Keyif ve Lezzet Durakları Konulu Yazılar

Merhaba Mayıs :)

” Her ne kadar hala serin rüzgarlar ve gri gökyüzü ile başbaşa kalıyor olsak da İstanbul’da, sen benim en sevdiğim aylardan birisin biliyorsun. İlkbaharın son durağı, kirazların ortaya döküldüğü yegane zaman; sevdiklerimin doğduğu günlere yataklık eden, şenliklerle dolu bir aysın. Bu yıl da beni şaşırtmadın ve çok eğlenceli bir şekilde seni karşılamam için zemin hazırladın bana!

Fotoğraf makinası alma niyetinde olduğum şu dönem, bana tuttun BenQ ile tanışma, bir etkinlikte birlikte olma ve onların yeni piyasaya çıkardıkları GH700 modelleri ile çekim yapma şansı verdin. Ki, tüm bunları harika bir mekanda, harika bir kadın liderliğinde yaptığımız, süslediğimiz harika cupcakeler ile taçlandırdın. (Tatlılarla mesafeli bir ilişkimiz vardı, düne kadar!).  Harika kadın bize BenQ GH700 etkinliğine özel iki renkli cupcakeler yaptı, yaptırdı ve süsletti. Etkinlikteki diğer kadınlar gibi ben de hem çalıştım, hem öğrendim, hem de afiyetle pişirdiklerimden tattım. (BenQ Facebook sayfasından görebilirsiniz fotoğrafları:).

Etkinliğin sabahı Party Girl Momiji bebeğimi kaldırdım yuvarlandığı yerden ve düştük yollara. (O da benim gibi spora düştü bu aralar!). Etkinlik mekanında bizi karşılayan güler yüzlü BenQ ekibi ile tanışıp, içeriye özenle bizler için hazırlanmış masamızın başına geçtik. Ah Mayıs, tahmin edebiliyorum neden pasta malzemeleri satan bir yerde başladığımıza seninle günlerimize: Anneler Günü yakın. Annekuşum da yanımda olacak o gün. Etkinlik bahane, sen hem doğru malzemeleri nereden edinirsin, hem de adam gibi cupcake nasıl yapabilirsin onu  öğren dedin değil mi? Tabi tabi… Neyse, sebep ne olursa olsun harika bir tarifi ve harika kadının pek güzel şeker hamurundan özenle yapmış olduğu çiçeklerini kapmış olmanın mutluluğuyla geldim eve 🙂

BenQ GH700 modeline bayıldığımı da eklemek istiyorum ayrıca.  Hem rengi (Aşağıdaki fotoğrafta elimde tuttuğum, beyaz), hem de elde rahat duruşuyla ilk görüşte aşk yaşamama neden oldu kendisi. BenQ GH700 ile video kaydederken görüntüyü yakınlaştırıp uzaklaştırabileceğimizi, 21X optik zoom lensi ile yüksek kalite ve çözünürlükte fotoğraflar çekebileceğimizi ve BSI CMOS destekli modu ile de geceleri net görüntülü fotoğraflara imza atabileceğimizi öğrendik. Hem yeni bir fotoğraf makinası, hem cupcake yapımı ve süslemesi hakkında güzel bilgiler aldığımız etkinliğe veda ettiğimde neredeyse akşama ulaşmıştı saat.

Ve sevgili Mayıs unutmadan,

Eğer şu serin rüzgar ve gri gökyüzüne; ha yağdım ha yağacağım diye tepemizde sinsice bekleyen yağmur bulutlarına da söz geçirebilirsen, lütfen Cumartesi günü Hıdrellez Şenlikleri’nde eğlenebilmemiz için bir şans tanı şu kuluna ve dostlarına emi? Park Orman’da Burhan Öçal ve Trakya All Stars, Brooklyn Funk Essentials DJ set + live vocal, Babazula ve Mabel Matiz dinlemek istiyoruz biz.

Seni seviyorum. Bana getireceğin her şeye iyi niyetimle kucak açtım bekliyorum. Karnımdaki kelebeklerin çırpınışlarını duymak ister misin? Yaklaş, yaklaş 🙂

Öperim yanaklarından,

Dilara”

Mayıs’a Hazırlanırken!

Sanırım Yaşlanıyorum! “Zaman ne kadar da hızlı geçiyor yarabbim!” diyerek dolanıyorum son günlerde çünkü. Zaman konusuna taktıysak, yaş almışız demektir (20’lerimde zaman kaygım olmadığını üzülerek hatırlıyorum.).

Kalkıyorum, ki yine eski düzene geçtim sayılır; 07.30-08.00 gibi sabahları. Spor günümse hemen hazırlanıyorum, hazırlanırken aynada karın kaslarıma bakıyorum! (Evet, fotoğraf bile çektim, birkaç ay sonra karşılaştırmak için. Bu aralar deli gibiyim bu konuda, herkesle kas yapmak, yağ yakmak, sağlıklı tarifler konusunda konuşur buluyorum kendimi.). Neyse, hazırlanıp evden çıkıyorum. Son zamanlarda hava güzelleşti ya, bir gün Bebek sahiline bir gün de semtimin yakınlarındaki pek hoş parka gittim koşmak için. Açık havada koşmak konusunda zorlanıyorum, söylemişlerdi gerçi koşu bandı üzerinde koşmak daha kolaydır diye…

Sabah teşekkürlerimi sunuyorum evrene (Sanki açık havadayken mesaj daha çabuk ulaşıyor gibi geliyor!). Yolumun üzerindeki ağaçlarla, bahçelerdeki çiçeklerle, nefis sesli kuşlarla selamlaşıyorum (Bunu yapmayı da canım dostum Tolu’mdan öğrendim:). Sporumu yapıyor, kahvaltıydı, ev işiydi, akşamın yemekleriydi uğraşıyorum (Ev kadınlığı hakikaten de zor bir işmiş mirim, annelerin kıymeti daha çok biliniyor böyle zamanlarda.). Sonra e-postalarıma bakıyor, halihazırda üç adet olan kitaplarıma dönüyorum o anki ruh halim ve keyfim hangisini istiyorsa.

Kitaplarımlayken genelde günün kahvesi eşlik ediyor bana. Ah, bir de çiçekler… Çiçeklerimi yeniliyor, yeniledikçe günün kahvesiyle fotoğraflıyorum onları 🙂 Bu hafta bir küçük hediye aldım kendime; uzundur görüp almak istediğim, ama nedense hep ertelediğim bir minik obje: By Wonderland‘dan Momiji bebeği 🙂 O da çiçeklerimin yakınlarında aynı fotoğraf karesi içerisine girmekten kurtaramadı kendini! Benimkinin adı “Party Girl”. Kendisiyle uzunca bir seyahate çıkacağız yakında, hani şu beni heyecanlandıran seyahatimiz var ya, ona işte (Düşünüyorum da belki yanına bir arkadaş alsam fena olmaz, ne de olsa kimse yalnız kalmaktan hoşlanmaz!).

Sevgili arkadaşlarımla, dostlarımla, çok değerli insanlarla vakit geçirme şansı buldum son zamanlarda, özellikle akşamlarda! Akşamlarda buluşuyorsak rakı olsun diyoruz masamızda. Şanslıyım ki rakı seven insanlarla çevriliyim 🙂 Elbette ki haftanın sadece belirli iki gününde içiyorum; zira spor yapıyoruz, kas yapıyoruz (İçtiğim akşamlardaki iki dubleyle mat olan bünyeme bakınca alkolle dansımız eskisinden ne kadar da azalmış, hayretler ediyoruz. Bir defa daha yaşlandığımı düşünüyorum!). 

İşte böyle akşamlardan birinde kısa bir süre önce haberdar olup listeme aldığım, lakin “o zaman bu zamandır” dediğim (ve sevgili ekibi de ikna ettiğim)  Sıdıka‘yla tanışmaya gidiyoruz. İnanılmaz leziz, her biri özel mezeleriyle; hiç de meyhaneye benzemeyen sıcacık dekoruyla, fondan gelen caz tınılarıyla, çok da kalabalık olmayan atmosferi ile etkiliyor bizi Sıdıka; müdavimi olmaya ant içiyoruz! Peynir düşkünü bir kadın olan bendeniz fıstıklı peynire bayılırken, denizden o an çıkmışçasına taze bir şekilde masamıza misafir olan ahtapotun zarif bacakları gizli sosuyla ve ızgara haliyle hepimizi nakavt ediyor. Taze ot tabağı iki defa söylenirken, mevsiminde olması sebebiyle istediğimiz enginar üzerinde favayla şaşkınlıktan bizi hayretler içerisinde bırakıyor! (Herkesler bilsin istemediğimiz bir yer olduğuna karar veriyoruz, bencil miyiz acaba biraz?).

İşte böyle böyle Mayıs’a hazırlanıyoruz biz. Çünkü Mayıs gelecek, geçecek ve sonra Haziran gelecek ve tam ortasında biz uçup gideceğiz 🙂 Sizi de götüreceğim, şüpheniz olmasın 🙂

Modern Meyhane Tecrübesi!

Geçenlerde posta kutuma düşen bir mesaj ertesinde kendimi Safi Meyhane‘de buluverdim!

Safi Meyhane Turizm Araştırmacıları Derneği (TURAD) önderliğinde, Yeni Rakı sponsorluğunda hayata geçirilen “Meyhane Modeli Projesi” kapsamında oluşturulan Modern Meyhane konseptinin ilk örneği olarak hayata geçirilmiş bir mekan.  TURAD’ın 2 yıl önce meyhaneleri günümüzde yaşayan birer kültür örneği haline getirmek amacı ile Samatya Meydanı’nın düzenlenmesi ile başlattığı bu projede hedeflenen, Yeni Rakı’nın da desteğiyle meyhanelerin uluslararası normlarla uyumlu ve üstün nitelikli hizmet verebilecek işletmeler haline getirilmesi imiş. “Meyhane Modeli Projesi” ile sıfırdan mekan açmak isteyen ya da mevcut düzeninde değişiklikler yapmak isteyen (altyapı, servis-menü, denetim, vb.) meyhanelere de danışmanlık hizmeti verilecek imiş.

Mekan benim oldukça hoşuma gitti. Henüz İstanbul’da keyifle rakı içecek bir mekan bulamadığım için “alıcı” gözle değerlendirmeye çalıştım her ayrıntıyı. Hoşuma giden şeylerin başında meze bar geldi! Evet, Safi Meyhane‘de bir meze bar var (Meze bar konsepti sadece “Modern Meyhane”lerde olacakmış, bir de “Klasik-Vintage Meyhane” konsepti olacak bu projenin). Akşam iş çıkışı buraya uğrayabilir, İspanyolların tapas bar’larda yaptıkları gibi bir duble rakınız, bir-iki ufak mezeniz ile ayaküstü demlenebilirsiniz. Meze dolabından dekoruna kadar sade, modern ve -nedense benim için rakı ile uyumlu olan tek rengin- mavi rengin! kullanıldığı mekanın mezeleri de başarılıydı. Klasik, alışılmış tatların yanı sıra deniz ürünleri ya da çeşitli balıklarla yapılan daha modernleşmiş rakı mezelerini de severek tüketebileceğiniz meyhanede benim olmazsa olmazlarım beyaz peynir, acılı yoğurt, pilaki, humus ve fava gecenin yıldızlarıydı!

Hoşuma giden ikinci şey ise profesyonel olduğum bir alan ile ilgiliydi. “Meyhane Modeli Projesi“ne dahil olan meyhaneler uluslararası normlara göre, sadece meyhanelere özel geliştirilen bir denetleme sistemi ile TÜV Rheinland tarafından denetlenecek; denetlemede belli bir puanı aşabilen meyhaneler, alacakları sertifikaları mekanlarına asabileceklermiş. Safi Meyhane Türkiye’de TÜV sertifikası almak amacıyla başvuran ilk meyhane olma özelliğini de taşıyormuş. Yaklaşık on yıldır değişik kalite yönetim sistemleri ile haşır neşir olan, bu sebeple yaptığımız iş gereği gittiğimiz her otele, restorana; aldığımız her hizmete denetçi gözüyle bakan bizim hatun grubumuz için bu mekanın üst sıralara yerleşeceğini düşünüyorum. Rakı içmeyi sevenler için, özellikle de kadınlar için mekan vazgeçilmez olabilir. Bizim davetli olduğumuz akşam, Perşembe akşamı, çevremiz kadınlarla dolu masalarla çevrilmişti zira 🙂

..

Geçtiğimiz hafta zorunlu ara verdiğim spor serüvenimde iki duble rakıyı kendime çok görmedim. Ama bugün başlayan yeni bir hafta neticesinde, gelenekselleşmiş “New day New life” argümanımla beraber biz yine az alkol, bol spor ve bol protein haftasında olacağız. Umuyorum güzelleşen hava, artık kendini hissettirmeye başlayan bahar ile birlikte keyfiniz de yerindedir.  Bizim keyfimiz yerinde, sağlığımız iyi. İki ay sonra gerçekleştireceğimiz seyahatimiz için heyecanlı ve midesi kelebeklerle dolu bir haldeyiz karı-koca 🙂 Darısı, yaz tatili için planlarını şimdiden yapmış ya da yapma aşamasında olan tüm güzel insanlara…

Renkli Cumartesi!

Bir gün önce Tolu ile gerçekleştirdiğimiz 13 km.lik parkur sonrası bacaklarımda her ne kadar sızım, ağrım olsa da, ertesi gün için aramıza sevgili dostum Ayşegül’üm Sultan’ımı da alarak eskisi gibi-3 Silahşörler olarak yani- birarada pek eğlenceli bir Cumartesi geçirdik.

Hani derler ya “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” diye, işte ben kesinlikle katılanlardanım bu cümleye. Sadece hafta sonları ballı-kaymaklı, reçelli, yumurtalı bir kahvaltı yapabildiğimiz için de Cumartesi sabah kahvaltısı konusu pek önemli bir nokta haline geldi bizim aramızda da.  Konuştuk ve daha önce adını bir çok defalar duyduğumuz, fakat bir türlü gidemediğimiz Cihangir’deki “Van Kahvaltı Evi“nde kahvaltı etmeye karar verdik. Mekan biraz küçük olmakla birlikte, oldukça temiz ve servisi de -bizim olduğumuz saatlerde en azından- oldukça hızlıydı. Popüler bir yer olduğu için bir miktar sıra beklemeniz kaçınılmaz sanırım. Ama oturduğunuzda bal-kaymak, 4 çeşit peynir, yumurta, tahin-pekmez, domates-biber vs. gibi yaklaşık 15 parça ile donatılan sofra ile önce gözünüz doyuyor. Gözlerimiz doydu, lezzeti ile mideler bayram etti ve ödediğimiz ücret de oldukça makuldü. Dezavantajı, caddenin dibinde olmasından sebep, özellikle en öndeki masanın nerdeyse sokağın içindeymiş gibi toza, gürültüye ve sokaktan gelip geçen insanlara yakın olması diyebilirim.

Yukarıda ikinci fotoğrafta görülen mezeler ise Cumartesi gününün 2. ve son öğünü olan akşama ait. Akşam Nevizade dolaylarında 3 kadın “Tarihi Cumhuriyet Meyhanesi“nde Atatürk’ün masasına oturup demlendik. 3 Silahşörler olarak aylar olmuş en son bir masa başında rakı içip, sohbet etmeyeli! Çok keyifli tamamladık Cumartesi gecesini; güldük, gözlerimiz doldu ağladık, birbirimize sarıldık, ellerimizi tuttuk sıkı sıkı, efkarlandık, heyecanlandık… Tanrıya teşekkür ettik birarada olduğumuz için o masada..

Sabah kahvaltısının ardından yürüyerek kendimizi Eminönü’ne attık. Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı gezimiz aşırı kalabalığa rağmen fenalık geçirmeden tamamlandı 🙂 Bir kahvede olmazsa olmaz ritüelimiz, orta şekerli Türk kahvemiz için soluklandık. Sonra da aşağıdaki güzellikler içerisinde keyifli bir kaç saat geçirdik.

 

Bu tatlılara hiç yüz vermemiş olmam da ayrı bir başarı. Eskiden tatlısız gün geçiremeyen ben, son dönemde hiç aramaz oldum. Sadece dondurma! Bir de karışık kuruyemişler ve kuru meyvelerden oluşan bir karışım var. Özellikle spor aralarında bir avuç kadar yiyorum: Kuru kayısı, kuru elma, fındık, badem, beryy gibi yemişler var içerisinde. Tavsiye ederim 🙂

Ve bu şehrin belkide en çok fotoğraflanmış 2 görüntüsü ile baş başa bırakıyorum sizi.

Seviyorum İstanbul’u: Yapılarını, tarihini, enerjisini, hücrelerimdeki etkisini..

Ama kalabalıktan hiç haz etmiyorum. Ne olacak bendeki aldığım yaşlarla orantılı gelişen bu agorafobi durumları da bilmiyorum! Hayırlısı 🙂

İstanbul’da Bir Gün. Bir Cuma Mesela.

Ankara’dan İstanbul’a yerleştiğimden beridir burnumda tüten “kişiler” var.

Bir şeyler değil.

Yerler de değil.

Kişiler. Bağ kurduklarım, dost dediklerim, sosyal yaşamımda birlikte olmaktan keyif aldığım arkadaşlarım… Bir yerleri sevme nedenim kesinlikle o yerde bağ kurduklarım benim…

Tolunay, nam-ı diğer Tolu da özlediğim, burnumda tüten dostum. Ankara’da kalanımız. Bir Perşembe gecesi geldi İstanbul’a, ertesi gün Cuma sabahı 09:30’da Etiler’de buluştuk (Zaten o Ayşegül’üm Sultan’ımda kalıyor. Onunla benim ev arası 10 dk.). Şimdi okuyacaklarınız güzel bir bahar gününde, iki dostun hem İstanbul’da bir bölge keşfi, hem yedikleri-içtikleri, objektiflerine takıverdikleri 🙂

Hava güzelse, mis gibiyse, eğer erkenden yola çıkma şansına erişebildiysek bir de; benim olmaktan en keyif aldığım kahvaltı mekanı: Bebek Mangerie. Sıcacık, evimin salonu gibi hissettiren iç mekanı, pek bir güzel Boğaz manzaralı terası ile; kahvaltıda tercihim Eggs Benedict’i ile, hepsi birbirinden leziz Bruschetta’ları ile, sürahide sundukları pek güzel alkollü kokteyleri ile hep ilk beşimde! Tolu’cum omletini denedi, ben de yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Eggs Benedict’i.

Kahvaltı seansını uzun tutmayı seviyorum, seviyoruz. Çünkü konuşacak, “yakalayacak” bir sürü şey var aramızda. Hemen açıkları kapatıyoruz, güzel güzel kahvelerimizi yudumluyor, kahvaltımızı ediyoruz. Tolu da benim gibi atletiktir, yürümeye hayır demez. “O halde” diyoruz, kalkalım ve Türk Kahvesi için Ortaköy’ün yolunu tutalım! Bebek, Arnavutköy ve derken Ortaköy’e kadar yürüyoruz.

Ortaköy’de, meydandaki kahvelerden bir tanesine oturuyoruz. Yıllardır buraya gelirim. Tüm dostlarımla gelmişliğim, onlarla burada buluşmuşluğum vardır. Hep kahve içeriz. Ben orta içerim Türk Kahvemi, ki eğer yanına lokum da getirilerse, hele ki çikolata kaplı lokum; of of değmeyin keyfime 🙂 Son zamanlarda Twitter’da pek popüler olan #gununkahvesi hastagi altında ben de bol bol kahve keyfi fotoğrafı paylaşıyorum. İşte aşağıda, Ortaköy’de içtiğim Türk Kahvem ve sonrasında Karaköy’de yediğimiz tatlılar.

Ortaköy’de kahvemizi içtikten sonra istikametimiz Karaköy’deki İstanbul Modern. En çok “Dünden Sonra” ve “Yeni Ufuklar, Yeni Yapıtlar” adlı başlıklara ilgi gösteriyoruz. Orada yaklaşık iki saatimizi geçiriyoruz. Kafesinde de oturmaktı planımız, lakin havanın güzel olmasından sebep tıka basa dolu. O halde bir sonraki soluklanma yerimizi Karaköy Bej Kahve olarak belirleyerek, yaklaşık 10 dk. içinde ulaşıyoruz Bej’e. Mekan, Karaköy Polis Karakolu ile komşu. Bir süredir, severek takip ettiğim Hazal Yılmaz sayesinde, Karaköy’ün dönüşümüne şahit oluyordum. Karaköy Balıkçısı, Maya Lokantası ve Karabatak ile birlikte Bej Kahve de Hazal’ın önerdiği mekanlardan biriydi. Bej, arkasında yer alan Kağıthane Tasarım Dükkanı ile birlikte şeker bir ikili olmuş. Dışarıdaki yeşil sandalyelere oturup kahve içmek pek iyi geldi bize. Yaklaşık 45 dakika oturduktan sonra, kahve ve tatlılarımızdan güç alarak kendimizi Galata’ya doğru tırmanırken bulduk.

Galata bir sürü küçük ve otantik dükkana, tasarımcı mağazalarına, hostel-otel’e dönüştürülen eski yapılara ev sahipliği yapıyor. Ben de sokaklarında dolaşmayı, yokuşlarında yorulmayı, o küçük dükkanlarda vakit geçirmeyi seviyorum Galata semtinin. Kulenin altında oturup soluklanmayı, sonra “Hadi bakalım Dilara” diyerek bir gayret Tünel’e, Asmalı Mescit’e yola koyulmayı; yalnızsam Nouvelle Vogue dinlemeyi kulağımda kulaklıkla, seviyorum. Bu defa da Tolu ile birlikte tattık tüm bu güzellikleri, ve tabi bir sürü turist eşlikçi oldular bize. Kalabalıktı Cuma olmasına rağmen Galata yine.

Galata’da dolaşırken en çok ilginizi çekecek şeylerin yukarıda ve aşağıda -sadece- bazılarını gördüğünüz grafitiler olacağına bahse girerim. O kadar güzeller, esprililer ki. Onları çekemeden duramıyorsunuz 🙂

Güzel gezimizi tamamladığımızda saatlerimiz akşam 18:00’i gösteriyordu. Bu kadar süre boyunca yaptığımız yol, yaklaşık 13 km. oldu (Google Maps referansımız)! Tabi bununla yetinmedik. Ertesi gün Ayşegül Sultan’ı da alarak Cihangir, Eminönü, Kapalı Çarşı, Nevizade şeklinde özetleyebileceğim bir ikinci tur daha yaptık Cumartesi. İki aydır düzenli ve ağır spor yapıyor olmama rağmen Pazar günü baldırlarımda inanılmaz ağrılar hasıl oldu. Yokuş çıkmak ve inmekten muhtemelen…

Yarınki yazımı da Cumartesi günkü ikinci turumuza ayıracağımı belirterek huzurlarınızdan ayrılıyorum. Havaların güzelleşmesiyle birlikte pek bir mutlu mesut dolaşan bendeniz, Pazartesi sabahı gök gürültüsü ve tüm gün süren yağmur neticesinde pek bir şey yapamadım dışarılarda. Ama çok da hayal kırıklığı içerisinde değilim. Çünkü kokusunu alıyorum, hissediyorum, karnımdaki kelebekler kıpır kıpır: Bahar kapımızın dibinde!