İçime henüz gelemedi gerçi:)
Onuda hevesle ve ilk günkü heyecanla beklemekteyiz. İçim böyle boş biraz ama biliyorum güzel havalar, parlayan güneş, çiçekler, böcekler, yeşiller yavaştan yavaştan doldurmanın bir yolunu bulurlar nasılsa içimi. Her daim böyle olmamış mıdır?
Artık tepemdeki beyazlara sinir olmayı da geçmiş haldeydim gidip saçımı boyatabildim. 2 ay olmuş, yuh vallaha! Saçlarım da uzamış bayağı. “Saç sefadan, tırnak cefadan uzar” derdi babam. Bir gün önceki manikür seansımızdaki diyaloglara bakılırsa ben hem sefa hem cefa çekmekteyim son dönem:) Cadı tırnaklarımı az biraz kısaltıp kırmızının en güzel tonu ile boyattıktan sonra kendilerini, parmaklarıma geçirdiğim yüzüklerle aldım soluğu eski favori mekanımız Balıkçıköy’de. Böyle kapıdan itibaren tüm çalışanlar sırayla “oooo, Dilara hanım, nasılsınız? Uzattınız yine arayı, özlettiniz kendinizi” diyerekten selamlayarak eşlik ettiler masama kadar ve beni ilk duble rakıma teslim ettiler sağsalim.
Rakı-meze-muhabbet. (RMM) Birkaç iyi dost. Sakin bir mekan. Bu üçlüyü denk getirdikten sonra içinizi boşaltan ne varsa konuşup rahatlayabilirsiniz, garanti veriyorum. Gerçi iç boşalır, anlatıp-konuşup rahatlarsınız da zihin öyle kolay boşalmıyor. Gece yatağa yatınca böyle “düşün düşün b…r işin” oluyor!
Kendimi bulacağım diye az kalsın kayboluyordum. Sözün özü onu anlatmaya çalışıyorum en anlatılamaz cümlelerle, özür:)
~
İçim boşken yalnızken, zihnim doluyken kalabalıkta, tırnaklarım manikürlü, saçlarım kızıl-kahve tonlarda, bizzat kendim 58 kiloya inmiş iken ben neler yapıyorum acaba?
Nil Kıyısında dolaşıyorum yavaş yavaş. Kah gülüyorum, kah dalıyorum. Bir insan bir çizgi film karakterine nasıl ağlar, nasıl ona şarkı yapar diyor o güzel genç kadını için için kıskanıyorum:)
Bu defa “Aşk” demiş, ne demiş, nasıl demiş diye meraktan aldığım kitabını başucuma yerleştirip o kadının; okumakta olduğum kitabın son 30 sayfasına doğru hızlıca ilerliyorum.
Makaleler basıyorum her gün eve götürüyorum. Malum okumak gerek diye onları da gözümün önünde tutuyorum.
Alışverişe çıkmaya yelteniyor ama Tunalı’nın kalabalığı, insanların seviyesizliği, saygısızılığı sebebiyle kızıp cadde ortasında “Yeteerr” diye bağırıyorum. Koluma çarpan adam, ayağıma basan kadın, alışveriş torbaları ile sırtımı sıyıran genç kız oralı bile olmuyorlar; ama herkes, herşey duruyor bir anda. Herkes 1-2 saniye bana bakıyor, sonra tekrar filmin “play” tuşuna basıyor biri hayat akıp gidiyor karmaşası, gürültüsü, şenliğiyle Tunalı Hilmi’de.
Yemek yapıyorum, en çok yemek yapmak için mutfakta olduğum saatleri seviyorum. Portakallı kereviz, kahvaltıya soğanlı yumurta, mantarlı bir Gürcistan yemeği yapıyorum; ama mantar yemeği Natali’ninki gibi olmuyor açıp arkadaşıma “Seninkinin tadı hala damağımda, ı-ıh olmadı benimki “diyorum. İşin sırrı tereyağında diyor Natali, hani bizim eve pekde girmeyen tereyağı varya:)
Birkaç iyi adamla buluşuyor, bir bira bir diet cola ile Cumartesi gecesini bitirmeyi başarıyorum. Denizin kenarı, sahilin kasabaları, butik pansiyonlar, göğe açılan camların kapladığı yatak odası olan ahşap bir evden bahsediyoruz. Benim adamı ikna etmeye çalışıyorum günlerdir taş evimiz olsun sahilin bir kasabasında, denizin tam da kenarında, arkasında yeşillikler falan diye. Beklemeyelim emekliliği, 40 geçmeden kaçalım diye. Ben yemek yapar, bahçede domates yetiştiririm tüm finans işleri senin elinden öper diye. Akşam sen müzik yaparsan bahçede ahaliye, ben şarkı söylerim; fena değildir sesim idare ederiz bak yeminle diye.
İçkiyi, azaltmam lazım diyerek bir miktar kısıtlama girişiminde bulunuyorum. Farkediyorum ki tek çok içemediğim içki bira! Yoksa şarabın kırmızısı, viskinin Jack’i ve Yeşil Efe’nin rakısına dayanmam ne mümkün. Bira içiyorum gece çıkınca, evde akşam içkileri yerini limonlu doğal yeşil çaya bırakıyor. Karaciğeri dinlendirme kararı alıyorum, çevremdeki herkes pek bir mutlu:)
~
Yaşıyorum.
Başım yukarıda meydan okumaya çalışmıyorum hiç hayata vallaha! Ne diye didişeceğim, inatlaşacağım, meydan okuyacağım? Bir tane hayatım var zaten!
*Fotoğrafsız post’lar için özür diliyorum. Telafi edeceğimi biliyorsunuz değil mi:)*
oh be!!!…
nihayet mesai bitimime yakın dilaramdan birşeyler okudum…:)))
bugünlerde yaşadığım grili günlerim biraz olsun güzelleşti…:))
yüreğine sağlık ,demiştim ya yazılarını beklemek
sevdiğimi beklemek gibi :))
sevgiyle kal…kendine dikkat et özellikle de sağlığına…
guzel yazmissin. tunali hilmi’de olan halini oyle iyi tarif etmissin ki beynim bir an film ceker gibi oldu, sen on planda hareketsiz, diger butun insanlar arka fonda hizli cekim oraya buraya gidiyorlar:)))
herkes bir garip bu aralar, 2012 nin etkisi mi nedir bilmiyorum ama frekanslarimizda bir cizirdama var:))
of be ne guzel soylemissiniz.ben de artik hayatla didismeyi birakmak istiyorum.
sevgili burcu, sağol. benzetmene gülümsedim:)
sevgiler,
*
adinna,
bu ara çevremdeki herkes aynı modda. sabahları yine kalkamıyoruz yataklarımızdan, bir uykusuzluk hali, bir karışığız. ne olacak ki 2012’de bak bilmiyordum ben?
*
sevgili demet,
bırakabilirsin. bırakmalısın. zira yaşam enerjin azaldığında cennet bile cehennem geliyor!
2012 biraz karisik:))Guzel gezegenimizin manyetik kutuplarinin yer degistirmesi, boyut sicramasi, bir yok olus ama yepyeni bir baslangic… DNA mizin da yapisinin degisecegi soyleniyor bu arada. Bunlar biraz soyut kalirsa somut olarak 1998’den beri dunya her sene biraz daha isiniyor, inanilmaz iklim degisiklikleri oluyor. Eskiden normal normal yagmur yagardi simdi sel ya da tufan oluyor en basitinden:))) Insanlar da iliskiler de bir garip, ekonominin kuramlari degisiyor bu yasadigimiz aylarda, yani bir degisim olacak gibi. Ama illa sonu kotu olacak da demiyorum, hayirlisi:)))
Yazıyı okudum harika bir hareket, öyle ütopik bir yaşam şekli ve şehircilik de değil bence. Gayet gerçekci, hayatın esaslarına ve çağa uygun. Bunları okuyup, yapılabildiğini, var olduğunu bilmek insanı üzüyor. Esas ütopya terazinin diğer kefesine Ankara’yı ve yönetilişini koymak.
sevgili Alev,
populasyonu kocaman olduğu için bu “yavaş şehirlere” kıyasla ankara’nın, dediğim gibi ben bu olmasa da biraz iyileştirmeye, adam gibi yönetime, park-bahçeye sahip çıkılmasına razıyım!
tabi ki ütopik değil bunlar. hep diyorum vizyon sahibi olmak, çevrendekileri biraz dinlemek ve iyi uygulamalara çok sık göz atmak lazım:)