Keyif ve Lezzet Durakları Konulu Yazılar

~Cennetimde Dört Gün-2~

Kas

Bir önceki yazıyı “Kaş’ta hayat güzeldi” diye bitirmiştim..

Öyleydi:(

Gelir gelmez işlerin içine balıklama daldım tabir yerindeyse. Ben yokken haber aldığımız ufak pürüzleri gidermek için çalışıyoruz o zamandan beridir. Bu sebeple yazıya başladığım gün içerisinde 4 toplantım vardı benim!

..

Kaş’a giderseniz mutlaka Guru’nun Yeri’ne uğrayın, ve lütfen yaprak sarma, çiğ börek ve hoşmerimin tadına özellikle bakın. Bunlar bu mekanın klasikleri. Biz yıllar önce bu mekanı keşfedip, her Kaş tatilinde buraya uğramayı adet haline getirdiğimiz zamanlarda sahibinin minicik bir oğlu vardı. Çok sevimli bir surat, o küçücük boyunun ardında kocaman bir tecrübe taşıyan, işe hakim, cevval bir erkek çocuğu. Yıllar geçti, şimdi bizi karşılayan kocaman bir delikanlı oldu. Aynı ifade, biraz gelişkin bir fiziksel yapı, aynı tatlı dil, aynı kibarlık ve samimiyet. Bu adama bayılacaksınız:)

Burada yiyip içtiniz. Öyle hemen kalkıp gitmeyi sakın düşünmeyin:) Mis gibi kahveniz, ya da tavşan kanı demli çayınızla o sedirlerin üzerinde, püfür püfür eserken hava, Kalkan’a karşı bir tepede bir miktar hayale dalabilir ya da bazılarımız gibi şekerleme yapabilirsiniz:)

Kaş’ta bir akşamüstü.

Bizim gibi Çukurbağ Yarımadasında kalıyorsanız, mutlaka bir akşam merkeze inmek isteyeceksiniz. İnin de! Yemek yemek için bizim gibi Bahçe’yi tercih edebilirsiniz. Ya da Teras’ı. Spagettici pek bir meşhurdur. Yemekleri de hakikaten lezzetlidir. Bir de birkaç balıkçısı var; mesela Mercan, ilk 2 yılımızda burada nefis balıklar yiyip pek bir hoş içmiştik:)  Teras Restorant’ı ve pek tabi Nur Alacart’ı var. Bunlar tavsiye benden size:)

Müzik dinlemek için Mavi Bar. Artık Mavi’yi bilmeyen yok gibidir neredeyse. Kaş’la özdeşleşmiş, klasiktir. Meydanda, rengarenk masaları ve ağırlıklı 80’lerden çalan rock parçalarıyla illaki masalarından birine oturmanızı da gerektirmez! Mesela bu yıl gittiğimizde şaşkınlıkla karşısındaki meydanla limanı ayıran upuzun duvarın arkasına bir ikincisinin yapıldığını gördük. Gece herkes Mavi Bar’ın karşısındaki bu duvara oturur. Eline hemen köşede bulunan büfeden alınan biraları, çekirdekleri kapan gelir yerleşir duvara! Önünde yıllardır aynı iki kardeş konuçlanır ve biri midye diğeri buzlu badem satar. O çocuklar da elimizde büyüdü resmen:) Ben Kaş’ta başka bir yerden midye yemem. İllaki o masum ve asil yüzlü çocuktan alacağım:) Bu yıl mesela mükellef bir akşam yemeği yemiş olmamıza rağmen tutturdum aşeriyorum diye. Kızlar, “biz yemeğiz kendine göre al” dediler. Gittim 20 tane midye aldım. Gerçi 12’sini yine ben yedim, ama onlar da dayanamadılar tazecik, miz kokulu, lezzetli midyelere:)

Dilara

Mavi Bar’da güzel rock parçaları dinledik. Sonra canımız deli gibi dans edip, biraz kaybolmak istedi mesela. Yine bir klasiğe doğru yol alırız: Red Point. Daracık sokaklardan birindedir. Meydana çok yakındır. İyi müzik vardır ve kesinlikle oturamazsınız:)

Dilara

Yapacağınız o kadar şeyden bahsettim de, hadi bir tane de yapmayacağınız bir şey hakkında konuşalım: “Dejavu’ya gidin, ama kesinlikle Mojito içmeyin.” Normal şartlar altında Dejavu, akşamları güneşi batırırken oturup yemek öncesi birkaç kadeh içeceğiniz bir salaş mekandır, limanın üzerinden bakar manzaraya.  Bira için, rose için buzz gibi; ama benden söylemesi sakın Mojito içmeyin! Bir halta benzemiyor ve bir de kendisine ödemeniz için sizden 20 TL istiyorlar. Ayıptır söylemesi Mojito ve Bloody Mary konusunda fena değilimdir. İsterseniz gelin, ben size iki çift laflayalım eşliğinde yapıveririm misler gibi:)

Arada yedik, içtik, derin mavide sarhoş olduk; bir yerinde de yaratıcılığımızı tetikleyen atmosfer eşliğinde yukarıdaki şapkayı ortaya çıkardık:) Begonvillere kesinlikle aşık bir kadınım ben.

Bir öğlen Bi’Lokma‘da (Mama’s Kitchen) yemek yedik. Size kaçırmayın diyebileceğim bir mekan daha! Amatör ruhu kaybetmemiş bir aile işletmesi. Tertemiz. Yemekler mis. Gözümüzün önünde akşamki patlıcan ve patatesleri, mantıları hazırladılar. Hepimiz 4 parça zeytinyağlı meze aldık, bir güzel tabak yaptık. Ben buzz biramı eşlikçi yaptım; sonrası zaten 3 saat sonra beni İstanbul’a götürecek Varan otobüsüne kendimi atmamla tatlı bir hayale döndü. Benim gibi hamur işlerinden uzak duranınız varsa zeytinyağlıları, köftesi bir numara. Ama asıl özelliği anne böreği ve mantısıymış. Deneyen yazsın, tamam mı? 🙂

Kesinlikle aramızda bir bağ var bu küçücük kasabayla:

Hayatımda en mutlu olduğum anlar buradaydı,

en sevdiğim, birlikte olmaktan keyif aldığım dostlarımla birlikte.

En sıkıntılı, üzüntülü zamanım sonrası kabuslarıma son vermek için seçtiğim yer, yine burasıydı.

Hayatıma bir şekilde sonradan giren hemen hemen tüme yakın insanlarla ortak noktamız da burası!

Kayıtsız şartsız olmak istediğim tek yer olarak 1 numarasını koruyan kasaba, her daim, yaz-kış, bahar.

Kimselerin kirletmemesini istediğim, aslında çok popüler olmasını istemediğim bir yer Kaş.

..

Avucumdaki minicik kutunun içi 4 gün sonunda kocaman oldu:)

İşte böyle bir şey:)

 

 

~Cennetimde Dört Gün-1~

Bu yaz tatilimin 4 koca gününü yine, yeniden, cennetime, Kaş’a ayırdım. Uzun kalmak istemekle birlikte -ki 40 gün civarında bir iznim mevcut hala!- 2 yakın dostumla birlikte planladığımız için bu tatili anca bu ortak 4 günü bulabildik! Sonuçta Tolu, Ayşegül Sultan ve ben, nam-ı diğer 3 Silahşörler, soluğu Kaş’ta, her zamanki tercihimiz yarımadada bir otelde aldık bir Cuma sabahı.

Kaş, üçümüz için de “En iyi tatil mekanı” sıralamasında 1. sırada uzun yıllardır. (İkinciliği ben Mavi Tur seyahatine, üçüncülüğü ise sadece birkaç yıl önce bulunduğum ve sevdiğim Datça ve büklerine veririm sanırım.) Kaş’ı benim için özel yapan şey öncelikle tertemiz denizi, sonrasında ise insanı bunaltmayan havası, suküneti, begonvilleri ve küçük ama sevimli restoranları.. KAŞ=AŞK demek benim için. Yani çok da kolay değil tarifi:)

Otelimiz, yarımada da Korsan Ada Butik Oteli. Oldukça memnun kaldık. Çocuklarıyla gelen aileler de vardı otelde, herkes hayatından memnundu. Odalar temiz, yemekler ve kahvaltı orta karar olmakla birlikte bizim için çeşitleri yeterliydi. Sayfasında yaptığımız sanal gezinti sebebiyle neyle karşılacağımıza hazırlıklı olsak da, otele adım atar atmaz çok etkilendik. İşletmecileri sıcak kanlı ve yardımcı insanlar. Orada bulunduğumuz süre boyunca karınca gibi çalışan, her isteğimizi kısa sürede yerine getirmek için çırpınan Gökhan ve Menderes’e ise özellikle çok teşekkür ederiz:) Gencecik 2 otel elemanı  onlar. Güleryüzlü, dozunda esprili, saygılı.

Otelin en güzel tarafı aşağıya, denize inen begonvillerle kaplı merdivenleriydi. Merdivenler, inmesi ve çıkması kesinlikle yorucu olmayacak şekilde tasarlanmış, taştan. Sizi bir solukta aşağıya, kayalıkların üzerindeki mini-plaja götürüveriyor. Plaj özenli, düzenli, yeterli sayıda şezlong ve şemsiye ile; hemen yanı başındaki mini-bar ile sizi bekliyor. Deniz, öğleden sonra bir miktar dalgalı ama sabah ve akşam üstü saatlerinde mis!

Sabahları kahvaltı öncesi 1 saati denizde, derin-mavide geçirdik. Kahvaltı sonrası kitap-dergi okuduk, gözlerimizi dinlendirdik, hayal kurduk:)  Sonra yine denize girdik, en az 1 saat. Çıkınca buzz soda-vişne ya da kola içtik. Bir süre sonra acıkınca ya otelde güzel hazırlanmış salatalardan ya da eski dostumuz Guru’nun Yeri‘ndeki harika çiğ börek ve sarmalardan yedik. Az yedik, abartmadık, bol bol su tükettik. Az içki içtik aslına bakarsanız. İlk iki gece 2’şer duble rakı ve birkaç bira ile tatili sonlandırmış olduğuma inanmıyorum mesela! Akşam yemeği için Kaş’ta sevilen Bahçe Restoran‘ı denedik. Mezeleri meşhur olduğundan dolayı meze-rakı şeklinde geçirdik geceyi. Özellikle patlıcan salatası, lahana dolması (yeni baharlı, hafif tatlı), cevizli Ege ezmesi ve kremamsı tattaki yoğurtlu ıspanağına bayıldık. Ara sıcak olarak tadına baktığımız balık köfteleri ise tek kelimeyle pek lezizdi. Mezeler taze, ortam hoş, bahçenin içinde, ağaçların altında çok da büyük olmayan bir mekan Bahçe. Kaş’a gidenler mutlaka uğrayın.

Kaş’ta gün batımları da ayrı bir güzeldi.

Kaş’ta hayat güzeldi:)

Eskişehir II

Eskişehir

Akşam saatlerinde, meşhur Barlar Sokağı‘na gidip bira içme niyetiyle otelden çıktık. Kaldığımız otelden çıkınca nerdeyse hemen karşımızda sokak! Çok hareketli, cıvıl cıvıl. Sağlı sollu 15-20 tane mekanın bulunduğu bir ara sokak. Araç trafiğine kapalı, Efes Pilsen sponsorluğunda tüm mekan tabelaları standartlaştırılıp, ışıklandırılmış. Hafif bir İstiklal Caddesi edası var. Ama tabi İstiklal’in 100’de biri kadarcık!

Bu barlardan birinde, Kütahya-Simav’da meydana gelen ama birinin sandalyemi salladığını düşündürtecek kadar Eskişehir’i de sallayan 5.9’luk deprem arasında sevgili ile 1. yılımızı kutladık:)

Eskişehir-Külliye

Odunpazarı Belediyesi oldukça değişik bir çalışmaya daha imza atmış Eskişehir’de. 2008 yılında, toplam 25 bin metrekare alana yayılan bir park yapmış: Şelale Park! Eskişehir’e tepeden bakacağınız seyir terasları ve kocaman yapay şelalesi olan bu parktaki 2 kafeden birine oturup dışarıyı seyretmeniz mümkün.

Odunpazarı Beldiyesi sınırları içerisinde ayrıca Cam Müzesi’ni, Atlıhan El Sanatları Çarşısı’nı da gezebilmeniz mümkün. Cam Müzesi’ni gezerken Eskişehir’in Cumhuriyet Kadınları adında bir sergi vardı, fotoğraf sergisi. O şapkalar, nişanlıklar, kokteyl elbiseleri.. Zerafet akıyordu hepsinden. Cumhuriyet Kadınları pek güzeldi:) Gidince gezmelisiniz, sadece bir küçük odada sergi. Ama ilginizi çekeceğini düşünüyorum.

Eskişehir-Şelale

*Bu fotoğrafı iphone ile çektim. Fazla parlak biliyorum:)*

Görülesi yerlerin sonuncusu ise Kentpark! Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehirlilere hediyesi, en önemli hizmetlerinden bir tanesi. Bence de kesinlikle gurur duyulacak bir yapıt olmuş. Tramvay ile ulaşım sağlanmış, kocaman bir park. Yemyeşil, bir sürü güzel tasarlanmış bahçe var. İçinden Porsuk Çayı geçiyor, ayrıca kocaman da bir yapay gölü var. Restoran ve kafelerin de yer aldığı bu park, özellikle yaz aylarında Eskişehirlilerin kurtarıcısı konumunda. Zira 350 m. uzunluğunda bir de yapay plajı var. Görevlilerle sohbet imkanı bulduğumuzda yaz aylarında günde 4000 kişiye varan ziyaretçi sayısına ulaştıklarını öğrendik. Girişi hafta içi 3 TL, hafta sonu 5 TL. (Plaj için bu ücret, parka giriş tabiki ücretsiz.) Adana’dan 19 Mayıs tatili için Eskişehir’e gelen bir aile ile!! belediye başkanlarımızdan nasıl muzdarip olduğumuzu ve elindeki sihirli değnekle Ekişehir’i bayram tatilinde Antalya ve Bodrum’un yanında ziyaret edilecek bir şehir haline getiren Yılmaz Büyükerşen’i konuştuk. Eskişehirliler başkanlarını kesinlikle seviyorlar. Şunu söyleyeyim, Eskişehir’i gördüğüm kadarıyla sanıyorum ben de şehrine hizmet etmiş, onu güzelleştirmiş ve turistlerin odağı yapmış bu adamı seviyorum! Söyleyin allah aşkına, hanginiz tatil zamanı Ankara’yı tercih ediyorsunuz??

Kentpark

Kentpark

Tramvay, Eskişehir için bir cankurtaran. Şehir merkezi, Üniversite, Hastane, Tren Garı ve Otogar, Odunpazarı, Kentpark vs.. her yerden geçiyor! 1.60 TL. Ayrıca trenler de oldukça modern, yurt dışındakileri andırıyor. En önemli hatlardan geçmesi nedeniyle de herkes tarafından güzel güzel kullanılıyor.

Eskişehir trafiğinde bir tane korna sesi duymadım ve etraftaki gençlerin çevreye yaydıkları enerjiden de bir hayli etkilendim. Bir sabah Porsuk Çayı çevresindeki mekanlardan birinde kahvaltı ettik. Bir öğlen, merkezindeki Kanatlı AVM girişinde yer alan kocaman Kahve Dünyası’nda soluklandık. Bir akşam Barlar Sokağı’nda bir bara gittik. Yola çıkmadan bir kaç saat önce UP&DOWN adında bir cafe-bar’da soğuk biralar yudumladık. Hepsinde pırıl pırıl gençler çalışıyordu. Sokakta yürüdüğünüz her yerde rastalı saçları, kolları dövmeli, saçları pembe, yırtık kotlarıyla bir sürü genç, üniversiteliye rastlıyorsunuz! Üniversitede okuyup, aynı zamanda bir sürü mekanda çalışıyor gençler. Üniversite şehrinde olduğunuzu hiç aklınızdan çıkaramıyorsunuz. Ama şunu söyleyebilirim ki eskinin üniversite şehri, şimdinin güzel, turistlik bir merkezi olmuş. Sıkılmadan bir hafta sonu geçirebilirsiniz.

Tüm bu anlattığım yerler dışında, yine otelimize 5 dk.lık mesafede olan, 222 adlı eğlence kompleksini, pek bir özelliği olmayan eski sebze-meyve pazarı “Haller Gençlik Merkezi”ni de gördük. Ve tüm bunları 2 günde yaptık. Bir hafta sonu ayırarak siz de bu güzelleşmiş şehri görebilirsiniz. Hafta sonları, özellikle çevre illerden-Bursa, Kütahya, Ankara- gelen gençleri ağırlıyormuş bu şehir. Neden bir defa da ağırlanan siz olmayasınız ki?

Porsuk Çayı

Eskişehir I

Eskişehir Hızlı Tren

Eskişehir’e yolculuğumuz Yüksek hızlı tren ile gerçekleşti. Yolculuklarımızda çok seyahat ettiğimiz bir ulaşım aracı olmayan tren ile yurt içinde benim bu, sanıyorum 3 ya da 4. seyahatimdi. Paris-Brüksel arasında da hızlı tren ile seyahat etmiştim yaklaşık 12 yıl kadar önce. Fark, oldukça büyük. Neden bu konuda en iyi teknolojiye sahip olan Japonları örnek almamışız, orası bir muamma! Bir şeyi yapacaksak madem neden konusunda “en iyiyi” örnek alamayız diye düşündürtüyor bir kez daha. Kesenin ağzını açmaksa sorun, o keselerin ağızları hiç olmadık yerlerde ne kadar da geniş şekilde açılabiliyor bildiğimizden bir başarı olarak göremedim ben Ankara-Eskişehir hızlı tren vakasını. Gayet sallana sarsıla yaptığımız yolculuk 1.5 saat sonra Eskişehir tren garında son bulduğunda, yaklaşık 1.5 gündür görebildiğimiz güneş de tekrar kapkara bulutların ardına saklanıverdi.

Odunpazarı Evleri

1 gece kalacağımız için otel seçimi “sadece uyuyacak, temiz bir yer” kriteri doğrultusunda seçildiğinden sebep Ibis Otel Eskişehir, beklentilerimizi fazlasıyla karşıladı. Tren garına yürüyerek 3-4 dakikalık bir mesafede olan otel, Eskişehir’in ilk defa görülecek yerlerinden bazılarına da oldukça yakındı. Misal, Haller Gençlik Merkezi hemen yanıbaşında, Eskişehir’in İstiklal Caddesi olarak tabir edilen “Doktorlar Caddesi” ise yürüme mesafesi ile 5 dakika uzaklıktaydı. Oda gayet temiz, geniş ve fiyat da makuldü. Otele ulaşıp sırt çantalarımızı da odaya terk ettikten sonra ilk adım “Tarihi Odunpazarı Bölgesi”ne doğru yola çıktık.

Bölge, Türk mimarisine örnek teşkil eden ahşap evleri, kıvrımlı, arnavut kaldırımlı dar sokakları ile oldukça turistlik, oldukça masalsı bir yerdi. Rengarenk boyalı restore edilmiş evler, tarihi dokuyu canlandırma projesi kapsamında oldukça güzel ele alınmış. Belediye tarafından sahiplerinden satın alınıp restore edilmiş evler yanında, evlerini satmaya razı olmamış sahiplerine belli bir yardım yapılarak ev sahiplerinin kendi başlarına evlerin restorasyonunu tamamlamalarına izin verilmiş.

Odunpazarı Evleri

Karnımız acıktığında yapılacak tek şey meşhur çiböreğinden tatmak olduğundan Odunpazarı bölgesinde yer alan Kırım Tatarları Kültür Evinde soluklanmayı tercih ettik. Bir porsiyonda 5 adet çiböreğin yer aldığı lezzetin fiyatı 5 TL. Ve kesinlikle 5’ini birden yiyebiliyorsunuz:) Biz, sonraki gün, meşhur olduğu söylenen Papağan’da da yedik çibörek. Kesinlikle Odunpazarı’ndaki daha baharatlı, sulu ve lezzetliydi. Hamuru daha kıtır ve inceydi ayrıca. Eskişehir’e gidecekler için Kırım Tatarları Kültür Evi’nde çibörek yemelerini rahatlıkla tavsiye edebilirm. Kurşunlu Külliyesi ve Cami’ine oldukça yakın.

Kurşunlu Cami

Kurşunlu Cami ve Külliyesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden Damat Melek Paşa tarafından saray mimari Acem Ali’ye yaptırtılmış. Külliyenin kervansaray kısmı ise Mimar Sinan’ın eseriymiş. Bu özelliği ile Eskişehir’deki tek Mimar Sinan eseri olarak yer alıyormuş. Oldukça güzel bir yapıydı. Ayrıca Külliyenin içerisinde meşhur Lületaşı Müzesi de yer aldığından, mutlaka gezilmesi gereken birkaç yeri bir arada görebiliyorsunuz. Söylemeden edemeyeceğim, lületaşından yapılmış eserler çok hoş olmakla birlikte gerek sergilenişleri gerekse sayıları açısından çok doyurucu değildi. Yine de lületaşından yapılmış devasa ve ince işlenmiş pipolar turistlerin kesinlikle hayran kalacakları eserler arasında sayılacaktır.

Kurşunlu Külliyesi

Lületaşı

Odunpazarı ve bölgesini gezdikten sonra otele dönmek için Porsuk çayı kıyısındaki yolu tercih ettik. Yıllar yıllar önce bir defa Eskişehir’e, eski işyerim Sarar’ın fabrikasını ziyeret için gitmiştim. Yarım günü fabrikada, birkaç saati ise Anadolu Üniversitesi kampüsünde geçirdikten sonra akşam üstü Porsuk’un kenarındaki bir yerde çay içmiştik. Eskişehir’e ait tek hatıram da Porsuk’u kıyısından görebilmekti zaten!

İkinci bölümde buradan ve Eskişehir’in hayran kaldığımız bir kaç güzel şeyinden daha bahsedeceğim: Kentpark, tramvay ve gençliğin enerjisi:)

Ah Mayıs!

Sultanahmet

2011’in Mayıs ayı, selefi Nisan gibi hava durumu konusunda tutarsız bir şekilde başladı.

Hava tutarsız, kasvetli ve kararsız olursa benim içim de dışım da bir huzursuz, bir sıkılgan, bir karanlık oluveriyor. Artık baharın ilk ayı Haziran olacakmış gibime geliyor. Takdir edersiniz ki, bu durum da benim gibi sıcak, ılık seven bir insan için pek de hoş olmuyor!

Canım sıkkın, içim karanlıkken en çok “olduğum yerde olmaktan” hoşnutsuzluk duyuyor ve hemen tebdil-i mekanda ferahlık olabilir mi derken ve “gidelim buralardan, dayanamıyorum” parçasını mırıldanırken buluveriyorum kendimi.

Öyle yaptım geçtiğimiz hafta ve İstanbul’a kaçtım! 5 gün!

Sultanahmet

3 Silahşör bir araya geldik.

Özlem giderdik.

Ayşegülüm Sultanım bizi ilk akşam Asmalımescit’te bu meyhaneye götürdü. Asmalımescit ne kadar kalabalıktı? Bir ucundan diğer ucuna 15 dakikada “aktık”. Evet evet, yanlış anlamadınız. Yürümek na-mümkün olunca o kalabalıkta, kendimizi insan seline bıraktık ve aktık..

Rakımız, mezemiz ve güzel sohbetimiz ile gece yarısını ettik. Sonra buraya uğrayıp İstanbul’u terastan seyrederek bir Bloody Mary içelim dedik. Ben kesinlikle daha iyi yapıyorum yalnız; sakın orada içmeyin, gelin ben yaparım size!

Oradan da bu mekanda noktaladık geceyi. Anonim izledik, deliler gibi dans ettik ve yerli yersiz her şeye güldük, eğlendik! O gün çok keyifteydim ben.

Sultanhmet Civarı

Sonraki gün İstanbul’un en sevdiğim sahil hattında geçti: Rumeli Hisarı’nda kahvaltı, Arnavutköy, Bebek ve Ortaköy. Emirgan’a çıkmayı ve Lale Festivali’nden kalanları fotoğraflamayı da ihmal etmedik tabi.

Güzel bir hafta sonunu hep birlikte geçirip, hafta başı olunca Ayşegülümü işine yolladık, biz Tolu’cumla turlamaya devam ettik.

Sultanahmet civarında öğlen soluklanmak için bir yer keşfettik. Zaten ne olduysa, bu otelin o terasına çıkmamızdan sonra oldu! Terasta bir restoran, manzara olarak Sultanahmet ve Ayasofya Camileri ile mis gibi Boğaz. Soluklanalım derken kendimizi öğle rakısı eşliğinde, çevreden büyülenmiş halde, meze tabakları önümüzde, keyfimiz tavan yapmış halde saatler boyu bu terasta unuttuk!

Sultanahmet Civarı

Hava İstanbul’da da pek hoş değildi, ama ne varsa bu şehirde hem itiyor hem çekiyor kendine beni işte!

Çocukluğum, genç kızlığım bazen bir yerlerde karşıma çıkıveriyorlar. Geçmişim var bu şehirde. Yaşanmış bir sürü hikaye var her yerinde.

Tebdil-i Mekanım benim İstanbul.

“Burada” olmak istemeyince en kolay kaçıp gidiverdiğim yer olduğu için belki de.

İşte öyle:)

Emirgan'da Laleler

Kürkçü dükkanımda hayat güzel, her şeye rağmen!

Geçen akşam Londra’dan Evrenus geldi. Kocaman bir peynir tabağı eşliğinde 2 şişe kırmızı bitirdik. Plan yaptık, güldük bol bol. Arada kızdık, sinirlendik birilerine. Kulaklarını çınlattık:)

Sonra mesela gereksiz bulduğum bir akşam olan Pazar akşamı, en sevdiğim yerden paket sushi söyledim. Yanına, her ne kadar her fırsatta çok biracı olmadığımı söylesem de, son dönemde en severek içtiğim 1 Tuborg Fıçı Bira açtım. O 1, ilerleyen saatlerde 3 oldu. Moviemax’te Angels&Demons yakaladım.

Sonra gözlerim doldu iyi mi?

Tanrı’ya teşekkür ettim, çünkü çok keyifte ve çok mutlu olduğumu hissettim. Manyak mısın diyorsunuzdur belki de, ama böyle işte.

Sıcak evimde,

tek başıma olsam da o akşam güvende ve iyi hissettiğim için,

içeceğim ve yiyeceğim olduğu için,

sağlıklı olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm.

..

Yaşlandım mı yoksa ben?