Keyif ve Lezzet Durakları Konulu Yazılar

İki Ara Bir Dere Organizasyonu (I) : Bodrum-Kos (İstanköy) Adası

 

Kos Harbour

İlkin Seferihisar’da güzel ve sakin bir 5 gün geçirdik. En sevdiğim yer, her zamanki gibi, hamak oldu ve Ellen McArthur’un “Avucumdaki Dünya” adlı anı romanını elimden bırakmadan belkide saatlerce yattım o hamakta. Her akşam mutlaka mangal yaptık bahçede ve bir defa da Sevgilimin anne ve babasının 45. evlilik yıldönümleri münasebetiyle Sığacık’da bir balık restoranına gittik. Sığacık, daha önceki bir yazımda belirttiğim “Slow Cities” üyesi olmaya hazırlanan bir belediye başkanı ile atılım yapmış durumda. Arabaların belli bir yere kadar limana girmesine izin var. Herkes pek bir sakin hareket ediyor, bağırış-çağırış-korna sesi yok. Yapılması hedeflenenler daha çok fayton ve bisikletin yaygınlaştırılması, organik tarım yapılmaya başlanması, evlerdeki geleneksel yemeklerin restoranlara taşınması, çöplerin ayrıştırılması işine dikkat edilmesi gibi maddeler üzerine kuruluymuş. Restoranın garsonu anlattı bize:)

~

From Kos İsland

Geçtiğimiz bayram tatilinde Prag’a gitmek için vize başvurusunda bulunduğumuzda bizi memnun ederek 1 yıllık Shengen vizesi vermişlerdi. Başak‘cımdan öğrendim ki Yunan Adalarına Shengen vizesi ile giriş yapılabiliyormuş. Bu sebeple pasaportları da yanımıza alalım ve görebildiklerimizi görmeye gayret edelim diyerek çıktık yola. Bodrum’da konaklama nedenimiz tamamen Kos’a gitmek içindi. (Kos, Rodos’tan sonraki en büyük 2. Yunan adası bu arada.) 2 gece kaldık geçtiğimiz yıl kaldığımız bu otelde ve her iki gece de Kule Rock City‘i mekan yaptık kendimize. Bence Bodrum’un en iyi eğlenebilinecek ve dans edilebilecek mekanı.

Kos Adasına gitmek için öncelikle geçerli bir pasaporta, geçerli bir vizeye ve 28 euroya ihtiyacınız var. Feribot sabah 10:30 civarında limandan hareket ediyor, ama sizin işlemleri tamamlayabilmeniz için en geç 09:00’da limanda olmanızı istiyorlar. Yurt dışı çıkış harcınızı ödeyip pulunuzu yapıştırıyorsunuz pasaporta ve uzun bir işlem süresi için bekliyorsunuz. Kısaca söyleyeceğim yurt dışındaki herhangi bir ülkeye gitmekten farkı yok neredeyse 1 saat uzaktaki adaya gitmenin. Aynı kuyruklar, aynı işlemler, aynı sıkıntı:( Benim gibi sabırsız biri için en azından!

Greek Salad and Mythos

 

Kos’a vardığımızda da pasaport sırasından geçişimiz 40 dk.yı buldu:) Ben tabi devamlı söylenmekteyim, Sevgilim de beni sakinleştirmeye çalışmakta:) Anneme sordum harbiden 9 aylık doğmuşum ben, anlamadım ki nereden geliyor bu telaşe?? Neyse vardık ilk fotoğrafta görülen limana, başladık yürümeye. İlk izlenimler: Çok sıcak, liman görevlileri ağızlarını açıp konuşmaya başlamasalar Türk vatandaşından farksızlar fiziksel olarak, nazar boncukları her yerdeler, hemen limanın yanıbaşında bir kale görülmekte (Şövalye Kalesi), ki bizim kalelerden çok da farklı değil:) Yine de çıkıp baktık! Her yerde bisikletler, scooterlar ve üzerlerinde yaşları 13 ila 73 arası değişen kadınlar, kız çocukları!! İşte bir adada yaşamanın en güzel tarafı da bu sanıyorum, ulaşımı bu iki tekerlerle yapmak mümkün gayetten. Kesinlikle arabaya ihtiyaç yok, ama zaten olan arabalardan da çıt çıkmıyor. Medeniyete geldiğinizi hatırlatan “korna çalmadan araba kullanmak” cümlesi sizi can evinizden vuruveriyor. Birde Amerika’daki gibi stop sign’lar var. Dur levhaları. 4 yol ağzında herkes birbirini bekliyor, kimsenin ama kimsenin acelesi yok bu adada!

Akşam dönüş saati 17:00 olunca ve biz 12:00 civarlarında adaya sonunda özgürce ayak basabilince haliyle limanın çevresinden çok da uzaklaşamadık. İlkin düşündük bir scooter kiralayalım diye, ama vazgeçtik sonra. Önce limanın yakınındaki Şövalye Kalesi‘ne çıktık, sonra da Antik Şehir‘in olduğu yere geçiverdik bir köprü ile yürüyerek. (İkinci fotoğraf oluyor:) Burada, Herkül’e hitaben yapılmış bir Helenistik Mabed’e ait kalıntılar, bir küçük mabedin restore edilmiş kolonları ve Aphrodite’e hitaben yapılmış bir mabed kalıntılarını görebiliyorsunuz. Ayrıca Antik şehir girişinde büyük bir kemer var çarşıya doğru bakan. Hemen merkezde kişi başı 3,5 euro vererek şehir içinde yarım saatlik tur atabileceğiniz lunapark trenleri gibi renkli trenler var. Bu sayede şehir merkezinden 5 km mesafede bulunan, şehire hakim bir tepe üzerinde, sağlık tanrısı Asklepios’a adanan bir eski çağ hastanesini de kenarından görebiliyorsunuz. Oyuncak tren içindeki turumuzu tamamladıktan sonra son olarak bir de şu ünlü Hipokrat’ın Ağacını (Hipocrat’s Oat) görelim dedik ve Antik Şehir’in yanıbaşındaki koruma altına alınmış bu ağacı fotoğraflamaya gittik. Bknz: Aşağıda:)

 

Modern tıbbın babası sayılan ve doktorların ettiği yeminiyle meşhur Hipokrat, 2400 yıl önce yaşamış, ama ağacın onun tarafından dikildiği öne sürülüyormüş. Oysa birçok yazar ya da gezgin yapılan araştırmalar sonucunda ağacın sadece 560 yıllık olduğunu iddia ediyorlar. Bilemedik biz! Gövdesi yaklaşık 20 m. civarında ve ön kısmı gayetten oyuk olan bu ağacın içinde rahat 4 kişilik masa kurup oturabilirsiniz bence:) Sanırım fotoğrafta çok belli değil, o alan karanlık kalmış:(

Gezi işini çabucak bitirdik, zira derdimiz başkaydı: Acıktık ve yemek yemek istiyorduk. Merkezde ve liman yakınlarında dolaşırken bir sürü cıvıl cıvıl restoran, pizzacı, cafe vs. görmüştük; ama ben illaki de şu Yunan mezeleri ne menem birşeymiş diye tutturmamdan sebep mümkünse geleneksel mutfağa sahip, adanın yerlisi ahalinin takıldığı bir yerde soluklanalım diye ara tara sonunda arka sokaklarda sakin bir “Tavern” bulduk:) Bir biz vardık, bir de arkamızda bir masa. Önce buz gibi Mythos biralarından sipariş verdik. Sonra da önden bir Greek Salad (Yunan Salatası), bildiğimiz sarımsaklı ekmekler ve ardından da Greek Mezes Plate (2 kişilik Yunan Meze Tabağı). Bu Yunan Salatası bizim çoban salatasının daha iri malzemeler kullanılarak yapılanı. Sadece üzerinde fazladan bir parça beyaz peynir var. Domatesler, salatalıklar ve kuru soğanlar gayet irice doğranmış, üzerine bir parça beyaz peynir ve dört adet siyah zeytin. Zeytinyağlarının tadı çok güzeldi, çok beğendim. 2 kişilik tabağımız kocaman geldi, bitiremedik bile. İçerisinde 4 parça köfte ve bolca kızarmış patates, musakka, yaprak sarma ve domates dolması vardı. Musakkaya tek kelime ile bayıldım. Sadece biraz yağlı buldum. Alışık olduğumuz tattan farklı biraz İtalyan etkisi almış, lazanya şeklinde pişirilmiş önümüze gelmişti bizim 40 yıllık musakkamız:) Yunan musakkasında en altta yuvarlak doğranmış patatesler vardı. Üzerinde patlıcalnlar, onun üzerinde kıymalı-domatesli iç harcı ve en üstte de oldukça koyu kıvamda pişirilmiş beşamel sos. Börek gibi dilim dilim keserek getiriyorlar sofraya. Yaprak sarmasının tadı oldukça ekşili idi. Limon soslu gibi. Ben sevdim, ama alışık olmayanlar yadırgayabilirler diye tahmin ediyorum. Sadece pirinç ve kıyma vardı içinde. Sıcak servis yaptılar. Şekilleri ise tombul tombuldu:) Köftelerinin içinde ne vardı anlayamadım, ama kesinlikle tatlı bir baharat vardı! Sevgilim tarçın dedi, ama ı-ıh değildi. Kokusu tarçın gibi değildi. Fakat resmen ekşili dolmadan sonra yiyince iyice tatlımtrak geldi tadı:) Genel olarak menüye baktığımızda bolca balık ve deniz ürünü ile domuz eti alternatifleri vardı. Menüde tanıdık cacıki, humus ve baklavakiye rastladım sadece:) Yine de Türk Mutfağı gibisi yok be dedik birbirimize ve birer Greek Coffee (Yunan Kahvesi) söyledik. Garson gülümseyrek “Sahi mi?” dedi. Evet dedik, niye şaşırdın? O da “sizin Türk Kahvesi daha güzelmiş, dostlar öyle söylerler” dedi. Olsun dedik, ver bakalım içelim:) İçtik velhasıl, bizimkine benziyordu! Garson bizimle bolca sohbet etti. Konuşkan, ama mesafeli biriydi. İngilizcem yarım yamalak dedi, ve bildiği Türkçe kelimeleri aralara serpiştirdi. Yemekleri beğendiğimizi söyleyince de pek mutlu oldu. Sonra da siestaya diyerek saat 15:00 civarlarında mekanı terketti bizim doğma büyüme Kos’lu Teo!

Hipocrat's Oat

 

Yemek faslını tamamladıktan sonra biraz çarşıya bakındık, ama incik boncuk fiyatları gayet pahalı geldi bana. (Bu arada, yukarıdaki yemeğe ve 5 biraya toplamda 45 euro ödedik. Biralar zaten 3 euroydu.) Çok fazla İskandinav geliyormuş yazları, ama bizimle birlikte Bodrum’dan yaklaşık 150-200 kişilik İngiliz ağırlıklı karışık bir grup da adaya geldi. Akşam da beraber döndük. Günübirlik gidilmesi sebebiyle mesela, bir sürü güzel plajı var, onlarda geçirecek vakit bulmak zor oldukça! O sebeple kesinlikle en az 1 gece kalınması taraftarıyım. Böylece gece hayatını merak edenlerde bu meraklarını gidermiş olabilirler. Zira bir arkadaşımın Kos’a hayran bir arkadaşı:) gecelerinin ve eğlencesinin çok güzel olduğunu söylemişti gitmeden önce bize. Son olarak da şu aşağıdaki arabalara bayıldığımı söylemek istiyorum:) Adayı bu arabaları kiralayarak dolaşabiliyorsunuz. Gideniniz olursa lütfen bu aletlerle gezsin adayı.

Akşamüstü Kos’tan Bodrum’a geçtik ve yine 1 saatlik yolculuk sonrası limana vardık. Yalnız güzel haber burada Duty Free Shopların olmasıydı. Fiyatlarda havaalanlarındakilere göre ucuzdu. Parfüm ve içki alımı yaptık. Ertesi sabah asıl amacımızı tamamladığımıza inancımızdan sebep Bodrum’dan ayrıldık ve rotayı benim çocukken sadece 1 defa görüp, daha doğrusu 1 gece kaldığım ama her daim merak ettiğim Fethiye Ölüdeniz ve Kelebek Vadisi’ne çevirdik. Yolda Göcek’in içinden geçtik ve orasının farklı bir dünya olduğuna karar verdik! 4X4’ler, spor arabalar, limanındaki inanılmaz güzellikteki tekneler ve görüp görebileceğim en lüks villalarla çevrilince bir anda bizim bünyemize fazla geldi orası:) Bizte tıpış tıpış yollandık; ama ne yapmayı ihmal etmedik? Ölüdeniz’de kaldığımızda tekne turu alarak Göcek Koylarını gezmeyi ihmal etmedik:) Onları da bir sonraki yazıya anlatacağım.

Mini Cars From Kos İsland

 

**Sisam ve Meis Adalarına ilişkin izlenimleri için sevgili gezgin arkadaşlarım Başak&Alev’in bloğuna lütfen:)**

~ Samos (Sisam)

~ Meis (Megisti) ve Meis II

 

 

Anne Kusla Gunler Gecerken..

 

London Bridge

Beraber alis-veris yapilir, ki uzun zamandir yapilmasi lazim gelmekteydi! Bol bol tabak canak magazasi gezilir. Malum bu yasinda sifir ceyizli bir kadindim ben! Hala sonsuz eksik olmasina ragmen kaydedilen ilerleme ile gurur duyuyoruz an itibariyle ana-kiz:)

Beraber eski bir arkadas ile bulusulur, en favori mekanda, Cafe Lins‘de. Anne kusumun da tanidigi, bildigi, neredeyse evlatlari kadar sevdigi biri ile. Oglen vakti koca bir Frontera Merlo’nun dibi bulunur o ayilip bayildigim Lins Peynir Tabagi esliginde:)

Beraberce evde aksam yemekleri hazirlanir, afiyetle yenir. Aysegulum Sultanim da eslik eder bize. Yeni alinan guzeller guzeli karafimda kirmizilarin biri gelir biri gider. Tamamen spontan bir bicimde elimden cikiveren sebzeli lazanyaya bayilir annekus. Karsilik olarak yaptigi bademli-visneli pastadan ikinci gun sonunda eser kalmaz. (Verilen kilolar bu gidisle cabucak alinacak gibi:)

Sevgilimin anne-babasina yemege gidilir beraberce. Cok keyifli, bol sohbetli, sicak ve samimi bir yemek yenir. Raki icilir, baliklar, mezeler mideye indirilir; yasanilan o anlar icin sukredilir:)

Ve her guzel sey cabuk bitiyor gelir insana iste, ister 1 hafta ister 1 yil sursun! Annekus geldi gidiyor.. Ama soz verdi daha sik gelecek ve ben de ona soz verdim bu yil bitmeden onu hep gormek istedigi bir Avrupa ulkesine tatile goturecegim. Tek dilegim saglikli olmamiz, oyle kalmamiz. Gerisini halledecegim her zaman yaptigim gibi:)

Pazar gunumuzu Sevgilimle birlikte Segmenler Parkinda yayilip kitap okuyarak, sohbet edip insanlari seyrederek gecirdik cimenlere serdigimiz uyku tulumumuz uzerinde.

Bir kisa tatilim daha bitti iste. Annekus gidecek. Okul ve is stresi tekrar baslayacak. Havalar bir iyi bir kotu. Ama hicbir sey umurumda degil. Cunku COK MUTLUYUM, COK IYI HISSEDIYORUM ve bunun bu sekilde surmesi icinde gereken herseyi yapmaya niyetliyim.

~

Annekusa sordum, “Benim icin birseyler yazmak ister misin?” diye.. Dedi ki;

“Guzeller guzeli yavrum.

Seni cok seviyorum, yaptigin her seyde seninle gurur duyuyorum. Her seyin en iyisini, en guzelini hakediyorsun. Hakettigini bulacagina da eminim.

Sen benim dayanagim, arkadasim, herseyimsin. Iyi ki seni dunyaya getirmisim. Iyi ki senin annen olmam icin beni secmissin.”

~

Iyi ki anne olarak seni secmisim kusum benim. Daha guzel gunler gorebilmen dilegimle:)

Kısa Kısa..

Annekuşla günler geçmekte. Ne kadar özlüyor yavru kuşlar annelerini böyle değil mi? Yaş oldu 34, ama kim takar? Kendimi hala 5 yaşında sanıp koynuna sığmaya çalışıyorum mesela:)

Hafta sonu yemeğe götürdük Ayşegül Sultan’la annemi: “Fevzi Hoca” diye bir yere. Orman Bakanlığı’nın lojmanlarının içerisinde, ya balık ya köfte yiyebiliyorsunuz. Garsonlar zaten tercihinizi ve içeceğinizi soruyor. Gerisi kendi insiyatifleri doğrultusunda önünüze koydukları “ikramlar”dan ibaret:) İkram konusunda başarılılar. Biz köftesinden tattık, başarılı bulduk. Açıkhavada, bahçede güzel bir yerdi. Aklınızda olsun derim değişiklik isteyenlere.

Cumartesi sabah Eymir Gölüne yürüyüşe gittik. Arabayı arka kapıda parkettik. Yanımıza poğaça, sandviç ve termosta çay almıştık. Önce uzun bir yürüyüş, sonra Yelken büfe civarlarındaki minderlerde piknik:) Annekuş ilk defa bulunduğu Eymir’i çok sevdi. Zaten durup durup “Memleketimin havası da bir başka canım” diyor:) Özlemiş, e en son 2 yıl önce bu zamanlarda gelmişti ve sonra biz Prag’a gitmiştik beraber:) Geçen yıl benim bir Sevgilim olması ve onunla birbirimizi tanıma-anlama-kaynaşma çalışmalarımız içerisinde beraber bolca vakit geçirmemizden sebep annekuşuma söz verdiğim “Her yıl bir ülke” hayalimizi gerçekleştirememiştik:( Bu yıl biraz yaz sonuna denk getirip acısını çıkarmayı planlıyoruz.

Annekuş yeme-içmesine gayet dikkat eder bir halde, pek mutluyum haliyle. Eskiden elinden ekmekleri alırdım, şimdi bakıyorum da ekmek sepetiyle hiç yakın istişarelerde bulunmamayı öğrenmiş: “Aferin annecim” diyorum, “kızının anası oldun şimdi:)”

İzin alıyorum bu hafta. Bir öğrendim meğer benim daha kullanmadığım 30 güne yakın bir iznim varmış işe girdiğim tarihten beridir! Dedim hemen kullanalım o zaman, bundan iyi zaman mı olur? Bu haftanın planları arasında Kale’de Pirinç Han ağırlıklı bir öğleden sonra, mani&pedi seansı, Panora’da annekuşla dolanmaca, Kebap 49 ya da Uludağ Kebapçısında kısa bir mola, belki Beypazarı günübirlik (başarabilirsem..) ve azıcık da alış-veriş var.

~

1.78 boyundayken 56 kg.dayım an itibariyle. Hemde sıfır rejim gailesiyle! Son 2 haftada verdiğim 4 kg.’nun ne siz sorun nasıl kaybolduğunu, ne de ben anlatayım olmaz mı? İlk defa anlatmak istemediğim birşey var JTB’de. Bir daha da asla anlatmayı arzu etmediğim cinsten hemde. Kabuslarımı kovabildiğimi sanıyorum demek istiyorum, ama aslında hiç uyumuyorum ki günlerdir kabus göreyim. Gözü açık görülen kabustan beteri yoktur zaten!

Kovaladım, benden çook uzaklara gittiğini düşünmek istiyorum şimdi. Bir daha benim yakınlarıma asla yaklaşmasın. Sevdiceğimle mutlu olmak, normal bir kg.’da normal bir kadın gibi yaşamak istiyorum! Birde.. Birde ben burayı çok seviyorum:)

Annekuşa bahsettim “konuk yazar” olma hadisesini. Çok heyecanlandı. Gitmeden yazısı burada olabilir mi acaba dersiniz:)

 

İstanbul Yazısına Prag Görüntüleri Eşlik Eder*!!!

* Çok uğraştım, ama bir türlü fotoğraflarım yüklenmiyor!! Artık yazıyı yayınlayayım dedim, zira 2 gündür draft olarak bekliyor! *

Statue From Prag Castle

Prag’dan İstanbul Atatürk Havalimanı’na döndüğümüzde henüz İstanbul’da kalacak yerimize karar verememiş, dolayısıyla yer de ayırtmamış durumdaydık. Ayşegül Sultan’ın daha önceki iş gezilerinde birkaç gün kaldığı ve çok merkezi olduğunu söylediği yeri; yani İTÜ Maçka Sosyal Tesislerini aradım hemen bir umut. Şansıma yerleri vardı ve bizi 2 gece misafir edebileceklerdi:) Hemen atladık gittik. Otel odaları 3 yıldızlı modda, ama temizdi, ki bizim için önemli olan budur hep! Benim eski lisemin yanında olmasından sebep birçok anım da depreşmedi değil hani. Şimdi ne Nişantaşı Kız Lisesi kalmış ne de benim genç kızlığımdaki Nişantaşı! İnanılmaz bir yer olmuş, başka bir dünya orası, ucundan NYC 5th. Avenue, kenarından Champs Elysee gibi sanki..

Neyse yerleştik ve hemen yemek için çıktık. Sevgili uzun yıllar İstanbul’da yaşamış. Hem işi, hem eşi orada olduğundan sebep:) Benim yaşadığım yıllardan çok sonra İstanbul’da olmasından, hatta ve hatta Kemancı’nın yan apartmanında oturmasından sebep mekanlar, inler-outler konusunda bendenizden çok daha tecrübeli haliyle. O zamanlar sevdiği Me Gusta‘ya götürdü beni yemek yemek için. Ama kendisi pek beklediğini bulamadı. Zira onun bu mekana takıldığı dönemlerde burayı bir hatun işletirmiş, ahçılar Turizm-Otelcilik mezunu, saçlarında bandana, ellerinde hijyenik eldivenli genç tiplermiş. Şimdi ise anlattıklarından eser bulamadık. Buna rağmen ben kocaman bir fajitayı, o da kocaman bir steaki mideye indirdik ama:(

Sonrasında İstiklal’i turladık Çiçek Pasajına, oradan da Nevizade’ye kadar. Nevizade, benim Beyoğlu civarında olmaktan keyif aldığım bir meyhaneler sinsilesine ev sahipliği yapıyor. Kah Boncuk’da, kah Ehli Keyif’te, kah Ceneviz’de oturmuşluğum, rakıların yanına midye dolmalarla, karides tavaları katık etmişliğim var. Bu defa da havanın müthiş güzel olmasından sebep sokaklara, arnavut kaldırımlarına taşan masa-sandalyeler arasından salınarak yürüyüp kendimize bira içip, biraz soluklanacak bir yer ararken karşımıza, yine Sevgilinin listeden, James Joyce çıkıverdi. Birkaç bira, biraz müzik sonrası kendimizi otele zor attık yorgunluktan.

Statue From Prag Castle

Ertesi gün Emirgan’daki Sütiş’te dışarıda süper bir kahvaltı yapıp, saat 11:00 civarlarında Sakıp Sabancı Müzesi‘ndeki Salvador Dali Sergisi’ne gittik. İyi ki o saatte gitmişiz, zira biz müzeden çıkarken saatimiz nerdeyse 15:00’i gösteriyordu ve dışarıdaki kuyruk sanırım sahil boyunca upuzun olmak kaydıyla uzanıyordu! Sergiden ve Dali’den çok etkilendim. İnanılmaz bir dahi olduğunu, fazla “genius” olmasından sebep bir miktar deli olduğunu ve karısı Gala’ya olan o bitmez aşkını biliyordum; ama bilmediğim bir sürü daha şey öğrendim. (Bu konuyla ilgili sergide çektiğim bazı fotoğraflarla beraber bir yazı yazacağım!)

Sergi sonrası o çok sevdiğim sahil yolunda yürüyüş yaptık elele. Bebek’ten Ortaköy’e kadar. İncik-boncuk satılan pazarı dolaştık, Çaydanlık’ta birer çay içtik, hafiften güneşi batırdık. Akşamına yemekle ilgili düşündüğüm tek yer Şampiyon Kokoreç’ti. Sabah sıkı ötesi bir kahvaltı yapınca Şampiyon yeterli ve yerinde olur diye düşündük. Yanılmamışız:) Sonrasında işte biraz dağıttık ailecek! Zira belli bir saate kadar sinemaya gidelim, sonra Hayal Kahvesi ve bilimum yerlerden başlayarak dolanırız diyorduk. Amma velakin sinemalarda istediğimiz filme bilet bulamadık.(Sonra ertesi gün seyrettik gerçi Kadıköy Rexx sinemasında, seyretmesek de kayıp olmazmış dedik. Film mi? A.R.O.G’du.) O zaman bir arkadaşımın Tango yaptığı “Tango Jean”in altındaki BiBuçuk‘u gözümüze kestirdik. İçerisi sıcacık, loş ışıklı ve keyifli göründü gözümüze. Seçimimiz başarılı oldu bu defa. Yaklaşık 3 saat kadar bar kısmında oturup sohbet ettik. Aç olmamamızdan sebep bir şey yemedik, ama servis edilen tabakları görünce içim “cız” etmedi değil hani. Denemek isteyeceğim harika barbekü tavuklar, patatesler vardı tabaklarda:) Deneyen olursa paylaşsın derim. İçki fiyatlarını da makul buldum ben.

Wall Art From Prague

Bibuçuk sonrası Hayal Kahvesine gittik gitmesine, ama bayram dolayısıyla kapı-duvar şeklindeydi! Biz de yine Nevizadeden ilerleyerek, bu defa Balans’a geçtik. Gerçi 3-4 katlı kocaman bir mekan burası ve Jolly Joker Balans olarak adlandırılmış artık. Ama ben pek iyi bilemedim, sanırım alt kat hala Balans, üst katlar Jolly Joker. Önce alt katta bir güzel eğlendik, terledik, coştuk:) 80’lerin birbirinden güzel parçaları eşliğinde, kendimize hemen sahnenin üzerinde kenarda bulabildiğimiz daracık bir yerde dans ettik saatlerce. Söylemesi ayıp, benim Sevgili müthiş dans ediyor. Bu sebeple çok mutluyum:) Dans edebilen bir erkek çok önemlidir, bilenler bilir.

Orada DJ’in bu güzel performansından sonra bir grup çıktı ki… İşte o grup hakkında pek konuşamayacağım! Latino müzik yapıyorlardı. Solist hatun çok ilginçti. O anki modumuza uymadığı için 1 şarkı anca sabrettik:) Üste çıkıp bakalım dedik, Jolly Joker’a. O mekan ile ilgili olarak da söyleyebileceğim gayet ferah, yüksek tavanlı, keyifli bir konser salonu olduğu. Yarım saatte orada durduk ve otele döndük tekrar.

İstanbul’dan dönüşü yataklı trenle yapacağımız için karşıya Kadıköy’e geçip Haydarpaşa’dan biletimizi aldık Cumartesi ilk iş. Ben çok heyecanlıydım, zira bu yaşıma kadar hayatımda sadece 2 defa tren seyahati yaptım (biri Eskişehir’e, biri İstanbul’a), ama hiç yataklı trenle yolculuk yapmadım! -Mamıştım demek daha doğru sanırım şu noktada:) Kadıköy’e inmişken ne yapmadan dönmek olmazdı? Balık-ekmek yemek tabi:) Kadıköy’de dolaştık biraz, ki ben ilk defa bu kadar uzun gezdim Kadıköy’de. Barlar sokağı ne kadar güzel, bir sürü cafe-bar var. Sevdim, Kadıköy’de yaşanırmış dedim. Bir tanesine girip sıcak şarap içtik akşam. Sonra da vaktimiz gelince yataklı trene, kendi kompartımanımıza geçtik. Ne kadar da küçükmüş aman allahım? Bilmiyorum ne bekliyordum gerçi:) Minicik bir yer, ama buzdolabı vardı allah için. Yataklı trenin en güzel tarafını beşikte sallanıyormuşcasına rahat uyumamdı olarak söyleyebilirm. Sadece biraz üşüdüm, malum ayaklarım dışarıda kaldı:)) Ama iş için tercih edilmesinin sebebini de çok iyi anladım. Gece binip mis gibi uyku sonrası, mesela erkekseniz traşınızı olup, takım elbisenizi giyip, hatunsanız saçınızı başınızı odadaki aynada toparlayıp, makyajınızı yapıp dinç bir şekilde kahvaltı salonuna yönlenebiliyorsunuz:) Ben sevdim yataklı tren işini.

Wall Art From Prague 1

Döndük evimize ve ben her zaman olduğu üzere şu cümleyle merhaba dedim kendisine: “Evim, evim güzel evim:)”

Güzel bir hafta sonu sizin olsun. Yani süper bir hafta sonu:)

Masal Sehrim: Prag

 

Castle-Prague

Harika bir sehir bence Prag. Belki de cok kisitli yabanci memleket gordugumden sebep de boyle dusunuyor olabilirim. (Belcika’nin neredeyse tum sehirleri, Italya’da Roma, Floransa, Venedik, Siena ve Pisa, Londra, Paris, Amerika’da ise Chicago, NYC, Houston ve Minnesota.) Daha gorulecek bir suru yer var Dunya’da! Bu, benim 3. Prag seyahatimdi daha oncede soyledigim gibi. Ben Prag’in nesini mi seviyorum en cok? Sanirim oncelikle bu masalsi goruntusunu. Sanatin her dali, ozellikle de muzik acisindan doyurucu olmasini da seviyorum. Kalbimin sokaklarinda dolasirken ”pit pit” atmasi da olabilir:) Bilmiyorum iste, seviyorum sadece cok aciklayici olamasam da:)

Bu defa Sevgili ile gidince daha da anlamli oldu benim icin. Beraber Charles Bridge uzerinde el ele yuruduk, bol bol sicak sarap ictik meydaninda. Yuruduk bol bol, opustuk sokaklarinda soguga aldiris etmeden. Gulduk, eglendik; harika muzikler dinledik, harika seyler tattik beraber. Belki de ”beraber” olmamizdan sebep, bu defa daha da farkli geldi bana Prag!

Charles Bridge From Prague

Bu defa birkac guzel yer tavsiyem olacak eger bizim gibi iyi muzikten hoslaniyorsaniz. Oncelikle jazz severlere cok, ama cok keyifli bir mekan onerecegim: Charles Bridge Jazz&Blues Club. Bizim gittigimiz aksam Jiri Hala Jazz Project caliyordu. Charles Bridge’in Lesser Town tarafina gecerken sola inen merdivenlerinden asagiya indiginizde direk olarak karsinizda. Iki bolumlu bir club burasi: Merdivenlerden inip once cok hos bir bara ulasiyorsunuz. Duvarlarda dekor olarak dosenmis tuglalar var, sicacik, los isikli harika bir yer. 4 tane ayakli bar masasi var. Muzik dinleme saati gelince de hemen yan tarafindan muzik odasina geciyorsunuz. Oldukca abartisiz, hatta sade bir yer burasi. Kucucuk. Toplamda 17 masa var, ama ufak. Akustigi gayet iyi. Muzisyenlerse bizi bizden aldilar.Icki fiyatlarima gelince 2 euroya biralar, 3 euroya eski dostum Jack Daniels:)

Grand Place From Prague

Ikinci guzel mekanimiz ise klasik bir rock bar. Her ne kadar Harley’s Coktail Bar olarak gecse de adi:) 2 gece ust uste gittik, birbirinden guzel rock gruplarindan (Iron Maiden, Deep Purple, The Cult, Rainbow, Nickleback, vs..) guzel parcalar dinledik eskilerden. Barda ictik, ictik, ictik. Tahmin edeceginiz uzere bol bol eski dostumla hasret giderdim. Aman ne iyi ettim:) Meydana oldukca yakin bir yer. Kesinlikle goz atin derim.

Yemek anlaminda da benden baska NY Times’in bile “Prag’daki en lezzetli pizzalara sahip” dedigi, gecen yil annemi de goturdugum yer: Rugantino. Klasik Italyan pizzalari yapan, atmosferini de oldukca sicak ve keyifli buldugumuz bir pizzaci burasi. Menudeki her seyi deneyebilirsiniz. Fiyatlari da makuldu bence. Doymak bir yana patliyorsunuz bir pizzayla.

Son mekan benim ilk gidisimde tek basima kesfettigim, geleneksel Cek yemeklerini de tadabileceginiz, Municipal House’in hemen karsisinda yer alan Celnice Club. Cek yemekleri de denedik, ama tatli-eksi soslardan hoslanmiyorsaniz pek de size gore degil!

Prag-Mini-eiffel

Iste boyle. Yine yedigim ictigim benim olmadi, gezip gordugum yerleri anlatamadim:) Bir sonraki yazida Istanbul’umla ilgili yaziyla bulusmak uzere. Super bir hafta sonu gecirin. Benim gibi yapin mesela. Sicak sarap yapin:)