99 Gün Amerika Sonunda İşte İlginç Notlar!

* San Francisco’da hemen hemen tüm restoranlarda uzun sıralar bekliyor insanlar. Türkiye’de düşünüyorum da yemek için gittiğiniz bir mekanın kapısında bir saatlik bir bekleme listesi var derlerse size, önce güler sonra başka bir yer bulmaya gidersiniz. Burada ısrarla kapının önünde bekliyor herkes. O sebeple rezervasyon çok önemli. Bir de restoranların çoğunda saat 17:00-17:30 gibi akşam servisine başlıyorlar. O saatten önce giderseniz kapı duvar!

* Rezervasyonunuz kaç kişilik yapılmışsa, o kadar kişi bir araya gelmeden sizi masanıza oturtmuyorlar! Yani sekiz kişilik bir grupsunuz, tam saatinde beşiniz mekanda buluştu diyelim. Diğer üçünüz de gelmeden o masa boş kalıyor, ve ne yazık ki talep o kadar büyük ki, haliyle uzun bir süre de boş kalamıyor. Bu sebeple rezervasyon saati ve ekip olarak tam saatinde mekanda bulunmak önemli!

* Çoğu yerde sekiz kişiden fazla bir masaysanız eğer, servis ücretini baştan ekliyorlar hesabınıza (%18-20)! Yani ülkemizde, Türkiye’de, bir mekana kalabalık gitmek avantajdır değil mi? Hatta “grup indirimi” diye bir şey vardır bizim memlekette. San Francisco’da yok! Kalabalık masalardan hoşlanmıyorlar.

* Zaten bilinen bir gerçek: Biz Türkler pratik zekamızı -oldukça yoğun kullanmaktan dolayı- geliştirmişizdir! Gittiğimiz çoğu mekanda, diyelim yine sekiz kişiyiz, ikişer tane dört kişilik masa birbirine yakın sayılabilecek bir mesafede boş mesela. Servis elemanları, o masaları birleştirme ve sekizinizi birden oraya alma talebiniz karşısında yüzünüze sanki integral almalarını istemişsiniz gibi bakıyorlar! Bizde olsa iki sandalye ofisten bile getirilerek sizin oturmanız için her türlü organizasyon yapılıverir.

* Marketten içki satın aldığınızda kimliğiniz görmek istiyorlar. Sonuçta başlarda “Deli mi bunlar minyon da göstermiyorum, nerdeyse kırk yaşındayım” dediğim ve sürekli kimlik sormalarından sıkıldığım doğrudur! Lakin bu bir kural olduğu için sizin kaç gösterdiğinizle değil, kural gereği “Biri içki alıyorsa kimliğine bakacaksın” cümlesinin beyinlerine kazınmasıyla ilgilendikleri de yadsınamaz bir gerçek. Hadi tam buna alıştım derken, bir gün fena hastalanmam ve boğmaca şeklinde öksürüğe yakalanmamla birlikte “Bari geceleri daha rahat uyuyayım, bir öksürük şurubu edineyim” argümanından hareketle yine bir markete gitmem gerekti. Uygun öksürük şurubunu alıp kasaya yöneldim ve benden yine kimliğim istendi!! İçerisinde uyuşup, uyumanıza yardımcı maddeler olduğu için, öksürük şuruplarına da alkol muamelesi yapıyorlar 🙂 Tüm bar ve gece kulüplerininin kapısında da kimliklerimizi göstermeden içeri girmediğimizi not düşmek isterim.

* Her restoran, bar veya kafede “Tap Water” yani şehir suyu/musluk suyu bol buzlu sürahi ile size ücretsiz bir şekilde sunuluyor. San Francisco’da otobüslerde yer alan reklam panolarında,  son dönemde yapılan araştırmaların sonucu olarak musluk suyunun pet şişede satılan sulardan çok daha temiz ve sağlıklı, güvenli olduğuna dair rakamsal ifadelere rastladık.

* Koşmayı, kahveyi, bisiklete binmeyi seven insanların şehri San Francisco. Her sabah her kahve dükkanının önünde sıra mı olur kardeşim (Bu her yerde sıra olması ve sıra bekleme meselesine takıldık, evet 🙂 Ne de olsa sabırsız biriyim ben)? Sabahları çoğunlukla koştuğum için erken saatlerde bisikletleriyle işe giden bir sürü insan gördüm. Takım elbiseli ya da değil… Toplu taşım ve bisiklet kullanımı çok yaygın (Elbette bir Amsterdam olamamıştır, ama kıyaslar hep kendi ülkemizle, unutmayın :)).

* Çeşitliliği (Diversity) bas bas bağırarak teşvik eden bir toplumun, bu çeşitliliği en çılgınca destekleyen insanlarının yaşadığı bir şehir ayrıca San Francisco Amerika’da.  Gay, lezbiyen ve transseksüellerin yerleştikleri ve meydanlarına da San Francisco’nun her yüksek yerinden görünecek kadar büyüklükte bir gökkuşağı bayrağını astıkları bir bölgeleri bile var: The Castro Bu semtin yerleşiklerinden biri de Harvey Milk imiş. Kendisini belki Sean Penn’in canlandırdığı Milk adlı filmden hatırlarsınız. Adına bir plaza bile var şimdi.

* Koca bir semt gökkuşağı bayraklarıyla rengarenk. Peki North Beach semtine ne demeli? Burası da ağırlıklı İtalyanların yaşadığı bir semt. Öyleki North Beach’i çevreleyen tüm elektrik direkleri, trafik lambalarının üzerlerinde İtalyan bayrağına ait damgalar var. Yani düşünün ki İstanbul’da İngilizlerin ağrılıklı yaşadığı bir mahalle, Bakırköy mesela, ve Bakırköy’deki tüm elektrik direkleri, trafik lambaları, cadde ve sokaklarında İngiliz bayrakları var!

* Amerikan devleti halkını en baştan güvenilir, doğru beyan veren vatandaşlar olarak kabul ediyor. Kurallarını da buna göre koymuş ve vatandaşların beyanlarına güveniyor. Bizdeyse  (Fikrimce bu böyle, katılanlarınız elbet olmayabilir) vatandaş yanar döner, üç kağıtçıdır nasılsa şeklinde bir düşünce hakim; dolayısıyla kurallar bu düşünce çerçevesinde her şeyi baştan sıkı sıkı denetler şekilde koyulmuş. Örneğin Napa Vadisi üzüm bağlarının, şarap evlerinin birarada bulunduğu bir bölge değil mi? Peki hiçbir zaman Napa-San Francisco yolu arasında alkol kontrolü yapılmadığını biliyor musunuz? Neden mi? Çünkü hükümet bir kural koymuş ve demiş ki “Alkollü araç kullanman yasak kardeşim, kullanırsan da şu kadar ceza yersin kaçarın yok”. Napa yolundan, hiç olmassa dönen araçların içerisindeki insanların şarap tattığını, belki de tatmaktan daha fazlasını yaptığını bilmiyorlar mı yani? Biliyorlar. İşin güzeli bunu vatandaşlar da biliyor. Ve bu kuralı ihlal etmemek üzerine dikkatli davranıyorlar. Orada yaşayan arkadaşlarımızın bize ülkeye geldiğimizde ilk tembihledikleri şey “Aman arkadaşlar sakın alkollü araç kullanmayın, sakın”dı! Birkaç defa birlikte şarap tadımına gittik mi? Evet. Grupta mutlaka ya araba kullanacak biri vardı, ya da bir kadehten başka içmediler. Polisler kontrol etmiyorlar, lakin orada bir kazaya sebep olursan ve araştırma neticesinde alkollü araç kullandığın ortaya çıkarsa işte o zaman tabir yerindeyse “öttürüyorlar”!

* Özellikle yağmurlu havalarda Bay Bridge’de polis arabalarının araç güruhunun önüne geçerek ve hızlarını yavaşlatarak, köprüde zikzaklar çizerek gittiğini söylesem peki 🙂 Şaka gibi değil mi? Sizin kazaya sebep olmanızı önlemek ve yavaşlamanızı sağlamak adına. Yani bizim “proaktif” dediğimiz  bir düşünce tarzıyla hareket var San Francisco trafik polislerinde 🙂

* Amerika’da birçok eyalette restoran menüsünde, ya da mağazalardaki fiyat etiketlerinde gördüğünüz rakamlar vergi hariç rakamlar. San Francisco’da menüde ya da fiyat etiketinde gördüğünüz rakamlara %8-9 arası bir vergi ekleniyor. Bu durum çok can sıkıcıydı bizim için, alışmamışız! Önünüze geliyor hesap; yenilen içilen elli dolar diyelim, ödenmesi beklenen tutar yaklaşık elli beş dolar. Bir başka ilginçlik de “tip” yani bahşiş üzerine. Her hizmet sonrası bir bahşiş ödemeniz beklenmekte. Restorandaki servis yapan garson anlaşılabilir. Lakin taksi şoförlerinin de ısrarla “Bahşişimiz % bilmemne kaç” demesi asap bozucuydu 🙂 Hani bahsettiğim elli dolarlık hesabınız vergilerle elli beş olmuştu ya, hah şimdi ona birde %18-20 arası bahşiş ekleyin! Tüm servis elemanları, kasiyerler, taksi şoförleri, satış elemanları sinir bozucu şekilde güler yüzlü ve ilgililer. Hepsi defalarca “Nasılsınız bugün, herşey yolunda mı”? diye soruyorlar işleminizi yaparken. Kapıya dek bizi uğurlayan servis elemanları bile gördük. Öğrendik ki maaşları azmış, bahşişlerden kazanıyorlarmış ne kazanıyorlarsa.

* New York City’de ise polis ve itfaiyeci gurubu inanılmaz bir şekilde ilgi görüyor insanlardan! İtfaiyecilerin hepsi mi bir Kıvanç Tatlıtuğ’dan hallice olabilir? Oluyor yeminlen, gözümle görmesem yazmam ahkam keser gibi. Kocam bile şahit! İtfaiyeci olmak inanılmaz prestijli bir iş. New York İtfaiye Merkezi’nin Manhattan’da bir hediyelik eşya falan satan dükkanı bile var; sadece itfaiyecilere özel kupalar, rozetler, poster ve takvimler, tişörtlerin satıldığı. Times Square’de ise polis merkezine ait bir ofis var ve güleryüzlü New York polisi her isteyenle fotoğraf çektiriyor ve tanışıp, kaynaşıyor! Bize ilginç ötesi geldi haliyle, ülkemizdeki durumu düşününce..

* Amerika gibi kapitalist bir ülkede, Manhattan gibi metrekaresi altın değerinde olan bir şehirde bu kadar çok halka açık park-bahçe, bank-masa-sandalye-şezlong olması da oldukça ilginç gelen bir durumdu. Melih Gökçek olsa ne biçim para yapardı buralardan diye düşünmeden edemedik. Sonra zavallı Ankara’mı, yıllarca uğraştıkları damat mendili kadar Kuğulu Parkımı, hala uğraştıkları (Restoran yapcaklarmış)! Seğmenler Parkımı düşündüm de toplamda kaç tane bankımız var hiç saydık mı acaba? Size şöyle diyeyim, NYC’de kaldığımız Meatpacking bölgesinde yaklaşık yetmiş-seksen metre karelik bir parkta toplam otuz beş tane bank vardı. Şu an pencereden bakmakta olduğum parkımızda ise saydım, 8 bank var; örneğimdeki parktan da büyük!

..

Evimize döneli tam bir hafta oldu bugün. Saat farkından dolayı oluşan sersemliği henüz tam olarak atamadık. Dağ gibi biriken çamaşırlarda yıka yıka bitemedi! Ama evde olmak, dostlarımızla olmak güzel. Dünyanın neresine gidersek gidelim sağlam bağlar kurduğumuz dostlarımızı, ailemizi de götürebilsek keşke!

 

 

 

99 Gün Amerika Sonunda İşte İlginç Notlar!” hakkında 10 yorum bulunuyor:

  1. Nur

    2007 yılından beri sizi ilgi ile ve beğeni ile takip ediyorum. 99 Günde Amerika maceranızı da merakla takip ettim. Ama bu yazınızı okumayı hem beğenerek hem de yüzüme yayılan bir gülümseme ile bitirdiğimi farkedince yazmaya karar verdim. 2007 den beri sizi sessizce takip edip duruken birden farkettim ki bende sizin takipçiniz hatta biraz da arkadaşınız oluvermişim. O yüzden, hoşgeldiniz, iyi ki de geldiniz, iyi ki böyle bir blogunuz var. Sevgilerle…

    Cevapla
  2. dilayra Yazar

    Sevgili Nur,
    ne kadar mutlu oldum yazdıklarını okuduğumda ve nasıl bir gülümseme yayıldı benim de yüzüme, inan! İyi ki yazıyorum buraya. Yüz yüze de olsa tanışmadığım bir sürü güzel arkadaşım var JTB sayesinde. Ama keşke daha sıklıkla içinizdekileri buraya yazsanız! Yazın bence, yazın ki, ben de kimseler okumuyor mu beni artık diye düşünüp üzülmeyeyim 🙂
    *
    Sevgili Şebnem,
    çok teşekkürler. Dahası var, sıklıkla yazamaya çalışacağım.

    Cevapla
  3. Selin

    Merhaba. Ben de belki ilk kez yorum yazıyorum ama 2008 yılından beri filan takip ediyorum bloğunu. Öncelikle hoş geldin!!! San Francisco’da olduğun sürede ben de 10 günlüğüne oradaydım. Dönünce yazdıklarını okuduğumda yine oradaymışım gibi hissettim 🙂 Sevgiler…

    Cevapla
  4. dilayra Yazar

    Ah Selin,
    teşekkür ederim ilk defa da olsa bana yazabildiğin için 🙂 Hoş buldum. Hem de öyle hoş buldum ki, bu bir hafta dostlarımızın arasında mutluluk sarhoşu olduk. Bir de sizlerden güzel şeyler, iyi dilekler duyunca artık ne kadar keyifleniyorum sen düşün 🙂
    Umuyorum sen de bizim kadar sevdin San Francisco’yu?

    Cevapla
  5. Pelin

    2006 yılından beri blogunuzu okuyorum. Yazılarınız öyle içten, öyle sıcak ki sanki bir arkadaşınızla oturmuş, güzel bir kahve ya da şarap eşliğinde anlatıyor gibi… Sayenizde güzel müziklerden ( Ankara Ün. Radyosu da olmak üzere) , değişik tatlardan, değişik haz ve yerlerden haberdar oldum… Hayat paylaştıkça güzeldir. Tanık olduğunuz güzellikleri ve dikkat etmemiz gereken durumları bizlerle paylaştığınız için teşekkür eder ve evinize, dostlarınıza hoşgeldiniz derim…

    Cevapla
  6. sevgin

    Hoşgeldin öncelikle diyorum.Sık sık uğradığım bloğuna (ama yorum yazmadığım), amerika seyahati eklemen hele de en çok görmek istediğim yerden tüm bilgileri aktarman çok hoşuma gitti.Hatta blog okumayan eşime bile senin bu seyahat için açtığın siteyi sık kullanılanlarına ekledim.Arada bakarsın birgün gideceğimiz yere, diyerekten.İnanır mısın bazen benden önce görüyordu seyahatine ait notları:))Teşekkürler paylaşımların için. Bir de orada az ingilizceyle işler nasıl gider onu da anlatsan çoook memnun olurum.İçinizdeki enerjinin hiç bitmemesi dileğimle..

    Cevapla
  7. dilayra Yazar

    Sevgili Pelin,
    teşekkür ederim ses verdiğin için. 2006’dan beri okumaktan vazgeçmemişsin, ne güzel:)
    *
    Sevgili Sevgin,
    hoşbulduk:) sayende bir takipçim daha oldu demek! daha NYC ile ilgili notları ve fotoğrafları da ekleyeceğim..
    elbetteki dile hakim olmanın artısı çok fazla, fakat bir şekilde hiç ingilizce konuşamayan çinlilerle bile anlaşabildiğimize göre sıkıntı yapacak bir durum yok derim ben:)

    Cevapla
  8. Ebruli

    Hoşgeldin Dilara; insan okuyunca şaşırıyor bazı şeylere. Her ülkenin, her şehrin bir kültürü var. Okuyarak değil de; gezerek, görerek bunu keşfetmekse en güzeli. Darısı bizlere inşallah!..

    Cevapla
  9. dilayra Yazar

    Amin sevgili Ebruli,
    Çok gezen biliyor işte bir şekilde. hep “çok gezen” olmak dileğiyle:)

    Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir