Güzel Şeyler Konulu Yazılar

Küçük Mutluluklar

B u  a r a l a r;

* Sabahın köründe “spora gidiyorum” enerjisi ile uyanmak; bir gün squash,  bir gün tenis,

* Kırmızı kahve makinasından çıkan kahvenin yanına her hafta değişik bir çeşit pişirdiğim keklerden 1 dilim,

* Mis gibi Rebul Mandarin kolonyası,

* Ardı ardına bitirdiğim kitaplar,

* İçmeyi azalttığım sigara,

* Haftada 2 güne düşürdüğüm alkol tüketimim,

* İçinde yok yok, tüm yeşil sebzelerden koyarak pişirdiğim kış çorbası,

* Gülen gözlü, güleç yüzlü bir adam,

* Penceresinde 2’li 3’lü gruplar halinde kediler uyuklayan sıcacık bir ev,

* Digitürk 438 numaralı Smooth Jazz kanalı

B e n i  ç o k  m u t l u  e d i y o r:)

 

 

Brüksel’de 3 Lezzet Durağı!

Brüksel’e yıllar yıllar önce, üniversiteden mezun olduktan sonra gitmiştim. Teyzem beni bağrına bastı, 3-4 ay bir okula gittim “Alliance Française” diye haftanın 3 yarım günü. Kalan tüm zamanlarımı da kah gezerek, kah teyzemin dükkanında takılarak, kah sinemaya giderek; daha çok da yiyerek geçirmiştim! Evet, giderken 62 kilo olan ben döndüğümde 68 kilodaydım! Hayatımda bir daha hiç o kadar kilo almadım. Yaş aldıkça kilolarımı bıraktım, tanrıma şükürler olsun ki:) 

Belçika’da -tatlı düşkünlüğüm sonucu- waffle ile tanışmış ve hemem hemen her gün yemiştim. Kremalı, çikolata soslu ve meyve süslü olanlarını değil de ben hep sadesini tercih etmiştim. (Allahtan diyoruz, bir de bunları yeseydim muhtemelen 70’e dayanacaktım!)  Waffle yanında bir de şarap kültürü ile tanışmıştım Brüksel’de. Teyzem ve ailesi her akşam yemeğinin yanında 1 kadeh güzel ve yemeklere uygun şarap içerlerdi.  Düzenli alkol alımının da kilolara katkısı bilinen bir gerçek!

Her neyse. Paris sonrası Brüksel’e geçtik ve 3 gece de orada kaldık bu Ekim ayında. Brüksel, tamamen aile üyeleri ile birlikte vakit geçirme ve güzel sofralarda bulunma şeklinde geçti bizim için. Teyzem yaklaşık 30 küsür yıldır orada yaşıyor, çocukları evlendi, çocuk sahibi oldular. Yıllardır gittikleri, gitmekten keyif aldıkları yerlere bizi de götürdüler. İşte aşağıdaki 3 adres bu keyifli sofraların adresi.

İlk akşam teyzem ve eşi bizi neredeyse 15 yıldır sürekli gittikleri bir Vietnam lokantasına götürdü: “Le Nenuphar

Orta üstü sınıf bir restoran Le Nenuphar. Çalışanları da vietnamlı. Yaşını almış şef garsonu teyzem ve eşini görünce kapıda karşıladı ve kısa bir sohbet ettiler. Uzun zamandır mekana gittikleri için onların özel masalarına oturduk. Hava serin olduğu için iç mekan hizmet veriyordu haliyle, ama gördüğüm kadarıyla çok şirin ve şık bir bahçesi de var restoranın. Denediğimiz her şeyi çok sevdik biz. Başlangıç için yanılmıyorsam 6-7 parçalı bir başlangıç tabağı aldık. Muhteşemdi! Tek tabakla doyabilen biri olduğum için fazlasıyla yetti bana. Ama teyzemin ısrarları sonucu çok güzel bir ördek de denedik. Ne yazık ki o akşam fotoğraf makinası yoktu yanımda, fotoğrafları yok hiç bir yemeğin. Ama giderseniz mutlaka ördek deneyin, pişman olmayacaksınız. Şaraplar da oldukça güzeldi, bir şişe rose ile geceyi tamamladık.

İkinci adresimiz teyzemin kızı Deniz ve eşi Guy’un tanıştıkları zamandan beri gittikleri bir Japon restoranıydı: “Samurai

Tartışmasız defalarca Belçika’daki en iyi Japon Restoranı seçilmiş Samurai. De Brouckere metro istasyonu çıkışında, Fosse aux Loups caddesindeki bir pasajın içerisine gizlenmiş, 2 kata dağılmış ama ufacık, pahalı bir mekan. Uzakdoğu mutfağına, özellikle de sushiye düşkün biri olarak söyleyebilirim ki hayatımda yediğim en iyi sushiyi ben Brüksel’deki bu minnacık restoranda yedim. Bir de hiç denemediğim ızgara ton balığını burada yedim ve 10 üzerinden 10 puan verdim!

Üçüncü adresimiz inanılmaz bir İspanyol restoranıydı: “La Cueva De Castilla

Roberto ve Javier Ponte adlı iki kardeşin işletmesi, sıcacık dekoru, güzel müzikleri ve tabi ki yediklerimizin lezzeti ile bizi bizden alan bir mekan daha! Schaerbeek meydanında, diğer ikisine göre daha merkezi sayılabilecek bir yerde. Roberto, sizi kapıda karşılıyor ve yemekler konusunda yönlendiriyor, günün menüsünden sizin için seçimler yapıyor. Çok tatlı, sıcak kanlı bir Akdenizli:) Kardeş Javier ise mutfakta, şef olarak görev yapıyor. İlerleyen saatlerde her masaya bizzat giderek yemekler konusundaki düşünceleri alıyor. O da takdir edeceğiniz üzere en az Roberto kadar tatlı, ve sıcak kanlı, güleryüzlü:) Ve ister inanın ister inanmayın bu iki kardeş dışında sadece serviste genç bir yardımcı çocuk dışında kimseyi görmedim çalışan olarak.

Klasik paella denedik biz sevgilimle. Deniz ve eşi ile kızları Laura değişik başka tatlar aldılar ve böylece tüm masadakileri tatma imkanımız oldu. Tek kelimeyle nefisti her biri. Seçtiğimiz şarap da harika çıktı, adını aldım not edin lütfen. Kesinlikle bir defa tadın bulursanız bir yerlerde: Rioja Bordon 2004 Reserve

 

Ve böylece yurt dışı yeme-içme postlarının da bir müddet için sonuna geldik. Bu hafta Antalya’ya kardeşime eşyalarımın bir kısmını gönderme, kalan kısmını İstanbul’daki  evimize taşıma telaşımız olacak. Hafta sonundan itibaren artık resmen -tekrar- İstanbullu oluyorum. Baharı İstanbul’da geçirdikten sonra hayatımın(mızın) planı için bir seyahatimiz olacak. Sanırım oradan da yazacak bir sürü restoran, macera, hikaye çıkacak.  Bir de ısrarla ÇokGezenlerKlubünü taciz edeceğim. Bakarsınız beni de aralarına alırlar, belli mi olur? Takipte kalmanızı öneririm:) Güzel bir hafta olsun hepimize.

Paris Manzaraları!

Paris’te evlendik diye biz, o günün akşamı güzel bir düğün yemeği yedik sevgilimin kuzeni ve onun eşi ile. Restonun adını da kartını da almamışım! (Aferin bana!) O geceki heyecandan olabilir. Otelimiz St. Germain bölgesindeydi. Yemek yediğimiz resto ise St. Michel ile St. Germain’in kesistiği bölgenin yakınlarında. O akşama özel soğan çorbası, fondü ve ördek denemelerimiz oldu.

Şunu söyleyebilirim: Hepsi de inanılmaz lezizdi.

Bir de hiç hayatımda denemediğim kaz ciğerini (Foie gras) denedim. Ben sandım ki kendisinden nefret edeceğim. Hayır, hiç de öyle olmadı! Kaz ciğeri seviyorum ben artık, böyle biline:)

Paris’te toplam 3 gece geçirdik. Bu 3 gece boyunca bol bol kırmızı şarap ve bira denedik.

İlk akşam otelimize yerleştikten sonra, sevgilim belgelerimizi konsolosluğa vermek üzere dışarı çıktı. Yaklaşık 1 saat sonra döndüğünde çantasında 1 şişe Bordeaux, 1 sıcacık baget ekmeği ve nefis bir brie peyniri vardı:) Otelimizin hemen yakınındaki metro istasyonundan (Maubert-Mutualité) dışarı çıktığınız vakit sizi karşılayan taze deniz ürünleri, istakozlar, karideslerle dolu bir balıkçı, hemen yanında bir boulangerie (ekmek-pasta fırını), nefis ve çeşitli peynirlerle dolu bir şarküteri ve bunların yanında kareyi tamamlayan bir şarap dükkanı vardı. Metro çıkışı sevgilim, geceye güzel bir başlangıç yapmak adına benim bayıldığım 3’lüyü kapıp gelmiş. Hemen oteldeki su bardaklarını şarap içmek için, çantamızdaki İsviçre çakısını peyniri ve ekmeği kesmek için kullanmak suretiyle yatağın üzerinde akşam pikniği yaptık:)  İşte o andan itibaren bu seyahatin tamamen yemek ve içmek üzerine kurulu olacağının sinyalleri yayılmaya başladı çevreye!

O akşam güzel bir cafe-barda oturduk ve yerel biraların tadına baktık. Düğün akşamı yemek için seçtiğimiz restoran sonrası güzel bir piyano bar bulduk. Piyano başında genç bir çocuk vardı. Kendi söylediği parçalardan tam sıkılmıştık ki dinlediğim en iyi ve güçlü seslerden biri geldi oturdu piyanonun üzerine. Hatun bir Edith Piaf’tan parçalar söyledi, bir Mireille Mathieu’dan. O yetmedi benim bayıldığım Dalida’dan. Sonra Melody Gardot’ya geçti, derken bir baktık mest olmuş kalmışız hepimiz. Çıkarken herkes tebrik etti hatunu. Onu dinledikten sonra Zaz gibi bir youtube videosu ile çıksa ortaya kesin onun 5 katı iş yapar, beğenilir diye düşünmekten de alamadım kendimi.

Son akşamımızı da üniversite bölgesindeki pub, bar ve muhtelif mekanlarda geçirdik. O akşam sevgilimin kuzeninin eşinin doğum günüydü. Tam gece yarısı minicik bir parkta şampanya patlattık. Elimizde kadehler sağımızdaki solumuzdaki gençlerin fotoğrafımızı çekmelerine aldırmadan bir güzel eğlendik:)

Gündüzleri kruvasan ve kahve ilaç oldu bize haliyle, bol alkollü geceler sonrası! Louvre Müzesinin girişindeki sosisli sandviç satan minik bir arabadan üzeri erimiş peynirli ve inanılmaz lezzetli hardallı sandviç yedik. Tadı hala damağımda o hardalın! Paris’e giden herkesin yapmassa öleceği nutellalı krep olayını da abartmadık, ama denemeden bırakmadık!

Velhasıl benden nefret etmemeniz için ne yapabilirim bilemiyorum bu yeme-içmeli post sonrası?

..

Paris’i daha önce de ziyaret etmiş ve her yeri doya doya gezmiş olduğumuz için fazla kasmadık kendimizi bu defa. Canımız nerede isterse orada bir cafede oturduk, soluklandık; caddeye karşı öğlen kırmızı şarap içtik.

Tek alış veriş ritüelimiz ise Hard Rock Cafe ziyaretiydi. (Gittiğimiz her ülkeden bir t-shirt alıyoruz. Sevgilim rock müzik sever ve bir rock grubunda çalıyor olduğundan sebep onun ritüeli desek daha doğru olur kanımca:)

Toparlayacak olursak, kısa cümlelerle;

* Tüm Paris’i yürüyerek gezmek mümkün, eğer benim gibi kondisyonunuz tam ve tabanvay olayına alışkınsanız. Metro ağı da süper yaygın tabi, zorunlu kaldığımız durumlarda kullandık.

* Paris, oldukça pahalı bir şehir gibi geldi bana. İtalya’nın nerdeyse tüm şehirlerinde bulundum, ama bu kadar şaşırdığımı hatırlamıyorum ödediğim ücretlere. Örneğin, sabah kahvaltı niyetine (Petit Dejeuner) yediğimiz 1 kruvasan ve içtiğimiz 1 espressoya kişi başı 9 euro verdik. Bunun yanı sıra eğer menü usulü çalışan yerlerde yemek yerseniz de kişi başı 20-25 euroya 3 çeşit yemek tadabiliyorsunuz.

* Eiffel’e çıkmak için bekleme gafletinde bulunmayın. Benim 3. yakınında oluşumdu ve fakat hala inanılmaz bir kuyruk vardı; bu seyahatte de kısmet olmadı tepesine çıkmak kulenin! Onun yerine Sacre-Couer Kilisesi’nin bulunduğu Montmartre Tepesine çıkın daha iyi.

* Boğazına düşkün insanlarsanız bizim gibi, oraya özgü lezzetleri tatmadan dönmeyin: sokak arabalarında hazırlanan nutellalı krepler, soğan çorbası, bol tereyağlı, sıcacık bir kruvasan, fondü ve tabi ki ekler tatlısı (éclair). Otelimizin bulunduğu bölgede yer alan ve her sabah kapısındaki uzun kuyruklar sebebiyle dikkatimizi çeken Eric Kayser isimli yerden bir ekler aldık ki gider ayak.. Aman da aman!

* Paris seyahatini arkadşlarınızla da yapabilirsiniz, ama sevdiceğinizle gitmenin değeri paha biçilemez:)

 

 

Yurt Dışında Evlilik?

*Yurt dışında bir konsoloslukta evlenmek isteyenler için, benim arayıp da bulamadığım bilgileri vermesi ve kamuya faydalı olması açısından böyle bir yazı yazmaya karar verdim.*

Bu işe karar verdikten sonraki aşama, ülkeye karar vermek sanıyorum ki. Bizim Kasım sonunda aylar öncesinden planlanmış, biletleri alınmış İngiltere seyahatimiz olduğu için, acaba Londra’da mı bu işi yapsak dediğimiz de doğrudur başta. Fakat öğrendik ki, her ülke başkonsolsoluğunda evlenebilmek mümkün değil. Londra da bunlardan biri. İşte o zaman ibre Paris’e döndü ve nasıl bir yol izlememiz gerektiği konusuna ilişkin olarak da Paris Başkonsolsoluğu ile bağlantıya geçmemiz gerekti (Kesin olarak bildiğim Paris, Milano ve Roma Başkonsolsolukları’nda evlilik işlemlerinin yapıldığı.).

Bu bağlantı için de size önerebileceğim link Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluk Sitesi. Bulunulan ülke yasaları konsolosluklarda nikah kıyılmasına müsaade ettiği sürece, her ikisi de Türk vatandaşı olmak kaydıyla çiftlerin nikah işlemleri konsolosoluklarda yapılabiliyor. Ayrıca yerel makamlar önünde -Belediyeler gibi- de nikah kıydırmanız mümkün. Biz, yukarıda linkini verdiğim Konsolosluk Sitesi’nden Paris Başkonsolosluğu’nun e-posta adresini aldık ve orada evlenmek istediğimizi belirtir bir yazı yazarak yapmamız gerekenler konusunda bize bilgi vermelerini rica ettik.

Konsolosluk’ta görevli bir hanımdan hemen ertesi gün bize cevap geldi. Gelen cevapta, bizden isim ve soy isimlerimizi, kimlik bilgilerimizi, adres ve telefon numaralarımız ile evlenme isteğimizi belirten bir dilekçeyi eposta yoluyla konsolosluğa iletmemiz gerektiği yazıyordu. Bu aşamayı da tamamladıktan hemen sonra aldığımız cevap, sadece Perşembe günleri nikah kıyıldığı ve bizim isteğimizi yaptığımız tarihten sonraki uygun görünen dört Perşembe’nin tarihleri şeklindeydi. Bize uygun olanına karar verdik ve zaten burada da evlenecek olsak bizden kanunen istenilen belgelerin aynılarını hazırlayıp  gönderdik e-posta ile Paris’e (Sonrasında evlenmeden bir gün önce eşlerden sadece birinin konsolosluğa gelerek bizzat evrakları teslim etmesi isteniyor.).

İstenilen belgelerin listesi de şu şekildeydi:

  • Nüfus cüzdanlarının fotokopileri,
  • Nüfus Müdürlükleri’nden temin edilen belgeler:
  1.           Nüfus kayıt örnekleri,
  2.           Uluslararası nüfus kayıt örneği (Formül A),
  3.           Evlenme ehliyet belgesi
  • Evlenmek için verilen sağlık raporu,
  • 4’er adet fotoğraf,
  • 32 Euro (Evlenme cüzdanı ve posta masrafı).

Nikahın kıyılacağı gün 2 şahidin kimlikleriyle birlikte hazır bulunmasıyla yapılması gereken her şey tamamlanmış oluyor. Daha önce de anlattığım üzere, Brüksel’de yaşayan teyzem benim şahidim, Manchester’da yaşayan sevgilimin kuzeni de onun şahidi oldu. Hepsi bu!

29 Ağustos 2016 tarihli ekleme: Özellikle Roma’da evlenmek isteyenler için 2013 yılından beridir Roma merkezli hizmet veren Vera Events şirketi benimle bağlantıya geçerek İtalya’da evlenmek isteyen Türk vatandaşları için her türlü organizasyon konusunda çalışma yaptıklarını belirtti. Kendilerine web sayfalarından ulaşabilirsiniz.

Ayrıca İtalya dışındaki tüm Avrupa ülkelerinde yapılabilecek düğün organizasyonları için de www.yurtdisindaevlen.com web sayfasını kullanabileceğinizi de belirttiler. Umuyorum bu yeni hizmetler işinize yarayacaktır.

Paris’te 3 gün, sonrasında Brüksel’de de 3 gün geçirerek bir nevi balayımızı da aradan çıkarmış olduk biz.  “Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, gezip gördüklerinizi anlatın” diyenlere cevabımız “O zaman konuşacak, anlatacak bir şey yok ki” oldu 🙂 Zira ikimiz de muhtelif dönemlerde bu şehirlerde bulunup, yapılması gereken her şeyi yaptığımız için sadece yemeye-içmeye ve ailemizin üyeleri ile vakit geçirmeye zaman ayırdık (Ben üniversite sonrası 3 ay Brüksel’de teyzemin yanında kalmış, son sınıfta Fransız Kültür ile başladığım Fransızcamı ilerletebilmek adına Alliance Française adlı bir okulda haftanın 3 günü kursa devam etmiştim. O dönem Belçika’nın Brugge, Oostand, Liege, Gent, Antwerp gibi muhtelif şehirlerinin yanı sıra Paris’e de geçerek 1 hafta bir Parisien’in yanında yaşamıştım.)

Velhasıl bir sonraki yazımın konusu özellikle Brüksel’de gittiğimiz 3 mekana ilişkin olacak. En az 20 yıllık bu 3 mekan, orada yaşayan lokal insanların tercih ettiği, turistik kitaplarda bulunmayan; ama kesinlikle es geçilmemesi gerektiğine inandığım mekanlar.

Haftanız güzel başlasın, güzel devam etsin. Benim iş yerindeki son haftam bu hafta! Yaklaşık 10 yıldır çalıştığım kurumumdan bu hafta ayrılıyorum. Çok şey öğrendiğim, öğrettiğim, inanılmaz tecrübeler yaşayıp, inanılmaz insanlarla birlikte çalışma şansı yakaladığım bu işimi ve iş yerimi, severek, huzurla ve saygı ortamında çalıştığım ofisimi ve iş arkadaşlarımı hiç unutmayacağım.. Buradan da hepsine teşekkür etmek istedim:)

*20.10.2011

“Ben yurt dışında evlenmek istiyorum, senin için de bir sakıncası yoksa” dediğimde yüzüme öyle bakakaldı sevgilim. “Gerçekten mi?” dedi ilk olarak:)

“Evet” dedim, “Gerçekten!” Hayalimdi bu benim zira. Hiçbir zaman büyük, şaşalı, otel, havuz başı düğünü hayalim olmadı. Zaten herkesin yaptığı şeyleri yapmak isteme gibi bir huyum da olmadı. Arkadaşlarımla, dostlarımla paylaştığım zaman yurt dışında evlilik fikrimi “E senden de bu beklenirdi zaten çılgın kadınsın vesselam” deyip, güldüler hep!

Yurt dışında nikah fikrim mevsimlerden bahar sonu-yaz başı iken, mekanlardan Santorini olsundu hep! (Kabul, bu belki herkesin hayali!) Ama evlilik teklifi mevsimlerden yaz sonu-sonbahar’da gelince benim mekan da Santorini’den Paris’e döndü:)

Neden Paris? Çünkü romantik bir şehir. Çünkü idolüm Audrey Hepburn’ün o sevdiğim filmlerinden biri olan Funny Face‘in geçtiği, üstüne Audrey’nin film icabı evlendiği bir şehir.

Gelinliğimi de filmdeki gelinliğinden esinlendim. Makyajımı da onun o klasik makyajı şeklinde yaptım:)

Velhasıl gittik, heyecanlı bir uçuş sonrası (Sağ motora kuş kaçtı, teknik arıza yaşayan uçak havalimanına geri döndü ve biz başka bir uçakla seyahat ettik) Paris’e, St. Germain’deki otelimize ulaştık.

Ertesi gün birbirimizi giydirdik, makyajımı, saçımı kendim yaptım.. Komik bir çift olduk böyle başbaşa:)

Gelin buketime tamamen şans eseri, girdiğimiz üçüncü çiçekçide bizimle gerçekten ilgilenen bir çiçekçi Parisien’in yardımıyla doğaçlama şekilde bir hazırlık sonrası kavuştum 🙂 Tahmin edeceğiniz üzere ortanca olsun istiyordum, ortanca buldum:)

Teyzoşum Brüksel’den geldi benim nikah şahidim oldu, sevgilimin kuzeni Londra’dan geldi onun nikah şahidi oldu. Fıkra gibi bir nikahtı bu arada; 2 Türk, bir Belçikalı, bir Fransız, bir Alman ve bir İngiliz şeklindeydik:)

Konsolosoluk binasında “Evet” dedik, “bir olduk”.

Birbirimizin ayağına basmadık, ayaklarımızı yan yana koyduk sakince, güvenli bir şekilde 🙂  Elim titredi imza atarken, hiç olmadığım kadar heyecan yaptım.

Nikahtan çıktık Trocadéro Meydanı‘nda birkaç fotoğraf çektirdik. Ne yazık ki pek profesyonel olmadı fotoğraflar, ama hatırası kaldı bize yadigar 🙂

Meydanın karşısında bir brasseriéde şampanya patlattık, kadeh kaldırdık. Güldük, zaman zaman gözlerimiz doldu, teyzoşum sarıldı ağladı bana.

Hava nefisti, mis gibiydi mis! Dualarımın karşılığını aldım, bir damla yağmur görmedim.

Ayakkabılarım benden çok sükse yaptı! “Kesinlikle renkli ayakkabılarım olacak” diye sayıklayıp durduğum için yıllardır gittim, yine tanrının da yardımıyla, istediğim renkte, orta topuklu, pek şeker bir ayakkabı buldum.

Velhasıl ne istediysem, nasıl istediysem öyle oldu her şey (Teşekkürler tanrım bir defa daha). Çevremdeki herkes, sevgilim de dahil bu duaların karşılığını aldıkça ben “cık cık cık, nasıl oluyor da oluyor ya” nidalarını tekrarladılar bir defa, beş defa, her defa:)

Şimdilerde bana hemen hemen her karşılaştığım insanın sorduğu soru: “Ee nasıl gidiyor evlilik bakalım?”

“Güzel, keyifli. Aynı… 1,5 yıldır nasılsa, aynı aslında. Belki de daha çok gözlerimizin içi gülüyor olabilir. Sol elimde alyansım var artık. Belki bir de bu farklılık olabilir söyleyebileceğim. Ha, bir de geçenlerde telefonda birine sevgilimden bahsederken o konuyla eşim ilgileniyor dediğimde yaşadığım şaşkınlık fark katmış olabilir hayatımıza :)”

* Sevgilimle “bir olmak” için imza attığımız tarih:)

** Sevgilimin rızasıyla yayınladığım bu 3 fotoğraf o güne ait benim, bizim en sevdiklerimiz.  İlki Trocadéro Meydanı’ndan. İkincisi konsoloslukta imza atmadan hemen önce. Ve sonuncusu da konsolosluktan girerken.*