Paris’te evlendik diye biz, o günün akşamı güzel bir düğün yemeği yedik sevgilimin kuzeni ve onun eşi ile. Restonun adını da kartını da almamışım! (Aferin bana!) O geceki heyecandan olabilir. Otelimiz St. Germain bölgesindeydi. Yemek yediğimiz resto ise St. Michel ile St. Germain’in kesistiği bölgenin yakınlarında. O akşama özel soğan çorbası, fondü ve ördek denemelerimiz oldu.
Şunu söyleyebilirim: Hepsi de inanılmaz lezizdi.
Bir de hiç hayatımda denemediğim kaz ciğerini (Foie gras) denedim. Ben sandım ki kendisinden nefret edeceğim. Hayır, hiç de öyle olmadı! Kaz ciğeri seviyorum ben artık, böyle biline:)
Paris’te toplam 3 gece geçirdik. Bu 3 gece boyunca bol bol kırmızı şarap ve bira denedik.
İlk akşam otelimize yerleştikten sonra, sevgilim belgelerimizi konsolosluğa vermek üzere dışarı çıktı. Yaklaşık 1 saat sonra döndüğünde çantasında 1 şişe Bordeaux, 1 sıcacık baget ekmeği ve nefis bir brie peyniri vardı:) Otelimizin hemen yakınındaki metro istasyonundan (Maubert-Mutualité) dışarı çıktığınız vakit sizi karşılayan taze deniz ürünleri, istakozlar, karideslerle dolu bir balıkçı, hemen yanında bir boulangerie (ekmek-pasta fırını), nefis ve çeşitli peynirlerle dolu bir şarküteri ve bunların yanında kareyi tamamlayan bir şarap dükkanı vardı. Metro çıkışı sevgilim, geceye güzel bir başlangıç yapmak adına benim bayıldığım 3’lüyü kapıp gelmiş. Hemen oteldeki su bardaklarını şarap içmek için, çantamızdaki İsviçre çakısını peyniri ve ekmeği kesmek için kullanmak suretiyle yatağın üzerinde akşam pikniği yaptık:) İşte o andan itibaren bu seyahatin tamamen yemek ve içmek üzerine kurulu olacağının sinyalleri yayılmaya başladı çevreye!
O akşam güzel bir cafe-barda oturduk ve yerel biraların tadına baktık. Düğün akşamı yemek için seçtiğimiz restoran sonrası güzel bir piyano bar bulduk. Piyano başında genç bir çocuk vardı. Kendi söylediği parçalardan tam sıkılmıştık ki dinlediğim en iyi ve güçlü seslerden biri geldi oturdu piyanonun üzerine. Hatun bir Edith Piaf’tan parçalar söyledi, bir Mireille Mathieu’dan. O yetmedi benim bayıldığım Dalida’dan. Sonra Melody Gardot’ya geçti, derken bir baktık mest olmuş kalmışız hepimiz. Çıkarken herkes tebrik etti hatunu. Onu dinledikten sonra Zaz gibi bir youtube videosu ile çıksa ortaya kesin onun 5 katı iş yapar, beğenilir diye düşünmekten de alamadım kendimi.
Son akşamımızı da üniversite bölgesindeki pub, bar ve muhtelif mekanlarda geçirdik. O akşam sevgilimin kuzeninin eşinin doğum günüydü. Tam gece yarısı minicik bir parkta şampanya patlattık. Elimizde kadehler sağımızdaki solumuzdaki gençlerin fotoğrafımızı çekmelerine aldırmadan bir güzel eğlendik:)
Gündüzleri kruvasan ve kahve ilaç oldu bize haliyle, bol alkollü geceler sonrası! Louvre Müzesinin girişindeki sosisli sandviç satan minik bir arabadan üzeri erimiş peynirli ve inanılmaz lezzetli hardallı sandviç yedik. Tadı hala damağımda o hardalın! Paris’e giden herkesin yapmassa öleceği nutellalı krep olayını da abartmadık, ama denemeden bırakmadık!
Velhasıl benden nefret etmemeniz için ne yapabilirim bilemiyorum bu yeme-içmeli post sonrası?
..
Paris’i daha önce de ziyaret etmiş ve her yeri doya doya gezmiş olduğumuz için fazla kasmadık kendimizi bu defa. Canımız nerede isterse orada bir cafede oturduk, soluklandık; caddeye karşı öğlen kırmızı şarap içtik.
Tek alış veriş ritüelimiz ise Hard Rock Cafe ziyaretiydi. (Gittiğimiz her ülkeden bir t-shirt alıyoruz. Sevgilim rock müzik sever ve bir rock grubunda çalıyor olduğundan sebep onun ritüeli desek daha doğru olur kanımca:)
Toparlayacak olursak, kısa cümlelerle;
* Tüm Paris’i yürüyerek gezmek mümkün, eğer benim gibi kondisyonunuz tam ve tabanvay olayına alışkınsanız. Metro ağı da süper yaygın tabi, zorunlu kaldığımız durumlarda kullandık.
* Paris, oldukça pahalı bir şehir gibi geldi bana. İtalya’nın nerdeyse tüm şehirlerinde bulundum, ama bu kadar şaşırdığımı hatırlamıyorum ödediğim ücretlere. Örneğin, sabah kahvaltı niyetine (Petit Dejeuner) yediğimiz 1 kruvasan ve içtiğimiz 1 espressoya kişi başı 9 euro verdik. Bunun yanı sıra eğer menü usulü çalışan yerlerde yemek yerseniz de kişi başı 20-25 euroya 3 çeşit yemek tadabiliyorsunuz.
* Eiffel’e çıkmak için bekleme gafletinde bulunmayın. Benim 3. yakınında oluşumdu ve fakat hala inanılmaz bir kuyruk vardı; bu seyahatte de kısmet olmadı tepesine çıkmak kulenin! Onun yerine Sacre-Couer Kilisesi’nin bulunduğu Montmartre Tepesine çıkın daha iyi.
* Boğazına düşkün insanlarsanız bizim gibi, oraya özgü lezzetleri tatmadan dönmeyin: sokak arabalarında hazırlanan nutellalı krepler, soğan çorbası, bol tereyağlı, sıcacık bir kruvasan, fondü ve tabi ki ekler tatlısı (éclair). Otelimizin bulunduğu bölgede yer alan ve her sabah kapısındaki uzun kuyruklar sebebiyle dikkatimizi çeken Eric Kayser isimli yerden bir ekler aldık ki gider ayak.. Aman da aman!
* Paris seyahatini arkadşlarınızla da yapabilirsiniz, ama sevdiceğinizle gitmenin değeri paha biçilemez:)
Benim gezi konusunda tek onerim, bir tur sirketi ile gidin, oteli iyi bir yerde uygun fiyata kahvalti dahil ayarlasin ve en cok tercih edilen yerleri de onlarla gezin. Ben bu sayede Eiffel’e cikabildim 🙂 Geri kalan kisimda bir guzel yuruyerek sokak sokak dolastik. Inanilmaz keyifli idi. Yani senin pahali buldugun ucretler tur sirketinin indirimi ile normale donuyor 😉 Sizin durumunuz farkli idi ve boyle bir seceneginiz yoktu o ayri 🙂 Ama gitmek, gormek isteyenler icin tuyo 😉
Şahane… tek kelimeyle…
uzun uzun yazamıyorum, malum sebeplerden ama takipteyim.
Merhaba Dilara,
Paris’te otel arayışındayız ve beklentilerimiz örtüşüyor gibi geliyor. Otel ismi veya bölge öneriniz olur mu acaba? Teşekkürler…
Seda
sevgili Seda,
otelimiz St. Germain’de idi. Ama adını ne yazık ki hatırlamıyorum. 3 yıldızlı, odası küçük ama temiz ve çok merkezi bir oteldi..
Çok teşekkürler…