Bahara Vurgun Bendeniz.
Mis gibi bir bahar sabahına uyandım erkenden ve hemen pencerelerimi açtım. Bahçedeki manolyaların kokusu sarhoş edecek düzeyde baskın bu sabah, inanılır gibi değil.. İlk manolya ağacı ile tanışıklığımız 1998 yılı Mayıs’ına denk gelirdi, onu hatırladım birden: O tarihlerde Paris’teyim. Teyzemin şeker ve çılgın bir arkadaşının evinde kalmıştım 12 gün kadar tek başıma. Hatunla Amerikalı eşi bir iş gezisine beraber çıkıp Amerika’ya gitmişlerdi ben kendileriyle tanışıp pek bir kaynaştıktan tam 2 gün sonra. İşte o andan itibaren ben St. Michel bölgesinde eski tip yüksek tavanlı, kocaman şömineli, ahşap tabanlı ev ile kırmızı kadife kaplı, aynalı asansörümüzle başbaşa kalmıştım. Pek güzel günlerdi onlar. İlk manolya çiçeğini ağaçta, ağacı da Champ Elysee Caddesindeki bir parkta görmüştüm. Önce kokularla hipnotize olup, sonra ağacın karşısındaki bankta uzunca bir müddet oturup kalmıştım. O zamana kadar böyle bir güzellik görmediğimi düşünmüştüm. İşte bu sebepten manolyaların kokusu da kendisi de bana Paris günlerimi hatırlatıyor.
Antalya’da yaşamam konusunda annemin yine-yeniden-hiç üşenmeden-ve dahi hiç vazgeçmeden yaptığı baskılarla oturdum kahvaltı sofrasına. Güzel annem, benim manolyalarla ve kokusuyla şafak dansımı ederken mırıldandığım şarkımı ve aldığım keyfi duymuş baskının tam da sırası diye düşünmüş olmalı sanırımJ “Yok annecim, burada yaşamayı düşünmüyorum şimdilik. Evet annecim çok seviyorum Antalya’yı, evet evet deniz kenari bir şehirde yaşamak hep en büyük hayalimdi haklısın, hala da öyle…” de… Bir türlü diyemiyorum ona, “Sizin bu kadar yakınlarınızda olmak istemiyorum aslında” diye.. “Bu kadar iç içe olmaya alışık değilim sizinle ben, malum yıllardır uzağız, ayrıyız” diyemiyorum.. “Evet seni çok seviyorum annecim, ama anla beni lütfen, olmaz” diyemiyorum..
Kahvaltımı edip, sevgili annemi beni yanıbaşında yaşlanırken düşlerken ki rüyasından uyandırmadan giyinmeye gidiyorum. En sevdiğim şalvarımı giyeceğim bugün. Şalvar giymeye son birkaç yıldır takıntılıyım. Sıcak havalarda pek bir rahat oluyor. Ama her zamanki gibi renk konusunda biraz bu hava sıcaklığı ile ters düşüyoruz: Siyah bir şalvara sevdalıyım ben! Siyah ve incecik, tiril tiril bir şalvara. Üzerine de askılı bir beyaz atlet giyiyorum. Ayaklarımda parmak arası terliklerim; yine en sevdiğim flip floplarım; ve yine siyah! Neden siyah ve ben ayrılmaz ikililer gibiyiz ben kendimi bildim bileli? Bizim sevdamız Bonnie ve Clyde’ı, hatta Leyla ile Mecnun’u bile geçmiş durumda. Genç kızken siyah giyerdim, ama daracık siyahlar. Üniversite ve sonrası yine siyah sevdam durulmadı hiç, ama zamanla modaya göre bollaşıp daraldılar; uzayıp kısaldı benim siyahlar.. Kimi zaman iş görüşmesi için tercih etiğim klasik yandan cepli bir pantolon oldular, kimi zaman şık bir gece elbisesi ya da bol keten bir etek. Gardrobuma baktığımda heryer simsiyah görünüyor, özellikle kışın sabahları kıyafet seçmek işkence durumuna dönüşüyor: Işık yok, hava karanlık, yatak odamın lambası loşa ayarlı, dolap simasiyah!
Giyinip kendimi dışarı atma nedenim çok sevgili bir arkadaşımın bu akşam açılışını yapacağı cafe-bistro’su için yardıma ihtiyacı olup olmadığını sormak, gerekiyorsa yanıbaşında olup onu rahatlatabilmek. Zira heyecandan ölmüş durumdadır şimdi, tahmin etmek hiç de zor değil. Neredeyse 3 aydır dekoruydu, boyasıydı, konseptiydi, eleman seçimiydi uğraşıp didinmekte. Lara tarafında çok güzel bir parkın içinde açıyor mekanını, “Teras” koymak istiyordu adını, bakalım ne olacak? Lara’da falezler üzerinde yemyeşil bahçe içinde, çiçekler ve ağaçlarla bezeli çok hoş, dinlendirici huzur verici bir yer bulmuştu aylar önce. Bana telefon açtığında heyecandan ölecekti neredeyse. Sesi titrriyordu: “Buldum sanırım yerimi” diyordu. “Bir görsen, o kadar güzel ve huzurlu bir yerde ki!” Bizim mekan anlayışımız güzel olmasından öte, huzurlu bir yer olması ile doğru orantılıdır. Her yer güzel olabilir, güzel bir manzaraya bakabilir ama huzuru bulabildiğiniz, dingin ve hoş atmosferi olan yerler nadiren karşınıza çıkarlar. Çıktıklarında da vazgeçilmez oluveririler bir anda. Kadınların bağlılığı fenadır, bilenler için. Adama da bağlanırsak amanın aman, mekana ya da benim gibi altı üstü bir renge; siyaha bağlansak ta aynı aman!
Bağlılık, huzur, manolya kokuları, annemin düşleri, siyah şalvarım ve flip flolarım müstakbel “Teras”a doğru yoldayız. Sağ tarafımızda bize eşlik eden engin ötesi, davetkar mavi-lacivert ile beraber.. Tepemizde muzip muzip bulutlarla saklambaç oynayan güneş, Mayıs ayının güzelliği, yüzümde kocaman bir tebessüm ile beraber..
DLR (Mayıs 2007)
merhaba dilarıcığım :))
sen var ya huzur veriyorsun insana bu güzel sabah da.:))
iyi hafta sonları diliyorum huzur dolu 🙂
sevgiyla kal…
Mis gibi manolya kokusu aldım yazını okurken. Yüreğin sağlık arkadaşım.
Çok sevgiler!
Dilara mrb,
Benim en sevdiğim bitki türleri çiçek açan bitki ve ağaçlardır ki en çok da kokulu olanları severim. Ben aslen İstanbulluyum fakat üniversiteyi Bursa^da kazandım ve evlenip burada kaldım. Manolya ile ilk tanışıklığım Bursa’da oldu. Daha önce ismini görüp kendisini görmediğim bu ağacın ve çiçeğinin aşığı oldum. Bursa’da bu ağaç çokca var. Zeki Müren de bu ağaçtan ilham alıp “Koklamaya kıyamam benim güzel Manolyam” adlı parçasını bestelemiş. O yüzden severim bu parçayı ben 🙂
Yine güzel bir yazıyla bana huzur verdin.
İyi hafta sonları. Arkadaşının mekanı hayırlı olsun
Sevgiler
Gamze
sevgili burcu
bu dunyada huzur vermekten daha guzel bir sey yok benim icin:)
*
lal’cim sana da sevgiler en kocamanindan:)
*
sevgili gamze,
bursa’da hic bulunmadim ne yazik ki:(
huzur vermeme sevindim. sevgiler, guzel bir hafta sonu:)