Şiirler – Alıntılar Konulu Yazılar

MSG:Hey Gidi Hey!!

MSG ne mi ola? Bir müzik grubunun adı. Sayılı gitar virtüözlerinden kabul edilen Michael Schenker’in Grubu’nun adı. Bu grupla ilk tanışmam 1994 yılı sonbahar aylarından Kasım’a denk gelir. ODTÜ 1. sınıf öğrencisiyim. O zamanlar “BEST” vardı, şimdilerde rahmetli oldu. Fen-Edebiyat-Mimarlık ve İdari Bilimler Fakülteleri ile Hazırlık Okulu’nun ortasında şirin, pek canlı, pek heyecanlı bir cafe Best. Hazırlık döneminde sabah bir giriyoruz kağıt oynamaya, akşam 17:40 servislerine ucu ucuna yetişiyoruz. Ben ODTÜ’ye girdiğim dönem ayıptır söylemesi “pişti” oynamayı bile bilmiyordum. Bana “Bu okuldan mezun etmezler kağıt bilmeyen adamı” dediler bir gün, eh o halde öğrenelim dedik. ODTÜ’ye girmişiz, geri mi kalacağız bu tarz afilli sosyal aktivitelerden:) Bu sayede hayatımın en keyifli, en geyik, en olmaz 1 yılını-Hazırlık dönemini geçirdim okulda. Bir sürü aktivite arkadaşım oldu. Piştinin yanı sıra, King, 3-5-8, Poker gibi bir sürü faydalı “Hayat Okulu” derslerinden sınav oldum. Geçtim, kaldım. Bol bol “Kek Kola”sı içti dostlar benden eşli pişti partileri sonrasında..

1. sınıfa geçince bu Lale Devri’de son buldu haliyle. Kağıt oynama işini Best Cafe’de ve hayli geride  bırakıp Introduction derslerine attık kendimizi. İşte o dönemlerde arayışlar başladı. Ne arayışı mı bu?  Yeni takılınacak bir mekan. Fazla araştırmaya çok gerek kalmadan kampüsün diğer tarafında, mühendislik fakültelerinin ortasında, güzide “WIMPY” keşfedildi. Başladık oraya takılmaya. Ders çıkışları soluğu Wimpy’de alıyoruz, hem yemek yiyoruz, hem de saatler süren pineklemelere eşlik eden onlarca yeni arkadaşımızla huşu içerisinde sohbetler ediyoruz. İşte bir gün masalardan birinde otururken yine, hoş bir adam oturuverdi yanımıza. Karşımdaki arkadaşımın arkadaşı olan bu adamın ilk gözlerine takıldım: MAVİ. Sonra dudakları: DOLGUN :)) Ve elinde evirip çevirdiği kağıtlara gözüm takıldı, ellerini, ince uzun parmaklarını gördüm. Boyu da boyuma uygun:)) İlk öyle, orada karşılaştık kendisiyle. Sonra birçok defalar bir araya geldik ve bir gün bakmışız beraberiz. Bir gün bana elinde bir A4 ile çıkageldi: “Bu, sana sevgilim” dedi. Açtım okudum. Hayatımda aldığım ilk AŞK MEKTUBU’dur:)) Mektup, aslen bir şarkının sözlerinden oluşmakta. Mektubun başlığı: “What Hapens To Me”. Mektubun asıl yazarı: Michael Schenker. Nam-ı diğer MSG tarafından da hoş bir musiki eşliğinde dile getirilmekte.!

İşte bu grupla tanışmam böyle oldu. Bu şarkının ilk sözlerini okudum. Sonra sevgilim şarkıyı bana dinletti arabasında. Hatta eve yaklaşmıştıkta, bitirelim diye şarkıyı bir tur daha atmıştık evin çevresinde:)

İşte bu grup, benim için anlamlı. İşte bu grup 3 Mayıs 2006 Çarşamba günü Ankara’da Saklıkent‘te olacak.. 4 Mayıs 2006 Perşembe İstanbul Yeni Melek Gösteri Merkezi‘nde. 3 Mayıs’a ajandamın akşam aktivitesi kısmını kapatmış bulunuyor, sizleri hayatımı değiştiren şarkının sözleri ile baş başa bırakıyorum. Sözleri ezberimden. Sürç-i lisan edersem affola.

WHAT HAPPENS TO ME!

Everyday I think About You/All The Time Crazy For You/Tell My Self Again And Again/I’ll Be Patient But Then

I Feel You Deep In My Heart/Sell My Soul For Just One Part/Could It Be Ohh That Easy/After All You’ve Said To Me

You Broke My Confidence/Took It All/Why Can’t You See/It Makes No Difference/To You It Seems/What Happens To Me

Everyday I wake Without You/One More Way To Face What Is True/Life Goes On What Else Can Do/You’re Not Here Cause You Don’t Need Me

Everyday When I Think About You/Like A Prayer To Child Is New/In My Thoughts You’ll Always Be/The Only One Who Could Make Me Happy

Never Had To Worry/Didn’t Need To Care/Said You Really Loved Me/But You’re Not There

Mırıldanıyorum..

İşim çok bugün, yazmak istediklerimi de yazamayacağım bu sebepten.. Ama dün seyrettiğim filmden aklıma takılan, musikisi kulaklarımdan, sözleri dilimden bir türlü gitmeyen, Frank Sinatra’dan Henry Connick Jr.’a kadar hep iyi seslerin icra ettiği bir güzel şarkı vardır ki.. Mırıl mırıl söylüyorum içimden. Diyorum ki içimde kalmasın, tüm iyi insanlarla paylaşılsın. Tüm güzel kadınlara gitsin.. Güzel olmayı becerebilen, iyi kadınlara gitsin.. Tanıdığım tanımadığım, iki çift güzel kelamı hak eden, tüm ışıltılı kadınlara gitsin..

(Aşağıdaki şarkı, My Best Friends Wedding filminde Julia Robert’ın yeni evli çifte armağan ettiği, aslen kendisi ve “En İyi Arkadaşı”nın özel şarkılarıydı..) Bir de soruyorum: Sizin sevdiceğinizle özel bir şarkınız var mı?

The Way You Look Tonigh

Someday, whem I’am awfully low/When the world is cold/I will feel  a glow just thinking of you/And the way you look tonight.

Yes, you’re lovel, with your smile so warm/And your cheeks so soft/ There is nothing for me but to love you/And the way you look tonight.

With each words your tenderness grows/Tearing my fear apart/And that laught that wrinkles your nose/It touches my foolish heart.

Lovely.. Never ever change/Keep that breathless charm/ Won’t you please arrange it?/Cause I love you.. Just the way you look tonight.

Deniz Kabukları Toplamak İstiyorum..

Gün henüz ağarırken uyanmak/Yüzümü bile yıkamadan kendimi çıplak ayaklarımla sahile atmak istiyorum/Çıplak ayaklarımı serin kum taneleri ile buluşturmak/Bir süre öylece güneşi doğurana kadar kalmak istiyorum/Ayaklarım kumlara gömülü/Gözlerim ufka dikili/Saçlarımı sabahın hafif serinliğinde dağıtmak/Gülümseyen gamzelerimle sabahı karşılamak istiyorum/Güneş doğmaya başlayınca sonsuzluk çizgisinden/Eğilip ayaklarımın altınaki serin taneli kumdan/Deniz kabukları toplamak istiyorum/Adını yazmak için dalgaların düzelttiği/Işıl ışıl parlayan kumsallara/Yazmak için aldığım hazzı/Duyduğum öfkeyi/İçimde yıllardır saklanmış olan tüm sesleri/Tüm duyguları/Sessizliğin sesi olsun diye deniz kabuklarım/Sahile yazmak istiyorum herşeyi ama herşeyi/Dalgalar gelip üzerinden geçsin diye/Islatsın serinletsin diye/Bazılarını alıp denizin derinliğine taşısın diye/Kendimi taşıtamam diye/Deniz kabukları toplamak istiyorum/Çocukluğumda yaptığım gibi koleksiyonuma katmak için değil/İfade edebilmek için bazı şeyleri/Ve artık taşımamak için bazı yükleri/Ellerimde deniz kabuklarım en sevdiğim sahilde öylece kalmak istiyorum/Ayaklarım serin kumlarda/Başımı kaldırmış gökyüzüne/Serinlikle dağılan saçlarımın kapattığı gamzelerimden yayılan gülümsemem ile..

Dilara (20 Mart 2006/06:38)

İyiden Mükemmele..

Nam-ı diğer Good To Great‘i okuyorum bu aralar, sağır sultan bile biliyor artık… Bu ayki MHA ödevim İnsan Kaynakları üzerine olacak. Bu kitabı okuyup, kendi kurumum için Good-To Great stratejilerini kullanarak bir plan oluşturmam bekleniyor. Kitap fiilen 1,5 aydır elimin altında da, ben anca bu hafta başından beri her gece 20-25 sayfa okumaya zorlamaya başladım kendimi. Yarısına geldim, hafta sonu bitiririm diye düşünmekteyim. Kitap benim oldukça hoşuma gitti. Edinebilenler ve bu konuya ilgi duyanlar okusun derim ben. (Adil baba‘ya selam ederim, o bu aralar audio book’lara takık vaziyette. 2 günde bir kitap bitiriyor vallaha:))

Güzel bir cümle ile başlıyor kitap: “İyi, mükemmelin düşmanıdır.! ” (Good is the enemy of great.) İyiden mükemmele bir şekilde ulaşmış ve orada kalmayı başarabilmiş 11 farklı sektörden vakayı incelemişler kitapta. Yaklaşık 5 yıllık bir periyotta ve büyük bir araştırma takımı ile. Bu “iyiden mükemmele” ulaşmış kurumların karşılarına da “karşılaştırma” yapabilecekleri 11 kurum daha koymuşlar.  (Aynı endüstriden, aynı fırsatlara ve kaynaklara sahip; fakat iyiden mükemmele ulaşmayı başaramamış kurumları.) Birde Unsustained (Ben “tutunamamış” diyorum)  6 kurum daha var kitapta incelenen. Yani, mükemmelliğe ulaşmış, ama orada kalmayı başaramamış olanlar.

Kitapta iyiden mükemmele giden tüm bu kurumlarda görülen ortak özellikleri toparlamış; ayrıntıları ve diğerleri ile karşılaştırmalarını yaparak anlatmışlar. Bu kurumların 20 yıllık bir zaman dilimindeki incelemeleri içerisinde enteresan şeyler var paylaşmak istediğim:

* İyiden mükemmele taşınan kurumların 11’de 10 tanesinin CEO’su organizasyonun içinden yetişmiş, gelmiş. Kıyaslanan kurumlardaki CEO’lar ise normalden 6 kat daha fazla değişmiş 20 yıl içerisinde..

* İyiden mükemmele giden kurumlar mükemmel olmak için öncelikli olarak “ne” yapılması gerektiğine değil; “ne yapılmaması” ve gerektiğinde “nerede durulacağının bilinmesi” üzerine eşit olarak odaklanmışlar.

* İyiden mükemmele giden kurumların hamle yaptıkları noktadan mükemmele yapılanmalarına giden süreçte 3 aşama belirlenmiş: İnsanların disipline edilme süreci, fikirlerin disipline edilme süreci ve son olarak hareketin, çalışma şeklinin disipline edilmesi. (Ben ilk aşamadaki 2 önemli bölümü bitirdim şu ana kadar.)

* İlk aşamada 2 önemli kavram var: “Level 5 Leadership” (5. seviye liderlik) ve “Firts who.. Then What” (Önce kim, sonra ne?)

* İyiden mükemmele ulaşmış kurumların hepsinde rastlanan 5. seviye liderlik denen şeyin özündeki nokta; bu seviyedeki liderlerin (CEO’ların tümünün) oldukça alçakgönüllü, sakin, neredeyse çekingen veya utangaç, ama bir o kadar da irade sahibi, vizyon sahibi olmaları yatıyormuş. Bu seviyedeki liderler, kendi ünlerine ve başarılarına odaklanılmasından çok, kurumlarına ilgi çekilmesinden yanalar. “Ben” değil,  her başarıyla altından kalkılan proje ile ilgili soru sorulduğunda “biz”kullanan kişiler. Karşılaştırma yapılan kurumların CEO’larındaki ortak özellikler ise hırslı olmaları, öncelikle kendi çıkarları ve ünlerinin peşinde olmaları, dergilere-gazetelere, ya da show programlarına çıkmaktan hoşlanmalarıymış. Bunlar “biggest dog” sendromun sahip kişiler olarak adlandırlımış. Yani klübedeki diğer köpekleri, en büyük köpek kendi kaldığı sürece umursamıyorlarmış:))

Buna güzel bir örnek var kitapta: Tutunamamış kurumlardan biri olarak gösterilen Rubbermaid‘in CEO’su olan Stanley Gault ile 80’lerde yapılan bir söyleşi bulunmuş. Bu söyleşide Gault 44 defa “ben” derken, yalnızca 16 defa “biz” demiş:))

Başka bir örnek biraz buruk bir vaka: Gilette’in patronu Colmon Mockler 16 yıl mücadele etmiş piyasada rakipleri ile. Bunu ne şekilde yaptığını, Gilette’in hisselerini nerden nereye, hangi güçlüklerin üstesinden gelerek taşıdığını anlatmış Collins. 1991 yılında Forbes Magazin’de kapakta; bir dağın zirvesinde, elinde başının üzerinde tuttuğu kocaman bir jilet ile karikatirüze edilmiş. Dağın eteklerinde ise altettiği firmalar ve onların CEO’ları çizilmiş ufak olaraktan.. Bir nevi Conan şeklinde resmedilmiş Mockler. Bu dergiyi gördükten yaklaşık 15 dakika sonra odasında kalp krizi geçirip ölmüş! Tevazuya aşık bir insan için kaldırılamayacak bir durum!

* “Önce kim.. Sonra ne” kavramında ise iyiden mükemmele ulaşmış kurumların liderlerinin otobüse önce “doğru” (right) kişileri alıp, “yanlış” (wrong)  kişileri otobüsten indirdikleri ve bu doğru insanları da doğru yerlere oturttuklarını; daha sonra ise “nereye” (where) gidileceğine karar verdikleri ifade edilmiş. Eskiden beridir söylenen “İnsanlar (İnsan kaynağı ya da) en önemli varlığınızdır” (People are  your most important assest) sözünün artık değiştini ifade etmiş bu liderler. Yeni söz şu şekilde dostlar: “İnsanlar artık sizin en önemli varlığınız değil. Doğru insanlar en önemli varlığınız.” (People are not your most important asset. The right people are)

Bunun gibi bir sürü çıkarılacak ders, yaşanmış olay ve bir dolu gerçek CEO ve mükemmel organizasyon hikayeleri var kitabın içinde. İlerledikçe yine paylaşmaya çalışacağım..

Son olarak mükemmele ulaşmış, ulaşamamış ve tutunamamış kurumların listesini vererek bugünkü yazımı noktalayayım artık:

Good To Great Companies : Abbot, Circuit City, Fannie Mae, Gilette, Kimberly Clark, Kroger, Nucor, Phillip Morris, Pitney Bowes, Walgreen, Wells Fargo.

** Kitabı bugün evde bırakmıştım, o sebeple diğer kurumların adını hatırlayamadım tam olarak. Pazartesi buraya ekleyeceğim:))

Comparison Companies:Upjohn, Silo, Great Western, Warner- Lmbert, Scott Paper, A&P, Bethlehem Steel, R. J. Reynolds, Adressograph, Eckerd, Bank of America.

Unsustained Companies: Burroughs, Chrysler, Harris, Hasbro, Rubbermaid, Teledyne.

Biraz Ondan, Biraz Bundan..

İşte öyle istedi canım bugün. Aslında bugün buraya ne yazacağım belliydi, ama son anda başka bir haber daha hatırladım burada bahsetmem gereken: Bugün, benim de severek dinlediğim, gelmiş geçmiş en başarılı bestecilerden biri olan Mozart’ın doğum günü. Benim sevgili eniştem (Faik Canselen) de tam bir Mozart hayranıdır. İlk o çalarken dinlemiştim Mozart’ın birbirinden güzel konçertolarını.. Bu linkten meraklısına hayatı ve eserleri ile ilgili detaylı bilgi. Vakti olanlara okumak için keyifli bir yolculuk.!

Aslen bugün, Jen Gray’den ilham alarak yazmak istediğim şeyler vardı aklımda. Şu an Jen, bir yolculukta. Kendine yolculukta.. Benim yapmak isteyip de henüz yapamadığım bir yolculukta.. Kafasındaki soru işaretlerine cevap arıyor. Bu arada da neler hissettiğinden, neler keşfettiğinden bahsediyor. Benim gibi hergün takip ediyorsanız, ne demek istediğimi anlamışsınızdır.  Yolculuğunu başlatan birçok şey vardı. Devam etmesine olanak veren de.. Bu dörtlük, hem de Mevlana Celaleddin Rumi’den bu dörtlükse onun bu yolculuğunda ona doğru yolda olduğuna dair destek veren bir dosttan gönderilmişti. İşte şöyleydi bu dörtlük:

“God turns you from one feeling to another

and teaches by means of opposites,

so that you have two wings to fly,

not one!”                                      Rumi

Şimdi gün be gün Jen’in yolculuğunu takip ediyor, içsel dünyasında onunla aynı şeyleri paylaşabiliyor muyum diye düşünüyorum. Doğru yaptığına şüphem yok. Ama başarırsa eğer, benim için de, kendim için de bir umut doğacak. Belki de beklediğim ışık yanıvercek. Ben de onun izinden takibe başlayacağım aynen onun yaptığı gibi. Ya şimdi, ya sonra.. Ama mutlaka bir gün! Çünkü biliyorum ki bunu hep istedim, hep istiyorum ve de hep isteyeceğim. Yapmassam, bu yolculuğa çıkmassam rahat edemeyeceğim.