Kişisel Notlar Konulu Yazılar

35. Vodafone İstanbul Maratonu

35.İstanbul maratonu

Benim için, koşmaya başladığımdan beridir çok özel bir yerde duruyor Vodafone İstanbul Maratonu, nam-ı diğer Avrasya Maratonu! Anadolu yakasından Avrupa’ya, Boğaziçi Köprüsü’nü koşarak geçmenin güzelliğinin yanı sıra, bir parçası olmaktan ve adına “iyilik peşinde koşmaktan” mutluluk ve gurur duyduğum Adım Adım oluşumunun yıl içerisinde en aktif olduğu, en çok bağış toplanmasına destek olduğu bir etkinlik çünkü. Bu yıl da 750’yi aşkın  koşucusu ile Pazar günkü maratonda yer alacak.

Geçtiğimiz yıl bu zamanlar henüz 10K koşmaya yeni başlamıştım ve bu yıl, ilk İstanbul Maratonu’mda 15K koşmayı hedeflemiştim. Lakin üç hafta önce ayağımın alçıya alınmasıyla birlikte tüm hayalim tuzla buzla oldu 🙁 Nasıl üzüldüğümü anlatabileceğimi sanmıyorum. Hedeflediğim, hazırlandığım ve gün saydığım, benim için özel bir yere koyduğum bu etkinlikte yer alamayacağım, bu yıl desteklemek için seçtiğim STK olan TEGV için koşamayacağım gerçeği beni çok üzüyor hala.

Ama “her şeyin bir nedeni var” şeklinde düşünmeye de devam etmek, bu yıl belki bu sakatlıktan daha güçlü çıkarak gelecek yıl maraton koşabileceğim gerçeğine odaklanmayı da başarmak istiyorum. Hem üzüntü, hem de pozitif düşünme-bardağa dolu tarafından bakma, olumlama fikri arasında garip bir ikilemdeyim itiraf edeyim 🙂

Bu sabah aldığım bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum bu girizgahtan sonra!

Adım Adım oluşumu bugün bir rekora imza attı sevgili okuyucular. Daha önce 2012 Avrasya Maratonu’nda 578 bin TL ile yardımseverlik koşusu rekoru kıran Adım Adım‘ın “iyilik peşinde koşan” koşucuları, henüz İstanbul Maratonu başlamadan önce, dün itibariyle 587 bin TL ile yardımseverlik rekoru kırmış bulunuyorlar! Düşünün ki koşu henüz koşulmadı, desteklemek için dilediğiniz koşucu vasıtasıyla dilediğiniz STK’yı hala vaktiniz var. Kampanyalar, koşu tamamlandıktan sonra bir hafta daha devam ediyor. Bu rakamın ulaşacağı noktayı 1 milyon TL yapar mıyız acaba?

Bu defa ben koşan arkadaşlarıma bağış katkısı yaparak destek verebiliyorum. Umuyorum seneye bir parçası olmayı başarırım bizzat. Hala içinizde bir Adım Adım koşucusunu desteklememiş olanınız varsa acele edin derim. Tutarın önemi yok, 5 TL de 50 TL de kabul. Bu ülkede güzel bir şey yapmak için çırpınan insanların çoğalmasına katkımız olsun 🙂

Şanslı Kadın!

seashells

Benim o!

Hem de öyle böyle değil. Hiç yüz yüze tanışmadığım halde kilometrelerce uzaktan benim için düşünülerek, zarifçe hazırlanmış el emeği-göz nuru bir paket postaya veren; çok özel olduğuna inandığım bir kadın var. O kadın benim için birbirinden güzel, renkli ve misler gibi kokan kurabiyeler hazırlamış; kurabiye kutusuna da bir kart iliştirmiş. Şöyle başlıyor kart:

“Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur..

Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur..”

~ Mevlana

Doğum günümü 15 gün öncesinden kutlayan, yüz yüze tanışmadığı bir kadını bu hüzünlü günlerinde nezaketi ile gülümseten bu kadına, Azra‘ya teşekkür etmek istiyorum. Bana ne kadar şanslı ve değerli bir kadın olduğumu bir defa daha hatırlattığı için.

Bir tanesin 🙂

seashellss

 

Zorunlu İstirahat!

london

Kasım ayı yıllar boyunca hem iyi haberler, yeni başlangıçlar, şenlikler ve bol kutlama ile; hem de kötü, canımı sıkan olaylar, bitişler ve acıtan-büyüten tecrübelerle dolu geçti hayatımda! Hiç sekmez, her yıl Kasım ayında bir şeyler olur! Bu yıl da Merkür’ün Akrep burcunda geriye gidişi sebebiyle olduğu söylenilen sebepten herhalde, Ekim sonunda acıtan bir tecrübe yaşayarak girdim Kasım ayına.

Evde spor yaparken birden sağ ayağımı burktum ve tarak kemiğimi kırdım!

Hayatımdaki ilk kırığım! Benim gibi sabırsız, hareketli bir kadına verilebilecek en kötü cezalardan biri hareket kabiliyetimin kısıtlanması olurdu. Nitekim evren bana “Bir dur be kadın” dedi herhalde. Duruyorum şimdilerde, on gün bitti bile. Eşim, dostum bana sabırlı olmam gerektiğini, olaya iyi tarafından bakmam gerektiğini söylüyor. İlk dört gün sol ayağımın üzerinde zıplayarak işimi gördüm, şimdilerde alçının topuğuna basarak da olsa yürüyebiliyorum evde çok şükür.

Okuyorum bol bol. Ne kadar dergi varsa iPad üzerinde okunabilecek, sanıyorum hepsini okudum; seyahat, kadın dergisi, sağlık-egzersiz, sanat, vs. Yılmaz Özdil’in “Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda” kitabını okudum mesela iki günde. Son on iki yıllık siyasi tarihimizin kapkara resmini çizivermiş 352 sayfa ile sayın Özdil. Olanı biteni serivermiş tüm çıplaklığıyla. Beş gazetenin arşivinden 460 bin sayfayı toplamda bir buçuk yılda tarayarak tarih tarih koymuş ortaya ülkenin durumunu. Şimdi kitabı alıp ilk durumu, oradan bu noktaya gelişimizi hatırlamanızı tavsiye ederim naçizane. Ama baştan söyleyeyim, kitabı okurken şakaklarınız zonklayacak, dişleriniz sızlayacak sıkmaktan. Ben arada tırnaklarımı da geçirmişim avuçlarıma yumruğumu sıktığım için, sol avucumda izi kaldı bir süre.

Sonra bir şeyler okurken karşıma çıktı Mevlana, nam-ı diğer Rumi şu sözüyle : “Don’t grieve. Anything you lose comes round in another form“. “Üzülme. Kaybettiğin her şey başka bir şekilde karşına çıkar“. Sonra ben bunun üzerine düşünürken bir de bu çıktı tam oldu. Yine Rumi’den: “The wound is the place where the light enters you“. “Yara, ışığın senin içine girdiği yerdir“.

İçimde “ışık”la, “kaybettiğim” hareket kabiliyetimin bana “bilgelik” formunda “geri dönmesi” sürecindeyim. Okuyorum, düşünüyorum. Arada burayı besliyorum. Dua etmeye ise her daim devam!

Cumhuriyetimiz 90 Yaşında!

Nurlar içerisinde yatsın, büyük teyzemin rahmetli eşi, Cumhuriyet tarihimizin en değerli bestecilerinden Sn. Faik Canselen‘den çok dinledim Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk’ü ben. Çocukken en sevdiğim marşlardan biri olan “İleri” marşının onun bestesi olduğunu duyduğumda ne kadar gururlandığımı tahmin bile edemezsiniz. Bu marşı bestelediğinde yaşı sadece 17 imiş!

Bu özel güne bu güzel marşı okuyun, eskisi gibi coşkuyla yürekten söyleyin istedim. Yaş aldıkça, tehdit gördükçe değil; her an her dakika aklımızda olmalı nereden nereye, nasıl geldiğimiz.

“Yürü, bu yol şeref zafer yolu.

Karşında bekliyor seni tanyeri
Yürü, atıl devir karanlığı
Durma yürü, haydi ileri.

Varsın gel desin sana
Yeşil gölgeli çamlar
Ninni fısıldayan dereler
Şen nameler, gülen bir boğaz.

Hayır, sakın yolunda kalma sen.
Dağları yıkan gücünle sars her yeri
Atam diyor, öğün çalış güven
Durma yürü, haydi ileri..”

Ne Mutlu Türküm Diyene.

Ne Mutlu Cumhuriyetimizin Değerini, Kıymetini Bilene.

Londra Keşifleri II

me-myself-london

Londra’daki son günümüzü ve gecemizi efektif bir şekilde geçirme niyetiyle şöyle bir plan yaptık. Sevgilim beni, daha önceki gelişimde görme fırsatı bulamadığım “Camden Town“a götürecek, ben de onun daha önce gidip görme ihtiyacı hissetmediği “Nothing Hill” ve “Portobello Road“a götürecektim onu! Plan güzel başladı ve bir sürprizle taçlandı. Şöyle ki gündüz saatlerinde harika bir operasyonla burnumuzun dibindeki Dominion  Tiyatro’sunda gösterimde olan “We Will Rock You” müzikaline iki biletimiz oluverdi birkaç dakika içerisinde 🙂 Londra’daki ilk müzikalim!

Önce “Camden Town”da “Camden Town Market” gezisi. Pek sevdiğim ve çok erken kaybedişimize üzüldüğüm Amy Winehouse’un da yaşadığı yer olan bu semt inanılmaz enteresan bir yer. Alış veriş ve eğlencenin merkezi. 1000’in üzerinde irili ufaklı dükkan, mağaza ve tezgah var burada. Bir taraftan çok renkli, karışık, marjinal; diğer taraftan sanatçıların, yerli ve yabancı turistlerin göz bebeği. Hiçbir yerde görüp bulamayacağınız enteresanlıkta kıyafetler, aksesuarlar, dövme ve piercing dükkanları var. Bir çok ünlü grup üyesinin buradaki mağazalardan sahne kıyafeti ve aksesuarı aldığını öğreniyoruz.  Sanırım Londra’da yaşasam her dönemi yad edeceğimiz bir kıyafet partisi organizasyonu yapabilirdim evde! Burada bulamayacağınız bir şey olacağını sanmıyorum. Yolda yürürken simsiyah giyinmiş, siyah makyajlı bir rocker da görüyorsunuz, mavi saçlı punk bir genç kız da! Ayrıca kendi yaptığı el emeğini satan bir sürü sanatçının standının başından da ayrılmayacağınızın garantisini veririm. Birbirinden güzel Londra fotoğrafları ile hazırlanmış tablolar, saat ve bilgisayar parçalarından yapılmış kolye ve küpeler, ahşap yontularak ortaya çıkarılmış telefon ve ipad kılıfları ve daha nicesi!

camden-town-market,camden-town-market-01

Bir de kocaman başka bir pazar vardı ki “Camden Town Market” çevresinde burada inanılmaz bir alış veriş yaptım! “Stables Market“, eski ahırlardan bozma bir çarşı. Burada da oldukça fazla sayıda vintage kıyafet ve aksesuar bulabileceğiniz mağazalar var. İçinde ve çevresindeki devasa at heykellerini görünce anlayın ki doğru yerdesiniz 🙂 Sadece vintage dükkanlar değil, aynı zamanda yeme-içme üzerine de çok çeşitli alternatiflere rastlayabilirsiniz. Burada dolaşırken ilgimi çeken ve sadece deri kıyafetler, ceketler satan bir vintage dükkanından hayatımda yaptığım en  iyi alış verişi yaptım ve sadece 10 pound ödeyerek %100 deri, gri-mavi renkte bir ceket aldım 🙂 Aslında deri eteklerin yer aldığı bölümde de kendimi kaybettim, lakin hem ortamın ısısından hem de uygun bedende bir şey bulamadığım için üzülerek ayrıldım dükkandan! Bir sonraki gidişimde burada sadece alış veriş için bir tam gün ayıracağıma kendime söz verdim fakat. (Ceketimi her gün sevip okşadığım doğrudur 🙂 )

stablesstables-01

Buradan zorla ayrılıp “Nothing Hill”e doğru gezimize devam ettik o gün. Bu defa iki katlı, klasik kırmızı otobüsleri kullandık. Böylece bir ilk daha gerçekleştirerek, geçtiğimiz sefer kısmet olmayan otobüs turunu da yapmış oldum. “Nothing Hill”  bölgesi, özellikle “Portobello Road” benim severek, keyifli vakit geçirdiğim başka bir bölge. Her ne kadar özellikle hafta sonları kurulan antika pazarını görememiş olsak da, yol boyunca çok güzel bir meyve-sebze pazarına ve yol kenarındaki dükkanların kapı önlerindeki stantlarında yer alan minik antika eşyalar, taze çiçekler ve çok hoş aksesuarlara ilişkin sergilenen parçalara rast geldik. Semtin adıyla anılan filmdeki park ve kitapçıyı bulmayı da ihmal etmedik. Gösterişli Viktoryen tarzda evleri ile kozmopolit ve prestijli bir yer “Nothing Hill”. Huzurlu, sakin caddeleri, arnavut kaldırımlı sokakları var. O evlerden birkaç tanesini beğendik, hayal kurduk bile “bizim olsaydı acaba…” diyerekten 🙂

nothing-hillnothing-hill-01

portobello-road-o1

Buradan atladık metroya ve ver elini “Little Venice” kanalı, “Warwick Avenue“. Önceki kaldığım semt. Öğleden sonra içkisi için sevdiceğimi elinden tutup zamanında benim vakit geçirmekten çok keyif almış olduğum kanalın hemen yanındaki “The Waterway” adlı mekana götürdüm. (Mekan değerlendirmesini yine yan taraftaki YELP profilim üzerinden görebilirsiniz). Bu mekanın benim için kendisini hep özel kılacak bir tarafı var. Nedir bilemiyorum ama burada terasta oturmaktan, bir kadeh şarap içmekten ve kanal üzerinden gün batımını izlemekten çok keyif alıyorum. Şuraya tıklarsanız eğer, fotoğraf galerisinden mekanın keyif aldığım terası ile siz de tanışabilirsiniz 🙂 Adeta minyatür Venedik kanalı edasıyla bir sürü tekneye ev sahipliği yapan, çevresinde bir koşu-yürüyüş parkuru ve yemyeşil kocaman parkları olan bu kanal aynı zamanda metro istasyonuna iki dakikalık mesafede!

little-venicelittle-venice-o1

Keyifle geçirdiğimiz günümüzü tamamlamak için kaldığımız otelin yolunu tuttuk artık akşamüstü saatlerinde. Saat 19.30’da başlayacak müzikal için yerimizi aldık on dakika öncesinden Dominion‘da. Çok kalabalıktı “We Will Rock You” müzikali o gün. 10 yıldır sahnelenen bir müzikal olması ilgiyi hiç azaltmamış. Ben ki zaten çocukluğumdan beridir her türlü müzikali büyük bir heyecan ve mutlulukla izlerim, müzikal cenneti olan bir şehirde böyle bir tecrübe beni aldı götürdü diyebilirim. Youtube’da bulunan müzikale ait parçaların seslendirildiği videolarda bizim o akşam seyrettiğimiz kadro yok. Ama temin ederim ki, o gece bizim izlediğimiz kadrosu bence diğerinden çok çok daha başarılı. Muhteşem ve unutulmaz grup Queen’in en güzel şarkılarından oluşturulmuş, Ben Elton’ın kitabından uyarlanmış müzikalde müziğin, şarkı söylemenin ve müzik aletlerinin yasaklandığı, herkesin aynı giyinip, aynı düşünmeye zorlandığı, baskının hakim olduğu, Killer Queen karakterinin egemenliği altında sorgulamadan, düşünmeden, bilgisayar odaklı yaşayan topluluğun arasında var olma savaşı veren bir grup bohem gencin hikayesini anlatıyor.

Müzikal Innuendo ile açıldı, I Want to Break Free, Under Pressure, I Want it All, Crazy Little Thing I Love, Who Wants to Live Forever, Don’t Stop Me Now, Another Bites to Dust ile devam edip, We Will Rock You, We Are the Champions gibi muhteşem şarkılarla son buldu. (Bunlar sadece bir kısmıydı tabi). Bazı şarkılarda tempo tutup, çığlık çığlığa söylediğimiz doğrudur 🙂 Kesinlikle görün diyebileceğim, harika bir tecrübeydi. Umuyorum daha bir çok defa Londra’ya gider, diğer birbirinden ihtişamlı müzikal prodüksiyonlardan birkaçını daha görme fırsatım olur.

Ve işte Londra macerası da burada, bu şekilde -şimdilik- sona erer:)

**Bu arada bugün sabah saatlerinde spor yaparken büyük bir talihsizlik sonucu sağ ayak tarak kemiğimi kırarak, ayağımı 3-4 hafta alçıya aldırmış bulunmaktayım! Avrasya Maratonunda koşamayacak olduğum için çok üzgünüm. Umuyorum en kısa zamanda ayağa kalkar, kaldığım yerden antrenmanlarıma devam ederim. Zira benim gibi yerinde duramayan biri için hareket kabiliyetinin kısıta girmesi çok fena 🙁 **

we-will-rock-uus-in-london