Güzel Yerler Konulu Yazılar

“Alice Was In Wonderland” – Prag Günlüğü III

From-Praha

Bu aralar evden yazamıyorum, zira akşamları pek evde değilim. Bir de Prag’a dair anlatmak istediğim onlarca şey varken, iş yazmaya gelince biraz duraksadığımı farkediyorum. Çenebaz bir kadın olarak ballandıra ballandıra eşe dosta anlattığım tüm ayrıntıları birebir satırlara dökmek biraz zor geliyor bu aralara, ki ben yazı yazmaktan hiç gocunmam! Neyse, bu yazı dizisini çok uzatmadan 3.’de bitirmek için işte buradayım:) Buyrun son anekdotlar adına aşağıya:

İkinci günün akşamına kadar öyle çok dolaşmıştık ki sokaklarda, o kadar çok hediyelik eşya mağazasına girip çıkmıştık ki biraz da açlığın getirmiş olduğu etki ile beraber kendimizi Old Town’da merkezdeki İtalyan Lokantalarından birine zor attık. Karnımız aç, hava da soğudu hafiften; ama dışarıda oturuyoruz inatla:) Önce güzel yemekler söylendi, sonra biralar. Ardından ne oldu bilmiyorum, ama biralardan birkaç yudum aldıktan sonra bizim ekip çoştu. Öyle böyle değil, kahkahalarla gülme krizine girdik! Sağımız solumuz bizi seyrediyor. Ama nasıl gülüyoruz? Sanırım 2,5 saat boyunca gözlerimizden yaş gelene kadar o restoranda gülüp eğlendik. Ben buna sinir boşalması diyorum kendimce, nasıl gerildiysek ve yorulduysak tüm gün farkına varmadan artık! Otele gitmek için bindiğimiz metroda da hikayelere devam ettik. Ayşegül Sultan’ın Çekçeyi sular seller gibi söktüğünü söyleyebilirim:))) Otelde odalara dağıldık, ama benim yüz kaslarımı gevşetebilmem ve uykuya dalmam bir hayli zaman aldı; Zavallı Annem:)

Praha

Vlatava Nehri şehri ortadan ikiye bölen, Avrupa’nın önemli, Çek Cumhuriyeti’nin en uzun nehirlerinden biri. Bu nehirin bir özelliği oldukça sığ olması. Sığ olduğu için ve akıntı hızı oldukça yavaş olduğu için bu nehire sadece bakabiliyormuş Çekler öyle uzaktan. Ama ne yapmalı ne etmeli de bu nehirden de faydalanmalı, turizme katkı yapmalı diye düşündükten sonra güzel bir fikirle ortaya çıkıvermişler: Setler kurmuşlar belirli aralıklarla nehire. Bu setlerle “mikro çağlayanlar” yaratmışlar ve suyun akış hızını arttırmışlar. Daha sonra da buralarda asansör sistemine benzeyen birşey kurmuşlar nehrin içine. Nehirde tekneler akış hızı yaratıldığı için gayet güzel hareket edebiliyorlar, ama setlerin oraya geldiklerinden aşağıdan yukarıya çıkabilmeleri, ve de setin yukarıda kalan bölümünden aşağıya düşmemeleri için asansorlare benzeyen bir sistemin içine giriyorlar. Su dolmaya başlıyor bu asansöre ve tekneyi mesela, setin yukarısında kalan su seviyesi ile aynı hizaya getiriyor ve kapılar açılarak tekneler yukarıdan devam ediyorlar:) Bu sayede “Prag’da Yemekli Tekne Gezileri” serüveni başlamış oluyor! Eh, biz de nasibimizi aldık bu çalışmadan ve bir gece güzel bir tekne gezisi yaptık nehirde. Geziler tam olarak 2 saat sürüyor, açık büfe yemek olanağı var, müzik var.. Ama en güzeli Prag şehri’nin, Charles Köprüsü’nün, ve muhteşem Prag Kalesi’nin gece görüntüleri var. Bir de şansımıza o gün özel bir gün çıkmasın mı? Biri Charles Köprüsü’nün hemen yakınlarında diğeri daha uzakta olmak üzere 2 ayrı havai fişek gösterisinin altında kalmayalım mı bir de? Kalalım.. Bayıldık, mest olduk, kendimizden geçtik. Tam da Rüyalar Şehri’nde Rüya Gecesi yaşadık:) Kesinlikle tekne gezisini de tavsiye edeceğim ben meraklılara.. Zira havai fişek falan olmasa da, teknenin üzerinden gece gece Prag Şehri görülmeye kesinlikle bir defa daha değer!

Prague

Mümkün olduğu kadar nehir kıyısında yürüyüş yapın. Nehrin hemen yanında kocaman bir park var: Bkz. ikinci foto:)) Güllerle bezeli, misler gibi kokuyor. Orada biraz soluklanın. Burada ben Alice’in harika fotolarını çektim bir görseniz eski fotoroman pozları halt etmiş:)) Türkan’ım Şoray’ım güzeller güzelim benim:))

Tabi anne kuşlarla yolculuğa çıkılırsa, Prag’da Bohemia kristali cenneti olursa el mahkum her kristal mağazasına girer girer çıkarsınız:) Arkadaşlara, komşulara buradan bohemia kristali ile yapılmış kolyeler ve bilezikler alabilirsiniz. Ben şahsen kristal vazo, kadeh takımı ya da yemek tabakları alıp götürmeyi çok anlamlı bulamadım buradan ülkemize! Ama alan aldı valiz valiz, ona da saygı duyduk! Bohemia Kristallerine bakılır, keseye uygun bulunan şeyler alınabilir..   

Karlovy-Vary

Buradan alınacaklar listenize bir de yukarıdaki yeşil şişe eklensin lütfen: Becherovka. Bu Çeklerin özel likörü Karlovy Vary’den çıkan 12 termal ve şifalı suyun birleşiminden oluşuyormuş, içine tabi bir miktar alkol ve tarçın eklentisiyle birlikte. Ben tatlı içki sevmememe rağmen almış, ve yemek sonrası hazıma yardımcı olsun diye shot bardaklarında içmiştim. Tarçın sevdiğim için beni baymadı, beğenmiştim.

Termal su demişken, şifa demişken Karlovy Vary‘den bahsetmezsek olmayacak hiç! Burası Prag’a araba ile 2,5 saat kadar uzaklıkta bir termal kasaba. Şifalı suların olduğu farkedilip buraya bir termal tesis kurulmuş. Çevresinde de bir sürü otel. Oldukça ufak bir kasaba, ama tepeden oldukça aşağıda, çanak şeklinde bir kuytuda yerleşmiş. Dolayısıyla yükseklerden itibaren kasabayı sarmalayıp kucaklayan yeşilin her tonuna aşık olmanız olasıdır diyebilirm. Biz buraya bayıldık resmen. Mutlaka bir Karlovy Vary turu alın derim, değeceğini görecek ve bana dua edeceksiniz:)

Atatürk’ün ziyareti sırasında konakladığı otel hemen girişte yer almakta. Restore edilmiş ve Atatürk’ün bu otelde kaldığını belirten bir plaka çakılmış girişine. Zaten buradan döndükten sonra Yalova Termallerinin kuruluş emrini vermiş Atatürk. Ama biz burasını Yalova Termallerine göre daha etkileyici ve temiz bulduk. Termal merkezin başladığı noktadan itibaren uzunca bir yürüyüş yolu var. Buralarda da 2-3 metrede bir değişik sıcaklık derecelerindeki şifalı suların aktığı çeşmeler. İbrik tarzı kupalar satın alıyor, buradaki çeşmelerden doldurarak içiyor, uzun yolda bolca yürüyüş yapıyor ve en sonunda da boşaltım sisteminizin rahatlaması adına tertemiz tuvaletlerde mola veriyorsunuz. Olay budur arkadaşlar:)) Suların sıcaklıkları 72 dereceye kadar çıkabiliyor ve benim denediğim 3 çeşmeden akan suların tatları birbirinden oldukça farklıydı: Biri acayip tuzlu geldi mesela, bir diğeri de bir miktar soğuduktan sonra aynen bizim çeşme sularına benzedi. Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim: Bu ülkenin suyundan sebep zannediyorum saçlarımız ve cildimiz muhteşem oldu 4 gün! Zaten Çek kızlarını ve ciltlerini, bir de tabi boylarını gördükten sonra “Sulak yerde yetişme” ile ilgili sözlerimizin doğruluk payı olduğuna kanaat getirdik. Üstüne üstlük bu su bir de boy uzatmakla kalmayıp cilde ve saçlara çok iyi geliyor, daha ne olsun:)

İşte böyle.. Alice’imin Harikalar Diyarı Gezisi böyle bir gezi oldu. O mutlu oldu, biz mutlu olduk. Bolca güldük, gezdik, yürüdük, keşfettik, hayran kaldık, satın aldık, yedik, içtik, içtik, eleştirdik, beğendik.. Böylece bir yolculuğun sonuna geldik, evimize kavuştuk. Nerede olursam olayım evime dönüşümü özlemle bekliyorum o ayrı:) Diyeceğim gidin Prag’a. Ama becerebilirseniz ve gücünüz yeterse Four Season Otelinde kalın. Anısı var bizde, anlatamam ama:)) Şehrin en güzel oteli, hatta balayı oteli:))

**Sonra siyah biralarından deneyin. Burada anlatamadığım Yahudi Bölgesi ve mezarlığını görün. Kale’den şehre seyre dalın, bol bol fotoğraf çekin. St. Vitus Katedrali’nin içini gezin, çenenizi toparlayın yalnız çıkmadan önce:)) Zira ağzınız beş karış komik olabilirsiniz, ben olmuştum ordan tecrübeliyim:)) Bacak kaslarınıza güveniyorsanız 287 basamak aşıp katedralin gözetleme kulesine çıkın. Ekmekleri çok lezzetli Çeklerin, değişik ekmeklerinden deneyin. Mutlaka en az bir klasik müzik konserine gidin, güzel klasik müzik CD’lerinden alın. Bir de fiyatlar konusunda aydınlatayım. 1 Euro yaklaşık 30 Çek Kronu (KC). 100 Çek Kronu ise yaklaşık 6,5 YTL. Biralar 35-55 KC, Kahveler 50-80 KC. Konserlere giriş için minimum 300 KC, maksimum 600 KC ödüyorsunuz. Pizzalar 140-180 KC arası. Sandwichler mesela 40-50 KC. Tuvaletler ücretli, şehir merkezindekiler 10 KC, Karlovy Vary’dekiler 6 KC idi. Genel anlamda oldukça ucuz bir şehir diyebilirm.. Hadi bakalım, artık gerisi size kalmış:)) ***

“Alice Was In Wonderland” – Prag Günlüğü II

Ertesi gün büyük bir mutlulukla yatağında erkenden kalkmış bana seslenen Alice ile göz göze geldim:) Pek heyecanlı süslenip püslenmiş anne kuşum, “Hadi kahvaltıya” diyordu bana.. Malum diabet teşhisi ile ilaçlar kullandığından sebep günde en az 6 öğün yemesi lazım. Bir de yemekten yarım saat önce aldığı bir ilaç var ki, 30 dakikayı 1 dakika geçirse krizlere sokuyor kadıncağızı. Neyse hemen yan odadaki ekiple birleştik ve kahvaltıya inip pek birşey yiyemedik! Kahvaltıda salak salak jambonlu, lahanalı çorba kıvamında malzemeler ve domiz sosisi olduğu her halinden belli bir sürü ıvır zıvır arasından, lütfen bir iki dilim dil peyniri ile haşlanmış yumurta bulabildim ben kendime. Kahvaltı sonrası anne kuşun ara öğün malzemelerini aldık bir marketten ve metroya atladığımız gibi merkeze; yani Old Town‘a yola koyulduk..

 

İlk günkü rotamız bu (Old Town) Eski Şehir Merkezinden başlayarak (Charles Bridge-Karluv Most) Charles Köprüsü’nü geçmek ve (Lesser Town) Aşağı Şehir olarak anılan bölgeyi de görebilmekti. Bizim ekip St. Nicholas Kilisesi’ne, Gotik şaheseri Lady Tyn Kilisesine, Astronomik Saate ve o tarihi bölgenin herşeyine bayıldı. Özellikle Lady Tyn Kilisesi Alice’in dikkatini çekti. Bana “Bu kilisenin İkİ kulesinin uzunlukları biraz farklı değil mi?” diye sordu. Doğrudur anne kuşum: Bu, o dönemin Gotik mimarisinin en önemli karakteristlik özelliklerinden biridir ve o iki kulenin biri erkekliği, diğeri dişiliği temsil eder! Bilin bakalım kısa olan hangisinin temsili:))

Neyse, saatlerimiz 11:00’a yaklaşırken hemen Astronomik Saat Kulesinin önünde toparlanan kalabalığa katıldık. Her saat başı saat kulesinin tepesindeki pencereler açılıyor ve maksimum 1 dakika süreyle İsa’nın 12 havarisi buradan halkı selamlıyorlar. Millet elde fotoğraf makinası, çok da bir şey görünmeyen pencerelerden bir havari yakalamaya çalışıyor. Olay bitince Ayşegül Sultan “Bu mudur yani bütün olay?” dedi:)) Vallaha bu kadar Ayşegül’üm Sultanım:))

Saat Kulesinin önündeki hengame dağılmaya başladığında “Hadi bir de Kafka‘nın uzun süre oturduğu binayı ve yazılarını yazdığı şimdilerde Cafe olan mekanı görelim” diyerek Tam adresi No:5 U Radnice olan, meydandaki St. Nicholas Kilisesine bitişik yere götürdüm bizimkileri. Kafka, benim lise son-üniversite ilk dönemimde en favori yazarlarımdan biriydi. Yaşadığı yıllar boyunca çok büyük sıkıntılar çekmiş, hep bir şekilde buralardan gitmeyi kafasına koymuş ama bunu başaramamış bir yazar olan Kafka’nın aradan geçen onca yıldan sonra meta malzemesi olarak adına kafeler açılıp, magnetlerinin satılması yoluyla üzerinden para kazanılıyor olması beni ilk gidişimde çok rahatsız etmişti, hala da ettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Bu arada şansımıza her kilisede bir düğün organizasyonu olmasından sebep 4 ya da 5 evlenen çift gördük 2 günde. Tabi biz bunu hemen bir işaret olarak algıladık bekar hatunlar olaraktan:) Alice mi? O hiççç üzerine alınmadı vallahi..

Soluklanmak istediğimizde çoğunlukla Heaven Cafe zincirinin bir halkasındaydık. Starbucks yok diye üzülmesin Çekler, Heaven’larda tam birer Starbucks gibi. Ama yine de benim favorim burada Kava Kava Kava‘lar oldu:) Çeklerin Zagat’ı sayılan bir sıralamada birinci seçildiğini gördük. Kesinlikle tavsiye ettim, harika kahveleri var. Biz Narodni’dekine oturduk. Tabi ben yine bira denedim burada, ama olsun. Kahve içenler de pek memnundu.. Bunun yanı sıra bir de harika bir bakery shop zincirinden de sandwichler alıp öğlen yemeği yaptık kendimize, ama ismini not etmediğimiz için bir türlü hatırlayamadım:((

Charles Köprüsü Vltava Nehri üzerindeki 15 köprüden biri. Sadece bu köprüden araç geçemiyor. Sadece bu köprüyü görmek için binlerce insan sabahın köründen itibaren buraya akın ediyor. Köprünün üzerinde sağlı sollu 30’un üzerinde heykel var. Bu keykeller zamanla dış etkenlerden etkilenerek yıpranmaya başlayınca taklitleri ile yer değiştirmişler ve şu anda orjinal olanların çoğu Prag Müzesi’nde sergilenmekteymiş. Arnavut kaldırımlı bu köprünün üzerinde bir sürü ressam, fotoğrafçı, sanatçı el emeği göz nuru ürünlerini turistlere satmak için yer edinmiş adım başı. Müzisyenler, kuklacılar ve daha niceleri.. Kesinlikle Prag’a gidince görmeniz gereken, hatta uzunca üzerinde vakit geçirmeniz gereken bir yer burası: Charles Köprüsü.

Kukla demişken.. Burada tahta, el yapımı oyuncaklar ve kuklalar pek meşhur. Her gelen hediye olarak mutlaka bir kaç parça tahta oyuncak ya da kukla ediniyor buradan. Maalesef benim dışımdaki her gelen! Zira benim çocukluğumdan gelen bir kukla korkum mevcuttur!! Bu sebeple Kuklalarla sahnelenen Don Giovanni Operasını görememiştim ilk seferinde. Ama siz siz olun, meşhur kukla tiyatrosunu ziyaret edip, birkaç saatinizi ayırın:) Hatta çocuklarınız ya da eş-dostunuzunun ufaklıkları için en makul ve ekonomik, bir o kadar da eğlenceli bu oyuncaklardan edinin.

St-Vitus

Canımız meyve istediğindeyse prag’daki pazara uğradık her gün. Harika bir pazar burası. Hediyelik eşya, ıvır-zıvır, meyve-sebze ne ararsanız satılıyor. Biz tercihlerimizi bol ve lezzetli meyvelerden yana kullandık; Çilekdi, kirazdı, kayısıydı, elmaydı derken bir ara kendimizi Charles Köprüsünün hemen yanındaki (Kampa Island) Kampa Adasındaki çimler üzerinde piknik yaparken buluverdik:) İlk yazımdaki Ayşe Sultan’la benim yeşillikler üzerindeki fotoğrafımız bu piknik sırasında çekilmişti:) Ben şahsen Kampa Adası’na geçmenizi, kıyı boyunca yürüyüş yapmanızı ve bu yemyeşil parkta soluklanmanızı tavsiye ederim. Bir de güzel restoran var burada. Gece çok romantik oluyormuş:))   

                                                                   …. Devam edecek…

“Alice Was In Wonderland” – Prag Günlüğü I

**Yazı Dizisi boyunca tavsiye ettiğim, dikkat çektiğim her şey bu renkte ve bold olarak belirtilmiştir**

Prague

“Yaşım oldu 52, ben hala bir seyahate çıkamadım şöyle ağız tadıyla”.

Sevgili anne kuşum bu sözleri söylediğinde yıl 2006 idi. Ben sürekli gezip duruyorum ya, bir taraftan benim adıma mutlu oluyor; benim yapamadıklarımı kızm yapıyor diyor ama bir taraftan da hep içinde olan o yurt dışında ülke görme, özgürce seyahat edebilme dürtüsünü de yenik düşüyor:) Bir gün tam yine o böyle söylenirken:

– “Emekli maaşım var, çocuklar kazık kadar oldu büyüdüler. Ben olmadan 1 hafta idare edebilirler. Zaten kocadan da hayır yok, varsa yoksa çalış çalış.. (Malum kocanın kendi işi var, bırakıp gidebilmek pek mümkün olmuyor:)) Ben de gezmek istiyorummmmm artık.”

İşte anne kuşun bu feryatları bendenize pek bir dokundu, hedefi koydum: Süpriz bir İtalya seyahati. Ve fakat şansımız yaver gitmedi, olamadı bir türlü. 4 gün geceden konsolosluk kapısındaki sabahlamalarımız sonucu ben vize alıp İtalya’ya giderken, anne kuşum Antalya’ya geri döndü:(( Yaşadığım en sıkıntılı günlerden biriydi. Sözümü yerine getirememek beni çok üzdü.

İşte bu yıl ki Prag geçen yılki İtalya’nın telafisi oldu:) Peki neden Prag’ı seçtik? Bir kere ben çok beğenmiş ve hakkında uzunca bir yazı yazıp yayınlatmıştım. Anne kuşum dergideki yazımı okuduğu günden beridir görmek isterdi orayı. İlaveten Ayşegül Sultan’da Prag’ı çok görmek istiyordu. Böylece bu yılki rotayı bu rüyalar şehri olarak belirledik.

Prague

Gezigen Turizm aracılığıyla 3 gece 4 günlük “private” bir tur aldık:) Turun katılımcısı bizdik: 4 kişi. Tüm uçak ve otel rezervasyonlarımız, vize başvurusu ve diğer işlemlerimiz tıkır tıkır ve bizi üzmeden halloldu. Benim İtalya seyahatim sırasındaki Pronto Tur’la yaşadığım kötü ötesi tecrübeden eser yoktu bu defa. (Zaten kendilerine bir teşekkür maili yolladım.. Bu acentayı tavsiye eder miyim, Evet:)

Anne kuşumun yolculuğumuzdan tam 2 gün önce Ankara’ya gelmesiyle ben de kanatlandım resmen. Gelir gelmez hemen evimi baştan aşağıya temizledi annelerin sultanı. Akşam eve gelince evim pırıl pırıl parlıyordu vallahi:) Ben ne yapsam onun yaptığı gibi olmuyor! Perdelerim, malum, sigaradan dolayı simsiyah olmuşlar. (Bir Utanç ikonu yerleştirmeli buraya!) “2 defa yıkamak zorunda kaldım” dedi, mahvetti beni anne kuş:) Hepi topu 3 tane tül perdeden bahsediyoruz:)

Neyse efendim, giriş kısmı uzadı bayağı, 31 Mayıs Perşembe sabahı erkenden İstanbul’a hareket ettik. Kendimizi Atatürk Havalimanın’da bir cafede oturuken bulduk. Anne kuşumun gözleri ışıl ışıl:

– “Ay hala inanamıyorum ben” diyip durmakta.

Uçağa attık kendimizi. Kazasız belasız, 2 saatlik bir yolculuk sonrası Ruzyň Havaalanına indik akşam üstü yerel saatle 17:00 civarlarında. (Saatler ayarlansın, unutmayın aman: Prag’a inince saatler 1 saat geriye!) Rehberimiz Levent bey bizi karşıladı özel bir mini-van ile vaktinden bir 10 dk. sonra. Önce hemen bir mini tur yaptırdı araba ile Kaleye, (Prazsky Hrad) doğru.

Prague

Benim inanılmaz etkilendiğim birkaç yapıdan biri burada, Kale’deydi: St. Vitus Kilisesi. Kalenin avlusuna bakan kapılardan birinden içeri girdiğiniz anda sizi büyülüyor bu yapı. Benim nutkum tutulmuştu. Bir fotoğraf makinasının (en azından benimkinin ölçüsünde bir objektifi varsa) kadrajına bir bütün olarak almanız imkansız bu yapıyı! Herkes çok memnun kaldı gördüklerinden:)

Oradan rehberimiz bizi otelimize bıraktı. Eşyaları yerleştirdik ve aşağıda bizi bekleyen tur rehberimiz ile birlikte yemek yemek için şehrin merkezine gitmek üzere tekrar buluştuk. Prag’ı gezmek için tam 5 bölgeye ayırabilirsiniz: Old Town (Eski Şehir), New Town (Yeni Şehir), Lesser Town (Aşşağı Şehir:), Jewish Quarter (Yahudi Bölgesi) ve Prague Castle (Prag Kalesi). Biz ilk olarak Eski Şehir denen bölgeye gittik ve orada rehberimizin önerisi ile ilk akşamki yemeğimiz için Pizzeria Rugantino’yu seçtik. Rehberimizin söylediğine göre Prag’a gelen ya da burada yaşayan tüm İtalyanlar ve Akdenizliler bilirmiş burayı ve pizzası muhteşemmiş. E biz de hemen denedik: Bendeniz peynir seven olmamdan sebep Ricotta Pizza aldım. (Menu kısmından bakabilirsiniz diğer alternatiflere.) Alice ise, anne kuşum Prag’a gelince ismini otomatikman değiştirdi:)), diyette olduğundan güzel görünen bir ızgara sebze tabağı aldı: Ortolana. Buket ve Ayşegül’de tercihlerini pizzadan yana kullandılar. Ama içecek safhasında hepimiz hem fikirdik: BİRA:)) Ben çok içen biriyimdir, ama bira ile aram yoktur pek. Bir defa 1998 yılında Belçika’da kaldığım 4 ay boyunca bira içicisi oldum, bir de 2004’de ilk Prag’a gidişim sırasında. Çünkü bilen bilir Belçika’nın ve Çek’lerin biraları meşhurdur! Hemen verdik siparişleri: Siyah bira, welcome KOZEL:) 2004 yılında Avustralya Uluslararası Bira Yarışmasında Siyah Bira Kategorisinde Altın Madalya almış bu bira. Giden olursa mutlaka denesin..

Prague

Biraları içip, pizzaları yedikten sonra yorgun argın otelimize döndüğümüzde saatlerimiz gece yarısına yaklaşıyordu. Ertesi güne heyecanla başladık. Alice’in gece yatağına yatarkenki gözlerindeki ışıltı herhalde bana bir yıl daha yetecek gibi görünüyordu:)

… Devam edecek…

From-Old-Town

“Alice Was In Wonderland”

Biliyorum, uzun ama upuzun bir ara verdim ben. Sanmayin ki blogu kapatip birakmayi dusundum.. Sanmayin ki cok kotuydum ve uzaklasmak istedim.. Daha iyi, daha umutlu. daha canli, capcanli, daha “Hayat Dolu” geri dondum:) Bir suru guzel insandan mailler aldim bu arada. Bana “Sen bize iyi geliyorsun, yasama tutunmak icin nedenimiz oldugunu hatirlatiyorsun” diyorlardi hep. Kimseleri merakta birakmak degildi amacim. Boyle bir intiba biraktimsa hepinizden Ozur Diliyorum.. Annecim’le, ki bu yazi dizisinin kahramani Alice kendisi oluyor, ufak bir tatil yaptik, geldik. (Aysegul Sultan’da bizimleydi:) Bu tatil benim hayalimdi, tabi ki onun da.. Gecen yil anlattigim Italya seyahatime kendisini goturecektim, fakat olmadi:( Vize probleminden dolayi annecim burada kaldi, ben gittim:( Bu yil da aynisi olmasin diye cok dua ettim ve dualarim kabul oldu sonunda.. Iste JTB’ye Alice’in Harikalar Diyarindaki hikayesi ile geri dondum. Diyecegim; hayatin ne kadar guzel olduguna bir defa daha sahit oldum ve bunu sizlerle de paylasmak icin iste buradayim. Golgeli, karanlik sutunlar arasindaki ice donusum anne kusumun gelmesi ile son buldu. Ve biz beraberce once Istanbul’a, oradan da benim ruya sehrim, ilk goz agrim Prag’a yola ciktik. Ilk defa 2004 yilinda tek basima cikmistim Prag yolculuguma. Kendime 30. yas gunu hediyemdi benim bu yolculuk. Buradaki izlenimlerim ve fotograflarim Kahve Molasi Dergisi’nde tam 8 sayfa ile yerini almisti. Simdi buradayiz:) OZLEMISIM:))

Praha

 

Istanbul’a Devam O Halde…

Her Istanbul’a gidiste yapmadan donmedigimiz neler var diye dusunduk gecenlerde Aysegul Sultan’la beraber.. Ben, 1993 girisliyim ODTU’ye.. O tarihe kadar Istanbul hayatimin en onemli ve vazgecilmez parcasiydi.. O’ndan uzaklasamam, uzaklassam bile bu kisa sureli bir ayrilik olur gibime geliyordu.. Sanki Istanbul’a donmezsem yasayamayacakmisim, baska yerde yapamayacakmisim gibi geliyordu.. Tipki ilk askimdan ayrildigim zaman ondan baskasini oyle sevemeyecekmisim; ya da beni onun gibi kimsenin sevemeyecekmis gibi olmasi hissine denkti bu.! YALANMIS! Oyle saniyormusuz, cunku o zamana dek gordugumuz tek sey O’ymus.. Bildigimiz.. Beraber oldugumuz.. Ben, Istanbul’a geldigimizde 5 yasindaymisim.. Ayrildigimizda ise 18 yasindaydim. Ayrilana kadar baska hicbir il gormemistim!! Diyecegim; Istanbul’a donemedim, ama yasiyorum hala:)) O’nu ozluyorum tabi, O’nunla olmak guzel geliyor, keyif veriyor bana.. Ama ‘tek bildigim’ olmaktan ciktiktan sonra Istanbul, yeni yerler gormek ve deneyimlemek bana daha cazip gelmeye basladi. Bu sebeple bana “X’de yasayabilir misin mesela?” diye sorduklarinda, hic tereddut etmeden “Elbette” diyorum. Ilk goz agrimin yeri ayri tabi, hep de oyle olacak.. Ama hep dedigim gibi “Life goes on”…

Her neyse, Aysegul Sultan’la soyle bir dusunduk. Istanbul’a geldigimizde mutlaka, ama mutlaka yaptigimiz seyler neler diye. Iste tam liste:

~ Mutlaka Ortakoy.. Boncukcular dolasilir, Caydanlik’ta cay icilir.. Hava guzelse tekne turuna cikilir, Bebek sahilinde yuruyus yapilir..

~ Adalar’a gidillir.. Mumkunse Aya Yorgi’ye cikilir; raki-bira keyfi yapilir:) Oglen saatlerinden aksamin ilk isiklarina kadar acik havada, tepede, mis gibi havada icilir:)

~ Kuzguncuk’da -tek gecerim- Ismet Baba’da alem yapilir. Deniz kenari bir masa kapabilmek icin Dursun erken saatlerde aranir, ozellikle mezelerine doyum olmaz. Nakitle gidilir, kredi karti gecmez!

~ Istiklal Caddesi’nde, o kalabalik-tiklim tikis caddede yurunur Tunel’e kadar.. Nevizade’ye ugranir, Boncuk’ ta soluklanilir..

~ Fenerbahce Parki’nda bir sabah kahvaltisi yapilmazsa olmaz..

 

Iste boyle.. Ben sizlerden de fikir almak isterim.. Eger olmazsa olmazlariniz varsa Istanbul’a iliskin, hadi paylasin burada.. Biz de listeye yeni ekler yapalim boylece.. Olmaz mi?

Bu parcayi da sizin icin sectim.. Bayila bayila dinlerdim gencken Cat Stevens’i. (Simdi Yusuf Islam oldu gerci.) Cok hos bir melodisi ve guzel sozleri var: “Follow True Love…” diyor:) Super bir haftaya baslayin.. Cok calisin, ama cok da eglenin.. Cok gulun, ama hic aglamayin.. Cok telefon konusmasi yapin, sevdiginiz kimseyi ihmal etmemeye calisin ve arada kendinizi disari atmayi da unutmayin..