Yaklaşık bir yıldır hayatımdaki en büyük motivasyon araçlarımdan, en mutluluk verici hobilerimden biri hakkında şimdiye dek hiç konuşmamış olduğumu farkettim. Halbuki bu, “Ölmeden Önce Yapılacaklar” listemin en temel maddelerinden biriydi! Hayatımı buradan paylaşıyor olduğum için bu eksikliğin hem JourneyToBlue‘ya hem bana yakışmayacağına karar verdim ve oturdum, tüm hikayemi baştan anlatmak için klavyemin başına geçtim. Size bu hobimi, motosiklet üzerinde geçen bir yılımı anlatacağım şimdi 🙂
Motosiklet sevdamın başlangıcı, beni uzun yıllardır takip eden bir çoğunuzun da bildiği üzere on yıllar öncesine dayanır. O dönemlerde artçı olmayı ne kadar sevmiş olduğumu, artçı statüsünde çıktığımız uzun seyahatleri de hatırlarsınız belki. Yıllar içerisinde en büyük hayallerimden biri motosiklette artçı olmaktan şöför olmaya terfi etmek halini almıştı. Ankara’dan İstanbul’a evlenerek taşınmadan kısa bir süre önce bir kursa giderek temel eğitim almaya başlamış, lakin tamamlamamıştım. Evlendikten sonra da önce USin99Days macerası, ardından döner dönmez başladığım freelance danışmanlık işinin yoğunluğu sebebiyle de yarım bıraktığım eğitimi tamamlama şansı bulamamıştım. Derken bir gün, bunca zamandır kendisini de bolca heveslendirdiğim sevgili kocamın da programını ayarlaması ile birlikte gittik ve Vespa Academy‘de temel eğitim almaya başladık. Burayı seçmemizde ki en temel neden, evimize oldukça yakın olmasaydı.
Temel eğitimin ilk iki saati Vespa‘lar üzerinde, sonrakiler de önce 125 cc, sonra da 250 cc motosikletler üzerinde devam etti. Eğitimi tamamladıktan hemen sonra da Trafikte Güvenli Sürüş Eğitimi aldım. Bu eğitim İstanbul sokaklarında önde eğitmenim (Pek saygıdeğer, canım eğitmenim Kenan Hocam), arkasında ben iki motosiklet seyir şeklinde geçti. Yokuşlara tırmandık, U döndük, TEM’e çıkıp otoyol trafiğinde sürüş yaptık ve pek tabi İstanbul’un gözünü sevdiğim trafiğinde bol bol dur-kalklar yaptık 🙂 Tüm bu trafik eğitimim sırasında kendimle ilgili çok önemli bir şey farkettim yalnız: Trafikte soğukkanlıyım ben! Şaşılacak bir durum bu. Çünkü ben endişe verici durumlar yaşadığımda, misal bir kavgaya tanıklık bile ederken elim ayağım boşalan cinsten bir kadınım. Hatta birkaç defa kütdedenek düşüp bayılmışlığım bile var 🙂 Pek tabi 1996 yılından beridir ehliyet sahibi olup bir defa bile trafikte araba kullanmamış olduğumu da belirtirsem neden bu “trafikte soğukkanlı kalabilme” durumunun beni bu denli şaşırttığını daha iyi anlarsınız sanırım 🙂
Kendimle ilgili keşfettiğim bu gerçek iki teker üzerinde defalarca işime yaradı. Şimdiye dek Yeniköy hattında minibüs kullanan sevgili arkadaşlar ve birkaç tane deli-kanlı taksi şöförü dışında tehlike yaratacak bir durumla karşılaşmadım çok şükür 🙂 Hatta yol verenler, gülümseyip zafer işareti yapanlar, Maslak civarında durduğum anda ters ayağa yakalandığım için motoru devirdiğimde arabadan çıkıp yardım etmek isteyenler gözlerimi yaşartıyor 🙂 Her ne olursa olsun trafiğin sadece dört tekerlekli araçlardan oluşmadığını, yayaların yanı sıra artık gün geçtikçe artan bir çoğunlukta iki teker kullanan insanların da varolduğu gerçeğini kabul etmekten; bu kabul neticesinde birbirimize saygı duyarak hayatımızı cehenneme çevirmeden güle oynaya gideceğimiz yerlere ulaşacağımızdan –saflık derecesinde bir “hala” diyerek– eminim demek istiyorum!
İki teker hayatımızı İstanbul’da yaşayan bir çift olarak ne kadar kolaylaştırdı biraz da bundan bahsedeyim isterseniz. Geçtiğimiz 13 Ağustos 2015 tarihinde kendi ilk-ortak motorumuzu satın alarak bu serüvene başladık: KTM Duke 200. Sevgili kocam iş nedeniyle haftanın en az iki günü Akatlar- İkitelli arası yol yapmaya başlamıştı o dönem. Motorumuz yokken önce otobüs ile sonrasında da metro ya da metrobüs hattını kullanarak sıkış tepiş gittiği yolu (Zira Ankara’dan İstanbul’a gelirken arabamızı satma kararı almıştık) iki teker ile gayet kolay, güvenli ve rahat bir şekilde katetmeye başladı. Ben, o çok sevdiğim Karaköy’e gitmek için yoğun saatlerde bile maksimum yarım saat içerisinde bir kahve dükkanında bilgisayarımı açmış, çalışmaya başlıyor hale geldim. Hayatımızı karartan köprü trafiği bizim için artık o kadar da fena olmamaya başladı.
İşin en güzeli ise yaktığımız yakıt nedeniyle kocaman olmuş gözlerimizle elimizdeki kart sliplerine bakarkenki şaşkınlıkla karışık mutluluktu sanıyorum. Bir depo benzin ile bir sürü yol yapıyor ve sadece 40 TL civarında bir ödeme yapıyorduk. Tabi ki artık daha az alkol tüketiyor, çevreye, doğaya daha az rahatsızlık verdiğimiz için içimiz daha rahat, mutlu bir hayat sürüyoruz 🙂
KTM Duke 200 ile yarım yılı ortaklaşa geçirdikten sonra ailemize yeni bir üye daha kattık: KTM Duke 390. Sevgili kocam o zaman ilk göz ağrımızı tamamen bana devretti. Ve şimdi, üzerinden sadece altı ay geçmişken geçtiğimiz günlerde Polonezköy yolunda bendeniz 390’a terfi ettim. Şimdi artık o ve ben bir müddet birlikteyiz. Görüntü olarak ilkinden hiçbir farkı olmayan bu yeni motorumun sadece motor kapasitesi iki katına çıktı o kadar. Biraz daha ağır, biraz daha heyecan verici 🙂 İki teker üzerinde şehir dışında seyir halindeyken devamlı çiçek tarlalarında duruyor, kuşlar-böcekler ah ne hoş diyerek Pollyanna misali dans ediyoruz 🙂 Hayatımda verdiğimiz en güzel kararlardan biri bence iki teker sahibi olmak.
Elbette eş-dost çevresinden, ailemizden “Aman dikkat” nidaları hiç eksik olmuyor. Anlayışla karşılıyorum bu durumu. Ülkemizde trafiğin durumu, insanların gittikçe birbirlerine karşı tahammüllerini kaybetmeleri, empati yoksunu ve sabırsız bireyler haline gelmelerinin bunda payı çok büyük. Ama bisiklet ve motosiklet kullanımının yaygınlaşması her anlamda birçok şeyi de rahatlatmaz mı sizce de?
Şimdi daha çok uzun yol yapmak istiyorum. Önce yakın çevre, sonra bölgeler, sonra da kim bilir uzun bir yurt dışı seyahati 😉 Lütfen trafikte iki tekerle ulaşımını sağlayan (bisiklet kullanan, scooter ya da motosiklet kullanan) kişilere karşı duyarlı olmaya özen gösterin, bizi farkedin. Hepimizin canı söz konusu ve bir insan canından daha değerli hiçbir şey yok bana göre bu dünyada.