamadık. Ama özenle oluşturduğum listemi burada paylaşıyorum. Siz gidin bari, ühühhühü..

Detail From The Table

………..

~ Alaçatı ve Çevresi Gidilecek Mekan-Yenecek Yemekler ~ 

İmren Tatlı ve Helva Evi: Sakızlı ve mercan köşklü dondurma, Sakızlı Kurabiye (Mercan köşklü limonata içdim, bayıldım.)

Yıldız Restoran: Selanik usulü soğan böreği

Tuval: Gül Baklavası, Zom Patlıcan, Muska böreği, Paşa mezesi, Sucukaki köftesi.. (Burası her daim inanılmaz kalabalık olduğu için önünden her geçtiğimizde içimiz giderek bakakaldık! Sosyetik ve ünlü çoğu insan buranın müdavimiymiş.)

Köşe Kahve, Merkez Kahve

Fahir Balık Restorantı: Salaş bir mekanmış, ama kömür ateşinde lezzetli balık alternatifleri mevcutmuş.

Büke Pansiyon: Güngör hanımın özel asma filizi yaprak dolması ve sörfçü böreği çok meşhurmuş!

Ilca-Şifne Koyu: Balık yemek için en uygun mekanlar buradaymış!

Dost Pide: Ilıca’da. Tahinli pidesini denemek lazımmış.

Aya Yorgi Koyu’nda Paparazzi: Çok güzel müzikler yapan, jazz çalan, yemekleri ve ambiansı ile çok popüler bir mekanmış.

Can Baba: Çeşme Çiftlikköy’de balık-rakı muhabbeti için tavsiye edilmişti.

……………….

Ünlü şahsiyet olarak Köşe Kahve’de sakin ve asil bir biçimde otururken selamlaştığım, eski okul arkadaşım, Ece Sükan ve hemen hemen her gün ve akşam kendisiyle burun buruna olduğumuz Tan Sağtürk vardı Alaçatı’da gözüme çarpan. Tan Sağtürk’ün çarpmaması olası değildi zira pek neşeli, enerjik, yüksek sesle konuşan, biraz göbek salmış, tüm gün sörf üzerinde ve dibimizde röportaj vermesinden sebep bu tatilimin en akılda kalıcı ünlüsü kendileri oldu efendim. Kendi deyimiyle Bergü ile (Bergüzar Korel) bundan sonra nerede tatile gideceklerini biliyorum, ama ı-ııh söylemem:)

Sörf deneyimim ile ilgili olarak son bir yazı yayınlayarak noktalayacağım Alaçatı tatilime ilişkin izlenimlerimi. Süper bir haftasonu diliyorum:)