“We Have One Life To Live
And One Chance To Live It In The Richest Way Possible”
Judith Thurman…
“We Have One Life To Live
And One Chance To Live It In The Richest Way Possible”
Judith Thurman…
Bugün sabah sabah çok güzel bir atasözü okudum.. Bir İsveç atasözü..
“Fear less, hope more, eat less, chew more, whine less, breathe more, talk less, say more, hate less, love more; all good thinhgs will be yours.”
Ne güzel!
Ayrıca çok keyifli bir akşam geçirdim 2 dostumla beraber: Ayşegül Sultan ve Cem.. Teşekkür ederim.. Söylediğiniz herşey için..
**Gitmeme 2 gün kaldı, hazırlıklar hala sıfır durumda!!!
Zihnin, vücudun ve ruhun!
Mind, body and soul!
Sabahları işe gelirken dolmuşta okuduğum kitaptan, bugün aklımda yer eden 3 kelime..
Kitap diyor ki….
Kaygılarımız, değerli zihinsel enerji ve potansiyelimizin boşalmasına neden olur. Kısa sürede hiç enerjimiz kalmaz geriye ve yaratıcılık, iyimserlik ve motivasyonumuz bizi tükenmiş biçimde bırakarak uzaklaşır.
Eğer kaygılarımızdan uzaklaşabilmeyi öğrenir, hayatımızın ana hedefinin veya kaderinin ne olduğunu keşfedebilirsek yaşamımız boyunca bir tek gün daha çalışmak zorunda kalmayız. İşimiz bize eğlenceli gelir.
Silkelenip, örümcek ağlarından kurtulmanın tam zamanıdır. Üzerinden daha az geçilmiş yolları denemenin.. Hapsolduğumuz kendi güven alanlarının ötesine geçebilmenin..Kendimiz için yapabileceğimiz en iyi şey bu!
Kalıcı kişisel bilgeliğe ve kendi insani yeteneklerimizi anlamaya giden yol: Zihnimiz, vücudumuz ve ruhumuzdur!
Ben de diyorum ki…
Yaşamınızı, kendinizi, sevdiklerinizi, hedeflerinizi, mutluluklarınızi, heyecanlarınızi, hobilerinizi, çocuklarınızi, tonton büyükannenizin gülümsemesini, sevgilinizin iyi taraflarını düşünmek için ZAMAN ayırın! Günde belki bir 10 dakika..
Tek bir olumsuz düşünceye bile sahip olma lüksümüz yok.! Bunu haketmiyoruz.!
Bu sabah ofise bayağı erken geldim. Rahatça maillerime bakacak ve onlara cevap yazacak vaktim oldu yani. İstanbul’dan arkadaşım sevgili Ayşe’nin mailini gördüğümde çok mutlu oldum; çünkü uzun zamandır haberleşememiştik. Mailinin ekinde Aziz Nesin’den bir yazı vardı, adı: Bir Kadını Ağlatmak… Ben, Aziz Nesin severim ve zamanında da bir çok yazısını okumuşluğum var. Fakat bu yazı ile ilk defa karşılaştım. Biraz kadınca hislerimin baskınlığı ile, bu yazının benim tarafımdan yazılsa ancak bu kadar iyi yazılabilir, ifade edilebilirdi düşüncesinden hareketle burada, bu sayfaya göz atan herkesle “Bir Kadını Ağlatmak”ı paylaşayım dedim. Teşekkürler Ayşe’cim…
Bir Kadını Ağlatmak….
“Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında..Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir şarkıya, bir filme, bir yazıya.. En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.
Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe! İşte o zaman kocaman bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra. Ağlamayacağım der içinden, ama engel olamaz işte. Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki kadın? İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce bir kaç damla, sonra yağmur seli… Ve kadın ağlar, hem de çok!
Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan , orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü..
Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan “Ağlama, niye ağlıyorsun ki? Değmez onun için” derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar, ağlamazlarsa ölürler! İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltahaba dönüşür yaraları.
Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar. Zaman geçer sonra, kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yen acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı.
Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları, evet ama olgunlaştıkça o safça inandıları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden: Güçlü, yenilmez, mağrur, ve aşka inamayan!
İnsanlar soruyorlar çoğu zaman “Niçin bu kadar çok bekar kadın var” diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiç bir zaman! Hep bir çıkarları oldukları sarıldıkları adamların.. E o zaman niye sarılsınlar ki!
Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa, bilin ki olgunlaşıyordur. Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır. Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. O da kim, ne diye sormayın artık! Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü…”
Rıhtımda uyuyan gemi, hatırladın mı engini?
Sert dalgaları, yosunu, suların uğultusunu?
N’olur bir sabah vakti çağırsa bizi sonsuzluk,
Birden demir alsa gemi, başlasa güzel yolculuk..
Yırtılan yelkenler gibi enginle başbaşa kalsak..
Ve bir şafak serinliği içinde uykuya dalsak..
Rıhtımda uyuyan gemi, hatırladın mı engini?
Gidip de gelmeyenleri, beyhude bekleyenleri…
~ Ahmet Hamdi Tanpınar