Antikacı dükkanlarını severim ben. Sanıyorum eskiye olan bu hayranlığım çocukluk yıllarında Çukurcuma ahalisi ile içli dışlı olmam yüzünden. İstanbul’da yaşadığımız dönemlerde en sevdiğimiz şey ailecek yapılan Beyoğlu, Cihangir, Pera, İstiklal Caddesi turlarıydı. Elimden tutarlar; bir tarafımda annem, diğer tarafımda babam.. Benim hep güzel eteklerim olurdu hatırlıyorum, bir de kırmızı rugan ayakkabılarım. Eminim ben her kız çocuğunun bir çift kırmızı rugan ayakkabısı olmuştur:) Daracık sokakları, güzel kapılarla ve pencerelerle süslü evleri ve insanı nedense hüzünlendiren taş binaları. Tabi ben o zamanlar bu duygunun “hüzün” olduğunun çok farkında değilim. Ben pencereler, kapılar, sokaktaki yaşlı amcalar ve karman çorman gibi görünen o dükkanlarla ilgiliyim; pek bir eğleniyorum. Eskinin, taş binaların, yaşlı insanların “hüzün”lendirdiği duygusu ile çok daha sonra tanıştım. Bir de babam söylemişti Çukurcuma’da dolaşırken; demişti ki bana “Buradaki binalar iyi bak, bunların sol taraftakileri ve sağdakileri arasında bir fark var: Biri aristokratların diğerleride hizmetkarlarınmış. Bu sebeple bir taraftakiler daha süslü, diğer taraftakiler daha mütevazi görünür.” Hala Çukurcuma’ya uğrarım. Orada Evihan vardır, orayı çok severim mesela, Antikhane vardır, İmrahor vardır, Nostalji vardır..
Antika eşyaları takip etmek, bir tarih araştırmacısı gibi hissetmeme neden olur kendimi. Mesela bir kutu, ya da bir parfüm şişesi bulmuşum bir antikacıdan; hoşuma gitmiş almışım. Eve gelir aldığım objeyi karşımda yüksekçe bir yere koyarım. Önüne geçer bir süre bakarım ona. Sanki bir nevi iletişim kurmaya çalışır gibi. Düşünürüm kimbilir kimin eşyasıydı bir zamanlar? Ona sahip olan kadın güzel miydi? Mutlu muydu? Bu eşyayı hediye mi etmişti kocası ya da sevgilisi, aşığı..? Bulunduğu ortamdan ne olmuştu da bir antikacının o tozlu raflarına gelivermişti? Sahibi parasız mı kalmıştı da satmıştı? Yoksa başka bir dünyaya mı göçmüştü? Kaç defa dokunulmuştu ona? Kaç defa sevdiklerine göstermişti gururla bu sahip olduğu objeyi sahibesi? Çok mu yolculuk yapmıştı acaba Çukurcuma’ya gelen dek? Başka şehirlerden, başka ülkelerden mi gelmişti?
Hatıraların peşine dedektif gibi düşmek güzel oluyor. Zihnime jimnastik yaptırmış oluyorum. Bazen kendimi hayal ettiğim hikayeye kaptırıyor, ağlıyorum. Kah kahkaha atıyor, gözümün önünde yüksekte duran o objenin Hüseyin Rahmi hikayelerindeki şamatalı mekanlardan birinde baş köşede oturan arisrokrat hanımefendinin sahip olduğu bir şeymiş gibi hissediyorum. Onu araştırma sürecim hiç bitmiyor. O an için yorulup bir kenara özenle kaldırıyor, ama bir süre sonra tekrar antika’mla buluşuyorum. Bazen elimde bir kadeh kırmızı şarap oluyor. Sigara içemiyorum ama, dumanını üzerine üflemeye kıyamıyorum.
İşte böyle akşamlardan birinin sonrasında yazdım bu cuma hikayesini. Dün akşam sigara içmedim, bir kadehten fazla kırmızı şarap içtim. MIAve ben küçük mücevher kutumuz bakıp bakıp ağladık. Dün gece..
**Hepinize hiç gözyaşısız bir hafta sonu dilerim**
dilayracim antikayi cok severim bende seninkilerle benzer sebeplerden 🙂 hatta gecenlerde evi yeniden dekore etme pesine dustum, antikaci antikaci dolasip kendime kucuk, ceviz ve oymali bir masa aldim, cilalattim, sandalyeler aldim herbiri farkli dukkanlardan 🙂 sonra koltuklar aldim iki tane, varak kaplandi, persandan kumaslar alindi, yeniden hayat buldu koltuklarim. simdi herbirinin uzerine oturdukca huzunlenirim bir parca hep birilerinin onlari satmak zorunda kalmis olmalarini dusunerek. kimbilir ne sohbetler oldu, ne kararlar alindi o masada.
yazina bayildim, huznun ne oldugunu ogreneli uzun zaman oluyor, bazen huzunlenmeyi de seviyorum yinede, anilara dqlip, pandoranin kutusunu acmayi.
yinede dilegine katilmamak elde degil, kimse huzunlu gozyaslari dokmesin, sana bol kahkahali bir haftasonu dilerim, huzun hakkini kullanmissin zaten, yeter 🙂
hem yarin dugun var bak 🙂 ufakliga cookkk mutluluklar, allah bir yastikta kocatsin :))))
Alemsin ya 🙂 Insan kendine huzun isterse yaratir. En iyi ornegini de sen vermissin ne diyim artik 🙂
Bu yaziyi okuduktan sonra sizin “REd Violin” filmini cok sveeceginizi dusundum. Henuz izlemediyseniz mutlaka izleyin begeneceginizden eminim.
Hoscakalin,
Bu aksam huzunleri evde biraktim sarkisiyla katilsam ben de araniza hazir hava acmisken, gunes sicacik isitiyorken, civil civil olmusken icimiz yine bir sureligine:)
Bu arada leylanin bahsettigi red violin filminin konusu gecti daha dun…Bir arkadasim mutlaka izle elif cok begeneceksin dedi durdu…Simdi de sen…Merak ettim bak simdi:)
Dilayra’cim cok duygulandim yazdiklarini okuyunca… Ikinci el esya aslinda cok degersiz gelir bana, kullanilmistir ne de olsa(antika degeri olanlar disinda).. simdi dusunuyorumda dedigin gibi esyayi degerli kilan nedir acaba ? hatiralar, yasanmisliklar, uzerinde birakilan izler…Bundan sonra bir kez daha bakacagim ikinci ellere, kimbilir ben neler gorecegim …
cok guzel bir hafta sonu diliyorum sana, bol pembeli..
Optuk,
Banu
selam:))
Sana uzun bır zamandır yazamamak ne garip bir duygu dilayra’cik…ne garip duygu mavinin serin sularindan uzak olmak…bu yolculukta gonul dostlarinin heyecan ve cigklarini duyamamak…
tuslara dokunurken, biraz da kendime dokunuyorum…Ankara’yi bu yaz teget gecisime kiziyorum…bir sey tuttu kilitledi, her seyi tutan bir sey…
canim insan an vardir insan bir baskasina muhtac, an vardir kendi basina olmak bir bahar…
Mavi guvercinimiz, ic ice galeriler mecmuasi, bunca zaman sonra sana yazmakta zorlaniyorum:(…
yine de, yine de sicakligin, samimiyetin, engin ruhun ve gozyaslarin beni oylece kusatip aliyor iklimine.
Bu ne saadet:) sana yazarken insanlarin en bahtiyari oldugumu hissediyorum.
Umarim ufakligin dugunu coktan sevince dondurmustur gozyaslarini ve bize en guzel anilarla gelirsin…
soylemmemis sozleri soylenecek genis zaman dilimlerine birakarak dugunumuz mutlu ve kutlu olsun diyorummmm…
darisi ortalikta hala avare dolsanlarin basina:)
sevgiler…
Benim de hep kirmizi ayakkabilarim vardiiiii…Bazen rugan bazen degil bir de bale coraplarim 🙂 Oyle derdi annem, kimi dantelli, kimi duz… Benim icimi huzun kaplar antikaci dukkanlarinda, o esyalarin sahiplerinin paraya ihtiyaci oldugu icin deger verdikleri seylerden ayrilmis olabilecegi fikri gelir aklima ya da oldukleri icin arkada kalanlarin onlardan kurtulmayi paraya donusturme ile birlestirdikleri… Diger taraftan da alanlarla o esyalar yeni bir hayata baslarlar, sevilirler, deger bulurlar…Yuzun hep gulsun, uzuntulerden uzak olman dilegi ile…
chido’cuğum…
bakıyorum evi dekore ediyorsun. hmmmm, hayırdır diyoruz:))
ufaklığım muradına erdi selametle.. darısı tüm bekarların başına artık:) sıra kimde???
ubp,
sorma.. çok yaratıcıyımdır ben:) ama arada biraz hüzün de tuz-biber gibi oluyor, iyi oluyor.. o kadar da kötü değil yani:)
sevgili Leyla,
“red violin” filmini hiç duymamıştım, hemen araştırıp ilk fırsatta seyretmeye çalışacağım. uğradığın için teşekkürler.
elif’cim,
sen de seyret filmi, burada paylaşalım fikrimizi.. ne dersin?
banu’cum,
şirin kız:) her eşyanın, objenin; her insanın olduğu üzere bir hikayesi mutlaka vardır..
ben de sana çokk güzel, rengarenk yeni hafta diliyorum..
buğra,
hoş geldin.. ben de diyordum, amma uzun sürdü bu tatil, nerelerde JTB’nin felsefe yazarı diye:)) güzel dileklerine teşekkürler.. bil mukabele diyorum, darısı olmayanların başına sözüne karşılık:)
berceste,
çocukken hayat ne güzeldi diye düşünüyorum.. kırmızı ayakkabı, ve de rugan, dantelli çorap giyebiliyordun!! ben büyüdükçe hem ayakkabı, hem de renk tercihlerim değişti, zorlaştım.. ayrıca dantelli çoraplarımı ne zaman en son giydiğimi bile hatırlamıyorum:))
hüzün arada iyidir, ama mutsuzluk, üzüntü olmasın:)