Merhaba:)
Özledim.. Hakkaten özledim.. İçimde bir ton şey birikti anlatmak istediğim, bir sürü fotoğraf getirdim son seyahatimden.. Kısmet bugüne oldu, kusura bakmayın ne olur. (Bakanınız olduysa diye:) Son 1 yıldır “ha gittim ha gideceğim” diye kıvranıp, planlar yapıp öylece kalakaldıktan sonra, Londra seyahatiminde üzerine bir çizik atmayı başarmanın gurur ve mutluluğu içindeyim. İşte benim gözümden Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğun Başkenti Londra!
…….
Bu gezi-yazı dizimizi de 3 bölümde aktarmaya çalışacağım. Doğa ile ilgili çiçek-böcek tecrübelerim, Londra’nın görülesi mekanları ve en son olarak da kendi yeme-içme, keşfetme tecrübelerim:) Tabiki önceliği her zamanki gibi doğaya, bahçelere, parklara ve çiçeklere vereceğim.
Londra’ya ayak bastığım günün öğle saatlerinde kendimi sevgili arkadaşım Evren’le birlikte Regent’s Parkta buldum. Evren’cim bence inanılmaz güzel bir yerinde yaşıyor Londra’nın: Little Venice kanalı yakınında Warwick Avenue’da. Son zamanlardaki takıntı şarkıcım Duffy’nin de “Warwick Avenue” isimli bir parçası var buraya istinaden yazdığı:) ** Gereksiz Not:1: Duffy’nin bir başka parçası daha varki öyle böyle değil, günde en az -abartmıyorum, ciddiyim- 10-15 defa falan dinliyorum. Hem sözleri, hem müziği ile beni benden almayı başardı kendisi. Alkışı hakediyor “Stepping Stone“. **
Regent’s Park içinde büyükçe bir gül bahçesini, bir açıkhava tiyatrosunu, kocaman bir spor kompleksini de barındıran gördüğüm en güzel parklardan biriydi. Laleler her yerdeydi, ama her yerde. Milletin evinin önündeki mendil kadar bahçede, saksı içinde pencere kenarlarında, parkların ve caddelerin kenarındaki küçük alan düzenlemelerinde.. Hiç bu kadar değişik renkte laleyi bir arada görmemiştim.
Sadece ilk gün Regent’s Park dışında Evren’in en sevdiğini söylediği daha doğal bir park olan Holland Park ve Kensington Gardens‘ını da görmeyi başararak bir rekora imza attım sanıyorum. Nothing Hill ve Portobello Road’u da içine alan bu gezimizi ertesi gün kilometre hesabına vurdu Evren: Yaklaşık 13 km. sayın seyirciler. Zaten sonraki günlerde de bendeniz tek başıma hiç 5 km.’nin altına düşmeme yemini etmiş gibi oradan oraya savrulduğumdan sebep sanıyorum gezimin 4. günü sağ bacağımı evin yakınlarında bir köşede bırakıverdim!
Park ve bahçe gezilerimin hepsinden inanılmaz bir keyif aldım. Yemyeşil, pırıl pırıl temiz kocaman alanlar. İçinde onlarca çeşit çiçek, ağaç, çeşme, küçük küçük şelaleler, değişik konseptlerde bahçeler, kazlar, ördekler, kuğular, farklı türde yabani kuşlar. Hepsi birbiriyle uyumlu, sakin, bütünleşik bir yaşam içindeler. Bir sürü insanda onların bu yaşamlarına müdahale etmeden, saygılı bir şekilde yürüyüşünü, sporunu yapıyor; kah dinleniyor banklarında, kah paten yapıp, bisiklete biniyor. Havada şansıma çok iyi gitti. Bir iki defa yağmur yağdı ve ben hep dış mekanlarda olma şansımı kaybetmemiş oldum böylece.
Hyde Park, benim favori parkım Green Park ve St. James Park‘da gördüğüm gezdiğim, içinde vakit geçirip çimenlerine yayıldığım, içlerinde barındırkıları soluklanma noktalarında kahvemi içtiği diğer mekanlar oldular. ** Gereksiz Not:2: Londra’ya gidip hiç çay saati etkinliğine katılmadan, bir sütlü çay bile içmeden döndüm! Sadece bir yasemin çayı tecrübem oldu ki, onu en son bölüme bırakacağım yüksek müsadelerinizle. Kahvenin gözünü seveyim ayrıcada. **
Park-bahçe gezime en son Kew Gardens ile son noktayı koydm. Burası Kraliyet Botanik Bahçesi arkadaşlar. Giriş için 12 pound verdim öğrenci kimliğimi göstererek:) Normal vatandaşlar içinse 13 pound. Para vererek gezdiğim tek park bu oldu. İçinde orkide bahçeleri, palmiye seraları, değişik türde binlerce bitki bulunan bu kocaman bahçede yaklaşık yarım gün geçirdim. Bir sürü ziyaretçisi vardı ağırlıklı öğrencilerden oluşan. Bu orta öğretim dönemindeki öğrenciler botanik parkındaki farklı alanlara dağılarak ellerindeki boya kalemleri ve çizim kağıtlarıyla oracığa yayıldılar. Hepsi de değişik değişik çiçeklerin, bitki ve ağaçların resimlerini yapmaya başladılar. Çok hoşuma gitti bu görüntü. Zira 2-3 yıl önceki New York American Museum of Natural History ziyaretimde bir sürü okul çocuğunu aynı şekilde müzede yerlerde, ellerinde boya kalemleri ile görmüştüm. Saatlerce öyle yerde oturup hayranlıkla ve büyük bir dikkatle inceleyerek karşılarındaki dinazorların, eski mamutların, fosillerin resimlerini yapmışlardı. Çocukların eğitimleri ve bilgilenmeleri için, bir sürü şeyi yerinde görerek, belki de tarihi , belki de doğayı öğrenmeleri için o kadar rahatlıklar sağlanıyor ki bu gavur memleketlerinde, insan ülkesindeki müzeleri, parkları, bahçeleri ve eğitim alan çocuklarımızı düşününce ağlayası geliyor:(
İşte böyle. Benim yeşille bu uzun birlikteliliğim bana çok iyi geldi Londra’da. Burada yapamadığım kadar çok yürüyüş yaptım yeşilliğin, çiçeklerin içinde, göllerin, nehirlerin kenarında. Beni soran tüm arkadaşlarıma da söylediğim gibi, ben sanırım en çok bu yeşilini ve ona gösterilen saygıyı sevdim Londra’da. Çocuklar için yapılan park ve oyun alanlarına inanamadım. Çocukların pervasızca, deliler gibi koşup eğlenebilecekleri; ailelerin de onları korkusuzca götürüp, içleri rahat bir şekilde emanet edebilecekleri, yetiştirebilecekleri alanların olması belki de benim gözümde yaşanabilir bir şehir yapıyor Londra’yı. Bu kadar şanslı olsun isterdim çocuklarımız..
Bir de unutmadan.. Koca şehirde bu kadar yeşil alanda bir tek kedi-köpek görmedim; ama yüzlerce sincapla karşılaştım:) Hatta artık o kadar arsızlar ya da evcilleşmişler ki insanların elinden yiyorlar fındık, fıstık bilimum malzemeyi:) Evren’cimin evinin önünde kocaman bir bahçe 🙂 o bahçede de kocaman ağaçlar vardı. O ağaçların birinde bir sabah pencerede elimde kahve dışarı bakınırken, sincaplardan birisiyle göz göze geldim. Meğer o bahçenin kadrolu elemanıymış kendisi. Evren’e söylediğimde “Ha, tanıştın demek ki benimkiyle” dedi zira:) Bu ilk bölüm burada biter, yakında diğer bölümlerle inşallah -arayı da fazlaca açmadan- burada olacağım.
Hepinize süper bir hafta sonu diliyorum her zamanki gibi. Benim gibi mutlu-huzurlu ve keyifli hissediyorsunuzdur umarım her biriniz. Ben zira bu aralar 20’li yaşlarımdayım soran olursa:) Bu hafta sonu yapılaması önerilenler mi? Bir bakalım: Bir park-bahçe, yeşillik bulunursa eğer yürünülmesi, dondurma yenilmesi, protein açısından zengin bomba bir hafta sonu kahvaltısı yapılması, mümkünse sevdiğiniz insanlarla yanyana olunması, fotoğraf severler için fotoğraf çekilmesi, naneli limonata içilmesi, veeee… Bol bol gülümsenmesi itinayla tavsiye ediliyor tarafımdan:)
Hosgeldin 🙂
Ben bir önceki template’i cok begenmiştim ama 🙂
Süper bir gezi olmuş yazıdan da fotograflardan da anlaşılıyor.
Neden bizim ülkemiz de böyle parklar bahçeler yok!
Hele de Ankara neden bu kadar kasvetli!
Gidilecek, dolaşılacak bir park yok,
tekrar hoşgeldin,
sevgiler
Dilayra’cim sukur kavusturana. Her gidislerinin bir donusu oldugu surece, hemde boyle civil civil resimlerle ve hikayelerle dondugun surece sorun yok ama ben seni ve yazilarinda ki enerjiyi ozluyorum. Arayi cok acma bir daha olur mu? Bu arada Londra sana yaramis 🙂
Aynı gözlemler içinde olduğumuza hatta favori parkımızın bile aynı olmasına sevindim 🙂 İlk gördüğümde çarpıldım St James Park’a hala değişmedi! Arkadaşının evi gerçekten güzel yerdeymiş. Kew’s Garden’da yarım güne şaşırdım, zira beni oradan kovalayanlar gelene dek çıkmamıştım. İkinci gidişimde bile. Dünyanın en büyük tohumundan tut, nükleer savaş çıkarsa diye bırakılan tohum kapsülüne, orkidelerinden, balıklarına, minik müzeciklerine büyülemişti beni orası. Hatta aklımda ağaçlar arasında dolaşma yolları kaldı, son gidişimde yeni açılacaktı, oralarda dolaşamadım, bir daha gitmem lazım 🙂
Gelelim şehirde yaşama… Bu güzelim parklar var olmasına var da, İstanbul ve Ankara’daki sıkıntılar Londra’da çok daha fazlasıyla var. Yoğun saatlerdeki kalabalıklar, bunalımlı günler, trafik sorunu, Tube yani Metro’da balık istifi gitme, ne istersen var işte. Eğer City’de çalışıyorsan, insanların nasıl koştura koştura işe gidip döndüklerine şahit olursun. Şık kıyafetli hanımlar, ayaklarında spor ayakkabılar komik bir görünüm oluştururlar. Sanırım şirketlerine gittiklerinde değiştiriyorlar! Şehri gezmek için gittiğimde bu koşuşturmaya, insanların soru sorulunca tahammülsüzlüklerine akıl veremiyordum. Ama Cambridge’den Londra’ya çalışmak için gidip günde 5 saatimi yolda harcayınca, dakikaların önemini ve o insanların halini anladım. Robot şeklinde yaşanıyor çalışılırken. Orada da, burada da. Sadece haftasonları Of! demek istiyorsan, trafik ve yol sorunu pek yok. Nefes alabiliyorsun.
Merakla bekliyorum diğer yazılarını.
Herhalde hayatında yürümediğin kadar çok yürümek zorunda kalmışsındır İngiltere’de 🙂 En kolay ve kısa ulaşım şekli yürümek zira. Hem parklarda metro ya da otobüs olacak değil ya 😛
dilara,
iyi ki geldin : ) keyifli yazılarını okuyabilmek ne güzel.
ozellikle kendimi kötü hissettigim zamanlarda arsivinden bile olsa pozitif enerji dolu-güzel fotografların oldugu yazılarını okuyor ve bir nebze de olsa kendimi olumlu yonde motive etmeye calısıyorum.
sevgiler
mine
sevgili Onur,
bir onceki template, default templatelerden biriydi. o sebeple uzerinde istedigim degisiklerin bazilarini yapmama musade etmedi. mesela fontlarini begenmemistim, ama header hosuma gitmisti:)bununla idaer edeecegiz artik bir sure daha..
*
Yesim’cim haklisin.
ozellikle Neva orada kendini kaybederdi inan bana. cocuklar icin muthis bir sans!
hosbulduk:)
*
Banu’cum cok tesekkur ederim:)
yazilarimdaki eski enerjiyi hissedemiyor olman konusunda haklisin ne yazik ki:( bir defa istedigim vakti ayiramiyorum son zamanlarda. ama artik zaman ve emek isteyen baska bir seye sahibim. bu sebeple beni biraz anlayisla karsilamani istiyorum. herseyi bir duzene sokmayi basarabilince -insallah kisa bir zamanda olur bu – burasi okuyanin tekrar keyif aldigi, cok daha iyi bir yer olacak:)
bana Londra degil, tedbil-i mekan yariyor daha cok:)
*
Berceste’cim:)
bir cumartesi gunu tube sisteminde bir iyilestirme yapilacagindan bazi line’larin calismadigini belirten anonslarla Paddington istasyonunda kalakaldik. iste ben o zaman Londra’nin aslinda ne kadar da kalabalik olduguna sahit oldum. balik istifi tanimin haltetmisti:)
nedense bizde olmayan seylere daha da bir ozlemliyiz ya, bir de ben doga-spor seviyorum ya.. sanirim o sebeple her gittigim ulkede bu tarz olanaklara biraz takiliyorum.
Kew Gardens’a gelince.. o gun cok yagmur yagan, ruzgarli bir gundu bir. ikincisi tum disaridaki agaclar ve cicekler butun uzerlerindekini cimene birakmislardi; ciplak kalmislardi yani:)cogu sergilenen bitkiler kapaliydi, tohum atma zamaniymis falan.. hizli bir gecis oldu benim icin bu sebeple.. mesela orkidelerin bir cogu curumustu! hepi topu 2 fotografim var mesela onlardan..
*
Mine’cim hosbulduk:)
bende seni motive edecek bir suru malzeme var bak. sakin gardimizi dusurmeyelim takipte kalalim:) sevgiler..
Hoşgeldin
Mehmet, hoş bulduk:)
yok mu bu yaz Göcek civarlarına yolculuk?
Geri izleme: İngiltere Seyahati | Journey To Blue
Geri izleme: Londra Keşifleri I | Journey To Blue