Keyif ve Lezzet Durakları Konulu Yazılar

Kasım

Gerswin

2008 yılının Kasım ayına da girdik, hayırlı uğurlu olsun. Kasım ay benim için önemli biliyorsunuz: Bu ay doğmuşum ben. Ayrıca Kasım ayına ilişkin bir dolu enteresanlıklar, bana kendini hiç unutturmayan bazı an’lar var hayatımda, şöyleki;

İlk erkek arkadaşımla bu ay ayrıldık, bir sonrakiyle bu ay çıkmaya başladık. Beni en acıtan adam da yine Kasım doğumlu. Hem en güzel, hem de en sıkıntı verici herşeyi hayatımda ağırlıklı bu ayda yaşadım!

Tek başıma ilk Prag seyahatimi yine bir Kasım ayında gerçekleştirmiştim. Nevşehir’e ilk defa Kasım ayında gittim, balona binemeden döndüm:( İlk Amasra seyahatim de yine bu aydı. Canlı Balık’da yemek yiyip, Torsten’a fal baktırmıştım:)

En çok para kazandığım işimden bu ay istifa etmiştim. Tam 7 yıl olmuş! En büyük projemin tamamlandığına ilişkin resmi maili de Kasım ayında aldık geçen yıl. Ofisimdeki herkes Kasım doğumlu!

JTB’nin kafamda oluşma zamanı Kasım ayında bu kadını keşfetmeme denk gelir.

“November Rain”in anlamı çoktur bende, severim. Her doğum günümde kar yağar Kasım ayında. Benim için yeni yıl bu ay başlar, Susan Miller’in Kasım raporlarına fena tav olur, bütün yılın önemli tarihlerini işaretlerim bir yerlere:)

Bir sürü dilek dileyeceğim bu defa Kasım ayından tüm içtenliğimle, lütfen kusuruma bakmasın. Bir dahaki yıl kendisi ile karşılaşıncaya dek, hayatımda olmasını istediğim bir sürü şey var zira. Kolay değil, seneye bu zaman yolun yarısında, Dante gibi ortasında olacağım ömrümün. Hakkım olsun o kadarıda değil mi ama?

Sabah Andrea’nın yeni tasarımını gördüm, çoook beğendim. Biri bana alabilir mi acaba?

Cuma sabahı işte 1, akşamı derste 2 olmak üzere toplamda 3 sunum yaptım, gönül rahatlığıyla eve döndüm! Daha sabahtan aklımdaydı Lazanya yapmak. Birkaç Cumadır böyle sabahtan Lazanya-Şarap diye meliyorum zira. Önceki hafta kıymalı yapmıştım. Bu hafta aklımda tavuklu-mantarlı yapmak vardı. Sevgili‘ye sipariş etmiştim tavuk, mantar, süt diye.. Eve gelir gelmez soluğu mutfakta aldım, yarım saat içinde lazanyayı fırına verdim. 15 dakika sonra da yiyorduk gecenin bir körü:) Lazanya-Şarap-Salata üçlüsüne masamızda birbirinden güzel konser DVD’lerimizi eşlikçimiz yaptık: Norah Jones, Diana Krall, Frank Sinatra, Sting, Henry Connick, Jr. Harika kafa yaptı müzikler, yoksa bir şişe şarapla sarhoş olunduğu nerede görülmüş benim tarihimde:)

Hafta sonu Ankara’da İncek Motodrom’daki Türkiye Motokros Şampiyonası finalini izlemeye gittik. Neredeyse boyları sadece dizime gelen bebelerin, robocop kıyafetleri ve korunaklı ekipmanlarıyla minyatür motorsikletlerle yarışmasına inanamadım! Ne ana-babalar var dedim kendi kendime. Ellerinde ufaklıkların kupaları pek memnun görünüyorlardı.

Hava çok güzeldi Cumartesi-Pazar Ankara’da. Bir dolu şey yaptık yine: Hiç gazete okuyamadım! Aynen hiç televizyon seyredemediğim gibi.. (Nefret ediyorum artık her türlü gazete ve TV haberinden, oralarda gördüğüm her türlü iğrenç, yılışık, ahlaksız, yalancı, üçkağıtçı, aciz surattan!) Başak’cımla buluşup 365’deki Kahve Keyfi’nde kahve içtik. Uzun aradan sonra Sevgili ile Pizza yedik dışarıda, yanında bira ile. Motorsikletle dolaştık, mis gibi havayı içimize çeke çeke. Akşam Zodiac yaptık yine, Manhattan’ı sevmedik Cumartesi gecesi. November’ın ve Marilyn Monreo Bar’ın kalabalıklığına hayret ettik. Kendime söz verdiğim üzere çok az içtim:)

Pazar sabahı Brunch yaptık, sonra Park Caddesinde bir yerde kahve içip, tatlı yedik. Dönüşte yarışı seyrettik. Akşam ödev hazırladım:) Evde bir sürü yemek yaptık arada yine taze taze aldığımız sebzelerle: Taze fasulye, mis gibi ıspanak, diri kabak ve nohutlu pırasa bu haftaki menümüzde yer alan yemekler dostlarım:) Anne kuşun kargo ile gönderdiği avakadoları da sırasıyla olgunlaştırıp, domatesin yanına yatırıp üzerlerine sızma zeytinyağı gezdiriyoruz. Eski sevdiğimiz filmleri bir bir yeniden seyrediyoruz: Devil’s Advocate, V For Vendetta, Pearl Harbour, Leon..

Doğum günüm için ne yapacağıma karar veremedim henüz! Her yıl, bir dahaki yıl kutlama falan yapmam artık diyorum ama.. Bize eğlence olsun da:))

Zayıflıyorum.. Bütün pantolonlar bol gelmeye, streç diye aldığım kotlar tabir yerindeyse kıçımdan düşmeye başladı. Halbuki hafta sonu sıkı tenis seanlarına bir müddettir ara vermiştik, benim sağlık problemlerimi aşıncaya kadar! (Koşturmak, hoplamak, zıplamak bir müddettir yasak da bana.) Evet sağlıklı besleniyorum, sebze-salata bol bol yiyorum. Günde 3 öğün dışında ağzıma bir parça bisküvi bile atmıyorum. Hafta sonları da nasıl oluyor anlamıyorum, ama 2 öğünle noktalıyoruz günlerimizi. Benim adam her gün 45 dakika evden işe, sonra da okuldan eve yürümeme bağlıyor bu durumu. Sanırsam bir müddet daha araba falan alamayacağız:) Bu yaştan sonra bu kiloyu bir daha zor görürüm ben zira!

Günler Geçerken Ekim’den Kasım’a..

Begonvilles

Bendeniz çok, ama çok yorgun hissediyorum kendimi bu aralar. Öyle böyle değil hemde. Normal şartlar altında – hatta kendimi bildim bileli – öyle yatakta keyif yapmalar, uzun saatler boyunca kalmalar falan bilmedim hiç ben. Hafta içi-hafta sonu farketmez, erkenden kalkar; günü yakalamak için güne erkenden başlamak gerektiğini savunurdum. Uykuda geçirdiğimiz zamana acırdım falan.. Gelin görün ki tatilden sonra tam tersi olmakta: Sabahları sürünerek işte olmam gereken saatten bir saat önce anca kalkabiliyorum. Evden çıkınca Sevgili‘nin işte olması tam 10 dakika sürerken (yürüyerek gidiyoruz hemde), benim işe ulaşmam en iyi ihtimalle 45-50 dakikayı buluyor. 20 dakika yürüyorum, sonra dolmuşa biniyorum. Ve tabi duştu, makyajdı, saç kurrutmaydı, kıyafet seçme ve akabinde giyinmeydi derken her gün geç kalıyorum işe! Duş almassam da uyanamıyorum:( Akşamları deseniz en iyi ihtimal ile saat 21.30’a doğru evde anca olabiliyorum. Birşeyler atıştır, iki çift laf et, bir şeyler oku falan oluyor saat geceyarısına yakın bir rakam! Bu ara “Leyla” modundayım yani. Sanırım yaşlanıyorum:( JTB ile yakın istişarelerde bulunamama sebebim de budur.

Ama bugün -yine- bazı kararlar aldım. O sebeple -yine- güzel bir begonvil fotoğrafı ile biraz laflayayım dedim sizlerle:) JTB’yi begonvilsiz düşünemiyorum. Her yazdan, her farklı kentden mutlaka bir begonvil fotoğrafı koyuyorum buraya:) Alınan kararlar hiç bitmiyor ne yazık ki.. Ne zaman hiçbir şey için karar vermem gerekmeyecek acaba çok merak ediyorum!

Dersler başladı, akabinde ödev konularımızı da aldık. Sınav tarihleri de belli oldu. Ben kaliteciyim diye kalite dersinde 2 ödev birden verildi bana! Tüm bu okul ve iş ikilisinin arasında, her kadının yaptığı şeyleri de yapıyorum tabi. Hafta sonları çamaşır yıkamak, o hiç sevilmeyen kışlıkların kaldırılıp, yazlıkların çıkarılması, yemek-mutfak temizliği vs.. gibi. Arada sporu ihmal etmeyelim, aman hava da ne güzel dışarıya mutlaka çıkıp, yürüyüş falan yapalım, akşamları birkaç kadeh içelim, müzik dinleyelim bir yerlerde… Hiçbir şeyden vazgeçemeyince de haliyle yorulup bitiveriyorum:(

Dalyan Turkey

Misal, Canım arkadaşım, güzel kadın Tolunay’ın doğum gününü kutladık 10 kadın Akdeniz Akdeniz‘de Cumartesi akşamı. Biz Sevgili ile de burayı pek seviyoruz. (Evimize 2 dk. 🙂 Biliyorsunuz bir zamanlar Balıkçıköy’den bahis edip dururdum, oldukça uzunca bir süre neredeyse haftada en az 2 gün oradaydık. Ama ne yazık ki çok nahoş, beni ve dostlarımı çok üzen bir durum meydana geldi birkaç ay önce:( Balıkçıköy’ün şen, neşeli, tonton, dedemden bile neredeyse bana daha yakın, aramızda farklı bir enerjinin var olduğu şefi, mekanın herşeyi Burhan Amca’mız vefat etti:( Dolayısıyla oraya gitmek artık hiç birimizin içinden gelmez oldu. Hatta ilk akşam elde rakılar hüngür hüngür ağlıyorduk bir doğum günü yemeği olması beklenen yemekte! Bu sebepten yeni bir mekan arayışından şanslı çıktık ve bu güzel, keyifli, eğlenceli, lezzetli menüsüyle bizden geçer not alan mekanı bulduk. Cuma ve Cumartesi akşamları canlı müzik var. Aslen dermatolog olduğunu öğrendiğimiz, hoş bir hekim hatun solist. Fransızcası harika, Edith Piaf’dan giriyor, Patricia’dan çıkıyor. Ardından Yunan müziklerini başarıyla icra ettikten sonra, programının ikinci yarısında Sezen Aksu, Candan Erçetin’den dolu dolu bir müzik ziyafeti sunuyor. Bu arada bizlerde hem sohbet-dedikodu yapıyor, hem de hangisinden yiyeceğimize bir türlü karar veremeyip hepsinden azar azarla oluşturduğumuz tabağımızdan küçük lokmalarla, rakımızı huşu içinde yudumluyoruz. Çok eğlendik tabi her zamanki gibi. Yalnız masadaki her kadından aldığım toplam iltifat sayısını bunca hayatımda hiçbir erkekten almadım desem! Zayıflığıma takıldılar çokca.. Hiç yemek yemediğimi sandılar, ama allahtan Ayşegül Sultan ve Tolu biliyorda nasıl yediğimi, anoreksik kadın damgası yemekten son dakikada kurtuldum:) 5. dublemi masaya koyduğumda saatlerimiz 23:30’u göstermekteydi, program bitti. Biz de daha azalan bir ekiple Dib Sahne‘de Anonim’i dinlemeye gittik. Pek güzeldi o da, dans ettik topuklularla, pek deşarj olduk. Üniversite yıllarımın, o zamanki A BaR’ımın en favori grubuydu Anonim. Hey gidi hey dedik..

Dalyan 1 Turkey

Cumartesi akşamı da canımız sıkılmıştı evde bir saate kadar. Gündüz acayip çalışıyoruz evde ikimiz. Tüm haftaya yetecek yemek yapıyoruz örneğin. İnsanın eşi, sevgilisi böyle mutfaktan falan anlayınca, hatta anlamakla kalmayıp siz mutfağa girdiğinizde işin bir ucundan da ben tutayım yorulmasın kadıncağız diye düşünüp elinde ne varsa bırakıp gelip 2 kap yemek de o pişiriyorsa.. Ben o zaman o adamı sevmem de ne yaparım:) Çok keyifli mutfak saatlerimiz. Bayılıyorum. Zaten yemek yapmayı severim, böyle olunca duble keyifli oluyorum. Akşamın bir körü hadi dedik, dışarı çıkalım biraz. Manhattan da eve yakın. Evin böyle her tarafa yakın olmasına da bayılıyorum ben:) Bonus Track çalıyormuş. Eh klavyeci ile basçı eski arkadaş Sevgili ile benim. Dedik tanıdıklar var, kafa dağıtmaya birebir yaptıkları müzik, eğlenceli. Çokda iyi yapmışız, eve geldiğimizde tabanlarım ağrıyordu dans etmekten gerçi. Diyorum ya ne yardan ne serden hesabı. Herşeyi yapacağım, her yerde olacağım, her işin altından kalkacağım ya. Acaba önceki yaşantımda Biyonik Kadın falan mıydım da, şimdilerde de öyle hala bir şeyler dürtüyorda o hissiyatla kendimi telef ediyorum?

Pazar günü sakindi ama allah için:) Uzunca zamandır gitmediğimiz Papazın Bağı’na gittik kahvaltıya, sonra paso evdeydik. Annem ve babamın Papazın Bağın’da nişanlılıklarında çekilmiş bir fotoğrafı var:) O kadar eski bir yer yani. Ama tabi ortam güzeldi de ben yine yurdum insanının terbiyesizliğinden, çevresindekilere saygısızlığından sinirlenecek bir şeyler bulmayı başardım: Kardeşim sabahın erken bir saati, kuş sesleri, su şırıltıları arasında semaverde çay, güzelce kahvaltı etmeye, huzura gelmişsin. Ne diye bas bas bağırarak konuşursun ki karşındaki kadınla sanki kadın 2 sokak yukarıdaki mahallede yaşıyor gibi! Ne huzur kaldı, ne keyif gelince bu iki gerzek. Bir aile kalktı gitti zaten. Yanlarında çocukları olmasına rağmen normal ses tonuyla konuşan, normal, terbiyeli bir aileydiler yazık. Ben zaten semaveri adamın kafasına geçirmeye ramak kala kalktık! Deli oluyorum saygısız, adapsız insanlara. Sanki çoğalıyorlar mı ne? Ya bunun çocuğu olursa? Bundan bir tane daha, düşünün.. Kabus!

Evet, çene nasıl düşüyormuş görüyorsunuz. Halbuki daha anlatacak bir sürü şeyim var. Misal; artık kredi kartı kullanmıyorum. Para biriktiriyorum. Evet ben:) Onuda bir sonrakinde anlatayım bari. Evet sonraki yazıda konum biraz bu olacak. Hayır evde tasarruf konulu dersi verecek biri değilim biliyorum, ama hiç olmayacakmış gibi gördüğüm bazı şeyleri nasıl yoluna koyduğumu ve durum sonrası şaşkınlığımı paylaşmak istiyorum müsadenizle. Şimdi gidip sunumuma çalışayım biraz. Yarın sabah Asistan Oryantasyon Programı için yıllardır gidip bir salonda asistanların bizatihi kendilerine anlattığım Hasta Güvenliği konulu dersi, oturarak ve kameralar karşısında anlatmam gerekecek de.. Teknolojiden yararlanıyoruz bizde artık. Asistanlarımızın zamanı yok oryantasyona gelmeye diye, CD’ler yapıp ellerine veriyoruz:) Umuyorum ki merak edipte bakarlar. Çünkü 1 hafta boyunca her gün en az 4 konuşmacı onlar için 2 saatlerini bu çekim işi neticesinde bir odada ışıklar, spotlar ve kameralar altında gergin geçirmekteler. Hadi bakalım görüşmek üzere. Bugün ne ile uğraşıyorsanız işleriniz hep yolunda gitsin:)

Dalyan, İlk Defa!

Dalyan 2 Turkey

Bu tatil, daha önce hiç görmediğim yerlerde bulunma fırsatı yaratmasından sebep benim için daha da anlamlı oldu. Keşfedilmemiş Cennet diyebileceğim Dalyan’a bu ilk gidişimdi. Başak’ın ayarlaması sonucunda 2 gecemizi de Dalyan’da geçirmeye karar vererek ve kendimizi oldukça kısa bir yolculuk sonrası Kano Otel‘de buluverdik. İşte izlenimler:

~ Otelimiz harikaydı. Toplam 11 odalı butik tarzda hizmet veren otel, Tolga Savacı ve eşi şeker Özlem hanım tarafından işletiliyor ve hemen Dalyan kanalının yanıbaşında. Özellikle akşamları tam karşısındaki 2500 yıllık muhteşem Kral Mezarlarının seyrine doyum olmuyordu. Sabah kahvaltıları da çok özenli ve çeşit açısından benim için yeterliydi. Otelimizi kesinlikle tavsiye ederim.

~ Benim en sevdiğim tarafı Dalyan’ın sazlıklarla çevrili kanalı oldu sanıyorum. Meşhur İz Tuzu Plajına ve daha birçok yere ulaşım küçük teknelerle yapılıyor. Çevreye özen göstermeye çalıştıkları belli gibi, zira güneş enerjisi ile çalışan tekneler vardı ortamda. Caretta Carettaları beslemeye götürüyorlar isterseniz sizi sabahın erken saatlerinde:)

Dalyan 3 Turkey

~ Her yer yabancı turistlerle, daha çok da İngilizlerle dolmuş taşmış vaziyetteydi. Yerleşen, bir çok mülk sahibi olan yabancıya rastladık çarşıda.

~ Kaunos Antik Şehri var Dalyan’da. Kıyıdan bindiğimiz tekneyle yaklaşık 20 dakikada ulaştık şehrin başladığı noktaya doğru yürüyeceğimiz patikaya. Kaunos 3 km. kadar içeride zira. Yarım günümüzü geçirdik orada. Görülmesi gereken yerlerden biri, ama ne yalan söyleyeyim Efes’ten sonra hiçbir yer beni kesmiyor!

~ Kalan günümüzü İz Tuzu Plajında tamamladık. Yaklaşık 6 km. olduğunu söylediler plajın, alabildiğine kum. Oraya da teknemizle ulaştık sazlıkların arasından kanalda ilerleyerek. Kaplumbağaların yumurtalarını bıraktıkları yermiş ayrıca İz Tuzu. Müthiş dalgalı bir denizi vardı. Afiyetle hamburgerlerimizi yedikten sonra attık kendimizi dalagaların içine, oynadık durduk uzunca bir süre. En son ne zaman, nerede bu kadar dalgalı bir denizde oyunlar oynayıp, atlayıp zıplamıştım hatırlamıyorum:) Yediğimiz herşeyi yarım saat içerisinde erittik sanırsam.

Kaunos Dalyan Turkey

~ Son gece akşam yemeğimizi Dalyan’ın meşhur restoranlarından biri olan Safran‘da yedik. Burası otelimizin hemen yanındaydı. Bahçeden restoranın bahçesi bir miktar görünüyordu. Orda yemeğe karar verdik ve rez. yaptırmadık, nasılsa görüyoruz burdan boş diye:) Dalmışız muhabbete, e hadi yemek yiyelim artık diye bir kalktık ki tıklım tıklım olmuş! Neyseki yan tarafta olduğumuz için bize servis yaptılar ve yemeğimizi otelimizin bahçesinde yedik. Mükellef bir sofra ve neredeyse yediğim en güzel steak unutulmazlar arasında. Biraz tuzlu bir yer fakat.

~ Yemekten sonra biz Sevgili ile Dalyan gecelerine akalım dedik diğer çiftlerimiz yatak yolunu tutarken:) Bir karaöke bara gittik önce. Fakat söyleyemedik, biz karar verene kadar karaöke saatini bitirdiler! Çok dans ettik ama, istek yaptık bol bol. Sevgili bana Franz Ferdinand’ın Take Me Out parçasını yolladı, ki en sevdiklerimden biridir:) Sonra orayı kapatıp bir motorcu abimizin işlettiği rock bara gittik. Orada artık sakinledik ve döndük otele saat 03:00 civarlarında.

Datca House

~ Küçücük bir yer Dalyan, ama bence çok huzurlu. Geceleri barlar sokağı edasında gümbür gümbür görmedik hiç, sakin bir yer. İlk gece sağanak yağmura yakalandık dışarıda yemek yerken. Ayakkabılarımı elime alıp, çıplak ayakla yürüdüm bütün Dalyan’ın merkezini:) Çıplak Ayaklı Kontes halimden vazgeçesim gelmedi hiç anlayacağınız.

2 günün sonunda, sabah kahvaltımızı yapıp vedalaştık arkadaşlarımızla. Onlar sonraki 1 haftalık bayram tatillerini geçirecekleri Kaş’a doğru yola çıkarken bizim rotamız kuzeye doğru şu şekildeydi: Önce Marmaris üzerinden Datça. Orada kalıp, bükleri gezecektik. Sonra feribotla Bodrum. Belki birkaç gece de orada kalıp, Kuşadası’na da uğrayarak ailemizin bulunduğu Seferihisar’da soluklanacaktık. Aynen böyle yaptık. Datça’da 2 gece kaldık, Eski Datça’da. Çok beğendim, çok güzel bir yerdi. Datça’da ise bir numara yoktu bence. Sadece Datça yolunda İnbükü ve sonrasında Kargı koylarını gezebildik. Diğerlerine vakit kalmadı:(

Feribotla yolculuk keyifliydi, Bodrum’u en son 1996’da mı ne görmüştüm!! Şaka gibi. Am bu gidişimde nedense bana çok güzel geldi. 1 gece kaldık Bodrum’da. Gündüz Gümbet’e gidip denize girdik, yayıldık, güneşlendik; akşam da Cafe Del Mar‘da sahilde, denize sıfır minderlerin üzerinde içkilerimizi yudumlarken güneşi Bodrum Kalesi’nin ardından batırdık. Sonra yemek için hemen burasının yanındaki bir balıkçıyı tercih ettik. Adını hatırlayamıyorum mekanın ne yazık ki, ama muhteşemdi yediklerimiz. Taş Plaktan nağmeler eşliğinde harika mezeler tattık. Ücret de çok makuldü. Sonrasında ise kendimizi bence Bodrum klasiği Körfez Bar‘a atarak deliler gibi eğlendik. Eskiden de severek gittiğimiz bir rock bardı Körfez, şimdi daha da güzel olmuş. Çalan tüm parçaların videoları bardaki ekranlardan beğeninize sunuluyordu.

Ertesi sabah tekrar yol. Kuşadasında bir yemek molası, ardından Seferihisar. Sonunda, bir ev. 4 gün de orada dinlendik. İzmir’e gidip geldik birkaç defa. Sevgili‘nin arkadaşları ile buluştuk Karşıyaka’da. Ben çok sevdim Karşıyaka’yı. En kısa zamanda yine gelecek ben diyerek, bir Cumartesi sabahı gayet güzel, ama parçalı bulutlu bir havada atladık motorumuza ve uzun konvoy oluşturmuş tatilcilerin arasından sıyrılarak akşam vakti evimize kavuştuk. Ne özlemişim. Tatil güzel tabi ki, ama hiçbir yer evimin yerini tutmuyor nedense!

İşte böyle bitti bir tatil daha. Şimdiden Kurban Bayramı’nı değerlendirmek için fikirler uçuşuyor kafamızda. Ama benim dersler, ödevler, sunular ve sınavlar arasında bu işin tüm sorumluluğunu Sevgilim‘e bırakmış olmamadan sebep bilemiyorum kesin destinasyonları. Süpriz olacak sanırsam:) Süprizler güzeldir.

“Işığını Arayan Tekne”de BİZ:)

Road to Marmaris Turkey

*Maceramızın başlığının isim annesi tatilimizin ilk yarısındaki takım arkadaşlarımdan Sevgili Başak’tır.*

19 Eylül Cuma gecesi ertesi sabaha karşı 01:00 civarlarında yatağı görebildik. Hazırlıklar tahminimizden uzun sürdü zira. 50 lt.lik bir çantaya sığmakla ilgili süper tecrübe edindim ama onu söyleyebilirim:) Ayakkabı, terlikler ve banyo-bakım malzemeleri için ayrı bir sırt çantası yaptık. 2’de uyku tulumu. İşte hazırdık!

Sabah saat 07:00’de motora eşyaları yüklemiş, km.yi sıfırlamış, kuşanmış, gayet hazır bir halde start verdik uzun yolculuğumuza serin, gri-mavi bir atmosfer içerisinde. İlk rotamız Ankara-Marmaris hattı. Endişeliydik yol boyunca. Çünkü Afyon sonrası, hatta Dinar’a kadar kocaman parçalı bulutlar ve rüzgar hep bizimleydi. Ödüm koptu yağmur yağacak diye, ama sanırım ya ben çok dua ettim ya siz, yağmura yakalanmadan vardık Marmaris’e akşamüstü saatlerinde. (Ankara-Polatlı üzerinden Afyon- Dinar-Denizli- Muğla ve Marmaris.)

Elimden geldiğince aşağıdaki haritada göstermeye çalıştım toplam yaptığımız yolu. Yani ilk rotamız ve sonrası, toplamında 1920 km.lik mesafeyi yaklaşık şu şekilde katettmişiz.) Evet. 1920 km.!! Bir önceki seyahati katladık anlayacağınız:)

Bike Route

Marmaris’e sağsalim ulaştık ve hemen geceleyeceğimiz otele yerleştik. Bir duş, ardından Marmarisin içinden limanına uzanan kısa bir yürüyüş ve en nihayetinde yemek yemek için bir durak seçip sandalyelerimize yerleşme faslı. İşte en sevdiğim an bu andı dostlarım. Benim ince belli uzun bardaktaki Tekirdağ ile buluşmam neticesinde anca kendime geldiğimi söyleyebilirm:) Yemeğe oturduğumuzda inceden yağmur yağmaya başlamıştı bile. Sanırım saat 23:00 civarlarında odamıza doğru yol alırken, yağmur da kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Hatta biraz ıslandık. Gece, özellikle sabaha karşı saatlerine kadar gök gürültülü sağnak şeklinde yağmur yağdı ve neredeyse Marmaris’i sel aldı! Hatta sabah kalktığımda yataktan ayaklarımı yere indirmemle ayaklarımın su içinde kalması bir oldu: Odanın ortasına kadar yağmur suları taşarak gelmişti balkondan:( Neyseki biz toparlanıp kahvaltıya inerken otel sahipleri odanın icabına bakıverdiler ivedi bir şekilde.)

Başak’ın telefonu ile onların da sabaha karşı Marmaris’e geldikleri ve hatta halihazırda teknemizde olduklarını öğrendik. Limanda teknemizi bulduk: Yasemin Sultan! Tekneyi gördüğümde oldukça şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Her ne kadar fotoğraflarını da görmüş olsam, teknemiz benim -ve diğerlerinin- beklentilerimizin hayli üzerindeydi! 2 direkli, 4 kamaralı, 28 mt.lik kocaman bir yelkenli.

6 KİŞİ Güzel güzel yerleşip, hızla alış-verişimizi yaptık. Zira anlaşmamıza göre içeceklerimizi kendimiz alacaktık. Tahmin edeceğiniz üzere benim gibi içmekten keyif alan bir takım arkadaşlar olunca yolculukta, haliyle yüklüce bir alkollü-alkolsüz içecek alışverişi yapıldı. Tekne sahibinin -takım arkadaşlarımızdan birinin arkadaşıydı kendisi- devamlı başımızda “Yok artık, içemezsiniz 4 günde bu kadar şeyi, yapmayın ya, almayın, kalır, yazık olur” serzenişlerine bir noktada aldırmaya başlama ihtiyacı hissederek durduk! Durduk durmasına da.. Tatilin 3. günü öğlen saatlerinde tekneden bira alış-verişine başlamıştık bile. Liste, ilgisini çekenler için şu şekildedir. İlgisini çekmeyenler 3 alt satırdan devam edebilirler:)

İçecek Listemiz: 8 şişe Kırmızı, 1 şişe Beyaz Şarap. 48 Büyük, 24 Küçük Bira, 2 şişe Yeni Rakı, 1 Büyük şişe Votka ve 1 şişe Viski. (Bunları akşamüstü güneşi batırıken içtik.) 24 Kutu Diet Kola ve Zero karışık. 12 Kutu Ice-Tea ve 4 Kutu Red-Bull. Su mu? Hatırlamıyorum, kolilerceydi.

Hava bize güzel yüzünü göstermeye, bulutların yavaştan dağılmaya başladığı an, saat 10:00 civarlarında limandan ayrılarak, hayatımın gerçekten en güzellerinden biri olacak o 5 günü geçirmeye doğru yola çıktık.

Marmaris Harbour

Yolculuk başladı, havanın da güzelleşmesi ile birlikte artan keyfimize keyif katıp, güvertedeki yaklaşık 15 kişi için tasarlanmış minderli bölüme yayılıverdik. Gezdiğimiz tüm koyların listesini Başak tutmuştu. Ondan aldığım şekliyle buraya iliştiriyorum:) 21 Eylül Marmaris-Arap Adası- Bozukkale, 22 Eylül Bozukkale-Oğlan boğuldu:)- Kızılada, 23 Eylül Kızılada-Söğüt ve 24 Eylül Söğüt-Serçe- Kumlubük (Akvaryum) Bence en güzel koy, en son geceyi geçirdiğimiz Akvaryum Koyu idi. Yemyeşil ağaçlar, inanılmaz renkteki deniz küçücük bir koyda buluşmuş ve ortaya muhteşem bir manzara çıkarmıştı. Buradan teknemizi fotoğraflama imkanı buldum. Onu da yazının ikinci yarısında ekleyeceğim.

Sabah kahvaltılarımız, öğlen ve akşam yemeklerimiz tamamen bir şölen havasında geçti. Ahçımız inanılmaz marifetli Murat Abi’ye tekrar teşekkür. Her öğünde en az 2-3 çeşit meze, bolca salata ve sıcak yemek, ızgara vs. oldu. Taze fasulyeden, kuru fasulyeye, Levrek ve Çupra ızgaralardan, et sotelere, kalamar tavalardan, makarnaya kadar inanılmaz çeşitlilikte sofralarla karşılaştık her defasında. Çanın çalmasını sabırsızlıkla bekler olduk. Turdaki arkadaşlarım umarım bu amiyane tabiri kullandığım için bana kızmazlar, ama bir nevi Pavlov’un Köpekleri gibiydik:) Turu tamamladıktan sonra Sevgilim‘le beraber biz tatilimizin ikinci yarısına devam etmek üzere başka rotalara doğru yola çıktık. Her defasında en zorlandığımız şey yemek seçmek oldu:) O kadar alışmışız ki çalan çanın neticesinde soluğu aldığımız sofrada bizim için hazırlanmış hazır yemekleri görmeye. Seçmek çok zor geldi sonradan:)

To Blue Voyage

2 gün naneliydi hava, ama 2 gün de günlük güneşlik. Güneşi bulunca bir miktar yanabilmek umuduyla güvertede yatıp kitap okuduk. Çok fazla denize girmedik ne yazık ki, çünkü deniz hakkaten soğuktu. Dışarı çıkınca da sürekli bir rüzgar. Sanıyorum bir gün dışında her gün günde 2 defa anca girebildim ben. Bir koyda, şnorkel ve gözlükle daldık teknenin yakınındaki kayalıkların arasına. Yıllar yıllar önce, ilk defa scuba dalışına gittiğimiz gündeki gibi gümüş renkli bir balık sürüsünün ortasına düştüm yine:) İnanılmazdı. Yüzlerce, binlerceydiler. Aralarında onlarla birlikte yüzdüm, öylece durup benim etrafımda dönüşlerini seyrettim. İlerisi buz mavi renkte, öte taraf lacivert. Anlatılamaz bir tecrübeydi:)

Gecelerimizi güvertede uyku tulumlarının içerisinde geçirdik. Kimsenin canı kabinlerde yatmak istemedi. ( Gerçi master bedroom’u biz bileğimizin hakkı ile kazanmıştık kağıt seçmece oyununda ama:) Sadece son gece sabaha karşı azıcık atırştırdı hava. Toparlanıp odalara geçtik, ama 10 dk. içinde dindi bitti ahmak ıslatan:) Süper keyifli yemeklere, sohbetlerimizle eşlik ettik. Birbirimizi en yalın hallerimizle fotoğrafladık hep:) Bol bol kitap okuyup, balık tutmaya çabaladık:) Birbirimizi daha iyi tanıdık. Güzel müzikler dinledik ve bence en önemlisi “huzur” bulduk.

Blue Sky

Teknede zaman o kadar güzel geçiyormuş ki bunu anladık. Hepimizinde ilk tekne turu tecrübesiydi bu tatil. O sebeple biraz da, normal 7 günlük bir tur yerine kısa olanını tercih etmiştik. Bundan sonra ise yaz tatillerimizin bir kısmında ne yapacağımıza karar verdik bile: İyi ihtimalle yine bu 6 kişi bir şekilde denk gelmeye çalışacağız ve bir yaz Göcek Koyları, bir yaz Datça Koyları, diğer bir yaz Gökova-Bodrum koyları şeklinde en az 3 yaz daha bu aktivitelere devam edeceğiz. Teknede olmak güzel, denizde olmak, özgürce yelken açmak güzel. Ama bir de ayakkabı-kıyafet zorunluluğu olmadan yaşamak da güzel:) Her daim Çıplak ayaklı kontes tadındaydık. Teknede ayakkabı yasak:) Üzerimizde en fazla bir uzun kollu ya da bir eşofman altı oldu ki, normalde tavsiye edilen dönemlerde mavi tura çıkıyorsanız eğer ihtiyacınız olan sadece mayo-bikininiz:) Biz serinleyen hava ile mücadele etmek durumda kaldık ne yazık ki. En iyi dönemin Ağustos’un son haftası ile Eylül’ün ilk haftası olduğu söylendi kaptanımız tarafından. Bence de en makulu. Biz sevgili Alev’in askerlik görevini tamamlamasını beklediğimiz için son haftalarına denk geldik Eylül’ün.

Mavi Tur kaptanımız Murat Abi, ahçımız Murat abi ve miçomuz sevimli İsmail:) Mavi tur takım üyeleri: Başak-Alev çifti, Güçlü-Özge çifti ve Sevgilimle ben:) Harika bir tecrübenin gerçekleşmesi sırasında o güzeller güzeli Yasemin Sultan Teknesinde Macera arayanlar.. Aradığını fazlasıyla bulanlar:)

*Bizim tur hakkında bilgiye ulaşabileceğiniz yer de şurası. Hatta ben fotoğrafını koyana kadar, Yatlarımız-4 Kabinli başlığı altından Yasemin Sultan’la önceden tanış olabilirsiniz:)

Mavi Tur sona erdiğinde, Marmaris Limanına geri döndüğümüzde yağmur yağmaya başladı tekrardan. Eşyalarımızı tekrar yüklenip bu defa hep birlikte ikinci durağımız DALYAN’a doğru yola koyulduk 25 Eylül Perşembe öğleden sonra saat 14:00 civarlarında. İşte bu da yolda fotoğraf molası için durduğumuzda fotoğrafladığım ulaşım aracımız:) Şimdi doğru Dalyan’a, hadi bakalım…

Our Bike

Alaçatı ~ Mavi Kapı:)

Blue Door

Alaçatı’da tüm evler taş, kapı-pencereler de mavinin envaye çeşit tonunda. Türkiyenin tek sakız ağacı bahçesine sahip beldesi Alaçatı. Bu sebeple kendisine karşı hislerim çok derin, beni çok etkiledi. Bir kere ben taş ev konseptini çok hoş bulurum. Mavinin her tonuna tabir yerindeyse “hastayım”. Damla sakızının kokusuna ve tadına bayılırım.

Kendisiyle tek sorunu topuklu ayakkabılarımla merkezinde arz-ı endam etmem sırasında yaşadık o kadar:) Sokaklar dar ve arnavut kaldırımlı olunca, haliyle akşam yemekleri için giydiğim uzun ve ince topuklu ayakkabılarımla bir hayli zorlandım. Hatta bir gece topuğum direk taşların arasına girdi ve ben bir sonraki adımı atamadım:) Zaten döndükten hemen sonra ayakkabıları elime almamla, tamirci ustasıyla buluşma vakitlerinin ivedilikle gelmiş olduğunu görmem de bir oldu.

Genel bir tabir vardır “yediğin içtiğin senin olsun, gezdiğin gördüğün yerleri anlat” diye hani. Alaçatı’da görülebilecek çok fazla birşey olmamasından sebep sanırım benim kendisine ilişkin söyleyebileceğim şeyler de sınırlı kalacak: Alaçatı beldesine otobandan gelirken görülen sıra sıra dizilmiş Türkiye’nin ilk rüzgar enerjisi üreten devasa rüzgar gülleri, merkezin girişinde yer alan eski değirmenler, oldukça sığ ve üzerinde rengarenk yüzlerce kelebek konmuş hissi uyandıran serin denizi, akşam üstü saatlerinde kalabalıklaşmaya başlayan sokakları, özel ve güzel birkaç bina ve eski kiliseden bozma cami. Hepsi bundan ibaret.

Street From Alacati

Biz sörf dışında yeme-içme ile ilgiliydik her zamanki gibi:) O sebeple birkaç güzel keşfi paylaşmak istiyorum gidecekler için:

İlk akşam çok hoş bir mekan keşfettik ara sokaklardan birinde, Kalamata‘nın çaprazında: Barbun BAR. O akşam çok aç değildik dolayısıyla sadece birkaç kadeh içip sohbet edebileceğimiz bir yer bakınıyorduk. Çok isabetli bir seçim yapmışız. İçeri baktığımızda kocaman bahçe çok güzel dekore edilmiş, ışıklar, mumlar ve çiçekler çok özenli yerleştirilmişti. Kapı girişinin hemen sol tarafında bir uzunca masa ve üzerinde taze bir sürü baharat, soya sosu, zeytinyağları, çeşitli sebzeler ve çiğ deniz ürünleri ile değişik boyutlarda wok tavalar ve bir ocak bulunuyordu. Ocağın başında da çok şeker genç bir hanım. Bahçeye doğru ilerlediğinizde ise bu defa girişteki masanın bir boy küçüğü, üzerinde henüz hazırlanmış mezeler ve çeşitli kaseler içerisinde sizin isteğiniz doğrultusunda salata olacak yeşillikler bulunuyordu. O masanın da başında bir hanım vardı takdir edeceğiniz üzere. Evet, Barbun Bar hanımlar elinden çıkma bir mekan. Sahibi olduğunu tahmin ettiğimiz orta yaşın biraz üstü bir hanım, daha sonra  yemek yemek için gittiğimizde rezervasyon yapılmış birkaç masanın çiçek-böcek düzenlemesi ile uğraşıp, etrafındakilere ne yapmaları gerektiğini söylüyordu zira. İlk akşam Lounge tarz müziği, ve uzun zamandır içmediğimizi farkettiğimiz Jack Daniels‘ları ile bizi -elektrikler kesilene kadar- fethetti Barbun. (Şansımıza bir çalışma nedeniyle elektrikleri kesilince mekandan erkenden ayrıldık.) Son akşamımızda da burada yemek yedik. Erken gidip içkilerimizle oyalandıktan sonra geçtiğimiz şirin masamıza peynir-kavun ikilisi, güzel bir ege salatası, midye dolma (tadı damağımda, muh-te-şem-di!), kalamar tava, deniz börülcesi ve tahinli patlıcanı konuk ettik bir küçük 35.lik Tekirdağ ile beraber.

Alacati Street

Oradan ayrılıp bu defa ters istikamette güzel müzik yapan bir yer ararken Rolling Bar‘ı bulduk.Şarabi‘nin karşısında hemen. Dışarıda bira içebileceğiniz, arada sapıtsalar da güzel rock parçaları dinleyebileceğiniz bir mekan. Sonraki akşam yemeğimizi ise Şarabide yedik. Ambiansı çok hoş, yemekleri lezzetliydi ve pek tabi seçtiğimiz 2002 Chianti şarabı duble harikaydı. Yemeğin üzerine içtiğim damla sakızlı türk kahvesi geceye son noktayı koydurttu bana:) Gelirken birkaç paket getirdim yanımda. Ayrıca söylemeden geçmemek lazım, İmren Pastanesinden aldığımız damla sakızlı kurabiyelerin tadını da hiç unutamayacağım sanırım, kesinlikle tatmaya değer.

Ilıca‘da bir akşamüstü, tavsiye üzerine, gittik Kumrucu Şevki‘yi bulduk. Birer kumru yedik. Ne menem birşeydir hep merak ederdim. Nasıldı derseniz, benim için müthiş bir deneyim olamadı. Zira ben daha güzelini evde hazırlayabiliyorum:) Sadece ekmeği farklıydı, ama yakında ekmek makinası alacağım için onun da hakkından gelirim diye tahmin etmekteyim:) Ve fakat bu Kumrucu Şevki Baba bu işten oldukça para yapmış olmalı ki, 3 tane dükkanı vardı küçücük Ilıca’da!

Kumruları yedikten sonra, rüzgarda uçmamaya çalışarak sığınacak bir yer ararken Yıldız Burnu mevkiinde çıktı karşımıza Cafe No:15. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan rahmetli Celal Bayar’ın evinin ön tarafı, aile efradı tarafından cafe olarak halka açılmış. Özellikle çalan jazz albümleri beni mest etti. Biraz kendimize gelince aynı sıradaki Pechos adlı rock barına gittik. Ilıca’da daha fazla vakit geçiremeden döndüğümüz için bir dahaki tatilimde Çeşme-Ilıca-Aya Yorgi Koyu, Dalyanköy ve civarını da görmek istiyorum çok.

Öğlen yemeklerimizin tümünü Alçatı Surf Paradise Clup‘da yedik. Bence yemekleri ortalama idi, fiyatları ise tavan! Bir akşam da önce liman üzerindeki Shaka Pansiyonun o güzel ve ferah barındaki bir R&B Partisine katıldık, daha sonra da soluğu Babylon‘da aldık. Naim Dilmener vardı DJ olarak, eski Türk Hafif Müziği parçalarına ait bir gece oldu. Çok eğlendim, çok içtim, topuklarımı yüzlerce defa aralıklı her yere taktım dans ederken. Ama çok çok çok eğlendim:) Ne kadar da kalabalıktı Babylon, gözlerime inanamadım!

Bunlar yapabildiklerimiz. Elimde güzel bir liste olmasına rağmen sadece 4 günümüz ve sörf öğrenmek için çok isteğim olunca bütün günü plajda geçirmemizden sebep çoğunu yapamadık. Ama özenle oluşturduğum listemi burada paylaşıyorum. Siz gidin bari, ühühhühü..

Detail From The Table

………..

~ Alaçatı ve Çevresi Gidilecek Mekan-Yenecek Yemekler ~ 

İmren Tatlı ve Helva Evi: Sakızlı ve mercan köşklü dondurma, Sakızlı Kurabiye (Mercan köşklü limonata içdim, bayıldım.)

Yıldız Restoran: Selanik usulü soğan böreği

Tuval: Gül Baklavası, Zom Patlıcan, Muska böreği, Paşa mezesi, Sucukaki köftesi.. (Burası her daim inanılmaz kalabalık olduğu için önünden her geçtiğimizde içimiz giderek bakakaldık! Sosyetik ve ünlü çoğu insan buranın müdavimiymiş.)

Köşe Kahve, Merkez Kahve

Fahir Balık Restorantı: Salaş bir mekanmış, ama kömür ateşinde lezzetli balık alternatifleri mevcutmuş.

Büke Pansiyon: Güngör hanımın özel asma filizi yaprak dolması ve sörfçü böreği çok meşhurmuş!

Ilca-Şifne Koyu: Balık yemek için en uygun mekanlar buradaymış!

Dost Pide: Ilıca’da. Tahinli pidesini denemek lazımmış.

Aya Yorgi Koyu’nda Paparazzi: Çok güzel müzikler yapan, jazz çalan, yemekleri ve ambiansı ile çok popüler bir mekanmış.

Can Baba: Çeşme Çiftlikköy’de balık-rakı muhabbeti için tavsiye edilmişti.

……………….

Ünlü şahsiyet olarak Köşe Kahve’de sakin ve asil bir biçimde otururken selamlaştığım, eski okul arkadaşım, Ece Sükan ve hemen hemen her gün ve akşam kendisiyle burun buruna olduğumuz Tan Sağtürk vardı Alaçatı’da gözüme çarpan. Tan Sağtürk’ün çarpmaması olası değildi zira pek neşeli, enerjik, yüksek sesle konuşan, biraz göbek salmış, tüm gün sörf üzerinde ve dibimizde röportaj vermesinden sebep bu tatilimin en akılda kalıcı ünlüsü kendileri oldu efendim. Kendi deyimiyle Bergü ile (Bergüzar Korel) bundan sonra nerede tatile gideceklerini biliyorum, ama ı-ııh söylemem:)

Sörf deneyimim ile ilgili olarak son bir yazı yayınlayarak noktalayacağım Alaçatı tatilime ilişkin izlenimlerimi. Süper bir haftasonu diliyorum:)