Prag!

Church-of-our-lady-tyn

Benim masal şehrim…

Hani Paris şehrinin belirleyici anıtı, mimari eseri Eiffel, Londra‘nın ki Big Ben‘dir ya; Prag‘ın –benim için– belirleyici eseri Church Of Our Lady Before Tyn Kilisesi‘dir. Prag dendiğinde aklıma eski şehir meydanında heybetle yükselen, gündüz ayrı gece ayrı güzel görünen bu güzeller güzeli Gotik kilise gelir. Otelimiz bu kilisenin arka tarafında kalan sokakta olduğu için de her sabah ve akşam bu etkileyici kiliseye selam vererek güne başlayıp bitirdik, harika bir enerji oldu bize. Hava soğuktu son güne kadar ve yağmurluydu ara ara. Soğuğu konsantre olmanızı ya da kendinizi günün, şehrin akışına bırakmanızı oldukça engeller. Ama her adımda satılan sıcak şarapları da –bu sebeple– deneyimlemek fena olmuyor değil hani 🙂 Bu nedenle, Prag’a her mevsim gittiğim için kesinlikle önerim bahar dönemi olacaktır.

Old Town

Şehir, kendisini ikiye bölen meşhur Vltava Nehri kıyılarına kurulu ve dört ana bölgeye ayrılmış durumda: Nove Mesto (Yeni Şehir) tarafı üniversitenin ve ana yerleşimin bulunduğu bölge. Şehrin günlük yaşamı buralarda. Biz kalan zamanımızın bir kısmında burada da biraz vakit geçirdik. Her ne kadar gezmek-içmek için Prag’a gelebilirim sayısızca desem de yaşamak için pek tavsiye edilecek bir şehir olmadığı bu bölgede geçirdiğiniz zamanın ilk dakikalarında gözünüze çarpıveriyor. Kasvetli, eski ve enerjisi olmayan bir bölge burası. O sebeple uzun zamanınız var ise bizim gibi deneyimleyebilirsiniz buradaki yaşamı da. Ama uğramasanız da gayet olur.

Vltava nehrinin sağ tarafında kalan Nove Mesto’nun hemen üzerinde merkez üssü Stare Mesto yer alıyor 🙂 Eski Şehir yani.  Turistik birçok görülesi şey bu bölgede. Mesela müze severler için Narodni (National) Müzesi burada.  Avrupa’da her şehirde yer alan ve hemen hemen her biri birbirinden güzel olan Opera Binası da… Meşhur Asronomik Saat Kulesi, St. Nicholas Kilisesi, Powder Kulesi, Rudolfinium ve Yahudi Bölgesi de görülecekler listesinde bu bölgede yer alıyor. Şehrin bu yakasında tüm bunları hakkıyla gezebilmek için bir ila bir buçuk gün yeterli oluyor. Ben ilk defa tek başıma gittiğimde müzelerini, kiliselerini gezmiştim. Sonraki tüm gidişlerimde kilise ve müzelerde değil, daha sokaklarda vakit geçirdim hep!

charles-bridge

Vltava Nehri üzerinden şehrin diğer -sol- yakasına geçmek için kullanabileceğiniz köprüler içerisinde dünyaca ünlü olanı tabi ki Charles Köprüsü! Yürüyerek bu güzel köprü üzerinde şehrin diğer iki bölgesini barındıran tarafa doğru yol alırsınız. Karşıya geçtiğinizde hemen karşınızda ve solunuzu kaplayan Mala Strana -Lesser Town (Aşağı Şehir) ve sağ tarafınızda ve tepede kalan muhteşem Hradcany (Prag Kalesi) Bölgeleri ile Prag’ın diğer yarısı karşınızdadır işte. Prag Kalesi’nde yer alan St. Vitus Kilisesi görülmeye değerdir, çok etkileyici ve ihtişamlıdır. Bu bölgeden çekeceğiniz fotoğraflar tek kelime ile muh-te-şem olacaktır 🙂 Prag’ın tüm fotojenikliği ile anılarınıza kazınacak şehir fotoğrafları hep buradan çekilir.

view-from castle

view-from castle-1

Prag’da şehrin önemli bölgelerini ve anıtsal eserlerini gezmek dışında atlanmaması gereken birkaç önemli ayrıntıya değinmeden geçmek istemem. Öncelikle bira sever biri iseniz, Prag sizin için doğru bir şehir. 2010 verilerine göre kişi başı bira tüketiminde dünya lideri Çekler, 132 litre ile. İkinci sırada onları Almanlar takip ediyor! Pilsner Urquell, Kozel, Budvar, Gambrinus en önemli ve her yerde karşınıza çıkacak olan bira markaları. Bir de kendi biralarını üreten ve aynı zamanda birahane ve restoran olarak hizmet veren microbrewery’ler var, ki işte bence asıl onları da deneyimlemeniz gerek! Biz yaptık 🙂 En eski, en lokal, en güzel microbrewery listemi yanıma aldığımda hedefimiz deneyebildiğimiz kadar çok pastörize edilmemiş, taze bira denemekti. İlk olarak sevgili Anthony Bourdain‘ın da Prag’da iken uğradığı U Medvidku‘da aldık soluğu. Burası Çeklerin uğrak noktası, olabilecek en eski (Kuruluş 1466), en lokal birahane, restoran, pub. Aynı adlı otelin alt katında yer alıyor ve eski şehrin yakınlarında. Burada size geleneksel Çek yemekleri ile birlikte Budvar getiriyorlar. Bir de hemen bir üst katlarında yer alan microbrewery’de mekanın 12,6% ile alkol oranı en yüksek birası olan XBEER33‘ü deneyebilirsiniz. Ama asıl biraları Old Gott. Yalnız baştan uyarayım, bu brewerylerde inanılmaz ağır bir koku oluyor üretim aşamasında.

u-medvidku-microbrewery

Diğer microbrewery’miz Pivovarský Dům şehrin yeni tarafında ve nispeten yeni açılmış (1998) bir yer olmasına karşın yine yerel halkın ve turistlerin de pek boş bırakmadığı bir yer. Burada normal biralarının yanı sıra daha deneysel biralar da var; kahveli, vişneli, muzlu, ısırgan otlu gibi! Ben meraktan kahveli birayı denedim. Hafif tatlımsı, kahve aromalı bir içecek içtim yani 🙂 Aynı şekilde yerel mutfaktan bir çok yemeği burada da tadabilirsiniz (Bu arada Çeklerin en tadılası ve klasik olan yemeği Gulaş’tır. Başka bir şeyleri bana hitap etmediği için bir yerde pizza, bir yerde domuz şnitzel, iki yerde de ızgara sosis yedim).

Bizim en favori birahanemiz ise kesinlikle sonuncu gittiğimiz yer oldu: The Strahov Monastic BreweryPrag Kalesi’ne çıkıp oraları gezdikten sonra yönünüzü Strahov Manastırı‘na çevireceksiniz. Manastırı gezdikten sonra ise bahçesinde yer alan bu birahaneye oturacaksınız. Biz burada bol kahkahalı, keyifli, çok eğlenceli bir üç saatimizi bıraktık içtiğimiz üçer bira karşılığında! Benim usin99days günlerinde keşfedip çok sevdiğim IPA (Indian Pale Ale) birayı burada hemen hemen aynı tatta bulunca bırakamadım 🙂 Dışarıda da yer var hatta, havayı güzel bulursanız oraya oturun. Biz yağmur yağıyor olmasına rağmen dışarıda oturduk, malum içerideki koku beni mahvetti 🙂

budvar

Prag’ın bira severler için cennet olması dışında müzik severler, hem klasik hem de caz müziği severler için de nokta atışı bir şehir olduğunu söylemem lazım. Ben her geldiğimde mutlaka bir caz kulübüne ayırıyorum bir akşamımı. Bu defa tercih ettiğimiz mekan ise tam Eski Şehir’in içerisinde yer alan Agharta Caz Merkezi oldu. Klasik müzik konserine bu defa gitmedik, ama ilk defa gidecek olanlarınız için özellikle Belediye Binası‘nda yer alan konser salonunda bir konser izlemenizi öneririm.

Tüm şehri, anlattığım bu dört bölgeyi yürüyerek gezmek mümkün! Eğer güzel, yağmayan bir havada orada olacaksanız hele gönül rahatlığıyla en rahat yürüyüş ayakkabılarınızı valize atabilirsiniz. Hem bu sayede fit bir şekilde de dönebilirsiniz tatilinizden 😉 Metro ve tramvay oldukça yaygın ve kullanışlı. Özellikle 22 numaralı tramvay turistik gezi rotası üzerinden hareket eder, Prag Kalesi’ne kadar çıkar! Ulaşım dışında bilmeniz gereken bir başka önemli şey de her ne kadar Avrupa Birliği ülkesi olmuş olsa da Prag’da Euro’nun sıklıkla her yerde geçmiyor oluşu! Kredi kartınızı da kabul etmeyen mekanlar var. Bu sebeple önden mekan ya da dükkan sahiplerine kredi kartı ya da Euro kabul edip etmediklerini sormanızı şiddetle öneririm.

Burada anlatmadığım diğer mekanlara ilişkin detaylı yorumlarımı yan taraftaki YELP Profilim altından takip edebilirsiniz 🙂 Her türlü sorunuza karşılık bana e-posta da atabilirsiniz. Bu çok sevdiğim Avrupa şehrine umuyorum bir gün siz de yolunuzu düşürürsünüz. Benim kadar çok seveceğinize hiç şüphem yok.

*

Önceki Prag yazılarım için:

(2007)

Alice Was in Wonderland-1

Alice Was in Wonderland-2

Alice Was in Wonderland-3

(2008)

Masal Şehrim Prag

 

Prag!” hakkında 2 yorum bulunuyor:

  1. ozge ergenoglu

    Merhabalar yazinizi keyifle okudum size 2 sorum olacak opera ozellikle don giovanni icin (surekli temsil mevcutmus) bileti internet ortamindan almak gerekir mi yoksa ogün veya birgün once giseden bulabilir miyim ?ikinci soru uygun fiyatli kukla ve bohemya kristali satan bir yer biliyor musunuz??

    Cevapla
    1. dilayra Yazar

      Merhaba,
      Her zaman önden bilet almanın faydalı olduğuna inanırım. O sebeple şu adresten online alın derim.
      http://www.ticketsonline.cz/
      Kukla ve kristaller ile hiç ilgilenmediğim için ne yazık ki nereden uygun fiyata alınır bilemiyorum.
      sevgiler,

      Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir