Şimdi bu başlıkta ne diyenleri duyar gibiyim. Dedim ki “Cuma İlüstrasyonu” var, “Cuma Fotoğrafı” var.. Benim de Cumaya dair bir katkım olsun.. Böylece “Cuma Hikayesi” çıktı. Ben her Cuma, bu sayfada siz yeni ve eski dostlarımla beraber benim ciddi hobilerimden biri olan ve yaklaşık 5 senedir düşe kalka sürdürdüğüm “Kısa Yazılarım”ı paylaşacağım. Geçtiğimiz ay çöken pc’mden kurtarılan çok az hikaye-yazı ile başlayacağım ilk olarak. (Bu yazılarımın tümü Kahve Molası‘nda yayınlanmışlardı.) Bu iş beni de motive edecek ve ben her Cuma burada paylaşmak üzere bir şeyler yazmak için kendimi zorlayacağım; düşe kalka sürdürülen iş “düzenli” bir hale gelecek. Bu yaptığım, tamamen Sevgili Zeynep’in Hikayelerinden farklı. Okumaya başladığınızda anlayacaksınız. Yazdıklarımın çoğu benim gerçek hayatımla bir şekliyle ilintili, ama bir kısmı da tamamen kurgusal. Ya başlangıcı benden, sonu kurgu; ya da tam tersi..
Bu hafta hep “Mavi”lerden bahsettik ya, bu sebeple bana en sevdiğim maviye sahip yeri hatırlatan bir yazımı ve yukarıdaki Kaş 2003 fotoğrafını ekleyerek hepinize keyifli, bol güneşli, umut dolu, sevgi dolu, aşk dolu, heyecan dolu, sevdiklerinizle bir hafta sonu diliyorum. Yazı uzun.. Hafta sonu okuyabilesiniz diye:)) Lütfen düşüncelerinizi paylaşın; olumlu ya da olumsuz. (İleride yayınlanmış kitabı olmasını isteyen biri için ufak bir yardım:))
KAŞ’TA DÜĞÜN
Ayşegül Sultan’a sözüm vardı. Bu yazı, tamamen ona ithaf olunur!
……………
Frank Sinatra’yı çocukluğumdan beri dinlerim; Severek, kendimden geçerek, içimden ılık ılık akan bir şeyler eşliğinde o yumuşacık, sıcacık, davetkar, çapkın sesiyle beni her zaman etkiler Sinatra. Onun zamanının filmlerini seyretmek, onun zamanına ait müzikleri -30 yaşımın eşiğinde olmama rağmen- dinlemek, o zamana ait elbiselerin içinde, ayağımda babet ayakkabılar, şık, dantelli eldivenler ve omzumda asılı duran önden tek düğmesi iliklenmiş hırkalarla kendimi düşünmek beni her zaman mutlu etmeye; 1960’lı yıllara ait bir kadın olduğumu, Sinatra’nın şarkılarıyla pistte hoş bir erkeğin kollarında dans ettiğimi düşlemekse beni heyecanlandırmaya yeter de artar bile.
İşte yine bir akşam, elimde bol buzlu duble Absolute Vanilya’mla, Kaş’a yan gelmece- yatmaca tatiline gitmeme yalnızca birkaç saat kalmışken, müzik setimden yayılan o yumuşacık ses bana,
“When Somebody Loves You
You Feel It in Your Heart
When Somebody Loves You
You Know It from the Start
Every Kiss Becomes More Than a Kiss
Each Look, Each Touch They Mean So Much
That’s When You Discover How It Feels to Be A Lover…”
diyerek yüreğimi giderayak titretiverdi anlamsız bir Pazartesi akşamı… Yine beni en can alıcı şarkısıyla, en can alıcı zamanda –1. tekil şahıs olarak yaz-güneş-deniz tatiline giderken- en can alıcı noktamdan vuruverdi.!
Sinatra: Hayatımın, beni anladığını düşündüğüm tek erkeği! Ne zaman beni mutlu edeceğini, hangi anlamlı şarkı sözleriyle o anki hislerimi paylaşacağını, hangi ses tonuyla, hangi notayla şarkısına başlayacağını, gecenin yada gündüzün hangi saatinde beni nasıl yatıştırıp, sakinleştireceğini, ben hıçkırarak ağlarken sessizce şarkısına devam ederek beni rahat bırakacağını her zaman bilmeyi başarmış tek erkeği..! Bunca zamandır terk edilmeyen, beni terk etmeyen, -mış gibi yapmayan, -mış gibi yapmama neden olmayan, gözlerim gülerek bakmaya başladığı, kendimi huzurlu ve hiç olmadığım kadar mutlu hissettiğimde bunu bir parmak şaklatmasıyla durdurmayan, yok etmeyen, ağzımdan çıkan güzel ifadelerin zaten ne kadar zor çıktığını, bu sebeple de bir defa çıktığında gerçekten denmek istedikleri şeyler olduğunu anlayabilen, beni yeni insanlara, sıkıcı-keyifli yemeklere, tatillere uğurlamaya devam eden tek erkeği.. Ne acı!Onu kaybettiğimde Paris’te bir Albino peşindeydim.. Sacre Couer Kilisesi’nde izlediğim bir Pazar ayininde onun için dua etmiş ve “In other words…I love you..” demiştim kendi şarkısıyla, kendimce bir veda ile.! Yıl: 1998
……………
Sinatra’yı evde bırakalı birkaç saat oldu.. İşte yine rahatsız bir otobüs yolculuğundayım.. Eskiden bayılırdım yollara, uzun yola.. Hep hayal kurar dururdum, hep oyalanacak bir şeyler bulurdum.. O zamanlar otobüslerde müzik yayını falan yoktu, kendi walkmenimde müzik dinlerdim sabah kadar.. Hep de gece yolculuk ederdim.. Değişmeyen tek şey, yine bir gece yolculuğundayım.. Artık walkmenim yok; ama CD çalarım var.. Evde Sinatra dinleyince, çıkarken onu müzik setimde unutuyorum haliyle.. Ne yapalım artık, Harry Connick Jr, Sting falan idare edeceğiz eldekilerle..
Dile kolay, uzunundan bir 11 saat kadar yolumuz var! Kabus gibi.. Kaş’a bayılıyorum da, bir de yolu olmasa..Neyse artık, yolculuğun sonunda beni neyin beklediğini düşünerek kendimi biraz olsun rahatlatmaya çalışıyorum, gevşemem lazım.. Tatile gidiyoruz, boru değil!
Ayşegül Sultan’la bu bizim 2. Kaş tatilimiz. Eve dönünce fotoları 2003-Kaş fotolarının hemen yanına, 2004-Kaş şeklinde aktaracağım yine PC’ye.. Umuyorum ki 2005-Kaş olmaz! Yani olsun da, mümkünse artık Ayşegül Sultan’la olmasın.. Hayır, ona da yazık, bana da.. İkimiz de gül gibi kızlarız.. 30’larımızın başında.. Ayıp olmuyor mu 2 yıl üst üste yalnız kalpler şeklinde tatile çıkmak?
………..
–“Tanrım belim mahvoldu yine!!”
–“Sızlanma geldik işte, bak birazdan otelimizin gözükmesi lazım yolun karşısından.”
Böyle diyor da Ayşegül Sultan, otelimiz görünür görünmez benden beter söylenmeye başlıyor.. Otobüsten inmemiz, bavullarımızı almamız, otobüsün hareketinin ardından bizim bavulları çekiştirerek otele bakakalmamız… Hepsi çok değil bir 10 dk. İçerisinde gerçekleşiyor. Tüm bu süre zarfında hatunun ağzından tek bir iyi kelime çıkmıyor.!
–“Bu ne biçim otel ya? Hani denize sıfırdı burası.. Aradan kocaman çift yönlü yol geçiyor. Şehirler arası otobüs yolu! E şimdi yokuş yukarı biz mi çıkaracağız bu bavulları? Yok mu adamları bunların? Ben sevmedim burasını.. İyi ki tek gecelik peşinat yatırmışız.. Kahvaltıda kötüdür şimdi.. Hem….”
–“Ayşegül insaf et be güzelim… Bismillah, dakika bir gol 10 oldu.. Bir nefes al!”
………..
–“İşte böyle…” diyorum otel sahibine akşam yemekte karşılıklı şaraplarımızı içerken…
–“ Hatun söylenmekten vazgeçmedi..Ama ben biliyorum yapacağımı ya, sabrettim.. Dedim ki, ben seni aşağıya iskeleye inince suya bir atarım, bir şeyciğin kalmaz, anında sakinleşirsin.”
Öyle de oldu.. Gevşedi, sakinleşti… Sonraki 5 gün boyunca sinirleri alınmışçasına huzur, bol kahkaha, bol alkol, hoplamaca, zıplamaca, denizle gece-gündüz, sınırsızca kucaklaşma şeklinde unutulmaz bir tatil daha yaşadık fotoğraf karelerine geçen Kaş’ta.! Bu defa yalnızca fotoğraflar ve güzel yaşanmışlıklar değil, bir de beynimizde senaryo ile döndük eve.
………..
Yine elimizde kadehler, gecenin bir vakti olmuş, aşağıya iskelenin olduğu yere indik. Gündüzleri şezlonglar, şemsiyeler; gece de minderler, mumlar iskelede ay ışığına eşlik ettiler biz oradayken. Sabırla bekledik dolunay olmasını her gece. Ne yazık ki oradan ayrılışımızın akşamına denk geldi kendilerinin bembeyaz, hareli, kocaman bir topa dönüşmesi! Biz yine de geceleri, dolunay’a dönüşürken ay, altındaki iskelede, karanlık denize bakarken, minderlerin üzerinde hayaller kurduk, güldük bol bol, kah uyuduk, kah çalan müzik hoşumuza gitti kalktık dans ettik.. İşte bir gece aşağıda, minderlerin üzerindeyken Ayşegül Sultan’la beraber başlattığımız bir geyik, saatler içerisinde hoş, yarı anlamlı, yarı anlamsız, arada özlem duyulan, yarı şaka, yarı ciddi bir senaryoya dönüşüverdi. Adını “Kaş’ta Düğün” koyduk! Kanlı Düğün gibi olduğunu fark ettik fark etmesine de, biz böyle olsun dedik, öyle de oldu!
Kaş’ta Düğün… Birinci ve sonuncu bölüm.
Ve Diyaloglar:
–D: “Burada evlenmek ne hoş olurdu ya!”
–A: ……………
–D: “İkimizden biri mesela, hangimiz ilk evlenmeye karar verirse, Kaş’ta evlensin. Burada, bu iskelede, bu dolunayın altında, bu denizin üzerinde..”
–A: …………….
–D: “Ben zaten hem denize, hem de bu namussuz kasabaya tapıyorum.. Hep, küçükten beri, farklı ama şatafatsız, sade bir düğünüm olsun isterdim.. Şimdi aklıma düştü bak birden bire..”
–A: …………….
–D: “Alo, orda mısın Ayşegül Sultan..? Kime diyorum ben. Yoksa şarap arkası bira iyi gelmedi de gözlerin açık karanlık denize dalmış bir halde uyuyor musun dinliyorum ayağına? Ne dersin bu fikre? Hani belki 2005 yılında da burada olalım diyoruz ya, bu sefer anlamlı bir tören için gelmiş olalım mesela..”
–A: “Vallaha ne hoş fikir oldu bu.. Uyumuyorum, sen söylediğinden beri düşünüyordum ben de nasıl olurdu diye..”
–D: “Bence süper olur.. Mesela bak bu iskelenin üzerine kocaman mumlar ve fenerler yerleştirebiliriz. Sonra, iskelenin üzerine çiçekler serpiştiririz, hatta denizin üzerine de … Şu suda yüzen mumlardan da koyarız.”
–A: “ En sevdiğimiz arkadaşlarımızı davet ederiz, fazla değil 30-50 kişi arası bu iskeleye sığar herhalde.. Ne dersin?”
–D: “ Anca alır zaten.. Sonra düğün günümüzde hep beraber çökmeyelim de denizeJ”
–A: “Olsun be, Kaş-2005 fotolarına bir güzellik gelir böylece. Biliyorsun 2003 ve 2004’e ait olanlarda da az şoparmadık. Bunun eğlencesi de bu olur: Deniz’de Düğün”
–D: “Nikahımızı denizin üzerine yerleştirilmiş platformda kıydırırız mesela.. Oraya da ufak bir salın üzerinde ayakta gideriz.. Tabi bu salın da kenarlarında mumlar olmalı. Işıl Işıl bir salda, nikah memurunun tir tir titreyerek bizi beklediği platforma doğru yola alırız böyle yavaştan.”
–A: “Niye titriyor şimdi adam?”
–D: “Adam yüzme bilmiyor ki.. Kaş’ta yaşıyor, ama yüzme bilmiyor. Hatta su görmeye dayanamıyor..”
–A: “Niye böyle bir nikah memuru bulduk ki?”
–D: “Ne bileyim canım, o kadar dalgıcın, deniz aşığı, Kaş aşığı adamın ortasında bir de böylesi olsun dedim.. Keyif de benim, hayal de.. Sen ne karışıyorsun ki şimdi?”
–A: ………….
–D: “Neyse.. Biz müstakbel damat ve ben –ki damat adayı konusunda en ufak bir fikrim bile yok.. Her ne kadar kurmaca yapıyor olsak da- ışıldak misali denizde ilerleyen salın üzerinde platforma doğru yol alıyoruz yavaş yavaş..”
–A: “Niye sen ve müstakbel damat? Ben senden önce evlenemeyeceğim mi şimdi? Bunu mu ima ediyorsun?”
–D: “Gece gece başına mu vurdu dolunaya çeyrek kalan ay? Sen ya da ben.. Hangimiz olursa dedik ya başta.. Ben anlattığım için öyle deyiverdim. Hem biliyorsun, benim senden önce evlenme şansım hiç yok gibi..”
–A: “O niye ki? Sen de ben de aynı durumdayız. Durum da şu: Sevgilimiz yok. Potansiyel bir aday bile yok. İkimiz de sevgili arkadaşım, birer birey olarak hayatımıza devam etmekteyiz ve hatırlatırım bundan da –ne yazık ki- fazla şikayet etmemekteyiz. E hal böyle olunca, aday arama şansımızı da tamamen allaha havale etmiş durumdayız. Ve yine tahmin edeceğin üzere, bilet almazsan piyangoyu sana çıkarmıyor yukarıdaki.!..”
–D: “Vallaha güzel dedin Ayşegül Sultan. Bunun üzerine bu hayali, nikahı kıymadan keselim istersen. Azıcık eğlenelim dedik, onu bile yapamıyoruz.. Zaten Serhat’ta bize bireyler ismini taktığından beridir hayatımızdaki kör topla ilerleyen şeyler de durmuş durumda farkındaysan. Fazla benimsedik biz bunu. Hatta fazla sevdik. Herkese de bahane olarak bunu ileri sürüyoruz, hoş olmuyor.”
–A: “Birey olmanın, hele de kadın olarak ayakta kalmanın nesi kötü ki şimdi? Adam kötü niyetle söylemedi ki bunu?”
–D: “Biliyorum arkadaşım da, ne yazıktır ki doğru bir tespitte bulunup, yanlış olan şeyi yaparak bunu sesli dile getirdi.”
–A: “ Neyse ne! Eee, gelinliğimiz nasıl olacak?”
–D: “Bilmem ki sen nasıl seversin.. Ben mesela hep sade bir şeyler hayal ederim. Mesela, dur şimdi aklıma geldi. Bayılacaksın bak! Hani dalıyorum ya ben, oradan geliverdi: Öyle bir gelinlik ki bu, nikah kıyıldıktan sonra, müstakbel-muhtemelen dalgıç olan -eşimle beraber suya atlayarak iskeledeki arkadaşlarımızın kutlamalarını kabul edeceğiz. Bu durumda ben ‘evet’ dedikten, imzaları atıp, adamın ayağına da bastıktan hemen sonra gelinliğimin eteklerinden tutup çekiştirerek üzerimde tek parça bir mayo ile kalıveriyorumJ Yani bu vücudu saran, dalgıç giysisi, ama bembeyaz.. Anca o zaman bunun böyle bir şekil olduğu anlaşılıyor.. Nasıl ama?”
–A: “Dilaracım söyleyecek sözüm yok vallaha. Nereden de buldun şimdi bunu. Ama çok şeker bir durum olduğunu itiraf ediyorum. Ben bile giyebilirim böyle bir gelinliği.”
–D: “İşte böyle yüzerek kıyıya çıkıyor ve kutlamaları kabul edip, tepemizden aşağıya boşaltılan şampanyalardan hemen sonra ben bir Jack fıçısının altına yatıyorum. Eşimi bilmem, o nereye yatarsa yatsın! Nasılsa gecenin sonunda yanıma yatmış olacak..”
Ve kahkahalar…….
The End.. Bitti. Son..
Zaten bundan öteye de gidemezdi.. Görüldüğü gibi abukluklar burada da bırakmadı kalemimizi… Bu sebeptendir ki adam olamadık, hala single olarak tatilde meşk etmekteyiz 2 yıldır.. Duyurulur… ! Kimeyse??
(2004 Sonbahar… Dilara)
Dilayra’cım çok güzel yazmışssın tebrikler.
Tam duygusallaşıp azıcık hüzünlenmeye başlarken, birden kahkahalarla gülüyorum, özellikle nikah memurunun yuzme bılmemesi ve gelinlikte…
tam cuma hıkayesı olmus, yaz gene yaz sen…
harıka 1 haftasonu dılıyorum ve umarım dugununde hayal ettıgın gıbı olur…;)
Dilara insallah bu sene bulursunuz birini Aysegul Sultanla birlikte ikiniz beraber kiyarsiniz artik nikahi…Hikayende pek guzeldi..Keyifle okudum valla..
Ya Dilaracim, ben de istiyorum 🙂 Bir duyuru ilani hazirlasak mi ne dersin 🙂
yoksa gidisat kotu 🙂 gerci biliyorum ki, siz de benim gibisiniz, biraz zor begenen cinsten 🙂 dilerim, beyaz atli prenslerimizi buluruz 2006 icinde ve felekten bir dugun yapariz..sonra minik minik perilerimiz olur, onlar ermis muradina, biz cikalim kerevetine derler…
guzel haftasonlari.
Gözümün önünde canlandı o iskele:) Hakikaten ne güzel olurdu orada bir nikah:) Tüm dostlar son derece rahat, spor kıyafetleri hatta mayo ve bikinileri ile:) Akşamleyin şöle denize karşı felekten bi gece. Huzur… huzur… huzur… İnsan daha ne ister? Darısı başımıza kızlar:)
Lilocuğum,
İki sene sonra yaşadığımız o güzel kaş tatili tekrar canlandı…..
KAŞ’ A GİTMEK İSTİYORUMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMM
Haziran ayına bir kaş seyahati sıkıştırsak mı? NE DERSİN…
canim arkadasim, senin hikayelerini okumak her zaman buyuk bir keyif benim icin. su kitabin ciksa da boyle arada bir birer tane olarak degil de topluca okusam doya doya. her cuma yazi fikrini destekliyorum. beyaz atli prensin burdadir belki, buralara biraz uzun sureli gelip kalman lazim:))
yazini cok ama cok begendim, icten ve samimi bir anlatimin var..eger kitap cikarmaya karar verirsen imzali bir tane mutlaka isterim, hemde Banu’ya diye olacak ama:)
O beyaz atli prens adaylari da hep ummadik anlarda cikar insanin karsina, bazende burnumuzun dibinde durur yillarca biz gormeyiz(benimgibi:))Umarim diledigin gibi bir hayat arkadasi, gonlunce bir dugun hayallerin gercek olur..
Yazmaya devam et..cunku ben okumaya devam edecegim,
Sevgiyle,
Banu
Bir şeyler yazmaya, yazdıklarınıza öykü demeye ve öykü dediğiniz şeyleri de yayımlamaya karar vermeden önce gerçek anlamda okumanız, okuduklarınızın farkında olmanız ve de üzerine eğer yapabilirseniz düşünmeniz gerekiyor.
Banu, Bezen, Cholé, Zeynep’s ve Aysin,
teşekkür ederim. bu yazıyı Kahve Molası’nda yayınladıkları zaman biri çıkıp, buradan birini bulmaya çalışmak yerine “yalnız kalpler” köşesine yazı yazsaydınız ya demişti:))
Sevgili Gökçe,
elimden geldiği kadar okumaya çalışıyorum. (yeniden desr kitaplarına gömülmeden önce daha çok okuyordum:(( bir editör arkadaşımın dediğini hiç unutmam -ki, bence sanırım sen de kabul edersin- “yazmak, dili zenginleştirmektir.” bunu yapabilen son zamanlarda okuduğum en müthiş yazar Elif Şafak mesela.
benim yazmak istediğim şeyler daha çok keyifli şeyler, insanı gülümseten ama düşündüren şeyler. şimdi Kaş’ta Düğün’de gülümsetme unsuru var, ama ne düşündürüyor diyebilirsin, haklısın:) beni düşündüren çok şeyi var o ayrı.. yapmak istediğim mantar gibi sağdan soldan biten ve bu dünyada bir dikilitaşım yok, ama bari kitabım olsun diyenlerden olmak değil.
ben de dili zenginleştirmeye çalışmak için çabalayan biri olmak istiyorum. yorumun için teşekkür ederim. tüm bunları bildiğimi ve daha “iyi” şeyler yazmak için çalışacağımı söyleyebilirim.
“yalnizca butunsel bir ozgurluk oldugunda yaratma olabilir”
Dilara, harikasin…mucizler yaratmaya devam ediyorsun…ve ben(egom kabarcak ama) bundan oldukca keyf aliyorummm:))..zamanin bu diliminde yollarin hic beklenmedik bir sebepten ansiizn kesismesi ve kendi seyrinde bir devinimle akip gitmesi ne guzel sey… griye calan bu kucucuk cografyada kanalin yesil sulari uzerinde, rastgele, gelisiguzel kavisler cizerek ucusan martilarin o gamsiz ve ucari dunyalarindan yol bulup Cuma Hikayesi’ne oradan da Kas’in o masmavi korfezinde kahkahalarla biten dugun sabahina uyaniyorum sayende…
Ve tabi kahkahalrla…zira “esimi bilmem , o nereye yatarsa yatsin nasilsa gecenin sonunda yanima yatmis olcak” cumlende ki rahatlik beni de burda kahkalara bogdu…
Her yazi guzeldir Dilara, kainatta her seyin guzel oldugu gibi…sakin bizim yergi ve ovgulerimize aldanmayasin…sen icinde tasidigin o dunyalar harikasi guzelligi yesertmeye bak, paylasmaya bak…bir okur olarak ben gercekten keyf aldim…zira seni okurken senin kadar hur sartlanmalardan uzak…kipir kipir ve daldandala ucusasan konularinla mavinin engin derinliginde sana tam teslim uctum oylece… ve bu bir bahar gezintisi kadar keyfliydi beim icin…an geldi basini cama dayamis, uzun otubus yolculuklarinda hayalleri icinde kaybolan biri… an geldi Frank Sinatra’’nin ezgisinin tonlarinda kaybolan golge oldum…ve an geldi iskelede bacaklari titreyen nikah memuru…an geldi hic bilmedigim insanlarin yaninda uynadigim damat adayi:))
Simdi parmaklarim, verdigin heyecanla kalvyenin tuslarinda gezinirken sana ucusacak bu satirlar sadce guzellik ve heycan getirsin derim…her insan bir kitaptir Dilara… Belki “Butun Insanlik Hikayesini” icinde tasiyan kutsi bir kitap…Okunmasi ve anlasilmasi gereken de iste bu kitaptir…Ne guzel sen buyuk bir dikkatle hem kendini okuyorsun hem de buyuk bir cesaretle baskalarini okumaya davet ediyorsun…bize de biraz kolayi dusuyor boylece , zor isi sen yapiyorsun…tebrikler…
Parmak izin bile kimseciklere benzemedigine gore, biricikliginin bir hikmeti var Dilara. Hic bir yazara, hic bir kahramana ozenmemeliyiz…tabiki mumkun oldukca cesitli kitaplari okuyacagiz,Elif safak cok begendigim bir yazar..aslinda butun yazanlar degerli insanlar..okunmasi gereken insanlar..fakat okumlarda kaybolmuyacagiz…hayati okuyacagiz, iliskileri okuycagiz…ama ozenmeden, kendini onlarla kiyaslamadan…iyi yada kotu sonuclar cikarmadan…kendi balimizi yapmak gibi bir seydir bu hayat canim insan…tekbasina… ve bu bali yapmadigimiz surece gercekte ne huzur var ne de hayat…sen sevdigin icin yaziyorsun…sevdigin icin yasiyorsun…sevdigin icin paylasiyorsun…bu senin yolun, senin stilin senin zevkin..olcu sensin Dilara baskasi degil. bence tam gaz devam et…hayat sevdigin yone gittigin adimlarda saklidir…merakli gozlerle seni izliyoruz…dolayisiyla kendimiz…
Bu arada saka maka “Kas’ta Dugun” filminin ilk prova cekimlerini bu yaz Kas’ta dusunuyorsaniz ben gonullu damat adayi olabiliriiiiimmm:))
kahkahalarla:)))
:-)) süperdi hikaye… “Yanlız kalpler tatilde…” Bizde arkadaşım Demetle bunu pek sık yapıyoruz. Her yılda aynı şeyi birbirimize söylüyoruz mümkünse bu yazı seninle geçirmeyeyim. Ama birlikte yazı geçirmektende çok keyif alıyoruz !!! Bizim mekanda Çıralı oluyor. Bu yıl değişiklik yapıp Kaş’a gideceğiz sanıyorum. Bakarsın senin düğününe de katılırız orada. Ben en iyisi kendime bir yazlık düğün elbisesi edineyim. Evire çevire kullanırım artık.!!! 🙂 selamlar
Burası AA olmasın sakın ??
Hatta galiba ben seni gördüm bile orada 🙂 dünya küçük, vallahi küçük..
:)) yani Uykusuz, ilahi diyorum..
AA, bizim milli tatil mekanımız oldu Kaş’ta..
O iskele benim en keyifli rüyalara yattığım, üzerinde güneşlenirken kapkara olduğum, snorkelle dibine daldığım, gece yastıklar üzerinde hayale daldığım özel bir yer:))
bu sene 4. Kaş seyahatimiz yerine, bir Mavi Yolculuk düşünüyoruz bakalım..
Dalışlı mavi yolculuk mu ?
Fethiye Kaş arası dalışlı mavi yolculuk yapmıştım 2003’te, tadı hala damağımda 🙂
Dalışlı değil, çünkü dalmayan çok arkadaşım var.. Ama bir yerlerde durup soluklandığımızda oralarda ben dalar, hatta onlara da discovery dalışı yaptırırız diye düşünmekteyim:))
özledim be denizi, maviyi ben!!