İki Teker: Sakız Adası

Sakız’ın meşhur yeldeğirmenleri. Bu fotoğraf internetten alınmıştır!

Bu yaz tatilimizi önceki yıllara göre bir miktar daha erkenden yaptık, bitirdik! Şimdilik 😉 Biliyorsunuz 3 yıldır motorize bir çiftiz kocamla ben. Öyle sürekli olmasa da, fırsat ve imkan yaratabildiğimiz yerlere motorlarımızla gitmeyi tercih ediyoruz. Bu yıl da sürpriz bir Mavi Yolculuk tatiline dahil olunca, hatta Bozburun’a kadar motorlarla gidelim kararı verince, öncesine de birkaç gün Sakız Adası mı eklesek, ne yapsak diye düşünüp bu şirin adaya da uğramaya karar verdik. Şimdi size, ilk defa gittiğimiz ama diğer Yunan adaları gibi çok sevimli, sıcacık ve elbette görülesi bulduğumuz Sakız Adası’ndan bahsetmek istiyorum bu yazımda:

Sakız Adası’nın alameti farikası elbette ona adını da veren sakız ağaçları ! Dünya üzerinde sakız ağaçlarının yetiştiği ve damla sakızı üretimi yapmaya yetkili tek yer olarak biliniyor ada. 350 yıl kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış adayı, Yunanistan’a 1913 Londra Anlaşması ile kaptırmışız! Ama kimse kusuruma bakmasın da, iyi ki de kapmışlar diyorum, zira oralarda yeşilin, çiçeğin, güzelin, eskinin, tarihin korunduğu; betonun, tatil köyünün ulaşmadığı yerlerde hayatımızın en güzel günlerini geçiriyoruz. Kendi ülkemizde artık böyle bir şeyin mümkün olmadığını biliyorum; en basiti her yıl gittiğim Antalya’nın minicik Kaş ilçesine yaptıklarını gözlerimle görüyorum. Bizim artık hayatımız talan, yeşili yok etmek, ağacı-çiçeği ezmek, beton ve çirkinlikten ölen binalar yapmak. E çünkü hala doymayan birilerinin yedi sülalesinin de doyması lazım değil mi? Sanıyorum Türkiye’nin onu yönetenler ve üzerinde yaşayanlar tarafından bu kadar umursanmadığı bir dönem hiç olmadı:(

Hayatımın ilk sakız ağaçlarını da yine burada gördüm elbet, yapraklarına dokundum, kokladım 🙂 Biliyorsunuz ağaçları, yaprakları sarmalama, öpme, koklama, dokunma alışkanlığım var benim! Nasıl ve nereden gidiyoruz bu sevimli adaya derseniz, Çeşme’de bulunan Ulusoy Limanı’ndan, Sakız Adası’na kalkan feribotlar var. Turyol, Ertürk Lines ve Chios Sunrise Tour. Gidiş-dönüş ücretler 25 ila 35 euro arası değişiyor. Bizde motorlar olduğu için yaklaşık kişi başı 75’er euro vererek feribot işini hallettik. Çeşme-Sakız Adası feribot süresi yaklaşık 35-40 dakika civarında. Motorları feribota güzelce bağlıyorlar ve göz açıp kapayıncaya dek kendinizi karşı adada, dost meclisinde buluyorsunuz 🙂  Sakız Adası; Kos, Meis, Rodos, Midilli ve Thassos sonrası bulunma fırsatı bulduğum 6. Yunan adası ve hepsinde hem güler yüzle, hem samimiyetle karşılandık; yediğimiz içtiğimize hakkını ödedik, yetmedi üzerine ikramlar, yolluklar mahcubiyetten öldük!

Adaya ayak bastığınız andan itibaren, ne yazık ki Midilli seyahatimizde de üzerine basarak belirttiğim şekliyle, araç kiralamanız gerekiyor. Bu işlemleri yüksek sezonda gitmeyi düşünüyorsanız internet üzerinden, adaya varmadan halletmenizde fayda olacağını belirtmek isterim 😉 Zira Sakız adasını aracınız olmadan gezmeniz pek mümkün değil. En başta yazmayı atlamışım, ama tüm diğer adalara olduğu gibi buraya da gidebilmeniz için geçerli bir Shengen vizeniz olması şart. Ama kapıdan da vize alınabiliyormuş. Bu konuda bilgim olmadığı için buraya sadece böyle bir olasılık olduğunu belirterek geçiyorum.

Ada büyük ve bizim de mavi yolculuk öncesi sadece ayırabildiğimiz 2 tam günümüz olunca konaklamayı namı almış yürümüş, adanın güneybatısında yer alan Mesta Köyü‘nde yapmaya karar verdik. Mesta, feribotta indiğimiz Sakız merkezden yaklaşık 35 km uzaklıkta yer alıyor ve namının yürümesinin sebebi de adanın en iyi korunmuş ortaçağ köylerinden biri olarak tarihe geçmiş olması! Bizans döneminde, 14. yy’da, Cenevizlerin saldırılarından korunmak amacıyla kocaman bir kalenin içine inşa edilmiş. O dönemde sadece iki kapı varmış köye giriş ve çıkış için. Tüm köy bu kale duvarlarının içine dar sokaklarla, giren yolunu bulup da çıkamasın diye, labirent şeklinde inşa edilmiş. Evler bitişik nizam, bu sayede saldırılar sırasında sokaklara çıkmadan evlerin damlarını kullanarak tüm köyde bir yerden bir yere gidebiliyormuş yaşayanlar. Mesta köyü hala korunma amacıyla inşa edilmiş en iyi mimarilerden biri olarak görülüyor.

Küçük bir köy, ama her köyde olduğu üzere tam ortada bir meydanı var. O meydanda da 2-3 tane restoran, kafe. Ve elbette muhteşem güzellikte bir de kilise: Büyük Taxiarchi Kilisesi. Kilise Baş melekler Mikail ve Cebrail’e adanmış. Mimarisi çok güzel ve etkileyici. Çift merdivenle çıkılan bir de çan kulesi mevcut. Saat başı çalan bir çan, Bizans dönemi daracık sokaklar; kendinizi film setinde ya da o döneme ışınlanmış gibi hissediyorsunuz 🙂

Mesta’da yapılacak en güzel şey kendinizi bir noktadan dışarıya atarak o daracık, dehlizvari, kemerlerin altından geçmek suretiyle sokaklarında dolaşmak. Duvarlarına, tarihine dokunmak. Hemen hemen her köşedeki çiçeği ile koklaşmak. Yarım gününüzü vererek her ayrıntıyı zihninize kazımanız mümkün 🙂 Bir de 4 km uzağında minik bir limanı, plajı ve o limanda 2-3 tane de minik restoranı var. Merkezdeki yemek yenecek alternatifler arasında biz iki akşam da aynı yerde yemeyi tercih ettik! İlk akşam tüm gün yolda olunca, saat 23.00 civarında odaya yerleşmiş ve bir şeyler yemeye hazır hale gelmiştik! Ben zaten bildiğiniz yıkıldım yıkılacağım. Sabah 07.00’de evden motorları yükleyip hareket etmişiz ve o saat olmuş motordan popomuzu yeni indirebilmişiz! Meydandaki restoranlar kapama hazırlığı içerisinde olunca kaldığımız oteldeki görevli çocuk bizi elimizden tutup bir teyzenin bahçesine bırakıverdi. Teyzem, eşi olduğuna kanaat getirdiğimiz bir amca ve yaşlı bir dede oturmuş TV seyrediyorlardı. Bahçe kocaman, ama kimsecikler yok. Teyze bizi pek bir güleryüzle karşıladı o saatte. Dedik biz açız, ölüyoruz 🙂 Bu arada ne Türkçe, ne de İngilizce var teyzemde. Beden dili ve güler yüzle anlaştık. Bir yemekler getirdi, tabakları sıyırdık öyle diyeyim. Biz sürekli Yunan ellerinde ortaya 5-6 meze tabağı ve uzo söylemek suretiyle yiyoruz yemeklerimizi. Aynısı oldu, 6 meze ve 2 tane 20’lik uzo söyledik. Porsiyonları şöyle gözünüzde canlandırın: İstanbul’da bir meyhanede ortaya gelen, neredeyse tatlı kaşığı ile birer kaşık alıp anca tadına bakabildiğiniz meze tabağını alıp bildiğiniz 3 ile çarpın! Ödediğimiz ücreti de yazayım: 4 kişi için bu lezzetli ve bol keseden sofraya 55 euro ödedik!

Belinde önlüğü güleç yüzlü teyzemi, yemeklerini, yemyeşil bahçeyi o kadar sevdik ki ertesi akşam da oraya gittik.  Aynı şeyleri söyledik. Teyzem üzülerek ahtapottan yeterli porsiyon kalmadığını anlattı ve bize başka bir sıcak yemek getirdi. Ama kendilerine yaptıkları bir yemekmiş, kusura bakmayın deyip durdu. Dedik bu da nefis 🙂 Sonra da giderken bize 1 koca şişe sakız likörü armağan etti iyi mi? Hatta bizimkiler dalga geçtilerdi ilk akşam teyzeye sarıldım öptüm diye, ertesi akşam hepimiz sarıldık öptük teyzemi 🙂 Ben bu güzel yaklaşımı, bu samimiyeti ve iyi niyeti gördüğüm her yere giderim defalarca! İstanbulda yaşayıp dışarıda yemeğe çıkmamamızın yegane nedeni budur işte. Bu güzel restoranın adı: Κάστρο (Foursquare kullananlar için linkini de ekledim)

Mesta’da kaldığımız otel ise: Mesta Medieval Castle Suites. Sokaklarında dolaştığınız o evlerin içinde kalıyorsunuz gibi düşünün. Bir de otel ama, öyle tek bir binada düşünmeyin. Mesela bizim sokakta iki oda, arka sokakta tek oda, iki yan sokakta 3 oda şeklinde otelin odaları dağılmış durumda 🙂 Şuradaki linkten odaları görebilirsiniz. Sabah kahvaltıda kahve, yumurta, peynir, reçel, simit, domates vs şeklinde aşina olduğumuz şeyler var. Resepsiyondaki çocuk, adını hatırlayamıyorum, inanılmaz yardımcı ve çalışkan bir çocuktu. Gönül rahatlığı ile tavsiye ederim.

Bir yarım günümüzü de inşa edildiği günden beri dimdik ayakta duran bir diğer efsane kale köy olan Pyrgi‘ye ayırdık. Bu arada adaya motorlarımızla geçtiğimiz için Mesta-Pyrgi arasında kalan diğer köyleri ve el değmemiş koyları da görmüş olduk. Pyrgi güneyde kalıyor, Mesta’dan yaklaşık 10 km. Onu özellikli yapan tarafı ise elbet yine mimarisi! Xysta denilen çizik süslemeleri ile ünlü. Xysta siyah kumla kaplanan/sıvanan binaların beyaza boyandıktan sonra geometrik şekiller ortaya çıkaracak şekilde kazınması ile yapılıyormuş. Sakızdan likör, uzo, sabun, el kremi vs aklınıza ne geliyorsa buradan bulup alabilirsiniz. Burada tanıştığımız yerel bir uzo olan 40% alkollü OYZO No:5 şiddetle tavsiye! Burada da yapılacak iki şey var: Önce meydanda soluklanıp soğuk bir şeyler içmek, sonra da daracık sokakların arasında keşfe çıkmak!

Pyrgi’den dönüşte, yaklaşık 5 km uzaklıkta, bize önerilen bir de plaja uğradık: Emporios Köyü’nde bulunan Mavra Volia. Bu plaj, tarih öncesi bir zamanda volkanik patlama sonucu oluşmuş; bu sebeple hem içerisinde kıyıya yakın kesimlerde hem de plajında yuvarlak, siyah volkanik taşlar var. Yukarıdan bakınca zaten her yer simsiyah, sonrasında da acayip bir mavilik! Bu taşlar Uzakdoğu masajlarında kullanılan taşlardan. Bence güneşte ısınmış bu taşların üzerine bir süre uzansaydık bayağı iyi gelebilirdi yorgunluğumuza 🙂

Sakız Adasında görülmesi olmazsa olmaz, farklı iki köydü Mesta ve Pyrgi. Bunların dışında görülecek bir çok köy var elbet. Bir daha kesinlikle giderim ve diğer köylerde de zaman geçirmeye, tanımaya çalışırım. 3-4 günlük bir seyahat gayet yetecektir bence. İçinize mayonuzu giymeniz halinde köyler arasında dolaşırken rast geleceğiniz o güzelim koylardan denize girmeniz de gayet mümkün 😉

Sakız’a motorlarla gittiğimizi söylemiştim. Belki motorla İstanbul’dan yola çıkmak isteyen olur diye biraz da güzergahtan bahsedeyim: İstanbul Yenikapı‘dan feribota binip Yalova’da indik biz. Mantıklı olanı Bursa, Mudanya‘ya inmek. Bizim planlarımıza göre feribot saati uymadığı için biz Yalova üzerinden geçtik karşıya.  Yalova’dan sonra iki yerde durduk. Biri Susurluk, diğeri de Akhisar. Sonra bastık ve İzmir üzerinden Çeşme!

Umuyorum biraz da olsa Sakız’ı görmek için ilham olmuştur tecrübelerim. Gezmeye, görmeye, deneyimlemeye, tanımaya vakit ayırın lütfen. Bunlar yanımıza kar kalacaklar zira 🙂 Bir de ufak not: Instagram’dan bu seyahate ilişkin bir etiket oluşturmuştum: #2teker1tekne şeklinde. Oradan da bol bol fotoğraf görebilirsiniz 😉

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir