Keyif ve Lezzet Durakları Konulu Yazılar

Tadım “Tasting” Aktiviteleriyle Geçen Hafta Sonları

Geçtiğimiz hafta sonu aklımızda Napa Vadisi’nde hatırı sayılır bağları ve şarap üreticilerini ziyaret etmek ve Şarap Tadımı “Wine Tasting” yapmak vardı. Bu konuda tecrübeli arkadaşlarımız “Napa’da bir günde en az üç, dört yeri ziyaret edebilirsiniz” demişlerdi. Sabahtan yola çıkarız, birer birer dolaşmaya başlarız demiştik biz de. Evdeki hesap çarşıya pek uymadı, biz sabah saatlerinde değil öğlen yola çıkabildik. Yolda iki arkadaşımızın da katılımıyla ilk olarak Napa’nın en büyük ve eski, Türkiye’de de en bilinen şarap üreticisi Robert Mondavi‘ye ulaştığımızda saatlerimiz 14.30’u çoktan geçiyordu bile! Şansımıza o gün bağların bulunduğu alanda büyük ve davetiyeli bir konser organizasyonu vardı; kapıdan döndük 🙂 O zaman dedik, hadi, ikinci en büyük üreticiye gidelim… Beringer, Alman sahipleri tarafından 1875 yılında kurulmuş ve o zamandan beri faaliyet göstermesi sebebiyle Napa’nın en eskisi. Yemyeşil ağaçların, mis kokulu çiçeklerin arasında bir yerde Beringer. Etrafı piknik masaları ile çevrili kocaman bir bahçesi var. Tadım için iki alternatifiniz var: Old Winery ve Rhine House Mansion.  İlkinde $20 vererek Beringer’in hafiften orta dereceye kadar ürettiği şaraplardan menüde yer alanlardan üç tanesini seçiyorsunuz. İkincisinde ise sınırlı sayıda ve reserv şarapların arasından üç tanesini seçerek tadabiliyorsunuz, ki bunun için ödeyeceğiniz ücret $25. Biz denediklerimiz içerisinde en çok 2006 Private Reserv Cabarnet Sauvignon’u beğendik. Tadım yaparken isterseniz kraker, peynir ya da şarküteri ürünlerinden de isteyebiliyorsunuz masanıza.

İsterseniz şaraplar hakkında bilgi veriliyor size, ama tadım için doldurulan kadehler bizim gibi “güzel” içenler için değil; adı üzerinde tatmak için 🙂 Dolayısıyla üç kadeh ile başlayıp da keyfe, isteğe gem vuramayınca… Hava da bir güzel bir güzel olunca… Dışarıdan canlı müziğin sesi de pek hoş ve davetkar gelince… Şaraphanelerin hemen hemen hepsinin saat 17:30 gibi kapanıyor gerçeğini de göz önünde bulundurunca… Dedik ki, hadi şuradan bir şişe şarap alalım ve adam gibi içelim bu güzel havanın, bu güzel ortamın ve canlı müziğin eşliğinde! Pek mesut, pek güzel bir iki saat geçirdik orada biz. Ama tabi böyle bir şaraphane görmekle olmadı bu iş, dönene dek gideriz umuyorum ki bir defa daha en azından 🙂

 

Bu hafta sonunda ise, bir süredir konuştuğumuz Peynir Tadımı “Cheese Tasting” aktivitesi için erkenden (bu defa başardık:) yola çıktık yine dört kişi. Peynir tadımı için kaynağımız burasıydı. Bu haritada görülen rotalardan bize en uygun olanını yaparak sırasıyla 21, 12, 15 ve 9 numaralı peynir üreticilerini ziyaret ettik. Bu rota yaklaşık -yolu da hesaba katarsak- dört saat kadar sürüyor. Peynir tadımlarında işletmeler sabah saat 09:00 gibi açılıyor ve ortalama 17:00 civarına dek meraklılar için hizmet veriyor. Bazı üreticileri ziyaret etmek için önceden telefon edip randevu almanız gerekiyormuş. İlk durağımız Spring Hill Cheese Company. Burası çiftliğin yakınlarında yer alan satış merkezi. Peynirlerin tümü soğuk dolaplarında, paketlenmiş halde duruyor. Her peynir çeşidinin hemen önünde tadım için dilimlenmiş, küp küp kesilmiş peynirler ve kürdanlar var. Peynirleri tadarak, en beğendiğinize karar veriyor ve sonra marketteki satış fiyatlarından bir miktar daha makul fiyata satın alabiliyorsunuz. Ben özellikle son dönem keçi peynirine merak saldığım için keçi sütünden yapılmış olan peynirleri denedim. Burada favorim bu oldu. Biz $5 verdik. İkinci durak bizi en tatmin eden peynir üreticisi oldu. Özellikle Brie’leri insanı yoldan çıkaracak derecede güzeldi. Bu ve bu gönlümüzün ve midemizin şampiyonları oldular ve o anda yapılan bir düzenlemeyle beşer çeşit peynir aldık buradan ve toplamda $10 verdik!! Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz piknik alanına da sahip olan bu peynir üreticisinde içeriden peynirleri, ekmeği ve reçelleri alıp, burada masalarda piknik yapmak da mümkün. Biz ayrılırken bir iki aile yerleşmişti bile piknik masalarına!

Ben daha çok sert yapılı, tadı keskin ve baharatlı peynirleri tercih ediyorum. Eskitilmiş gouda, eski kaşar, mimolet gibi… Son iki üretici daha çok yumuşak ve sürülebilen peynirleri üreten çiftlikler olduğu için onlardan pek beğendiğim olmadı. Ama California bölgesinin en önemli peynir üreticilerini görmek ve tanımak açısından çok faydalı bir yarım gün olduğunu söyleyebilirim 🙂 Bir dahaki sefere de bu çiftliği listeye aldık. Yakında buradan da haber veririm.

 

Peynir tadımını bitirip yola birlikte çıktığımız arkadaşlarımızın daha önce denediği bir yere, Tomales Bay Oyster Company‘nin piknik alanına geçtik. Deniz ürünlerini; her türlü balık, midye dolma-tava, ahtapot, yengeç, kalamar ızgara-kızartma-dolma’yı ne kadar çok sevdiğimi; deniz ürünlerine en yakışan içkinin -bence- rakı olması sebebiyle de ne kadar çok rakı-balık olayına girdiğimi artık biliyorsunuz 🙂 Fakat hayatımda hiç oyster, yani istiridye denememiştim! Hem de çiğ! Bu piknik mecrasının olayı şu şekilde: İçeceklerinizi ve piknik için tüm malzemenizi siz getiriyorsunuz. Tomales Bay’in piknik alanında mangallar, piknik masaları mevcut. Gidip bir masaya yerleşiyor ve hemen kıyıdaki satış standından istediğiniz kadar istiridye alıyorsunuz. İstiridyelerin yanında onları açmak için kullanabileceğiniz eğe benzeri bir bıçağı depozito karşılığı size veriyorlar. Sonra bu istiridyeleri ister hemen oracıkta açarak çiğ, isterseniz aldığınız haliyle mangala koyup, hafif ağızlarını açtıkları anda olduklarını varsayıp pişmiş olarak tüketiyorsunuz. Bilinen tüketim şekli çiğ istiridyenin üzerine limon sıkıp, acı sos dökmek. Biz yanımızda getirdiğimiz sarımsak ezmesinden de bir miktar ekledik çok lezzetli oldu. Deniz ürünü seven ve hala denememiş olan varsa, rahatlıkla yiyebilir. Tadı ve dokusu rahatsız edici ve belirgin değil. Sosa ve limona bulayınca da zaten her şey çok güzel oluyor 🙂 İstiridyelerin bitimi sonrası, “E, bu kadar yeter!” diyen Türk erkeklerinin yanımızda getirdikleri sucukları mangala atmalarıyla midelerimiz bayram etmedi değil haliyle.

Keşiflerle dolu San Francisco yazılarına elimden geldiğince hızlı bir şekilde devam edeceğim. Ama tabi daha kısa şekliyle neler yapıyoruz için diğer blogumuzu; benim çektiğim anda paylaştığım Instagram fotoğrafları için de burayı takip edebilirsiniz her zaman. Harika bir hafta diliyorum.

 

Yeme-İçme, Keşfetme!

Her seyahatimizden önce yaptığımız en derin araştırmalar, ağırlıklı olarak hep o şehrin yerlisi insanların gittikleri, yedikleri, eğlendikleri yerler/mekanlar üzerine kurulu olur! Turist olmaktan hiç haz etmediğim için bu şekilde bir miktar kendimi avutuyorum sanıyorum 🙂 Tabi ki her zaman yerli halkın tercih ettiği yerleri/mekanları bulamayabiliyoruz. Özellikle zaman kısıtlıysa. Ama bizim şu anki durumumuzda böyle bir kısıtımız olmadığı; üstüne üstlük, ya burada master/doktora yapmış, ya da yıllardır burada çalışan/yaşayan birkaç “yerli” arkadaşımızın varlığı sayesinde San Francisco’da yaşayanlar nerede kahvaltı eder, nerede et-pizza yer, nerede içer, eğlenir, dans eder öğreniyoruz yavaştan. Birden fazla gidip, beğendikçe buradan tek tek hepsini yazacağım.

Bu arada, belki biliyorsunuzdur, lakin Amerika’da yeme-içme konusunda güvenerek kullanabileceğiniz güzel bir uygulama var telefonlarınıza da yükleyebileceğiniz: YELPÇoğu gittiğimiz, ya da gitmemiz salık verilen yerleri buradan buluyor ve yapılan yorumları, ziyaret edenlerin verdiği ipuçlarını takip edebiliyoruz kararımızı verirken.

Bir de bu yazıdaki fotoğrafların kalitesi konusunda ise şunları baştan söylemek isterim:

* Yemeğe oturunca gözüm dünyayı görmüyor.

* Fotoğraf çekmeyi hatırlayınca elim makinaya gitmiyor! Çantadan makinayı çıkarmak yerine elimin altındaki iPhone’u kullanmak kolayıma geliyor.

* Gittiğimiz mekanların çoğunluğu loş ışıklı mekanlar olunca fotoğrafların çoğu da-haliyle- karanlık çıkıyor.

Evet bu itiraflardan sonra gelelim ilk “kesinlikle gidin, görün ve burada yemek yiyin” diyeceğim mekana. Santa Monica’da kaldığımız süre boyunca orada yaşayan arkadaşlarımız İlkiz&Orkun’un özellikle tavsiye ettikleri, bizi götürdükleri; sonradan bir defa da sevgilimle gittiğimiz bir yer: HARA SUSHI. Kesinlikle beş yıldızlık bir mekan. Sushiler gözünüzün önünde hazırlanıyor ve çok lezzetli, fiyatlar oldukça makul ve mantıklı. Ayrıca miso çorbası ve yeşil çaylı dondurma ikramları var. Daha önce hiç yemediğim “crispy salmon” adındaki sushiye ise tek kelimeyle bayıldım. Fotoğraflardaki sırayla; ilk iki sashimi Albacore&Tuna, diğer ikili Tuna Drops ve Crispy Salmon.

Hara Sushi’de fiyat-lezzet dengesi sebebiyle yer bulmak oldukça güç, nereden bakarsanız bakın-akşam saatlerinde ve happy hour’larda- 15-20 dakika beklemeyi göze almalısınız. Servisi oldukça iyi, çalışanlar çok ilgili. Hemen size beklemeniz için bir yer buluyor ve içecek siparişinizi alıyorlar. Hara Sushi’de içkisiz servis yapılan bir bölüm de var. Tahmin edeceğiniz üzere o bölüme sıra beklemeden oturabiliyorsunuz.

Aşağıdakiler de burada bulunduğumuz süre zarfında denediğimiz biralar. Son iki benim favorim (Karl Strauss’un Tower India Pale Ale (IPA) ve Lagunitas’ın India Pale Ale (IPA)), ilkindeki Sapporo Japon birası ve Arrogant Bastard’ın ise ismine bayıldık 🙂

 

San Francisco’ya geldiğimizde ise evimizdeki ilk hafta akşam yemeklerinin çoğu şarap-peynir ve güzel ekmek-kraker üzerine kuruluydu. Allahtan makul sebze-meyve, et-balık marketlerini, pazarlarını keşfettiktte düzene oturttuk akşamları. Peynirler lezzetli, şaraplar bol ve ulaşılabilir fiyatlarda. Ekmek içinse gelmeden önce yaptığımız araştırmalar sonucunda öğrendiğimiz ve “gidilecek” diye not düştüğümüz bir yerden, bir San Francisco klasiğinden ediniliyor artık. San Francisco’nun ünlü ekşi mayalı ekmeğini yapan BOUDIN‘den! Özellikle Fisherman’s Wharf’da bulunan dükkan inanılmaz! Ziyaret edilesi. Ekmekleri yaparken ustalar siz de seyredip, fotoğraflayabiliyorsunuz. Gerçekten özellikle kızartıldığında nefis bir ekmekmiş bu ekşi mayalı ekmek! Normalde ekmek yememeye çalışıyorum, ama burada ipin ucunu bıraktık artık. Spora yükleneceğiz, dengeleyeceğiz 🙂

Boudin’den sonra müdavimi olacağımızdan emin olduğum başka bir yer ise  DELFINA PIZZERIA! Yıllardır sadık okuyucusu olduğum, aynı zamanda bir San Francisco seveni olan Cenk’in o güzel bloğu Cafe Fernando‘daki şu yazıda rastlamıştım ilk Delfina’ya ve hemen not etmiştim bir kenara. Geçen Pazar günü Mission Bölgesi’nde dolaşmaya çıktığımızda önünden geçerken davetkar haline daha fazla karşı koyamadık ve dışarıdaki sıra bekleyenlere karşın iki kişi olduğumuz için içeride hemen yer bulduk kendimize. Çok çok lezzetliydi paylaştığımız Proscuitto’lu ve rokalı pizzası. Sunum, servis, her şey çok güzeldi. İnsanların bir kısmı sabırla neredeyse 20 dakikaya yakın beklediler oturabilmek için. “Kesinlikle gidin, görün, tadın” diyeceğim ikinci mekan da burası; Pizzeria Delfina! Bizim dönene dek birkaç defa daha gideceğimiz belli şimdiden 🙂

Tüm bunların yanı sıra birkaç mekan daha var yazmak istediğim, ama onlar için biraz daha bekleyelim ne dersiniz? Sorularınız ya da önerileriniz olursa lütfen buradan yorum bırakın, ya da eposta atın bana. Paylaşabileceğiniz her şeyi önemsiyor ve merakla bekliyorum 🙂

Harika bir hafta geçirin. Biz dünün 4 Temmuz, Amerika’nın Bağımsızlık Günü olması sebebiyle Marina Bay tarafında oturan arkadaşlarımızın evinde buradaki herkesin kutladığı şekliyle bağımsızlık gününü kutladık: Barbekü, içki, havai fişek! Yedi saatlik muhabbet sırasında devrilen şişeler için bakınız: USin99Days 🙂

 

Hoşçakal Mayıs!

 

Sen giderken bir baktımda…  İstanbul’da 6., evliliğimde 7. ayımı geride bırakmışım! Zaman nasıl da hızla geçiyor, ne zaman gün batıyor anlayamıyorum. Artık şaşırmaktan vazgeçmeye başladım, günlerimi elimden geldiğinde dolu geçirmeye, iz bırakmaya çalışıyorum; yavaşça hareket eden, geçtiği yollarda izini bırakan salyongozlar gibiyim!!

Party Girl Momiji bebeğinin yanına 2 yeni arkadaş geldi, by Wonderland sağolsun: Luca ve Birdie.

Luca müziğe bayılıyor benim gibi, Birdie ve Party Girl de yemeğe. Spor yapmaya devam ediyoruz tabi, ama mütemadiyen mekan keşfindeyiz. Geçenlerde Sevgili İmge ile birlikte yenilenen Şişhane ve çevresinde, Meşrutiyet Caddesi üzerinde açılan GOZO‘ya uğradık.  Gozo, çeşit çeşit İspanyol mezeleri, yani tapas servis eden bir mekan. Tapasların yanı sıra öğlen menüsü ve akşam yemekleri seçenekleri de mevcut tabi. Biz keyif yaptık, yine birkaç saatimizi sohbetle ve güzel bir Kayra Vintage 2008 Boğazkere ile taçlandırdık. ( Hatırlarsanız daha önce de bize  Modern Meyhane tecrübesi yaşatan Safi Meyhane’yi anlatmıştım. O da bu bölgede, hatta Gozo’ya yürüyerek 50 m.) 

Yarın, yani 1 Haziran, bizim için önemli bir tarih; hep birlikte geri sayıma başlayacağız zira! Tam 14 gün sonra aylardır beklediğimiz seyahatimize doğru yola çıkıyor olacağız. Onun ayrıntıları artık yakında:)

*Bugünün fotoğraflarını Momiji bebeklerime ayırdım. Benim için neredeyse tutku halini almış Instagram‘da bu ay #Momijisevgiyiyay05 hastag ile Momiji bebeklerinin fotoğraflarını yayınlıyoruz tüm bu bebeklere sahip kullanıcılar. Bu fotoğraflar, oradan.*

 

 

 

 

 

 

Özlem Olmasaydı!!

Hayat daha mı güzel olurdu ne?

Uzaktayken özlediğiniz insanlar oluyor hep, gün geliyor yakınınıza geliyorlar pek mutlu oluyorsunuz. Ama “her güzel şey çabuk biter” misali çabucak geçiyor günler ve sevdikleriniz tekrar “özlem” olmaya gidiveriyorlar uzaklara! Bir düşünüyorum da, ben “özlem”le tanışalı sanıyorum 25 yıl oldu… Hey gidi hey!

Annekuşumla birlikte keyifli vakit geçirdik geçtiğimiz hafta. Bir eve anne gelirse ne olur? Tabi ki pasta-börek-yemek üçlemesi dahilinde elden geldiğince üretime gidilir 🙂 Evde yapılanları saymayacağım, ama ben -spora da 1 hafta ara vermem sebebiyle- sanıyorum 1-2 kilo ekledim bünyeye!

Annekuşun resime olan ilgisi sebebiyle onu Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Rembrandt ve Çağdaşları Sergisi‘ne götürdüm. Öncesinde uzun bir yürüyüş yaptık Bebek-Rumelihisarı güzergahında. Sade Kahve‘de güzel bir kahvaltı ettik; konuştuk, dertleştik.

Sonra sergi çıkışında yağmura yakalandık, gittik Çınaraltı’nda oturduk bir müddet. Oradan hop diye otobüse atladık Beşiktaş Çarşı’ya gittik. Turgut Vidinli‘de rakı içtik; yine konuştuk, yine dertleştik.

Başka bir gün Sultanahmet-Eminönü, Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı gezdik; ayağımıza kara sular indi. Tarihi Sultanahmet Köftecisi‘nde köfte-piyaz yedik. Akşamına Ayşegülüm Sultanıma gittik, yemek yedik birlikte; yine konuşmalar, dertleşmeler…

Bu defaki annekuşumla birlikteliliğimizde farklı olan bir şey vardı: Konuşmalar, dertleşmeler hiç göz yaşlarıyla son bulmadı. Hep güldük, gülümsedik, kahkahalar attık.. (Bilenler annemin kahkahasını, bilir:) Ne oldu bize bilmiyorum. Bir şeyleri artık gerilerde bırakmayı, olduğu gibi kabullenmeyi bazı şeyleri, zorla güzellik olmayacağını, huzurlu olmanın-huzuru bulmanın en önemlisi olduğuna karar vermiş gibiydik galiba. Ben birkaç yıldır bu şekilde yaşıyorum zaten, ama annekuşumun da benim gibi bu yolda yürüdüğünü görmek beni inanılmaz mutlu etti. Daha sağlıklı gördüm, benim annem hep güzeldi, ama daha bir güzel gördüm onu. Benimle 5 km. yakın yol yürüdü, yokuş çıktı; ben bittim yer yer onun gıkı çıkmadı.

Tanrıya, evrene yine şükrettim, yine teşekkür ettim. Mutlu iki kadın, güzel iki kadındık biz annekuşumla geçtiğimiz hafta İstanbul sokaklarında…

 

Gülümse!

“Smile – It’s the second best thing you can do with your lips.”

Yani,

“Gülümse – Çünkü bu, dudaklarınla yapabileceğin en güzel ikinci şeydir.” 🙂

..

Gülümseyin, gülümsetin.

Sevdiğiniz birini gülümsetmekten daha keyif verici, pozitif enerji verici bir şey daha var mı acaba? Ben hem bolca gülümsedim, hem de gülümsettim geçtiğimiz hafta. Harika insanlarla bir arada oldum, harika sohbetler içerisinde bulundum, pek güzel şeyler, yerler gördüm. Huzur dolu bir ortamda, Eyüp Sultan’da dua ettim (Yurt dışındayken de kiliselere her gidişimde mum yakar, dua ederim. Böyle ortamların enerjisi bir başka oluyor. Dua eden, teşekkür eden, güzel şeyler dileyen insanların birlikteliliği inanılmaz güzel ve yoğun bir enerji alanı oluşturuyor. Temiz, tertemiz. Arındırıcı, güçlendirici…).

Hıdırellez Şenlikleri için Park Orman’a gittim; güzel konserler ve bol bira eşliğinde açık havada, güneşin tadına vardım sevgilimle birlikte.

Teleferikle Piyer Loti’ye çıktım. O güzel tepeden İstanbul manzarasına hayran kaldım. Vardır bir sebebi şimdiye dek hiç gelmemiş olmamın dedim; derin derin içime çektim mis gibi havayı, kokladım rüzgarın taşıdığı kokuları. Çayımı içtim, simidimi yedim 🙂

Selimiye Cami’nin yakınlarındaki botanik bahçesine gittim, rengarenk çiçeklerle tanıştım. Party Girl‘ümü nilüfer havuzuna düşürdüm! Neyse ki elimi sokup alabileceğim derinlikteydi havuz da sevgili maskotum, momiji bebeğimi oralarda bırakmadım 🙂

Kadınlar Pazarı denen yerde büryan kebabı denedim. “Kırk yıl et yemese çok bir şey farketmeyecek” bir kadın için lezzetli bir deneme oldu diyebilirm!

Haliç Cafe‘de günü sonlandırırken Şişhane, Galata ve Perşembe Pazarını tam karşıma alarak; sağ tarafımda Üsküdar, Karaköy, Haydarpaşa, Çamlıca sırtları, Sarayburnu ve Topkapı Sarayı, sol tarafımda ise Haliç, Eyüp ve Piyer Loti’ye kadar uzanan karşı konulmaz manzaraya karşı orta kahvemi yudumladım.

Sevgili arkadaşım Rana Solaker’in küratörlüğünü üstlendiği çok keyifli bir sergiye gittim (Ve kesinlikle görmenizi öneriyorum.): “New Yorker Sergisi”. İlk defa 2005 yılında Chicago’da katıldığım bir konferans sonrası dönüşümü New York’tan yapmak suretiyle dört gün kadar kalmıştım New York’ta, dostlarım Hindistan Cevizleri‘nin yanında! Daha sonra 2006 ve 2007 yıllarında University of Minnesota’da katıldığım programlar sonrası, yine dönüşlerimi New York’tan yapmış ve iki defa daha birer hafta kalma şansına erişmiştim  (New York, “Ölmeden Önce Görülecekler” listemdeydi ve ben bu şehre bayılmıştım.). New Yorker Sergisi ile birlikte tekrar o günleri hatırladım; New York’a ait sarı taksilerin, tuğla binaların, Brooklyn Köprüsü’nün, sokak kafelerinin, Central Park’ın fotoğraf karelerine taşındığı 10 fotoğraf sanatçısının eserlerini büyük bir zevkle gezeceğinizden eminim.

..

Bu hafta sonu annekuşum gelecek yanıma, Anneler Günü’nde, uzun zaman sonra bir arada olacağız. Onunla da harika bir haftalık program yaptım. Sizlerle de paylaşmak için sabırsızlanıyorum (Hava önümüzdeki günlerde yağışlı olacakmış, ama bu haber bile keyfimi bozamayacak.).

Yağışlı havaya, sızlayan kalbinize, tüm yorgunluğunuza rağmen azıcık da gülümsemeyi unutmayın olmaz mı? İsterseniz öyle çok şey var ki göz kenarlarımızdaki kırışıklıkları arttırmak için!

🙂