Keyif ve Lezzet Durakları Konulu Yazılar

Bir Haftalık Uzaklaştım Ankara’dan.

Antalya Yat Limanı

Tam 1 haftalık ama, fazla değil! Eksik, hiç değil:)

Antalya’da “melül bakan kuzu”m için.

İstanbul’da “bizzat kendim” için.

Antalya?

Vallaha Yat Limanını tepeden gören, Askeriyenin yanında “Yuvam” adında bir cafe var. Annemle benim ağlayıp, güldüğümüz, salya sümük bira içip, kah çakır keyif, kah normal eve döndüğümüz buluşma noktamız. Garrsonu-yılda bir defa da gidiyor olsak- bizi tanır, patatesimizi bol ketçaplı (annekuş öyle sever), biraları buzlu bardakta getirir. Bir de bizim annemle ne zaman gözlerimizde yaş olsa masaya fındık-fıstık taşır. Ortamı yumuşatmak, ilgiyi dağıtmak için herhalde!

Annekuşum resim yapar benim. Sayısız güzel tablosu var, yakında sergisi olacak Antalya’da! Hatta 2 tablosu bende-ki en sevdiklerim:) Onun sayesinde, zaten suluboyayı çok seven bir kadın olarak, bir adamla tanışmıştım: Hasan Kırdı. Onun sergisi varmış kalktık gittik annekuşumla. Beni benden aldı yine resimler. Büyük ebatlı tablolarından 2 tanesine resmen aşık oldum. Param olduğunda onun resimlerini toplamaya karar verdim.

Antalya ile ilgili ilginç bir gözlemim var uzundur paylaşacağım, unutuyorum: Bu Antalya’da taksi bulmak için ya durağa gitmek ya da durağı telefonla aramak zorundasınız. Her defasında elimde kocaman valiz yol kenarında sol şeritten son sürat geçen taksilere el sallıyorum, ı-ıh biri de insaf edip durmuyor! Antalya’da -alıştığımızın aksine- siz yürürken “dırt dırt” korna çalarak yanınızda sizi takip eden taksiye rastlamak imkansız nerdeyse. Bu durum Avrupai biraz, ne dersiniz?

Antalya sıcaktı, bahar gibiydi, sabah erkenden kuşlar cıvıldaşıyordu. İçimse kapalı, parçalı bulutluydu. Antalya ve ben-hatıralarımdan sebep- hiçbir zaman barışamayacağız herhalde! Uzağım, uzaksın, uzak! Acısın, acıyım, acı!

Neyseki en güzel tarafı “melül bakan kuzu”m:) 9. ayını bitirmiş. Hiç de bana benzemiyor bu arada, aynı annesi:) Kardeşimle birlikte ne güzeller. Gözlerim dolu dolu oluyor onlara baktıkça. Annemse aşık torununa. İlk torun, kız torun:)

Yeğenim

İstanbul?

Yağmurlu, bulutlu, kapalı.

İlk akşam -uzakta olmamızdan sebep bir arada geçirilemeyen bir- doğum günü yemeği vardı. Ben yaptım. Viva tavuklu, sebzeli noodle! Yanına son gözdemiz ANFORA Cabarnet Sauvignon. Üzerine doğum günü pastası, üzerine doğum günü hediyesi.

Ertesi gün oldu aldım başımı Taksime gittim. Pera Müzesi‘nde kaçırmak istemediğim bir sergi vardı: “Frida&Diego.” Ve fakat her ne kadar o sergi için gittimse de, “Çarlık Rusyasından Sahneler”e de bittim, bayıldım tek kelimeyle.

Dönüş yolunda dedim “İnci’de profiterol yemeyeli ne kadar olmuştur?” İç sesin verdiği cevaba karşın üzüldüm, dedim mutlu edeyim kendimi. Girdim İnci’ye, kaptım bir tabak bol soslu profiterol. Çikolata hakikaten de mutlu ediyormuş adamı. Çıktım yağmurda yürüdüm metroya, ver elini Levent.

Ayşegülüm Sultanım’da yemek ve sohbet. Ne kadar özlüyorum dostumu bir bilseniz? Mutlu ve huzurlu ya, olsun diyorum. Dayanırım ben onsuzluğa. Nasılsa Ankara-İstanbul 1 saate bakar çok bunaldığında..

Cumartesi sabahı Bebek sahilinde yürüyüş. En sevdiğim. Bir tek hafta sonları güzel ve keyifli ve uzun bir kahvaltı yapabiliyor olmamızdan sebep Cumartesi yürüyüş sonrası kaçırmadık fırsatı:) Omleti, rokalı-çilekli tabağı, peynir çeşitleri ve mis gibi börekler eşliğinde belki de uzundur en zengin kahvaltı saatimizi İstanbul’da geçirdik. Akşamına Manhattan’da dinlemeye alıştığımız ANONİM‘i İstanbul sahnesinde seyretmeye Hayal Kahvesi Bistro‘ya! Yine çok eğlendim, dans etmediğim bir parça bile olmadı. Bir sürü içtim, ve sabaha karşı Kızılkayalar’dan ıslak hamburgerimi de yemeyi ihmal etmedim! “İstanbul’da yapmayı sevdiklerim” listem olsa:) rahat yine oradan 3-4 maddenin üzeri çizilmiş olurdu:)

Gitmelerin en sevdiğim tarafı sonunda dönecek bir evim, yuvam olması fikri.

1 haftalık uzaklaşma kısa bir süre daha idare eder beni. İlk yeni kaçamağıma kadar biraz spor, biraz dostlarla rakı-balık, birazdan belki de fazla okunacak kitaplar, dinlenecek yeni keşfedilmiş güzel parçalar, seyredilecek filmler ve yazılacak hikayeler olacak hayatımda. Daha iyisi size olsun:)

Ankara’m:)

Wall Art

Aşk Tesadüfleri Sever“den sebep, bir süredir değişik sosyal medya mecralarında Ankara’ya ilişkin konular birbirini takip ediyor:) Ben, henüz izleyebilmiş değilim filmi. Ama konuşulanlardan çok keyif aldığımı söyleyebilirim.

Ankara-İstanbul çekişmesi bir tarafa bırakılmış, İstanbul’da yaşayan “eski” Ankaralıları bir özlem sarmalamış durumda:)

Sanıyorum yaşları kaç olursa olsun büyük bir kesim için -tabi ki benim için de- Ankara Manhattan Music Club tüm bu özlemle hatırlananlar arasında hep 1. sırada olacak:) Özellikle Perşembe geceleri Özge Fışkın’ın solistliğinde Fender Blenders hayatımın o dönemki en önemli gurubu olmuştu! Bir “Gönül” söylerdi Özge Zerrin Özer’den öf ki ne öf:) Her Perşembe, bizi nelerin beklediğini bilerek, hiç aksatmadan giderdik. Her defasında da çok eğlenir, çok dans eder, çok mutlu, şarkılara eşlikçilikten sesimiz kısık ve biraz da çakır dönerdik evimize.

Wall Art

Ankara özlemi çekenlerin hatıralarında 2. sırayı sanıyorum hep KITIR alıyor. (Belki de kimileri için ilk sırayı.) Sosyal Medyada da Ankara deyince, filmden hareketle tabi, Kıtır’ın adı çok anıldı. Ben Kıtır’la ilk tanıştığımda yıl tam olarak 1997 1993 idi. ODTÜ Hazırlık sınıfının bir öğrencisiydim ve Ankara’ya başka bir şehirden gelmiştim! Hazırlık sınıfında edindiğim arkadaşlarımla,Tunalı Hilmi Caddesi’nin hemen başında oturduğum için de şanslı olmamdan mütevellit, Kıtır’a giderdik haftada 1-2 akşam. Bira ve kumpir ikilisi, sayesinde hayatımdan çıkaramadığım ikililer arasında sağlam bir yer buldu kendisine! *Diğer hayatımdan çıkmayan ikililer ise Tolu&Ayşegül Sultan:), Şarap&Peynir, Jean&Beyaz T-shirt, Kek&Kahve, Müzik&Dans diye gidebilir ilk anda aklıma gelenlerden bahsedersek:)*

Manhattan ve Kıtır’dan sonra -eski- Ankaralıların özlemle andığı diğer yerler sanırım Tunalı Hilmi Caddesi, Bahçelievler 7. Cadde, belki biraz Gençlik Parkı. -ki ben bir defa rahmetli anneannem ve teyzemle gitmiştim, odur!- Şimdilerde çok merak ediyorum Gençlik Parkı’nı, zira yenilendi, baştan yaratıldı neredeyse. Bir de Lunapark vardır hemen kıyısında Gençlik Parkının, oraya gitmeyi çok, ama çok istiyorum. En son ne zamandı Lunaparka gidip eğlendim, hatırlamıyorum bile:(

Bir de Kuğulu Parkı‘mın benim için kıymeti çoktur:) Birçokları için üzerinde durmaya dahi değmeyebilir. Ne de olsa 4-5 kuğu, biraz ördeğin bulunduğu “damat mendili ” kadar bir yeşil alandır. Yurt dışındaki parklarla karşılaştırılınca aman canım, bu da nedir ki falan.. Olsun:) Zamanında Polonya Büyükelçiliği’ne verilmeden önce yani büyük kısmı, orası Ankara’nın kalbinin attığı yermiş. O kadar üzülmüştüm ki bunu duyunca.

Annem anlatmıştı: Semti olan Kavaklıdere’ye de ismini veren kavak ağaçlarının barındığı, içinden dere geçen bir araziymiş Kuğulu Park eskilerde. Atatürk Bulvarı genişletilirken Polonya sefaretinin bir kısmı bulvara katılınca, Ankara’daki Polonya’nın kaybının tazminine karşı bu güzelim parkın topraklarından bir kısım verilmiş:( Parka en büyük iyiliği ise eski belediye başkanı Sn.Vedat Dolakay yapmış derler. İçindeki ilk kuğular ise Viyana Belediye’sinin hediyesiymiş. Canımdır benim Kuğulu Park:) Tamam, Central Park ve Bryant Park en sevdiğim iki parktır, doğrudur. Ama Kuğulu’m Parkı’m ilk gözağrımdır:)

Art

Eski Ankara’dan özlemle anılan mekanlarınız arasında sizin başka sayabilecekleriniz var mıdır ki acaba?

Yenileri hiç sormayayım, zira yer-gök silme AVM (Alışveriş Merkezi) olmuş durumda! Hazetmediğim bir durum olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Beni tanıyan dostlarım bilirler zaten, ne kadar uzak o kadar iyi benim için AVM’ler. Ne zaman gitmek zorunda kalsam başıma ağrılar giriyor, o kalabalık beni öldürüyor! İhtiyaç anında, semtime yakın bulduğum Panora‘yı tercih ediyorum. Sinema için o da! Bir de yemek için tercih etiğim Timboo Cafe‘yi seviyorum. Lezzetli, kocaman porsiyonlu yiyecekleri ve dekorasyonu -özellikle yer döşemeleri ve konserve kutuları- ile sempatik bulduğum bir mekan.

İşte böyle, bu yazımı da Şehr-i Ankara’ma ithaf edeyim dedim:) İyi demiş miyim?

~

Henüz azalan iş yoğunluğumun ardından bir ara verebilmiş değilim. 1 gün sadece izin kullanabildim. 13 Mart’a kadar hazırlamamız gereken bir SIP’imiz (Strategic Improvement Plan) var. Bak, burada bizi görebilirsiniz:) Onu da halledip, ver elini tontiş pamuk prensesimizi görmeye. O kadar değişti ki gördüğünüz fotoğrafından! Malum 8 aylık oldu bebeğim, ben 20 günlüktü gördüğümde:( Evet çok ayıp bana, biliyorum. Bir de siz üzerime gelmeyin rica ederim. O işi ufaklığım ve annem yeterince yapıyorlar zaten!

Art

Vaziyet budur:)

Harika bir haftayı geride bırakıp, enfes bir hafta sonuna doğru yol almamızı diliyorum. Bir de havanın -artık- bir miktar ısınmasını!

*Fotoğraflar, Riamaggiore ve Via Dell ‘Amore’den gözümüze takılan duvar resimleri çalışmalarından.*

Milano

Duomo

Milano için çok fazla söylenecek ve de yazılacak bir şey yok benim gözümden! Türklerin alışveriş için tercih ettikleri bir şehir olmasının yanı sıra gezilecek-görülecek bir kaç anıtı, yapısı mevcut ve İtalya’nın en modern şehri. Modanın merkezlerinden biri olmasının hakkını verircesine sayısız ünlü mağaza, stil sahibi ve şık İtalyan erkek ve kadınlar var sokaklarda. Hakikaten de gezdiğim ülkeler arasında şıklıkta ilk sırayı hep İtalya alıyor. Erkekler zarif, janti. Kadınlar hoş ve güzel giyimli.

Milano’ya Levanto’dan sabah kalkan trenle seyahat ettik. İtalya’da trenle seyahat, yapılması gerekenlerin başında geliyor. Milano Centrale Tren İstasyonu‘na vardığımızda gözlerimi alamadım diyebilirim. Bir tren istasyonu bu kadar mı güzel olur. Dışarıdan bakıp, “Milano Centrale” yazısını görmeseniz Viyana veya Paris’tekiler gibi bir opera binası zannedebilirsiniz. Milano’da bulunan La Scala mesela beni inanılmaz şaşırttı. Meşhur opera binası herhangi bir binadan farksız zira.

From Duomo

Meşhur Duomo Katedrali, Sforza Kalesi, Galleria’sı, La Sala Opera Binası, Santa Maria Kilisesi ilk anda turistlik ziyaret mekanları. Duomo beni büyüledi. Prag’daki St. Vitus’umu geçemedi ama oldukça etkileyici bir yer olduğunu söyleyebilirim. İçerisi de en az dışarıdan göründüğü kadar güzel. Şanına yakışır bir yer Duomo. Üzerindeki mermer heykeller, katedralin kapısı başlı başına gözünüzü alamayacağınız detaylar içeriyor. Hava ilk gün yağışlı olduğu için tam karşısındaki turistik bir kafede soluklandık ve birer kahve daha içtik. (Bu İtalya seyahati ve aldığımız espresso makinası sayesinde selülitlere de merhaba dedik ne yazık ki..)

Galleria

Katedralin bulunduğu meydanı çevreleyen alışveriş merkezlerinin bulunduğu yerde Vittorio Emanuele IL Galleria, Milano’nun en önemli merkezi olarak yer alıyor. Şehrin sosyal ve politik hayatının merkezindeki Galleria’da sayısız mağaza ve güzel restoranlar, kafeler mevcut. Milano Cafe tercih edilebilir burada.

Meydanda vakit geçirdikten sonra Sforza Kalesine de uğradık. Kalenin içinden geçip arkasındaki kocaman parkta yağmurda yürüyüş yaptık. Daha sonra otele dönüp güzelce uyuduktan sonra da Milano gece hayatı için farklı bir yere gittik. Milano halkının vakit geçirdiği barların, yerel restoran ve pubların bulunduğu bölge. Burada komik bir şekilde bizim esnaf lokantası kılıklı bir yere girdik yemek için. Yediklerimiz leziz, ödediğimiz bedel de çok komikti. Bir güzel safranlı, deniz ürünlü risotto yemişim ki yanına koca bir litre ev yapımı şarap ile sormayın gitsin.

Beautiful

İtalya’da Aperitivo kavramını sömürerek kullandık diyebilirim. İçkinizin ücretini ödeyerek aperatif yiyorsunuz. Deniz ürünlü makarnalar, risotto ve pizza tapılası lezzetler. Kahveleri enfes. Şarap deseniz hem ucuz hem leziz. Yani dedim ki içimden “Tanrım biliyorsun da beni buralarda dünyaya getirtmedin!” Yani bilemiyorum şarabı, kahveyi, deniz ürünü ve makarnayı, sosları bu kadar çok seven benim gibi bir kadın İtalya’da yaşasa hali nice olurdu:)

Tek eksik kalan parça Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği- “The Last Supper”ını göremeyişimiz oldu Milano’da. Santa Maria Kilisesi’nde bulunan ve Hristiyan inanışına göre İsa’nın çarmıha gerilmeden önce havarileriyle yediği son akşam yemeğini gösteren bu eşsiz eseri görebilmek için meğerse günler öncesinden randevu almak lazım gelirmiş! Ayrıca en fazla 20 kişilik gruplar halinde 15 dakikalık bir tur ile kendisiyle karşı karşıya gelebiliyormuşsunuz! Dedik belki bir dahaki sefere, olursa eğer:)

Milano Park

İşte böylece sayın izleyenler. İtalya seyahatini de aradan bir ay geçtikten sonra anca yazarak tamamlayabildim:)

Daha yazmayı planladığım, fotoğraflarla süsleyeceğim dün akşam katılmış olduğum şenlikli geleneksel şapka partimiz var. Haftaya Cumartesi de, yani ayın 25’i, benim bu yıl beşincisini vereceğim Erken Yılbaşı Partisi düzenlenecek inşallah. Bu yoğunlukta her şeyi son dakikaya bırakmak istemiyorum, bakalım neler olacak?

Cinque Terre: Masal Gibi..

Me

Cinque Terre’de yamaçlara kurulu denize nazır rengarenk evler tam da bir masalın ortasında, ya da bir sinema dekorunun içerisindeymişsiniz hissi yaşamanıza sebep oluyor mütemadiyen. Aynı şekilde yamaçlara setler şeklinde sıralanmış üzüm bağları, zeytin ağaçları ve limon bahçeleri ile de eminim bahar ve yaz aylarında çok daha çekici artistik görüntüler sunuyor ziyaretçilerine.

Riamaggiore‘den başlayan yolculuğumuz “Aşıklar Yolu”nu takiben bizi ikinci kasabaya Manarola‘ya taşıdı.

Manarola

Burada, bu bölgeye ait iki şey vardı denemek istediğimiz: İlki Focaccia. İtalyanların en meşhur “yassı ekmek”lerinden biri. Soğanlı, baharatlı, kurutulmuş domatesli, kekikli, zeytinli çeşitleri mevcut. Manarola’da minik bir dükkandan aldık taze taze ve yanına da bir küçük şişe şarapla tükettik.

Diğeri ise Farinata. Bu da bir çeşit ekmek. Özelliği ise nohut unundan yapılıyor olması. Kahvaltıda da tüketilebilen bu iki hamur işini, pizzalardan arta kalan anlarda zevk ve keyifle tüketebilirsiniz:)

Manarola Street

Colorful Manarola

Manarola’dan sonra Corniglia, sonrasında ise nefis Vernazza bizi karşıladı.

Bu kasabaların daracık sokaklarında dolaşırken bir yerlerde okuduğum İtalyanların Il dolce far niente, “the sweetness of doing nothing”, Türkçe meali ile “hiçbir şey yapmamamanın güzelliği” ile ne demek istediklerini anlıyorsunuz:)

Kah sokak aralarındaki küçücük balıkçı ya da restoranlarda kah deniz kıyısında, kayalıkların üzerinde elinizde kitabınız, şarabınız ya da kahveniz ile yüzünüzde aptal bir gülümseme, yüreğinizde tarif edilemez bir huzur ile başbaşa kalabilir; Cinque Terre’nin tadını çıkarabilirsiniz:)

Vernazza’nın minik plajı ve limanı sayesinde burada geçirebileceğiniz vakti daha etkili kılabilir, rahatlıkla denize girebilir, tekne ile açılabilirsiniz.

Beautiful Vernezza

Vernezza Scene

Cinque Terre’nin mücevheri de denen Vernazza benim bu beşlideki en favori ikinci durağım oldu.

Vernazza’dan trene atladığımız gibi soluğu aldığımız Monterosso‘da hayal kırıklığı yasadık. Zira uzun bir sahil şeridi ve bir sürü konaklanacak oteli, pansiyonu olan; bunun dışında da başka bir özelliği olmayan bir yer çıktı karşımıza. Yazın oldukça kalabalık ve eğlenceli olduğu söylendi bize. Sahildeki bir kahveye oturarak güneşi batırdık, sıcak çikolata içtik ve tekrar trene atladığımız gibi otelimize Levanto’ya döndük.

Unutamayacağım, masalsı bir tecrübe yaşattı bana Cinque Terre:) Umuyorum ki bu tecrübeyi yaşamak isteyen ve bu satırları okuyan sizlere de bende yarattığı etkiyi yaratır.

Sonraki durağımız Milano ile çok arayı açmadan burada olmayı umut ediyor ve Christmas şarkıları dinleyip dışarıda yağan yılın ilk karını seyrederken, elimde İtalyalardan taşıdığım espresso makinasında taze taze hazırladığım mis gibi kahvem ile keyifli bir hafta sonu diliyorum sizlere:)

Cinque Terre’den İlk Durak: Riamaggiore!

Riamaggiore

Bologna’dan bir sabah erkenden trene atladığımız gibi kalacağımız yer olan Levanto‘ya gitmekti hedefimiz! Amma velakin bizi sabah sabah karşılayan sağanak yağmur neticesinde tren seferlerinde ufacık aksamalar meydana geldi! Trenimiz Floransa-Pisa-Levanto şeklindeydi ve yaklaşık olarak 54 euro civarında bir ücret ödedik iki kişi. 3 saat sürecek yol 75 dakika rötarla katedildi ve biz kalacağımız şipşirin tatil kasabası Levanto’ya ulaştık yağmurlu bir akşam üzeri.

Levanto Cinque Terre bölgesine oldukça yakın, uzun kumsallı, sörfcüler ve dalış meraklıları için tam bir tatil cenneti. Ulaştığımızda minik kasabada incin top oynamaktaydı. Hatta valizlerimizi sürükleyerek yürürken yollarda açık hiçbir yer görmemizden sebep bayağı ürktüğümüzü itiraf etmeliyim ilk etapta!

From Riamaggiore

Cinque Terre, 5 Toprak anlamına geliyor. 5 güzel kasabanın birbirine bağlandığı nefis bir yürüyüş parkuru var. Aslen trek yapmak için ideal. Ama mevsimsel sebeplerden dolayı biz tüm kasabaları trenle katetmeyi tercih ettik. Zira bu kasabaların birbirine bağlantısı yalnızca trenle. Ya da dilerseniz yürüme yolunu kullanarak. Araba girmiyor kasabalara, çünkü onları bu kadar nefis yapan özellikleri dağ yamacına kurulmuş, daracık sokaklı yerleşim yerleri olması. Tren için 5 euro ödedik. 12 saat boyunca istediğiniz yerde in-bin yapabiliyorsunuz. UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yer alan bu nefis beşlinin ilki, aslen daha güneyde kalanı Riamaggiore size bugün bahsetmek istediğim kasaba. Bu beş kasaba yukarıdan sırasıyla Monterosso, Vernezza, Corniglia, Manarola ve Riamaggiore. Monterosso yerine Riamaggiore’den başlamakla çok iyi etmişiz, çünkü Monterosso’da bu yukarıda ve aşağılarda görebileceğiniz görsel şölenden mahrum kalıyorsunuz. Akşamüstü saatlerinde Monterosso’da olduğumuz için sahilde güneşin batışını izleyip nefis cappucinolardan yudumladık. Size de aynısını tavsiye edeceğim. İlk durak kesinlikle Ria olmalı:)

Riamaggiore again

Şansımıza yola çıkmaya hazırlandığımızda güneş ısıtmaya başlamıştı bizi:) Gün boyunca 15-16 derece bir sıcakta, çoğu zaman tişörtle dolaştık bu beş güzel kasabayı. Riamaggiore, neredeyse bu beşlinin arasında bizi en çok çarpan yer oldu. En fazla da burada vakit geçirdik. Her kasabaya yaklaşık iki saat ayırdık ve Riamaggiore’den Manarola’ya yürüdüğümüz yarım saat dışında trenlerde en çok 10 dakikamız geçti.

Buralar kesinlikle ömür uzatan mekanlar. Limon bahçeleri ve üzüm bağlarıyla dopdolu. Yaşayanlar genellikle orta yaşlı. Riamaggiore’de tepeye yürüdüğümüzde klasik İtalyan filmlerinde görebileceğiniz sahnelerden birine şahit olduk: İki yaşlı nine, ki birinin başı siyah eşarpla örtülü ve simsiyah bir kıyafet giymişti; diğeri ise bembeyaz pamuk saçlı ve geçirdiği yılların izleri yüzünde haritavari bir şekilde yerleşmişti sohbet ediyorlardı bir köşede. Muhtemelen güneşleniyorlardı da aynı anda:)

Kendimi bu kadar güzel hissettiğim ender zamanlardan birini yaşadım orada ben. Sıcacık bir hava, aşağıda deniz mis gibi, engin, uçsuz bucaksız, daracık sokaklarında çıt yok. Kasabanın muhtemelen birkaç kahvesinden birinin önünde birkaç İtalyan, orta yaşlı. Kahvede günlük işleriyle uğraşan, beline beyaz önlük bağlamış bir kadın. Boyuna uzanmış evlerin minik pencerelerinden sarkmış çamaşır asan bir kaç teyze..

Art From Riamaggiore

Yazlık mekanlar olmalarından sebep oldukça kalabalık olduğunu okumuştum Cinque Terre’nin. Biz şanslıydık bu yüzden. Kasım ayında çok az turist sebebiyle, aslen yerel halkı görme imkanı yakaladık:) Bir güzel kahve içtik açık bir yerde. Sonra da Manarola’ya, ikinci varılacak kasabaya gitmek üzere yine o güzelim daracık sokaklardan geçerek Via Dell ‘Amore’ye, Aşıklar Yolu’na uzandık. Aşıklar Yolu 2 km.lik yürüyüş parkuru ile iki kasabayı birbirine bağlıyor. Aşırı yağıştan dolayı diğer yürüyüş parkurlarında heyelan tehlikesi olduğu için sadece bu yol açıktı. Yol, sayısız kilitlerle sizi karşılıyor ve bu kilit silsilesi Manarola’ya dek sürüyor. Kilitleri, aşıklar aşklarını ölümsüzleştirmek için dilekler dileyerek asmışlar yol boyunca:) Merak ettik kaçı hala “kilitli” birbirine diye:)

Road to Via Del Amore

Daha başka ne diyebileceğimi bilmiyorum. Vakitsizlikten yazamıyorum, ve erteledikçe de tüm güzel detayları unutmaya başlıyorum bu seyahatime ilişkin. Tüm Cinque Terre’yi tek bir post olarak anlatmak isterdim, ama güzel bir sürü fotoğrafı paylaşmak istediğim için biraz da bölüverdim yine! En kısa zamanda diğer 4 kasaba ve son destinasyon Milano’dan da kısa kısa bahsedeceğim.

Seyahatler ve iş yoğunluğu beni bitiriyor son zamanlarda. Geçtiğimiz hafta yine iş sebebiyle İstanbul’daydım. Cumartesi gecesi Bursa, Pazar sabaha karşı İstanbul ve Pazar gecesi Ankara’ya uçarak -yine- kendi çapımda rekora imza attım denebilir:) Bu hafta benim eğitimini vereceğim üç ayrı konuda yarım günlük toplantı dizisi var. Sanıyorum Cumartesi yattığım yerleri beğeneceğim. Evet, evet artık yan gelip yatmak isteğindeyim iki gün de olsa!

Yaptığım şeyi seviyorum.

Bana gezebilmem için gerekli kaynağı sağlıyor:) Bana kendimi yararlı hissettiriyor. Öğretiyorum. Öğreniyorum. Daha ne olsun?

Streets from Ria