
Uykum kaçtı dün gece..
Kitaplığımın önünde bir şeyler aradım okumak için.. Sonra elime aldığım bir kitabın arasından bir kağıt parçası çıktı.. Kağıdın içinde bir şiir.. Şiirin altında bir imza: Ahmet ALTAN. Kimin verdiğini hatırlamaya çalıştım, ne yazık ki hatırlayamadım:( Daktilo ile yazılmıştı, sanıyorum bilgisayar teknolojilerine geçmeden az önce edinmişim kendilerini..
Okumaya başlayınca şiiri hatırladım; Duracaksın’dı adı… O anki, dün geceki hislerime, daha doğrusu birilerine anlatabilmek istediğim düşüncelerime o kadar güzel tercüman olmuştu ki şiir! Hemen dedim paylaşayım “Maviye Yolculuk’ta”… Alan alsın mesajı, almayan da keyifli bir şiir okusun günün bu vakti:)
DURACAKSIN
Acı,
ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,
öfke,
kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,
keder,
yaşlı bir ağaç gibi üzerine yıkıldığında,
duracaksın…
Durup,
gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın.
Sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin,
Çiçeklerini koklayıp, derin bir soluk alacaksın.
Ölüm seni kuşattığında,
tam da o anda, hayatı düşüneceksin.
Acıyı, kederi, öfkeyi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın,
bir zaman “Dinlenin biraz” diyeceksin…
Bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün istiridyeleri açarak,
bir sevinç arayacaksın.
Hayaller kuracaksın.
Hatıralarını bir defa daha gözden geçireceksin.
Sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri.
Özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri.
Teninde iz bırakanları ve senin izini taşıyan tenleri.
Seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına gülenleri.
Sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını, sevdalarını, sevişmelerini, özlemlerini, şakalarını bir bir yerleştireceksin içine.
Hayat denilen mucizenin sana verdiği armağanları sıkıca kucaklayacaksın.
Ölüm her taraftan üstüne saldırıp seni kuşattığında,
tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.
Güzel bir haber gelecek belki yarın sabah.
Belki bir mektup alacaksın.
Sana gülümsemesini istediğin gülümseyecek belki sana
Serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde kaybolduğunda, tam da o zaman, karanın bir gün görüneceğini düşüneceksin.
Gözcünün “Kara göründü” diye bağırdığını hayal edeceksin.
Kara hiç görünmese bile, hiç olmazsa neyi aradığını ve neyi kaybettiğini bileceksin.
Çektiğin onca fırtınanın, varmayı umduğun o umutlu hedefle mana kazandığını anlayacaksın.
Her şeyini kaybetsen de hayallerini kaybetmeyeceksin.
Neyi aradığını hiç unutmayacaksın.
Sevinçlei ne kadar hatırlarsan, acının dernliğini o kadar kavrayacaksın.
Yaşadığını ve yaşayabileceğin güzel şeyleri ne kadar çok düşünürsen, öfke o kadar keskinleşecek.
Karanlık inerken, ışığa daha dikkatli bakacaksın.
Geleceğinle arana, dibinde canavarların dolaştığı bir uçurum koyduklarında, nasıl biteceğini bilmediğin atlayışını yapmadan önce, geçmişine, sevinçlerine, hayallerine yaslanıp güç alacaksın.
Sevdiğin bir türküyü mırıldanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin.
Bir çiçek iliştireceksin yakana.
Ölüm seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.
En azgın, en ihtiraslı sevişmelerini..
En çılgın hayallerini..
En çağıltılı kahkahalarını..
Acı,
ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,
öfke,
kızıl bir küheylan gibi at koşturduğunda,
keder,
yaşlı bir ağaç gibi üzerine yıkıldığında,
duracaksın…
Durup, gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın.
Sana, iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin,
çiçeklerini koklayıp, derin bir soluk alacaksın.
Ölüm seni kuşattığında, tam da o anda, hayatı düşüneceksin.
Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın,
bir zaman “Dinlenin biraz “diyeceksin.
Onları şefkatle dinlendireceksin.
Çünkü onlara yeniden ihtiyacın olacak!