Güzel Şeyler Konulu Yazılar

Bir Tadım Etkinliği Notları (2): “Buzbağ Şarapları: Efsane Gurmelerini Arıyor”

Bu etkinlikten haberdar olmam Peçeteden Notlar blogunun sahibesi, bence gelmiş geçmiş en çalışkan ve yaratıcı pastacı, süper bir anne ve şeker ötesi bir kadın olan Ayşem sayesinde oldu. Şurada da göreceğiniz üzere Buzbağ Şarapları’nın bu yıl üçüncüsünü düzenledikleri “Efsane Gurmelerini Arıyor” etkinliğinin moderatörlerinden birisi Ayşem. Onun moderatörlüğündeki bu etkinliğe katılmak için ilgili sorulara cevap vererek, şarapla olan hikayemi anlattığım bir form doldurdum. Bir süre sonra da katılım hakkı kazandığıma dair o maili aldım ve mutlu mesut etkinlik tarihi olan 22 Mart’ta kendimizi Köşebaşı Restaurant’ta bulduk.

Buzbağ Şarapları, “Efsane Gurmelerini Arıyor” etkiniliği ile her yıl İstanbul, izmir, Ankara gibi Türkiye’nin çeşitli illerinde tüketiciler ve blog yazarlarına çağrıda bulunarak, kendi şarap uzmanlarının liderliğinde üzüm ve şarap türleri, şarap yemek eşleştirmeleri ve şarabın tarihini kapsayan workshoplarla katılımcıların şarap gurmeliği konusunda ilk adımlarını atmalarına katkıda bulunmaya çalışıyor. (Bu, benim katıldığım ikinci şarap tadımı etkinliği idi. Yıllar önce sevgili dostlarım Ayşegül’üm Sultanım ve Tolu’mla birlikte Kavaklıdere Şaraplarının başlangıç seviye tadım etkinliğinde bulunmuştuk.)

Bu geceyi benim için enteresan kılan en önemli özelliği peynir tabağı ve kırmızı et haricinde şarapları değişik mezeler, hatta pide ve içli köfte ile denemek idi. Önce Buzbağ Beyaz ile peynir tabağı denendi. Ben, genelde beyaz şarap çok tercih etmiyorum. Peynir tabağımın yanına rose ya da kırmızı şarap içerim. O sebeple bu, benim için değişikliklerden ilkiydi. Daha sonra Buzbağ’ın en çok satan ürünü Buzbağ Klasik ile gavurdağı salatası, çiğ köfte, abagannuş gibi geleneksel tadları denedik. Ardından Buzbağ Öküzgözü, Boğazkere ve bizim de evde tercih ettiğimiz Rezerv şaraplarını çeşitli tatlarla denedik.

Gecenin bizim için galibi, Diyarbakır yöresine ait Boğazkere ve Rezerv oldu. Buzbağ Boğazkere şarabını baharatlı-soslu etlerle, köfte ile birlikte çok rahat içebilirsiniz.

Gecenin başından sonuna dek, Kayra Wine Center Şarap Eğitim Müdürü Ayça hanım Anadolu üzümleri ve şaraplarına ait bilgiler vererek şarap tadımının temel kuralları, hangi şarap ile hangi yemek gibi konular hakkında detaylı açıklamalarda bulundu. Merak edilen sorularımız cevap buldu, diğer katılımcılarla birlikte çok keyifli bir gece geçirdik.

Eğer “Efsane Gurmelerini Arıyor” etkinliği sizin de ilginizi çektiyse hala şansınız var katılım için. İstanbul’dan katılmak için şu linke tıklayarak kayıt olabilirsiniz. Ankara’da ise sevgili Oburcan‘ın moderatörlüğünde gerçekleşecek etkinlik için ise kendisini izlemeye devam edin derim 🙂

*Tüm fotoğraflar etkinlik sayfasından alınarak kullanılmıştır.*

Bir Tadım Etkinliği Notları (1): “Viski Kulubü”

Hani şurada “içki ile arama mesafe koydum spordan sebep” demiştim ya… Hah, işte bunun üzerine ne tür bir işaret bu bilemiyorum, ama arka arkaya iki tadım etkinliğine katılım için davet aldık. İlki, bir sonraki yazımın konusu olacak.

Burada ikincisinden, yani “Viski Kulubü“nden bahsetmek istiyorum biraz. “Viski Kulubü“, dün akşam bir SuperBeta! projesi olarak Cezayir Restaurant‘ta, Pernod Ricard’ın ev sahipliğinde gerçekleşti.  Sevgili Müge Çerman ve Tuğçe Esener‘in misafirleri tek tek kapıda karşılamasının ardından, barda yerimizi aldık biz sevgilimle.

Gecede amaçlanan, viski kültürü hakkında biraz bilgi vermek ve gece için seçilmiş olan üç ayrı viskinin tadımı idi. Sunum kısmında çok ilginç bilgilerin yanı sıra, benim de hep merak ettiğim bir konu olan “Buzlu mu buzsuz mu içilmeli viski?” konusuna da bir açıklık getirildi 🙂 Ben viskimi tek buzlu içerdim -ki çoğu viski kültürüne aşina yakın dostum bunun viskiye yapılacak bir haksızlık olduğunu söyler- sek içemiyorsam su koymamı salık verirlerdi. Doğruymuş efendim, bilen sözü dinlemek lazımmış: Viskiye buz koymak değil de, eğer sek içilemiyorsa bir miktar oda sıcaklığında su eklenmesi uygunmuş. Bu sayede viski bize içerisindeki aromayı en güzel şekilde sunuyormuş. Tadım aşamasında viskileri önce sek, daha sonra da içerisine eklenmiş bir miktar su ile denedik ve gerçekten de benim için su koyarak yaptığımız tadımlar, aromaları en rahat şekilde hissettiğim anlar oldu.

Geceden birkaç notu şu şekilde sıralamak isterim:

* Viskinin kökeni Latince “Yaşam Suyu” anlamına gelen “Aqua Vitae”den geliyormuş.

* Amerika’da 1920 yılından 1933’e kadar içki satışı yasaklanmış. Fakat federal hükümet doktor reçetesiyle viski satılması için muafiyet vermiş ve bu süre zarfında Walgreens eczaneleri mağaza sayısını 20 mağazadan 400 mağazaya çıkarmış.

* SWA (The Scotch Whisky Association-İskoç Viski Birliği) kurallarına göre bir içkinin İskoç viskisi özelliği taşıyabilmesi için en az 3 yıl olgunlaştırılmış olması gerekiyormuş. Bu süreden daha az olgunlaştırılan viskiler SWA’ya göre İskoç viskisi olarak kabul edilmiyormuş.

* George Bernard Shaw “Whiskey gün ışığının sıvılaşmış halidir” derken, Errol Flynn ise “Kadınlarımı genç, viskimi yaşlı isterim” dermiş 🙂

* Viskiye rengini veren en önemli şey, yıllanması için içine konulduğu fıçıymış. Fıçı, aynı zamanda viskinin tadında da etkili olduğu için aromanın %60’ı fıçıdan geliyormuş.

*  Bir viski şişesinin üzerinde “whisky” yazıyorsa, içki İskoçya, Kanada ya da Japonya’da üretilmiş; “Whiskey” yazıyorsa ya İrlanda ya da Amerika’da üretilmiştir demekmiş.

Biz geceden çok memnun ayrıldık. Viski hakkında bilmediğimiz yeni şeyler öğrenme, yanlış bildiğimiz şeyleri düzeltme, eski arkadaşları görme, yenileriyle tanışma, sosyalleşme açısından faydalı oldu. Gecede tattıklarımız arasından bizim damak tadımıza en uygunu Jameson oldu.

Sizlerde eğer viski ile ilgileniyorsanız Viski Kulubü‘nden ilginizi çekecek bilgiler alabilir, merak ettiğiniz sorulara cevap bulabilirsiniz. Tasarımı da kullanımı kolaylığı da daha ilk andan itibaren benim hoşuma gitti.

Bu sabah gecenin acısını çıkardım allahtan. 5K koşu ve workout, üzerine 30 dakikalık bir tenis seansı ile suçluluk duygumu spor salonunda bıraktım 🙂

Teşekkür, Teşekkür Üzerine

*Fotoğraf Paris’te çektiklerimden. Yazıyla bir ilgisi yok. Ama ben çok seviyorum bu çiçekçiyi*

Hayat güzeldir!

Çalışmayan arabamıza, kapımızı çalmayan komşumuza, bizi uzundur ihmal etmiş arkadaşlarımıza, çektiğimiz maddi sıkıntılara, hastalıklarımıza, doğal afetlere, yaşanan adaletsizliklere, bir türlü durmak bilmeden yağan kara rağmen hem de… Güzeldir.

..

E, güzel olan her şeyin kıymetinin bilinmesi gerekliliğinden yola çıkarak hayatımızın da kıymetini bilmek, bize sunulan her yeni sabaha teşekkür etmek gerektiğine inancımı ise her fırsatta tekrarladığımı -zaten- biliyorsunuz. Aynı hızla devam 🙂

Ben;

Her sabah uyanabildiğim;  başımın üzerinde bir tavan, yatağımı çevreleyen dört duvar, sıcacık bir odaya uyanabildiğim için teşekkür ediyorum.

Aynaya baktığımda gülümsüyorum sabahları, görebildiğim için teşekkür ediyorum.

Yediğim-içtiğim, üzerime giydiğim her şey için teşekkür ediyorum. Ayaklarımı sıcak tutan botlarım, kafama taktığım bere için bile!

..

Ne olursa olsun bu hayatta daha fazla, daha kaliteli, daha yoğun, daha sağlıklı zaman geçirmek (ve geçirtmek) niyetindeyim. Bu sebeple yıllardır hep hayalini kurduğum düzene yavaş yavaş adapte olmaya başladım: Öyle bir düzen ki bu özünde “Sağlıklı Yaşam Felsefesi”ni barındırıyor. Henüz 6 haftayı geride bıraktım. Biraz bahsetmek istiyorum burada da.

Tam 6 haftadır, twitterdan takip edenler nasibini alıyor, haftanın üç günü spora gidiyorum. Birinci amacım kilo vermekten çok almamak! İkincisi de mevcut kas oranımı arttırmak. Spor yaptığım için ona uygun beslenmeye de gayret ediyorum, ama açıkçası hiç kasmıyorum! Bugün yapılan ölçümlere göre de tam 600 gr. kas yapmışım 6 haftada 🙂 Yağ kaybımda 500 gr. Çok değil, açıkçası ben bu kadar idmana daha çok bekliyordum; ama çalıştırıcımız pek memnun bu sonuçlardan. Öyleyse “Teşekürler Tanrım. Az da olsa, ama sağlıklı bir şekilde hedefime ulaşmama yardımcı olduğun, o gücü ve sabrı bana bahşettiğin için”.

Yıllardır yürüyüşlerini ihmal etmeyen ben ne yazık ki beş dakika bile koşamazdım. Şimdi artık 5 km kesintisiz koşabiliyorum. Şu an için 35 dakika civarı sürüyor. Koşu konusunda daha önce de belirtmiştim, birkaç siteden ve koşan arkadaşımdan yardım alıyorum. Hedefim, seneye 10 km koşabilmek maraton yarışlarında. Bir senede yarı maraton (21 km) koşabilir miyim bilmiyorum. Ama sonraki aşama da o olacak.

Beslenme konusuna gelince. Oldum olası kızartma, yağlı yiyecekler, asitli içeceklerle aram olmamıştır. Ayda yılda bir patates kızartması yerim, ki o da bira içersem yanında. Ki, bira çok içtiğim bir içecek değil. Tek zafiyetim tatlıya idi. İdi diyorum, çünkü ben ne olduğunu anlamadan tatlı isteğim kayboluverdi. Şimdilerde canım tatlı bir şey isterse ceviz, badem, elma kurusu, yaban mersini, kuru kayısı, kuru incir karışımlarından satın alıyorum karışık olarak kuruyemişciden. Canım istediğinde, spor sonrası ya da öncesi bir avuç yiyorum günlük olarak. Tek vazgeçilmezim kahve! Onu da günde bir fincana indirdim şimdilik 🙁

İnanılmaz su tüketimim devam ediyor, günde en az 2-3 litre. Yalnız vücudum biraz su tutar oldu sporla birlikte. Yeşil çay içiyor, maydonoz falan yiyorum ama eğer nokta atışı bir tarif veren olursa da ona da bol bol teşekkür ederim 🙂

Protein ağırlıklı beslenme zaten bizim evimizdeki yeme düzenimize de uyuyor. Sadece ben olması gerektiği kadar et tüketemiyorum. Bir de dışarıdan takviye almıyorum vitamin gibi. Yakın zamanda bir kan testi yaptırarak ona göre davranma kararı da aldım.

Eş ve dostlarımın en mutlu olduğu ve onların da “Teşekürler Tanrım” dedikleri asıl olay ise içki içemiyorum! Haftada bire düştü neredeyse. O da alışkın olduğum duble sayısının da altında.  Tabi ki bilinçli bir tercihti. Sporla birlikte alkol alımının da devam etmesi diye bir şey pek mümkün değil. Ama ben hakikaten de bu kadar uzaklaşacağımı, bu kadar beni etkiler bir şey haline geleceğini içkinin düşünemezdim.

..

Bu ilerleme raporu tarzı yazıları altı haftada bir buraya not düşmeye çalışacağım. Sağlıklı yaşam ve sporu hayatımın odağına almış biri olarak bana önerileriniz, referanslarınız falan olursa seve seve dinlemeye, okumaya hazırım. Her birinize beni yeni bir şeylerle tanıştıracağınız için tek tek teşekkür edeceğim 🙂

..

Bu arada, bir önceki yazımda sizlerden rica ettiğim “oy ver destekle” işi sonuçlandı. 500 twitter takipçisi, 258 facebook arkadaşı sayesinde toplam 210 civarı bir oy alarak ne yazık ki ilk 10 blogger arasına girmeyi başaramadım. Üşenmeden tek tek verdiğiniz oylar için de teşekkür ederim 🙂

Süper bir hafta sonu geçirin.. Hava nefis olacakmış aldığımız bilgilere göre. Bol bol tadını çıkaralım.

 

 

 

 

 

Gün Dediğin..

Sabahları uyandığımda ilk yaptığım şey soluma dönmek.

Zira ben sağa kıvrılıp, yastığıma sarılarak uyumayı sevenlerdenim.  Sola dönerim, çünkü soluma döndüğümde pencereden gökyüzünü, tam penceremizin sağından kadraja giren ağaçların dallarını ve sokak lambasını görebiliyorum. O pencereden gözüme giren ışıkla, gökyüzünün mavisi ya da karanlığıyla, bir yerden diğer tarafa salına salına taşınan bulutların şekliyle, dalların kuruluğu, rüzgarlı havalarda savruluşu ya da yemyeşil yapraklı haliyle ben, çeşit çeşit ruh hali içerisinden birini seçerek kalkarım yataktan.

Kendimde en sevdiğim yanlarımdan biridir: Hep mutlu, gülümseyerek kalkmak yataktan. Güne güzel ruh haliyle başlamak. Çünkü ben, kendimle ilgili şurada da yazdığım gibi “Her anımı keyifle geçirmek için her gün kendine söz vererek güne başlayan bir kadınım” ne de olsa.

Gün dediğin böyle başlıyor.. İlk iş kalkar kalmaz hemen bir bardak dolusu su içmeye, doğru mutfağa. Sonra elimde bardağım hemen orkidelerime koşuyorum. Daha önce de defalarca yazdığım gibi dört tane, gözüm gibi baktığım orkidem var; üçü normal boyutlarda, biri bodur! İstanbul’a taşınırken en çok çiçeklerim yeni yerlerini sevmeyecekler diye korkmuştum. Normal şartlarda taşındığım dönem açmaları gerekiyordu. Hatta önce açar gibi yaptılar, ama sonra kuruyup döküldü tomurcukları. Tam “alışamadılar galiba buraya, açmayacaklar bir daha” derken ben önce bodur, minik olanı şaşırttı beni, sonra diğeri.

Çiçeklerimle konuşmayı annekuşum öğretti bana. “Çiçeklerine onları öldürmeden, kurutmadan bakabildiğin vakit, başka bir canlıya da bakabilecek duruma gelmişsin demektir” derdi. Ankara’da, “Mavi Kutum”da sayısız menekşem vardı. Hiç bakamadım onlara, büyütemedim. Bilemedim! Ne zaman “Turuncu Gezegen”e taşındım (Bir önceki evim) sardunyalar, begonyalar, orkideler, asmalarla sarmalandım. Balkonumu bahçe yaptım. Çiçeklerimi bir iken üç, üç iken beş yaptım. Onlarla konuşmayı öğrendim; onları korumayı, sevmeyi, yapraklarını temizlemeyi, topraklarını havalandırmayı, beslemeyi.. Ben çok mutlu, huzurlu oldum; öğrendim, eğittim kendimi o evde. Muhtemelen o yüzden çiçeklerime de iyi baktım. Olumlu duygularla, sevecenlikle yaklaştım, adam gibi konuştum onlarla. Ve sonra başka bir canlıya bakabilecek duruma geldim..

Çiçeklerle mesai biter bitmez güzel bir müzik. Tabi ki Max Fm. Ankara’dan özlediğim şeylerden biri. Yalnızca internetten dinleyebiliyoruz burada. Ya telefondan, ya internetten açıyorum kanalı ve sevgili arkadaşım Özgür‘ün sesiyle, ağırlıklı olarak Adele‘in muhteşem ötesi parçalarından biri ile güne başlıyorum: Set Fire To The Rain ya da Someone Like You. (Adele’in ilk çıkış parçası Chasing Pavement‘ı ilk dinleyip vurulduğumda, ki yıl 2008, arkasından albümü 19’u aldığımda adını bilen insan yoktu daha. O zamanlardan beri varolan “Ruhuma Gıdalar” köşesi ilgilenirseniz yukarıda hemen.)

Hazırlanıp spora gitmek bu aralar yaptığım en güzel şeylerden biri. Couch-To-5-K adında bir programın ilk iki haftasını atlayarak üçüncü haftasından itibaren başlayıp, bu hafta dördüncü haftaya geldim. Daha önce koşu ile, spor ile hiç alakası olmayan biri için ilk haftadan itibaren antrenman programına uyum şart. Ama ben o kadar da “kanepe tipi” bir kadın olmadığım için uyguladığım şekliyle çok iyi gidiyor her şey. Hedefim Mart başında 5 km.yi sorunsuz bir şekilde koşabilmek. Bu aralar koşuya, maratona hazırlık konularına kafayı taktım; sıkça okuyorum. Grubumuzdan birkaç arkadaşımın ve sevgili Crebro‘nun da fikirlerini alıyor, tecrübelerini dinliyorum zaman zaman. En çok bu sayfadan ve buradan faydalanıyorum. Hafif maraton koşma fikri şu an için çok cazip geliyor bana.

Uyguladığım program bununla sınırlı değil, ek olarak her 40 dakikanın üzerine en az bir o kadarlık ağırlık-mekik vs. kondüsyon çalışması var. Sporda terlemek ve kendimi saunaya atmak en güzel şey gün içinde.  Şimdilik haftada en az üç gün yapıyorum bunu. Hedefim altı gün boyunca iki saatimi bu programlara ayırmak. Arada sevgilimle tenis ve squash da oynuyoruz. Spordan gelince kahvaltı ediyorum. Tost ve bol yeşillik en sevdiğim kahvaltı haline geldi. Hayatım boyunca hiç bu kadar çok tere, roka, maydanoz tüketmedim sanıyorum ki.

Kendime ayırdığım günün kitaplarla geçen zaman aralığında çoğu zaman kahvemle birlikte oluyorum. Şimdi Paul Auster okuyorum. O bitince “Ambrosia’nın Laneti“ne başlıyor olacağım. Kitabın yazarı sevgilimin arkadaş grubundan. Geçtiğimiz günlerde bir kahvaltıda bir araya geldik ve kitabımızı imzalattık. Okumak için can atıyorum. Bu aralar okumaya bu kadar zaman ayırabilmemin yazmam için güzel bir temel oluşturacağını hissediyorum. Bu hayal beni, yine mutlu ediyor.

Okuyup yazıyorum. Sonra yemek yapıyorum. Mutfak, bir evde en çok vakit geçirmekten mutlu olduğum yer galiba. Beslenmemize dikkat etmeye çalışıyorum. Spor da yaptığım için protein, karbonhidrat, vitamin dengesini korumaya çalışıyorum. Tek başaramadığım şey öğün sayımı arttırabilmek. Günde iki öğün besleniyorum! Balığı, deniz ürünlerini ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuz. Beşiktaş Çarşı’ya gidip oradan balık almak en büyük keyfim oldu. Taze balıklar, Çarşı’nın ortamı gerçekten çok hoş. İstanbul’da en olmayı tercih ettiğim bir yer daha.  Balık, yeşillik, makarna, baklagiller çokça tükettiğimiz besinler. Bir tek et yemeyi beceremiyorum. Hiç aramadığım bir şey et. Ama biyokimya test sonuçlarına göre et tüketimimi arttırmam lazımmış, nasıl yapacağım bir fikrim yok henüz!

Geçen akşam uzundur sahnelenen bir tiyatro oyununa gittik arkadaşımla: Profesyonel. Yetkin Dikinciler’e oldum olası hayranımdır. Çok başarılı olduğunu duyduğum bu oyunda neye niyet neye kısmet durumu yaşandı. Yetkin Dikinciler’i de beğendim, ama “The Oscar goes to”  Bülent Emin Yarar oldu. Fikir suçlusu olduğu düşünülen yazar olan Yetkin Dikinciler’in karakterini hayatı boyunca izlemiş bir gizli polis rölünde Bülent Emin Yarar oyunculuğuyla, mimikleri ve tarzıyla bizi büyüledi. Çok beğendim kendisini. O akşam tiyatroya ne kadar az gittiğimi ve ne kadar ayıp ettiğimi düşündüm bir defa daha. Elimdeki programda işaretlenmiş gidilmeyi bekleyen bir dolu oyunum var şimdi.

Bazı akşamlar da güzel filmler izliyoruz sevgiliyle evde. Bazen dostlarımızı ağırlıyoruz.

Ya da kızlarla buluşuyorum, bir kadeh bir şey içiyoruz, sohbet edip, Sezen şarkıları dinliyoruz. Dalıyoruz gidiyoruz her birimiz kendi geçmişimize, o şarkının hatırlattığı bir an’a. Bu ara en çok “İster güneş ol yak beni..” parçası hüzünlendiriyor beni Sezen’in.

Konsere gidiyoruz imkan buldukça. Anonim nefis bir gece yaşattı yine bize mesela geçtiğimiz Cumartesi gecesi. Deliler gibi dans ettik, parçalara eşlik ettik birlikte. Hava da güzeldi şansımıza. Çıkışta Kızılkayalar hamburgeri yemeden dönmedik her ne kadar zararlı olduğunu bilsem de o saatte!

Bazı akşamlar da yazıyorum, düzeltiyorum, çalışıyorum bir şeyler üzerinde. En son bu röportajı yaptım mesela Okçuluk Haber için. Hani okçuluk camiasına yakınım ya dostlarımdan sebep.

İşte böyle böyle derken, bir bakıyorum gün bitmiş. Hani “Ömür dediğin bir tek gündür, o da bu gündür” ya!

Anonim Reloaded Yeniden İstanbul’da!

Beni buradan takip edenler bu grup hakkında arada yazdığım yazılara rast gelmişlerdir muhakkak.

Anonim;

Ankaralıların, Atatürk Anadolu Liselilerin ve ODTÜlülerin muhakkak ismini duyduğu, bildiği, dinlediği,

Kah bahar şenliklerinde, kah müzik klüplerinde birlikte coştuğu,

Grup üyelerinin-yine Ankara’da oldukça tanınmış, sevilmiş; ünü Ankara’nın dışına taşmış- Jukebox, Commercial, Yes Please ve Mustafa Hadi Dedi gibi müzik gruplarının kurulmasına olanak tanıdığı,

Temel felsefeleri, sahnede önce kendilerinin eğlenmesi dolayısıyla da izleyicileri eğlendirmek olan bir müzik grubudur.

Yardımseverdirler. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği adına İstanbul ve Denizli’de ücretsiz konserler vermişlerdir.

60’lardan 70’lerden 80’lerden kaliteli Türkçe ve yabancı pop, rock, blues parçaları çalarlar.

Onlar bunu yaparlar. Bunu yıllardır yapıyorlar, 30 yıldır!

Onlar bunları yaparken sahnede sizler de eğlenir, dans eder, muhtemelen harcadığınız enerjinin yanı sıra belli oranda kalori bile kaybederseniz! Tecrübe ile sabittir 🙂 Ve bir defa grubun performansını dinlediyseniz eğer, büyük bir olasılıkla sonraki konseri sabırsızlıkla beklemeye başlarsınız.

..

Ben Anonim ile tanıştığımda ODTÜ’de öğrenciydim. Yıllar sonra öğrendim Olgunlar Sokakta yer alan Sinema Bar’da büyük heyecanla dinlediğim Commercial grubunun da yapıtaşı olduklarını. 30 yıl olmasa da neredeyse 18-19 yıllarına tanığım. Arada ara verdiler, grup dağıldı. Ama sonra yeni dostları da bünyelerine katarak Reloaded olarak geri döndüler.

Grup üyelerinin hepsini tanıyorum. Hepsini ayrı ayrı çok seviyorum. Yaptıkları işe saygılarına, emeklerine, aralarındaki bağa hayranım. Hepsi aslında profesyonel olarak başka işlerle uğraşıyorlar:

Biri mesela dalış hocası ve profesyonel dalgıç aynı zamanda. Öncesinde bilişim sektöründeydi, sonra “Yeterse yeter” dedi 🙂 Şimdi Bodrum’da yarı zamanlı. Geçen yaz hatırlar mısınız bilmem, ama onun yanına gitmiş ve birlikte dalmıştık.

Bir diğeri yabancı bir kahve markasının Türkiye’deki satış müdürü.

Grup elemanlarını tanımak, grubun hikayesini okumak isterseniz kendi sayfalarına uğramanız yeterli. Güzide başucu sözlüğümüz Ekşi Sözlük’te grubun hakkında yazılanları okumak için ise şuraya bir tık 🙂

Son birkaç yıldır düzenli olarak ayda bir defa Ankara Manhattan Music Club‘ta, bir defa Bursa Kat 3’te çalıyorlar. İstanbul’da geçen sezon Hayal Kahvesi Bistro‘da çalıyorlardı. Bu sezonun ilk Hayal Kahvesi Bistro konseri ise önümüzdeki Cumartesi 4 Şubat’ta.

Ve sanırım Ankara’dan İstanbul’a taşınmış, bu grubun ve dans etmenin bağımlısı biri olarak bu habere ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersiniz 🙂

O gün mesela ya evde ya dışarıda güzelce bir yemek yiyin sevdiğinizle, dostlarınızla. Sonra Hayal Kahvesi Bistro’ya gelin. Bistro’da sıcacık atmosferde için, sohbet edin, güzel müziklerle gecenin ileri saatleri için hazırlanın. Sonra da alt kata inin ve Anonim Reloaded ile Cumartesi keyfini yaşayın. Biz aynen böyle yapıyor olacağız.

..

İsterseniz grubun kendi düzenlemeleri ile açılış parçasını şuradan, Arapsaçı’nı ise şuradan dinleyebilirsiniz.