Gözlerimi kapadım..
Beni mutlu eden günleri düşündüm.. Çocukluğumu, annemin babamı akşamları iş gelişi kapının önünde süslü püslü, pür makyaj dudaklarından öperek karşılamasını.. Bu fotoğraf gözümün önünden hiç gitmeyecek sanırım. Televizyonda seyrettiğim filmlerin dışında ilk defa dudaklarından öpüşen bir çift! Hem de yanıbaşımda.. Bu sahnenin beni ne kadar mutlu ettiğini düşündüm..
Akşam yemeklerimizi düşündüm.. Annemin elleriyle özene bezene hazırladığı bibirinden güzel yemekleri sofraya bir sanatçı edasıyla nasıl yerleştirdiğini… Beyaz porselen tabaklarımızı, bazen masaya konmuş içi çiçek dolu bir vazoyu, üzerlerinde maydonozlarıyla her tabağa özenle kalıplarla şekillendirilerek yerleştirilmiş pirinç pilavını..
…
Ailenin hayatta sahip olunan -her ne olursa olsun, aranızda her ne geçerse geçsin- en değerli şey olduğunu düşündüm.. Babamı, annemi, ufaklığımı ne kadar özlediğimi.. BİZ’i.. BİZ’ken ne kadar mutlu olduğumuzu..
BEN’ken de mutluyum, ve ONLAR’ken de mutlular ama.. (Hatta hep mutlu olsunlar, hep mutlu olayım ama..)
Ailenize sarılın.. Onlar sizi bıraksa da sakın siz onları bırakmayın.. Bu hayata gelmenin bir bedeli varsa eğer, bu bedel her zaman ailenize karşı taşıdığınız sorumluluk duygusu ve bunun üzerinizde olan ağırlığı olabilir ancak!
02.03.2006 / 15:50
Dilayracığım
O kadar bilinçli ki yazdıkların. Sana katılıyorum. İnan bana belki bir iki şey dışında ailenle sürtüştüğün tüm konular, üzerine bir örtü çekebileceğin konular. İstemesemde hem annemle hem babamla çok didişmelerimiz olmuştu. Aslında nedeninin onlar kadar inatçı olmamdan kaynaklandığını şimdi görebiliyorum. Onları kaybettikten sonra.
Annemi kaybedeli iki sene olmuştu. Bir mağazadaydım. Bir kadın ve kızı birlikte toka beğeniyorlardı.Bende dedim ki: Anneme bir tane alayım sürpriz olsun. Alıverdim, kasada ederini ödedim, toplu taşıma araçlarını kullanarak elimde paket eve geldim kapıyı açtım, hediye paketini masaya bıraktım işte o anda hatırladım. Annem ölmüştü. Masa sandalyesine yığılıp kaldım. Bu kadar mı inanamamıştım gidişine, bu nasıl bir kabullenemeyişti.
Seslenirsiniz boşluğa sessiz çığlıklarla: anne seni çok seviyorum duyuyormusun yalvarırım duyuyursa nbir işaret ver yalvarırım yalvarırım seni ne kadar sevdiğimi biliyormusun diye hıçkıra hıçkıra ağlarsınız.
Belki yazdıklarım bazılarına arabesk gelecek. Ama yaşayan bilir diye cevap vereceğim o kişilere.
Tüm bunları niye anlattım. Yolundan ayrılma diye dilayra. Gerekirse sen büyük ol, onlar çocuk olsun ve sen huysuz ,aksi, kendine bilmez çocuklarına sahip çık. Çünkü pimanlık sorumluluktan çok daha ağır bir yük.
Sevgilerimle bir tanem
ablacim benim ; bizlerde seni çok seviyoruz zaman ve mekan ne olursa olsun buda değişmeyecek gerçeklerin arasında bunuda hiçbir zaman unutma. Sen her nekadar bizden uzak olsanda aslında bize çok yakınsın bunuda unutma sakın. Bazı nedenlerden dolayı aranız açılsada unutmaki zatı muhterem babam seni herşeyden çok ama çok seviyor benden bile fazla belki ama babamı tanıyorsun işte tam bir gurur adamı.. Senden bahsederken bile gözlernin içinin gülümsemesini ben biliyorum biz hala bir aileyiz ve bunu hiçbirşey değiştiremez.
Chloe yazdıklarını okuyunca inan bana gözlerim doldu hiçte arabesk değil….
aslında ailemizin değerini gençken değilde onlardan ayrıldığımızda çok daha iyi anlıyoruz sanıyorum….evlendiğim gün(geçen sene) evden çıkarken babamın bana sarılışı her zaman ki gibiydi ama birden keşke onu hiç üzmeseydim ve çok daha fazla vakit geçirseydim onunla demiştim o yüzden ne zaman aklınıza onları aramak geliyorsa arayın kısa 1 merhaba bile herşeye değer….
Anneannem çocuklarına her zaman “Dostluk bende kalsın deyin” derdi…. problemler her zaman olur sevgili dilayra’cım, ama sen neyse konu üzülme ve dostluk sende kalsın….
Chole, Zeynep ve ufaklık..
Merak etmeyin, şu an yaşadığım bir sıkıntım yok ailemle ilgili.. :))
Ama bilen biliyor, anlatmışta olabilirim önceki yazılarımda: Benim ailem 1988 yılında dağıldı ve tekrar toparlanma süreci biraz sancılı, acılı ve yaralayıcı oldu benim adıma.. Şimdi annem ve babamın benden uzak ayrı hayatları var ve -tanrı bozmasın- çok da iyiler..
Dün babamla konuştuk telefonda neredeyse yarım saat. Duygusal bir konuşma oldu, ama hepsi; aramızda geçen her şey doğru ve gerçekti. Bir ara öylece oturup ellerim klavyede ekrana bakakaldığımı hissettim. Ellerimi hareket ettirmeye başlayınca da yukarıdaki yazı çıktı.
Teşekkür ederim hepinize..
Burayı seviyorum ben.. Tanışmadığım, ama birbiri ile zincir olup, birbirine moral desteği veren, bir şekilde bir yerlerden birbirine tutunan insanlar var burada…
Hep olsun:))
hemen gozlerimden yaslar suzuluverdi. anne& baba konularinda cok hassasimdir.garip bir vakit telefon calinca bile hemen panik olur kotu bir haber almaktan acayip korkarim.onlar 1 numara. uzun yillar, saglikli bir sekilde yasasinlar.
iyi hafta sonlari…
Yillarca alisamadim babamin bizi birakip gidisine..Ne zaman baba adi gecen bir yazi gorsem agladim..Arkadaslarim babalarindan behsederken onlari el ele ,kol kola dolasirken gorsem icin icin agladim..Ama geri gelmiyor malesef …Keske bir gun geri gelseler sadece senede bir gun bir saat bile yeter..
selam!:)
yollarimin kesistigi su an yasayan en buyuk devrimciye! sigara denen o canavari alt edip bir kelebek etkisi yarattigi icin…kendinde degisimi ve donusumu baslattigi icin ciddi bir onarimci olarak gorup heycan duydugum icin.. devrimci!..
Tebrikler canim insan…aydinlanma budur iste…devrim de devrimcilikte bu!..
simdi destursuz yine baga girmis olcam, beni hos gor…asagidaki turfanda yaziyi sizler gibi ciddi, ayni zamanda zevkli bir gurupla da paylasmak geldi icimden…
yazi, yazin tanistigim Alev Alatli hanimin okurlariyla olusan “”onarimcilar”” gurubuna gonedrilmistir…
iyi okumalar
hurmetle…
…….
Sevgi neydi?…
İlginçtir, kendime bu soruyu sordugumda yani sevgi nedir? Zihnimde iki ayrı temel hareket görüyorum…Birincisi ya hafızam hemencecik birikiminin maharetini gösterip cocukca sıçramalar yapıp, hatıra raflarından bir eczacı marıfetıyle tanımlar aramaya soyunuyor, formuller arıyor, ezberledigi tanımlardan, hatıralarından, bu gune kadar biriktirdiği bilgilerinden tanımlar yapmaya kalkısıyor…
Ikıncisi ise şok edici bir hal…afallıyor. Şaşırıp kalıyor…yanıt bulmıyor…Kaç gündür bu soruyu kendime sorup afallamalar yasiyorum. Soruyorum ve soruyu çıt çıkarmadan yaşamaya, içselleştirmeye çalısıyorum. Kelimelere dökülemeyecek kadar harika şeyler oluyor. Soru kendini bir bahar gibi açıyor adeta. Sanılmasın ki sevginin ne oldugunu bu nedenle buluyorum..hayır hayır sadce sevginin ne olmadıgını algılar gibi oluyorum…
Birincisi afacan, adeta aceleci bir çocuk. Ikincisi bir kedinin fareyi deliğinden çıkartacak kadar sabır işi. Birincisi yılların otomotizmine takılmış mekanık bir proğram. İkincisi sil baştan, keşfiyat. Kırmızı hap!
Evet onarımcı adayları biz bu filmin neresindeyiz?
Bir pazar dinginliğinde, grinin kardan yagmura, rüzgardan sukuta , martıdan kanala gunduzden geceye dönüştüğü bu cografyada, Sinan Canan kardesime kulak verip oturdum klevyenin başına…Yaseminin sularımıza attığı tasın halakalar yaparak acılması bizi hangi sahilin kumsalına çıkarır onu şimdiden kestirmek oldukça zor…
Varlığını hiç olmassa onarımcı adayadayı olmaya vakfetmiş biri olmak halini yaşamak için beni kuşatacak önümdeki dakikalari yazın olarak ‘’Sevgi neydi” sorusuna ayıracagım…
Soruyoruz…
-Sevgi nedir?
Hafizayi gözlemliyoruz…
Adeta günlerdir ackalmiş birinin nihayet bir ziyafet sofrasıyla karşılaşınca tepkisel saldırı gibi rast gele ona buna el uzatıp aclığını, hiç bir şeyin tadını almadan gidermeye çalışması gibi bir tablo belırıyor gözumde ilk etapta..ikınci bir sahne günlerdir, güneşin kavurucu sıcagında yol alan susuzluktan dudakları çatlamış, gözlerinde ferin kaybolup artık o gözleriyle değil, ziniyle, zihindeki sususzluk hafakanıyla eşyayı görrmesiyle gerçekleşen serap …kumları yudumlaması gibi bir manzara…sanırım yüzyıllardan bugüne kadar bunca tarifin sevgi denen susuzluğumuzu giderememesnin sebebi de bu olsa gerek…ya soru doğru değil ya da sorunun cevabını yanlış arıyoruz…
Belki de yanlış olan yanıt aramak… arıyacagımız yer, eskinin bilgisi. Eskinin, yani geçmişin, yani bilinen bir şeyin. Halbuki bilmiyor ve ondan dolayı soruyoruz zaten ‘Sevgi nedir’ diye.
Biz bilemiyecegimiz bir yerde bilmemiz gerekeni aramak gibi bir tuzak ve oyunuyla içiçeyiz . Bilinmeyen bilinenin içinde nasıl olur ki. Bilinseydi zaten sorulmazdı. Peki içimizde hemencecik oburluk gösterip bu çok önemli soruya cocukca yanıt arayan ne? ya da kim?
Derin bir nefes alıyorum…sukunet odada, agacta, kanalın sularında, karşı apartmanda ve uçsuz bucaksız parçalı bulutlu gökyüzünde…sukunet kanatın derinliklerinde…derinlerimizde…ruhum butun kaınatın sukunet denizinde..
Zihnimin bir koşesinde yıllardır tutsagı oldugum gurultulu bir odasından özgürlüğe ilk adım…Cıt cıksın istemiyorum…bildiğim her şey susun ve sukunet içinde varlığın akışını seyredeyim…sevgi nedir sorusu yanıtını kendi vercek gibi…ah! çocuk aklım, çok bilmiş düşüncelerim, hatıralarım, anılarım..ama kitaptan, ama fılozoftan, ama hocalardan kopyalanmış ikinci el bilgilerim..prangalarım.hapis oldugum kozam…bir sussa, bir karısmasa, bu muhteşem akışa teslim olsa… o zaman dudaklarımla dokunacakmışım gibi o sır denen sevgiye…
Gecmişin bilgisyle ölü bir zihin, surekli diri ve kesfedilmesi gerekeni, sürekli yeni olan bir güzelliği nasıl bilebilir…işte burda afallıyorum…şok! Bunu keşf etmek zihinsel bir şok!
Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak! Diye avazım cıktıgı kadar bagırmak gelıyor ıcımden…sukunet bu hırcınlığımıda rebiye ediyor…Evet bildiğim kesin bir şey var o da bu bu caddenin çıkmaz bir sokak oldugu…
Peki, ‘doğru cadde hangıisi? ’diye sormayın hemen…
Lutfen çıkmaz sokkağı ilklerinize kadar yaşayın önce…hazır yanıtlar arayışı kacışın bir göstegesidir…Öyle bir şey yok…tarih buna şahit! Olsaydı insanlık bunu çoktan kullanıma sokardı…bu her bireyin kendi, keşfedip bulacagı bir güzellik…sabırla, ciddiyetle, mesulıyet duygusuyla..sefkatle merhametle…cesaretle…uyanıklıkla..dikkatle…
Kendiniz için sevginin ne olmadığını anlarsanız, sevginin ne olduğunuda bilirsiniz. Kurumsal , kavramsal ya da sözel olarak değil de , aslında onun ne olmadığını kavradığımız zaman sevginin ne oldugunu anlayabiliriz…Zihnimizin bir köşesinde kendimizi haps ettiğimiz o daracık, gürültülü bencil odanın yarışmacı, hırslı, çekişkşen, karşılaştıran oratmında sevgiyi tanımak hiç mümkiün müdür?
Kendisini donük ve bencilliğinden körelmiş hale gelen, incinmeleri ve sövülmeleri anımsyan bir zihin ve bir kalp sevginin ne olduğunu bilebilir mi?
Biz bu dünya da tamamıyla hırssız, asla kendinizi bir başkasıyla karşılaştırmadan yaşayabilir miyiz? Çünkü karşılaştırdığımız anda, çatışma, kin vardır, eld etme, diğerinin önüne geçme arzusu vardır. Bu da ilişkilerımizde ıki yüzlülüğü dogurur..sahtekarlıgı, dolandırıcılığı, yalanı ve dolayısıyla sevgisizliği…
Sevgi haz mıdır? Evet sevgi bazen bilinçli , çoğu zaman bilinçsizce peşinde olduğumuz arzulanır şeydir. Bizim Allah ınancımız bile dikkat ederesek hazlarımızın sonucudur. Bizim innaçlarımız, toplumsal ahlakımız ( aslında ahlaksızlığımız ) bizim hazzı kovalayışımızın sonucudur…bir dinde, bir ırkta, bir gurupta kimlik arayışının sonucudur…korkunun sonucudur…yalnız kalma endişesidir…
Biz birisine ‘seviyorum’dediğimizde, bu sevgi midir?
Bu hiç bir ayrımın, egemenliğin, baskının, sahiplenmenin ben merkezli davranışın olmadığı anlmına gelir. .Çatışmanın olmadığı bir hayattır, ilişki demektir…fakat durum bir onarımcı dikkatiyle baktığımızda içler acısı bir durum bütün çıplaklığıyla ortada bir hakikat olarak sırıtıyor…
Sevginin ne olduğunu ortaya çıkarmak için bunların hepsinin yanlışlığının görülerek yadsınması gerekir. Bir şeyi bir kez yanlış olarak gördüğünüzde, bir daha asla ona geri dömnemezsiniz. Dönüyorsanız demek ki henüz gerçekten mesele bütün boyutuyla görülmemiştir… Tehlikeli bir yılan , ya da tehlileki bir hayvan gördüğünüzde, asla onunla oynamassınız, ona asla yaklaşmassınız.. sıgararının ya da her hangı bır maddenın zararını gorduğunzde ona bır daha el surmessınız…bir cukur varsa önünüzde kenarından dolaşır gecersinız.. .aynı biçimde sevginin bunların hiçbiri olmadığını gördüğünüzde , olmayanlardan kurtuldugunuz surece o sızı olması gerekne dogal olarak goturur..caba ve hırs gostermeksızın..dogal olanı yasamaya baslarsınız…., sevgiyi hıssettiğimizde , gözlemlediğimizde , onun tadına vardığımızda, onunla yaşayıp , kendimizi tamamıyla ona adadığımızda , herkes için tutku anlamına gelen asıl SEVGİNİN, şefkatin ne oldugunu ancak o zaman keşf edebiliriz…
Bizim malesef bu konuda gerçek açlığımız ve tutkumuz yoktur, bizim şehvetimiz, arzularımız, hazlarımız vardır…Biz begenmeye, hoşlanmaya, arzu etmeye, sahiplenmeye şartlanmışız…çocukluğumuzdan, insanlık olarak bir turlu büyüyemediğimizden, kısa yoldan arzu ve hevesilerimize SEVGİ adını takmışız…onu eskitir ve yıpratır olmuşuz…
Halbukı yuregımızın sesine kulak verdığımızde seven incitmez, seven kıskanmaz, seven yarısmaz, seven catışmaz, seven üstün olmak istemez, seven ezmez, seven savaşmaz…seven oldürmez…dıye sesler işitiriz bazen..
Bakalım evimize,anemize babamıza , kardeş iişkilerine , arkadaş ilişkilerine, okullarımıza, ünuversitelermize, isyerimize, kurumlarımıza, parti ve polıtikalrımıza, polıtıkacılarımıza, kose yazrlarımıza, bılım adamlarımıza, caddelerimize, şehirlerimize, bölgelerimize, ülkelerimize, mikro alemden makro alemdeki ilişkilerimize..yarış! hırs !kıskanclık!, çatışma! , üstün olma!, önde olma! En buyuk ve engüçlü olma! olma ezme, savaş ve öldürme…
Biz buyuz canım onarımcılar…bu bizim çıkmaz sokağımız..insanlığın çıkmaz sokağı.yasadıgım ve ayakta durmasına bır kole gıbı calıstıgım ulke ınsanı daha cabuk nasıl ımha edrım dıye sılah gelıstırırken, bır yandan ınsan hakları mahkemısı kuruyor ne komık ne garıp..ve butun ulkler boyle..yanı benım ınsan avcısı ve hurrıyete kavusturucusu..ne tezat ne buyuk trajedı…bütün bu rezzillik bizim eserimiz…bunu net bir şekilde tesbit edip , iliklerimize kadar yaşamalıyız….yani içizimizin dişa yansıması..suçlu toplumlar degil, birey…cunku birey gercek birey olmaktan kaçıyor..hurriyetten kaçıyor…teknolojik gelişme de cocukca avuntumuz…simarikligimiz..bencilligimiz . Dunyayi ve dogayi arti ínsanligimizí imhamiz…gunubırlık yasama hevesımız…cocukca…sorumlulugumuzdan kacıs…halbukı elımızde dunyanın butun problemlerını cozecek herturlu ımkan var…sıtemıyoruz..catısmaktan, zevk alan yartıklar olmusuz…
Biz işin ne kadar vahim oldugunu anlamak ve görmek istemiyoruz canım ınsanlar…eger gercekten yaşanılabilir bir dünya yaratcagımıza cidden inanıyorsak….yeni bir toplum yaratmamiz gerektigine inaniyorsak ise bireysel ve icsel devrimden baslamaliyiz….gecmisi kopyalamayi birakip, ikinci el insan olmaktan kurtulmaliyiz….
bana oyle geliyor ki problemde ne kadar yogunlasip kalbılırsek iş cözülecek gibi, problem kendini cözecek ve yeni bir toplum seninle benimle mumkün olacak gibi…
biz iste buna dahi izin vermiyorıuz…karışıp iyice karıştırıyoruz…gecici dolgularla diş agrılarımzı uzatıyoruz…kökte icraat lazım…kabukta degil…..bireyin kendisinde icraat lazım toplumda değil…bu da bir bir her onarımcının sevgi denen o muthiş enerjiyi keşf etmesiyle mumkün…entelektuel ya da sozel ya da duygusal boyutta degıl…gercekten yasyarak…susamıs bır ınsanın parmaklarıyla , dıslerıyle topragı kazıyıp suyu bulup suzulugunu gıderdıgı gıbı…yoksa seraplardan hıc bır zaman suzulugumuzu gıderemıyecegız…
İşte onarımcılıgın ateşten gömlegi bu olsa gerek…
Ne dersiniz giymeye cesaretimiz var mı?
Zıl caldı…bıraz ara…
Bu arada davetsiz mısafirlerim geldi, anlıyacağınız yerli onarımcılar…onlarla aynı sohbet üzeri uctuk biraz…saat simdi gecenin bir vakti…
Sinancım gercekten kalemine ve yüreğüne saglık, mekanizmaya yeni bir ivme kazandırdın, belkide dunyya sefalar getıren mınık onarımcı adayı Melike hanımın bereketi…Yasemincik sanada bin tesekkur, durgun sularımıza boyle bır tas attıgın ıcın……
Ben elimden geldiği kadar Sevgi neydi? Sorusunu kendime sormaya, yeniden , hergün sormaya çalışacagım…Sevginin kendisinin emekle elde edileceğine ruhum pek basmıyor…zıra yasemın boyle sormustu Sevgı emektı? fakat sorgulamanın, araştırmanın , kendini tanımanın emek oldugun biliyorum… hemde cok ciddi bir emek…aynı zamanda coook zevkliii
ve başımız belada onuda biliyorum…
Kuzey Denizi sahillerinden Sevgi(?) ve sukunetle….
Bugra yagmur