Eskiden.. Çocukken ben.. O zamanlar en önemli şey hayatımda, ağaç tepelerinde piknik yapmaktı! Bakırköy, Ahu Sok. Ömür Saray Apt. bilmem kaç numaralı dairede oturduğumuz yıllar boyunca, en keyifli aktivitem, hemen karşımızdaki boş arsada tüm heybeti ile dikilen, birbiri içine geçmiş 2 incir ağacının yaprakları arasında sabahtan akşama kadar vakit geçirmekti:) 3 arkadaştık biz: Göknur, Jale ve ben. (Göknur’u tekrar buldum bu yıl, aradan geçen o 20 yılın sonunda:) Sabahleyin -tabi okul olmadığı zamanlarda- ailece yapılan kahvaltı sonrası, babamı kapıdan işe uğurladıktan hemen sonra elimde o günkü harçlığım ilk iş köşe bakkala koşturmak olurdu. O zamanlar market, alış-veriş merkezi kavramlarına haiz değildik malum. Her sokakta bir ufak bakkal olurdu. Bakkallarda satılan şeyler de haliyle kısıtlı. En sevdiğim menü Çamlıca gazozu, tuzlu kraker, birkaç tane Nestle parmak çikolata ve sürüsüyle sakızdı. Ciddi Soru: Nestle’nin o muhteşem tadı olan parmak uzunluğunda, renkli jelatinlere sarılı çikolatalarına ne oldu kuzum? Hayatımın tadıydı onlar. Mabel sakızları bile bulabiliyorken şimdi neden o çikolatalardan satılmıyor ki artık??
Menüyü hemen özenle anne kuşumun bana diktiği heybeye yerleştirir, bizim kızlarla buluşmaya incir ağaçları altına doğru seğirtirdim. Kızlar da geldikten sonra, çevik birer sincap edasıyla incir ağacının en tepesine kadar tırmanıverirdik. Hepimizin orada “özel” dalları vardı:) Popomuzun ve bacaklarımızın sığabildiği şekilde, neredeyse henüz üzerlerine kılıfları-kumaşları geçirilmemiş koltuk iskeletini andıran dal kombinasyonları! İşte sonrası film! Sabahın o saatinden akşamüstüne kadar biz 3 arkadaş o ağaçların tepesindeki yarı rahatsız, ama bize özel dal-koltukllarımızda yer-içer, dedikodu yapar hayaller kurardık:) O zamanlar çocuktum. Ömrümün hatırladığım en keyifli anlarını işte “o zamanlar”da yaşadım ben.
…
O zamanlar.. Eskiden yani.. En sevdiğim oyunlar yakan top, dokuztaş ve “araba plakalarından anlamSIZ cümleler kurmaca” oyunu idi! Apartmanımızın önündeki uzunca duvara dizilir, caddeden geçen arabaların plakalarından, anında, anlamSIZ cümleler kurardık bizim mahalledeki arkadaşlarımla. Plakadaki harflerle başlayan kelimeleri yanyana getirirdi sazı ilk eline alan. Sonraki plakadan da diğer arkadaşımız ilk cümleyi devam ettiren başka bir çümle söylerdi. Misal, AZ ilk plakamız olsun. Anlamlı cümlemiz: Amcamın Zeytin Fabrikasına gittim!! Sonraki plaka, KFG. Kel Fatmayı Gördüm! Bu, uzar gider, inanılmaz komik senaryolar çıkardı bunlardan: ((AZ) Amcamın Zeytin fabrikasına gittim, (KFG) Kel Fatmayı Gördüm. (HK) Hindi Kabardı, Kel fatmaya bağırdı, (AB) Amcam Bayıldı vs..) Bunu hızlı bir şekilde yapmamız gerektiğinden, bazen oluşturduğumuz cümlelere gülmekten arada geçen arabaları kaçırdığımız olurdu. Hatta hiç unutmam, duvardan düşenimiz bile olmuştu gülmekten:) Çocukluk işte!
…
O zamanlar televizyon çok sonra girmişti evimize. Hatırlıyorum geldiği geceyi: Yılbaşı akşamı. Babam ilk siyah-beyaz Thomson marka TV’mizi getirip kurduğunda evde bayram yapmıştık. Her yılbaşı birbirimize hediye verme geleneğimize istinaden -ki şimdi o gelenek bizim ailede kimsede kalmadı, ben hariç! Zira ben hala kendime hediye alıyorum yılbaşında- babamın hepimize armağanı olmuştu o dört köşeli kutu. İşte o ana dek, yine ömrü hayatımda beni en keyiflendiren bir aktiviteye de veda etmiştim: Cuma akşamüstü radyoda yayınlanan radyo tiyatrosuna eşlikçilik hadisem! Öğlenci olduğum zamanlarda cuma akşamüstleri koşturarak eve gelmeme neden olan yegane şey radyo tiyatrosuydu. Radyomuzun önünde yere kıvrılıp, annemin yancağızıma beni sevgiyle öperek bıraktığı süt-büskivi, ya da tost eşliğinde, hep seslerine hayran olduğum kişilerin canlandırdıkları karakterlerle iç dünyamda yarattığım o büyülü dekorda kaybolur giderdim. Hiç bitmesin isterdim. Televizyon gelince unutuldu eski radyomuz ve dahi heyecanla bekler olduğum radyo tiyatroları:( Çizgi filmler, cumartesiden cumartesiye, western film kuşakları podyumda hızla üst sıralara doğru ilerlemeye başladılar. İşte o andan sonra hiçbir şey eskisi gibi olamadı zaten! Hani, “masumiyetimize işte o an veda ettik” desem yeridir.
…
O zamanlar ben çok mutluydum. Çevremdeki herkesi de öyle sanırdım:) Bugün sabahleyin işe gelirken aklıma geldi tüm bunlar. Belki de devam ederim o zamanlardan hatırladığım anlarıma.. Arada hatırladığım, ama hiç unutmamam gereken detaylar bunlar. JTB’yi sevme nedenlerimden biri daha:)
…
Bu akşam “Sevgili” ile birlikte Ankara dışına çıkıyoruz. Uzun Haftasonu tatili aldım. Görmediğim yerleri görmeye, yeni insanlarla tanışmaya, güzel fotoğraflar çekmeye, otlu gözleme yiyip, meyve şarapları tatmaya, dinlenmeye gidiyorum ben. Dönünce paylaşabilmek üzere, süper bir hafta sonu geçirin:)
Merhaba, bayağıdır ses vermiyordum, fakat ara ara JTB’ya uğramayı kesmedim. Ne hoş olur devam edersen anılarını anlatmaya. Her zaman garip bir çekiciliği var bu nostalji’nin…
Güzel bir hafta sonu tatilinin muhteşem geçmesi dileği ile..
ne kadar hoş anlatmıssın dilayra her anında kendimden bi parça buldum …
o zamanlar ah büyüsek derdik ama şimdi çok iyi anlıyorum ki çocukluk gibisi yokmuş…
sanırım çocukluğunu çocuk gibi yaşayan şanslı bi kuşaktık biz…
iyi tatiller diliyorum…
sevgili s-dilara,
ses vermesende olur:) keyfin ve huzurun yerinde, islerin yolunda olsun yeter.
elimden geldigince, aklima dustugunde eskileri yazmaya devam edecegim.
seninde hafta sonun guzel gecmistir umarim. sevgiler:)
*
elff,
bazen bende ozlemiyor degilim eskiyi. hep gelen gideni aratir derler ya, onun gibi oldu benim hayatimin buyuk bir kismi. aile olmaktan vazgecene kadar biz, cok mutlu bir cocuktum. herseyleri sonuna kadar yasadim..
tesekkur ediyorum, sana da keyifli hafta sonlari dilerim:)