Tam 1 haftalık ama, fazla değil! Eksik, hiç değil:)
Antalya’da “melül bakan kuzu”m için.
İstanbul’da “bizzat kendim” için.
Antalya?
Vallaha Yat Limanını tepeden gören, Askeriyenin yanında “Yuvam” adında bir cafe var. Annemle benim ağlayıp, güldüğümüz, salya sümük bira içip, kah çakır keyif, kah normal eve döndüğümüz buluşma noktamız. Garrsonu-yılda bir defa da gidiyor olsak- bizi tanır, patatesimizi bol ketçaplı (annekuş öyle sever), biraları buzlu bardakta getirir. Bir de bizim annemle ne zaman gözlerimizde yaş olsa masaya fındık-fıstık taşır. Ortamı yumuşatmak, ilgiyi dağıtmak için herhalde!
Annekuşum resim yapar benim. Sayısız güzel tablosu var, yakında sergisi olacak Antalya’da! Hatta 2 tablosu bende-ki en sevdiklerim:) Onun sayesinde, zaten suluboyayı çok seven bir kadın olarak, bir adamla tanışmıştım: Hasan Kırdı. Onun sergisi varmış kalktık gittik annekuşumla. Beni benden aldı yine resimler. Büyük ebatlı tablolarından 2 tanesine resmen aşık oldum. Param olduğunda onun resimlerini toplamaya karar verdim.
Antalya ile ilgili ilginç bir gözlemim var uzundur paylaşacağım, unutuyorum: Bu Antalya’da taksi bulmak için ya durağa gitmek ya da durağı telefonla aramak zorundasınız. Her defasında elimde kocaman valiz yol kenarında sol şeritten son sürat geçen taksilere el sallıyorum, ı-ıh biri de insaf edip durmuyor! Antalya’da -alıştığımızın aksine- siz yürürken “dırt dırt” korna çalarak yanınızda sizi takip eden taksiye rastlamak imkansız nerdeyse. Bu durum Avrupai biraz, ne dersiniz?
Antalya sıcaktı, bahar gibiydi, sabah erkenden kuşlar cıvıldaşıyordu. İçimse kapalı, parçalı bulutluydu. Antalya ve ben-hatıralarımdan sebep- hiçbir zaman barışamayacağız herhalde! Uzağım, uzaksın, uzak! Acısın, acıyım, acı!
Neyseki en güzel tarafı “melül bakan kuzu”m:) 9. ayını bitirmiş. Hiç de bana benzemiyor bu arada, aynı annesi:) Kardeşimle birlikte ne güzeller. Gözlerim dolu dolu oluyor onlara baktıkça. Annemse aşık torununa. İlk torun, kız torun:)
İstanbul?
Yağmurlu, bulutlu, kapalı.
İlk akşam -uzakta olmamızdan sebep bir arada geçirilemeyen bir- doğum günü yemeği vardı. Ben yaptım. Viva tavuklu, sebzeli noodle! Yanına son gözdemiz ANFORA Cabarnet Sauvignon. Üzerine doğum günü pastası, üzerine doğum günü hediyesi.
Ertesi gün oldu aldım başımı Taksime gittim. Pera Müzesi‘nde kaçırmak istemediğim bir sergi vardı: “Frida&Diego.” Ve fakat her ne kadar o sergi için gittimse de, “Çarlık Rusyasından Sahneler”e de bittim, bayıldım tek kelimeyle.
Dönüş yolunda dedim “İnci’de profiterol yemeyeli ne kadar olmuştur?” İç sesin verdiği cevaba karşın üzüldüm, dedim mutlu edeyim kendimi. Girdim İnci’ye, kaptım bir tabak bol soslu profiterol. Çikolata hakikaten de mutlu ediyormuş adamı. Çıktım yağmurda yürüdüm metroya, ver elini Levent.
Ayşegülüm Sultanım’da yemek ve sohbet. Ne kadar özlüyorum dostumu bir bilseniz? Mutlu ve huzurlu ya, olsun diyorum. Dayanırım ben onsuzluğa. Nasılsa Ankara-İstanbul 1 saate bakar çok bunaldığında..
Cumartesi sabahı Bebek sahilinde yürüyüş. En sevdiğim. Bir tek hafta sonları güzel ve keyifli ve uzun bir kahvaltı yapabiliyor olmamızdan sebep Cumartesi yürüyüş sonrası kaçırmadık fırsatı:) Omleti, rokalı-çilekli tabağı, peynir çeşitleri ve mis gibi börekler eşliğinde belki de uzundur en zengin kahvaltı saatimizi İstanbul’da geçirdik. Akşamına Manhattan’da dinlemeye alıştığımız ANONİM‘i İstanbul sahnesinde seyretmeye Hayal Kahvesi Bistro‘ya! Yine çok eğlendim, dans etmediğim bir parça bile olmadı. Bir sürü içtim, ve sabaha karşı Kızılkayalar’dan ıslak hamburgerimi de yemeyi ihmal etmedim! “İstanbul’da yapmayı sevdiklerim” listem olsa:) rahat yine oradan 3-4 maddenin üzeri çizilmiş olurdu:)
Gitmelerin en sevdiğim tarafı sonunda dönecek bir evim, yuvam olması fikri.
1 haftalık uzaklaşma kısa bir süre daha idare eder beni. İlk yeni kaçamağıma kadar biraz spor, biraz dostlarla rakı-balık, birazdan belki de fazla okunacak kitaplar, dinlenecek yeni keşfedilmiş güzel parçalar, seyredilecek filmler ve yazılacak hikayeler olacak hayatımda. Daha iyisi size olsun:)