Sevilla sonrası durağımız olarak planladığımız ve iki gece geçireceğimiz Granada için sabah erken saatlerde otobüs terminalinde aldık soluğu Tolu’cumla. Yaklaşık üç saatlik rahat bir otobüs yolculuğu ile Granada’ya ulaştığımızda saatlerimiz öğlen on iki civarını gösteriyordu. Otobüs terminali ile otelimiz arası on beş dakika sürmedi. Granada’yı, Sevilla’ya göre daha modern, daha aktif; merkezinde alışveriş yapabileceğiniz ünlü markaları barındıran caddeleri olan, daha bir “şehir” şehir bulduk biz!
Deniz seviyesinden yaklaşık sekiz yüz metre yüksekte, Sierra Nevada dağlarının eteklerine kurulmuş, harika plajlarında denize girebileceğiniz Costa Del Sol’a altmış kilometre, simgesi olan nar meyvesini her türlü bayrak, rezervuar kapağı, damga vb. üzerinde görebileceğiniz, İspanya’nın en prestijli üniversitelerinden olan Granada Üniversitesi’ne ev sahipliği yapan bir şehir Granada. Kraliçe Isabel ve kocası Ferdinand dönemindeki Hristiyan hakimiyeti altında Endülüs’ün düşen son Müslüman şehri. Şehirde gezerken zaten “Souk” dedikleri çarşılarına da rastladık halen yaşamakta olan Afrikalı Müslüman halkın.
Granada şehri Albayzin ve Alhambra (Elhamra) tepeleri ve arasında kalan ovaya yayılmış durumda. El Hamra Sarayı, bu şehirde olma nedenlerimizin başında geliyor. En üstteki fotoğrafta gördüğünüz El Hamra Sarayı’nı, hemen karşısında yer alan ve Arap çingenelerinin yaşadığı yer olan Albayzin tepesinden çekebiliyorsunuz. Biz önce Albayzin’i keşfe çıktık. Zira El Hamra oldukça yoğun bir turist akınına uğradığı için biletleri internette bile hızlıca tükenen bir kültür mirası! Biz, ertesi sabah erken saatlerde gidip bilet alarak gezmeyi planlıyor ve o bulunduğumuz günü riske atmak istemiyoruz. Albayzin, beyaz kireç boyalı evlerin iç içe avlularla geçtiği, dolambaçlı dar sokakları ve yokuşları olan Granada’nın ilk yerleşim yeri. Mahallede dolaşırken Arapça konuşmalara, Arap müziklerine şahit oluyorsunuz. Güzel flamenko gösterileri için önerilen adresler de hep buradaydı. *Ufak bir not: Sokakların döşendiği taşlar oldukça rahatsız. Arnavut kaldırımları yanlarında melek kalır. Bir de bolca yokuş mevcut. O sebeple özellikle rahat ayakkabı şart.*
El Hamra Sarayı sabah erken saatlerde gittiğimizde bile önündeki upuzun kuyrukla ilk önce bizi biraz korkutmadı değil! İnternetten bilet bulamaz iseniz panik olmayın, erkenden gelip sıraya girin (Kuyruğa rağmen). Mutlaka o gün içinde içeri giriyorsunuz! Yalnız, Nasrid Sarayı‘nı gezmek için biletiniz üzerinde yazan saatte tam kapısında olmak zorundasınız! O bölüm biraz gösterişli, ince işlerle süslü ve El Hamra Sarayı’nın gezilecek dört bölümünden sadece birisi. Birçok salon, hamam ve bahçeden oluşuyor. Siz diğer üçünü zaten ortalama üç-dört saatte geziyorsunuz. Bizim gezimizde bizi en çok etkileyen yerlerden biri, ikinci bölüm diyebileceğimiz Generalife idi! Arapların “Bilgin Cenneti” olarak adlandırdığı bahçelere İspanyolların verdiği isimmiş bu. Sarayın bahçesi, en az saray kadar efsane. Nasri krallarının devlet işlerinden sıkıldıklarında dinlenmek ve huzur bulmak için olmayı tercih ettikleri Genaralife manzaralı teraslar, ağaçlar-çiçeklerle süslü yürüyüş yolları, havuzlu-çeşmeli bahçeleri barındıran muhteşem güzellikte bir bölüm. Diğer bölüm kale ve surların bulunduğu alan Alcazaba ve sonuncusu ise kulelerin bulunduğu Towers and Higher Alhambra.
Özellikle Generalife fotoğraf çekmek, dinlenmek, huzur bulmak için ideal bir yer. Burada istediğiniz kadar vakit geçirmeniz mümkün. Benim en sevdiğim çiçekler olan mor salkımların mordan başka beyaz ve lila renkli olanlarına ilk defa rastlamak da bonusu oldu gezintinin. Erguvanlar, akasyalar, portakal çiçekleri dört bir yanınızda. Yeşili, bahçeyi, çiçeği çok sevenlerin doyamayacağı saatleri garanti ediyor El Hamra gezintisi.
El Hamra dışında gerek şehrin diğer bölgelerindeki, gerekse Albayzin’deki katedral ve diğer önemli yapıtları da dünya gözüyle gördük Tolu’cumla. Lakin sürekli es vermeyi, kah kahve, kah margarita, kah tapas&bira-şarap molası vermeyi de ihmal de etmedik. Sevgili İmge‘nin önerisiyle Bodegas Castaneda‘da da çok keyifli bir öğlen geçirdik mesela. Şaraplarımızı ve ortaya tapaslarmızı söyledik. Hava mis gibi, yavaş yavaş insanlar da çevremizdeki masalarda yerlerini aldılar. Derken geleneksel kıyafetleri ile bir akordeon, bir keman ve solistten oluşan sokak çalgıcıları çıkageldiler. Bir ara şarkılara hep birlikte eşlik etmeye, el çırparak tempo tutmaya başladık güruh halinde 🙂 O zaman işte, bir defa daha-kim bilir bu seyahat boyunca kaç yüz defa- şükrettik arkadaşımla bizi buralara kadar sağ salim getirdiği, dünya gözüyle bu güzellikleri görmemizi sağladığı için!
Granada gezisi sırasında Navas Sokağı (Calle Navas) akşam üstü dolaşırken bizi kendine çeken bir sokak oldu. Karşılıklı kafe ve restoranlardan oluşan, paylaştıkları sokağa taşıdıkları masa ve sandalyeleri ile bizim Asmalımescit, Nevizade ayarında bir sokak burası. Yine Yelp sayesinde bir sürü alternatiften birini tercih edip pek güzel deniz ürünleri tatma ve hareketli sokakta Granada’nın gece hayatına da ortak olma şansı yakaladık. Bir şehirde üniversite bulunması o şehrin gündelik hayatını, gece hayatını, şehrin finansal açıdan yerini oldukça etkiliyor tabi. Yediğimiz ve içtiğimize ne kadar ücret ödediğimiz, bu seyahatin bize çok pahalıya çıkıp çıkmadığı bize gelen sorular arasında ön sıralarda yer alıyor! Kafanızda genel bir fikir oluşması için şöyle özetleyebilirim sanırım: Koca bir bardak sangria 2.5 Euro, bir sürahi ise 10 Euro. Biralar için en pahalı ödediğimiz yerde sanıyorum 2 euro ödemişizdir! Su ve bira neredeyse aynı fiyatta. Şaraplar şişesi 8-10 Euro’dan başlıyor. Tapas, eğer ortaya üç-dört çeşitten oluşan bir tabak söylerseniz 12-14 Euro. Tek tek alırsanız da sanıyorum 2.5-10 Euro arasında gidip geliyor.
Granada İspanya’nın en ünlü şairlerinden Federico Garcia Lorca’nın doğduğu ve hayatını kaybettiği kent olmasıyla da ayrı bir önem taşımakta imiş. Garcia Lorca çok sevdiği bu kent için “Bir aşığın sevgilisine aşkını yazabileceği en güzel şehirdir Granada” demiş. Bizce de kabul görmüştür bu sözler 🙂 Endülüs seyahati içinde zaten atlanmaması gereken bir şehir olan Granada’yı biz sevdik. Hatta öyle sevdik ki, Tolu’cumla birlikte Madrid’te vakit geçirileceğine, Endülüs’ün bu şehirlerinin dolaşılmasının daha besleyici, ufuk açıcı ve keyifli olacağı kararına vardık! İspanya’da Barselona’nın yeri apayrı elbet. Fakat Madrid yerine önce Güney İspanya şehirlerini görürseniz çok daha fazla şey kazanacağınızı ben şahsen garanti ederim 🙂
Son noktayı otelimizden bahsederek koymak istiyorum Granada’ya! Hotel Portego Urban, benim Trip Advisor sitesinden ararken karşıma çıkan, hem El Hamra’ya hem de şehir merkezine yakın olması dolayısıyla elediğim alternatifler içerisinde ilk üçe yerleşen bir oteldi. Fiyat açısından promosyonda olması sebebiyle tercih ettik son dakikada. İki gece için ödediğimiz oda ücreti 110 Euro oldu. Otele girer girmez bizi kendine hayran bırakan şapkalı dekoru, sonrasında resepsiyondaki görevlinin ilgi-alakası ile ilk puanlarını yüksek aldı otel bizden 🙂 Odamıza çıkarken otelin, sonrasında ise odamızın misler gibi kokusu ile puanlar yükseldikçe yükseldi! Ben bu yaşıma dek bu kadar ferah ve güzel kokan bir otelde kalmadım. Dört kattan ve terastan oluşan otelin her katı farklı bir ünlünün ismiyle anılıyor. Örneğin biz “Sherlock Holmes” katında kaldık 🙂 “Fred Astaire” ve “Frank Sinatra” diğer katların isimleriydi. Minimalist, modern ve bembeyaz döşeli odamız; loş ışıklandırma, rahat ötesi yastıklarımız ve sabah kahvaltı salonunda karşıma çıkan espresso makinası ile gönül rahatlığıyla önerebileceğim bir otel haline geldi Portago Urban. Aklınızda bulunsun derim.
Böylece bir haftalık, Endülüs şehirlerinden ikisine gerçekleştirdiğimiz seyahatimizin notlarının da sonuna geldik. Önümüzdeki ay yine bir seyahatim var, bu defa çok kez gittiğimiz bir Avrupa şehrine çok sevdiğimiz dostlarımızla gidiyor olacağız. Eminim yine keşfedecek yeni yerler, yapacak yeni şeyler bulacağız. Anlatacak bir şeyler bulabileceğim konusunda hiç şüphem yok 🙂