Güzel Şeyler Konulu Yazılar

MSA’da “Ayfrost” Etkinliği

imgeveben

Geçtiğimiz bir kaç gün önce adını hep duyduğum bir yerde –Mutfak Sanatları Akademisi (MSA)– adını ilk defa duyduğum bir gıda şirketinin –Ayfrost– etkinliği için buluştuk İmge ile.

Sabah 10.00’da başlayan etkinlikten çıktığımızda saatimiz öğlen 13.15’i gösteriyordu. Bu üç saat boyunca MSA’nın bu tarz workshop ve etkinlikler için düzenlemiş olduğu giriş katında yer alan; etrafı camlarla, içerisi de çalışmaya hazır halde fırın, evye, ocak, tencereler, tavalar, spatula ve bilumum mutfak malzemesi ile çevrili pek konforlu bir mutfakta ikili gruplar halinde yirmi kişi üç çeşit yemek ve bir de tatlı yaptık.

msa-mutfak

Günlük hayatımızda evimize donmuş bir ürün girmemesine gayret ediyoruz. Daha önce de bahsettiğim üzere bir süredir İpek Hanım’ın Çiftliği‘nden organik, taze, yediğinizde çıtır çıtır, kıtır kıtır sesler çıkaran, kokladığınızda misler gibi kokan sebze ve meyveler alıyorum. Mevsiminde en iyi olan sebzeleri özellikle biraz fazla alıp, yıkayıp-temizledikten ve kuruttuktan sonra buzdolabı poşetlerinde kendim donduruyorum. Şu an derin dondurucuda -kapasite azlığı sebebiyle- bir paket barbunya, bir paket taze fasulye, iki paket dolmalık biber, brokoli ve börülce var (Annecim okusa şunu gözleri dolardı eminim).

risotto

Dondurulmuş ürün piyasasına 2000 yılında ihracat ağırlıklı bir şekilde girmiş olan Ayfrost’un etkinliğinde ilk olarak “Vişne Soslu Limonlu Cheesecake“, ardından sırasıyla “Zeytinyağlı Barbunya“, benim bayıldığım, fakat her zaman güzelini yemenin çok da kısmete bağlı olduğu “Karides ve Midyeli Risotto” ve “Kağıtta Palamut” yaptık. İtiraf etmeliyim ki bu yaşıma dek hiç cheesecake yapmamıştım! İmge ile birlikte önümüze ölçülmüş bir şekilde hazırlanıp gelen malzemeleri, şefimiz Hakan Şen‘in direktifleri ile teker teker ekleyerek, karıştırarak ardı ardına çıkardık yemekleri ve bir kısmını da afiyetle yedik Kayra Vintage’lar eşliğinde 😉

Her şey elimizin altında hazır ve nazırken mutfakta yemek yapmak elbette ki oldukça konforlu. Ayfrost markası ürünler kullanmamız da bu konforu biraz pekiştirdi. Neden mi? Örneğin bir kutu donmuş barbunya geldi önümüze. Kutuyu açtığınızda içinden ayıklanmış ve -40 derecede dondurulmuş bir paket barbunyanın yanı sıra, bir minik paket soğan ve bir minik paket domates çıktı. Yani sadece barbunya değil, yancıları da pakette! Diğer bir örnek de palamut kutusunu açtığımızda karşımıza çıktı: Aynı şekilde bir paket dondurulmuş takoz palamut, bir paket de domates, soğan ve yeşil biberden oluşan garnitür karşımı da yine elimizin altındaydı. Bu açıdan yoğun çalışan ve zamanı kısıtlı kadınlar için kolaylık sağlayabilir gibi geldi bize.

Bir de bahsetmeden geçemeyeceğim, markanın kutular üzerindeki görselleri ve kutuların tasarımını çok beğendik.

ayfrost-ürünler

Çok eğlendiğim, keyifle yemek yaptığım ve püf noktaları (özelikle risotto pişirirken) öğrendiğim bir etkinlikti. Aşağıda yaptığımız yemeklerden en çok istek alan ikisinin tarifleri var 🙂 Şimdiden afiyet olsun.

Karides ve Kum Midyeli Risotto:

(2 kişilik) Hazırlama süresi: 12-15 dakika

Malzeme olarak yarımşar paket Ayfrost Karides ve kum midyesi

200 gram arboria pirinci

Yarım kuru soğan, 1 litre sıcak tavuk suyu, 100 ml beyaz şarap, 30 gram rendelenmiş parmesan peyniri, tereyağ, zeytinyağı, tuz ve karabiber

Pişirme şekli:

Zeytinyağını tencereye alıp soğanları pişirdik. Ardından arboria pirincini şeffaflaşıncaya kadar çevirdik (İlk püf: Risotto için kullanılan arboria pirincini yıkamadan kullanmak lazımmış)! Beyaz şarap ilave edip, birkaç dakika çekinceye kadar karıştırdık. Ardından birer kepçe şeklinde, orta dereceli ateşte, tavuk suyu ekleyerek karıştırmaya devam ettik. Ortalama iki dakikada bir kepçe tavuk suyu ekledik (İkinci püf: Kepçe kepçe sıcak tavuk suyu ekliyoruz ve hızlı hızlı, pirinçler dişe gelecek şekilde kalsın diye karıştırıyoruz). Beşinci kepçeye geldiğimizde, diğer ocakta az zeytinyağı ile sotelediğimiz kum midyesi ve karidesleri de pirince ekledik. Bir kepçe daha tavuk suyu koyup pirinçler kremamsı bir kıvamda olunca ocaktan alarak içerisine bir tatlı kaşığı tereyağı ve parmesan peyniri ilave edip; tuz ve karabiberle tatlandırdıktan sonra tabaklara aldık.

Vişne Soslu Limonlu Cheesecake:

(5-6 kişilik) Pişirme süresi: 40-45 dakika

Malzeme olarak üç limon kabuğu rendesi, 10 ml limon suyu, 600 gram labne peyniri, 150 gram toz şeker, bir yumurta sarısı ve üç adet yumurta, 15 gram un ve 40 ml krema kullandık.

Tabanı için bir buçuk paket Eti Burçak bisküvi ve 130 gram tereyağı kullandık (Burada tereyağ yoğunluğunu görünce içim sızım sızım sızladı)!

Vişne sosu için de çeyrek paket Ayfrsot donmuş vişne, 50 gram toz şeker ve 50 ml su kullandık.

Taban kısmını hazırlamak oldukça kolay. Tereyağı ve bisküvileri rondoda ufaladık ve tart kalıbının içerisine yerleştirip, elimizle bastırıp düzelttik. İç harcı için tüm malzemeleri teker teker ekleyerek bir karışım elde ettik ve bisküvi ile hazırladığımız tabana dökerek 140 derecede 40 dakika kadar pişirdik. Sosunu hazırlayıp püre haline getirdik ve cheesecake ile birleştirdik 🙂

Ankara Günlüğü

party-01

Bluzum: OffNeGiysem by Mija

Kolyem: Iconjane by Mija

Saçlar: O güne özel afro 🙂

Alçı ayağımdan çıkar çıkmaz soluğu Ankara’da aldım! Ankara’nın bana hediyesi birbirinden özel dost ve arkadaşlarımı görmek için sabırsızlanıyordum zira. Her gittiğimiz yerde sevdiğimiz insanlarla çevrili olarak hayatımızı sürdürebilmek, bizim sevgili kocamla en büyük hayalimiz. Ankara’da olduğum dört gün boyunca da özlediklerimle bir arada olabilmek adına yoğun bir sosyal trafik yaşadığım doğrudur.

Ankara denince, benim gibi bir çok arkadaşım da bana katılacaktır, Kıtır‘ın yeri ayrıdır. Ankara’da yaşadığım on sekiz yıl boyunca kah müdavimi oldum, kah ara verdim hiç uğramadım; ama Kıtır hep hayatımda oldu. Kıtır’da bir buluşma esnasında bizim masamızı görmeniz lazım. “Işığı gören geliyor” misali 🙂 Ki buna, bu spontan sosyalleşme anlarına bayılıyorum! Sonra ÜstKat var mesela, Kıtır‘ın hemen üstü. Orada özellikle son birkaç yılımın hayal kırıklıklarını, kalp ağrılarını, mutluluklarını, hatunca yapılan dedikodularını, kutlamalarını bırakmışımdır kesin. Arada her uğradığımda ne çok şey hatırlıyorum son yıllarda değişen hayatımın akışına ilişkin burada, inanılmaz!

Sonra başka bir ekip ile özellikle müziklerine, ortamına ve kokteyllerine tav olduğum “güzel insanların mekanı” Gaga Manjero‘da minik bir buluşma gerçekleştirildi. Kız arkadaşlarımla ayrı bir Tunalı Balıkçıköy seansı yapıldı. Neredeyse aylardan sonra ilk defa üçüncü dubleyi gördüm rakı içerken! O kadar azaltmışım ki alkolü OneLifeBeFit diyeli 🙂 Benim için yeni bir mekan olan Beymen’in alt katında açılmış La Gioia ve eskiden dostlarımla birlikte zamanımızın uzunca bir kısmını geçirmekten hep keyif aldığımız Cafe Linsin GOP’taki yeni şubesi de bu dört güne sığdırdığım mekanlardan oldular.

Hatırlayanlarınız olacaktır, ben son beş yıldır sevgili arkadaşlarımın organize ettikleri, bu yıl itibariyle 13.sünü gerçekleştirdikleri “Geleneksel Şapka Partisi“ne katılıyor ve burada da paylaşıyorum. 2009 yılında katıldığım partiyi detaylı yazmıştım. Buradan okuyabilirsiniz. Bu yıl yine hem uzaklarda yaşayan sevdiğim insanları görmek, dans etmek, erkenden yeni yıl ruhunu yaşamak, hem de şapkaları puanlarken eğlenmek için yanıma Ankara’mda bıraktığıma en çok sızlandığım iki can dostumu; Nato ve Tolu’yu da alarak katıldım. Her ne kadar katılım biraz düşük olsa da geçmiş yıllara göre, otuz beş kişiydik. Parti sonrası kısa bir Manhattan ve Farabi Sokağın köşesindeki meşhur köfteci ziyareti de gerçekleştirerek  “Özlenen Mekanlar“ı tavaf sürecini başarıyla tamamlayıp evime döndüm, sevgilimin yanına.

Bu seyahatimin Ankara mekanlarına ilişkin yorumlarımı, ilgileniyorsanız tabi, sağ sütunda yer alan YELP profilimde takip edebilirsiniz 🙂

Döner dönmez ayağımın tozu ile güzel bir etkinliğe katıldım bu arada. Benim vazgeçilmez terapi, meditasyon aracım olan yemek yapma eylemini gerçekleştirdiğimiz bir etkinlik düzenlendi  Mutfak Sanatları Akademisinde. Yarın yazıp paylaşıyor olacağım tecrübelerimi ve yaptığımız yemeklerin tariflerini 🙂

 

35. Vodafone İstanbul Maratonu

35.İstanbul maratonu

Benim için, koşmaya başladığımdan beridir çok özel bir yerde duruyor Vodafone İstanbul Maratonu, nam-ı diğer Avrasya Maratonu! Anadolu yakasından Avrupa’ya, Boğaziçi Köprüsü’nü koşarak geçmenin güzelliğinin yanı sıra, bir parçası olmaktan ve adına “iyilik peşinde koşmaktan” mutluluk ve gurur duyduğum Adım Adım oluşumunun yıl içerisinde en aktif olduğu, en çok bağış toplanmasına destek olduğu bir etkinlik çünkü. Bu yıl da 750’yi aşkın  koşucusu ile Pazar günkü maratonda yer alacak.

Geçtiğimiz yıl bu zamanlar henüz 10K koşmaya yeni başlamıştım ve bu yıl, ilk İstanbul Maratonu’mda 15K koşmayı hedeflemiştim. Lakin üç hafta önce ayağımın alçıya alınmasıyla birlikte tüm hayalim tuzla buzla oldu 🙁 Nasıl üzüldüğümü anlatabileceğimi sanmıyorum. Hedeflediğim, hazırlandığım ve gün saydığım, benim için özel bir yere koyduğum bu etkinlikte yer alamayacağım, bu yıl desteklemek için seçtiğim STK olan TEGV için koşamayacağım gerçeği beni çok üzüyor hala.

Ama “her şeyin bir nedeni var” şeklinde düşünmeye de devam etmek, bu yıl belki bu sakatlıktan daha güçlü çıkarak gelecek yıl maraton koşabileceğim gerçeğine odaklanmayı da başarmak istiyorum. Hem üzüntü, hem de pozitif düşünme-bardağa dolu tarafından bakma, olumlama fikri arasında garip bir ikilemdeyim itiraf edeyim 🙂

Bu sabah aldığım bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum bu girizgahtan sonra!

Adım Adım oluşumu bugün bir rekora imza attı sevgili okuyucular. Daha önce 2012 Avrasya Maratonu’nda 578 bin TL ile yardımseverlik koşusu rekoru kıran Adım Adım‘ın “iyilik peşinde koşan” koşucuları, henüz İstanbul Maratonu başlamadan önce, dün itibariyle 587 bin TL ile yardımseverlik rekoru kırmış bulunuyorlar! Düşünün ki koşu henüz koşulmadı, desteklemek için dilediğiniz koşucu vasıtasıyla dilediğiniz STK’yı hala vaktiniz var. Kampanyalar, koşu tamamlandıktan sonra bir hafta daha devam ediyor. Bu rakamın ulaşacağı noktayı 1 milyon TL yapar mıyız acaba?

Bu defa ben koşan arkadaşlarıma bağış katkısı yaparak destek verebiliyorum. Umuyorum seneye bir parçası olmayı başarırım bizzat. Hala içinizde bir Adım Adım koşucusunu desteklememiş olanınız varsa acele edin derim. Tutarın önemi yok, 5 TL de 50 TL de kabul. Bu ülkede güzel bir şey yapmak için çırpınan insanların çoğalmasına katkımız olsun 🙂

Şanslı Kadın!

seashells

Benim o!

Hem de öyle böyle değil. Hiç yüz yüze tanışmadığım halde kilometrelerce uzaktan benim için düşünülerek, zarifçe hazırlanmış el emeği-göz nuru bir paket postaya veren; çok özel olduğuna inandığım bir kadın var. O kadın benim için birbirinden güzel, renkli ve misler gibi kokan kurabiyeler hazırlamış; kurabiye kutusuna da bir kart iliştirmiş. Şöyle başlıyor kart:

“Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur..

Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur..”

~ Mevlana

Doğum günümü 15 gün öncesinden kutlayan, yüz yüze tanışmadığı bir kadını bu hüzünlü günlerinde nezaketi ile gülümseten bu kadına, Azra‘ya teşekkür etmek istiyorum. Bana ne kadar şanslı ve değerli bir kadın olduğumu bir defa daha hatırlattığı için.

Bir tanesin 🙂

seashellss

 

Cumhuriyetimiz 90 Yaşında!

Nurlar içerisinde yatsın, büyük teyzemin rahmetli eşi, Cumhuriyet tarihimizin en değerli bestecilerinden Sn. Faik Canselen‘den çok dinledim Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk’ü ben. Çocukken en sevdiğim marşlardan biri olan “İleri” marşının onun bestesi olduğunu duyduğumda ne kadar gururlandığımı tahmin bile edemezsiniz. Bu marşı bestelediğinde yaşı sadece 17 imiş!

Bu özel güne bu güzel marşı okuyun, eskisi gibi coşkuyla yürekten söyleyin istedim. Yaş aldıkça, tehdit gördükçe değil; her an her dakika aklımızda olmalı nereden nereye, nasıl geldiğimiz.

“Yürü, bu yol şeref zafer yolu.

Karşında bekliyor seni tanyeri
Yürü, atıl devir karanlığı
Durma yürü, haydi ileri.

Varsın gel desin sana
Yeşil gölgeli çamlar
Ninni fısıldayan dereler
Şen nameler, gülen bir boğaz.

Hayır, sakın yolunda kalma sen.
Dağları yıkan gücünle sars her yeri
Atam diyor, öğün çalış güven
Durma yürü, haydi ileri..”

Ne Mutlu Türküm Diyene.

Ne Mutlu Cumhuriyetimizin Değerini, Kıymetini Bilene.