Havana günlerimiz esnasında gezip gördüklerimizi, yiyip içtiklerimizi anlatmaya bu yazı ile devam ediyorum. İlk önce bu yazıma denk geldi iseniz lütfen Havana’ya ilişkin yazdığım ilk yazımı okumak için buraya tıklayın 😉
Havana’da görebileceğiniz dört meydan ve bu meydanlar çevresinde bizim yapıp, gördüklerimizden bahsetmiştim. Şimdi yine hala Habana Vieja (Eski Havana) bölgesi sınırlarında yer alan diğer güzel ve önerebileceğim keşiflerim ile devam etmek istiyorum:
Calle Obispo (Obispo Caddesi), üzerinde butikler, dükkanlar, restoranlar bulunan gayet turistik bir cadde. Her daim kalabalık, capcanlı. Sağlı sollu binaların arasında yürürken sürekli sizi çağıran bir satıcı ya da canlı müzik yapan bir grubun sesini duyuyor; baktığınız bazı binaların güzelliğinden şaşkınlığa düşerek yolunuza devam etmeye çalışıyorsunuz. Cadde, Küba’nın ekonomik olarak en iyi durumda olduğu 1800’lü yılların sonundan 1940’a dek üzerinde açılan dükkanları ile dünya üzerindeki emsallerinden hiç geri kalmamış! İngiliz porselenleri, Fransız ketenleri, danteller, elbise ve inci kolye satan mücevher dükkanları ile alışveriş yapmaya düşkün zengin Havanalılar’ın ilgisini çekermiş, lakin artık bu halinden pek de eser yok. Zira satılan malların çoğu Çin’den ithal, albenisi olmayan gayet kalitesiz mallar!
Bu caddenin bir ucunda sevgili Hemingway‘in meşhur daiquirisini içtiği, bahsi geçen “ikonik” mekanlardan biri olan El Floridita var. Dışarıdan çok ilgi çeken bir binası olmasının yanı sıra, kapısındaki kalabalık ve kuyruktan da tanırsınız hemen 🙂 İçerisi çok hoş; o maun bar, barmen amcalar ve atmosfer görülesi. O meşhur daiquiriler için adam başı 6 CUC veriyorsunuz! Elbette ki bir defa da olsa gidin, görün; o daiquirilerden için diyeceğim. Ama naçizane, greyfurt ile hazırladığım kendi kokteyllerime bayılmama rağmen, Hemingway’in adı ile anılan ve kendisinin içtiği greyfurt suyu ile hazırlanan “Papa Dauqiri“sini ben beğenmedim! Onun yerine önerim, barın kendi ismi ile hazırladığı daiquriyi denemeniz.
Bir bar önerisinden hop diye, Obispo Caddesi üzerinde iken mutlaka görmenizi önereceğim, gayet enteresan başka iki mekana götürmek istiyorum şimdi sizi 🙂 Bunlardan ilki 260 numarada yer alan Johnson Drugstore-Pharmacy. Dışarıdan oldukça güzel görünen çelik-beton karışımı, yüksek tavanlı binanın içine girdiğinizde ahşap, mermer ve bronzun hakim olduğu bir dekorasyonda acayip güzel cam ve seramik kavanozların, şişelerin süslediği bir eczane-müze bulacaksınız! 2005 yılında bir yangında yanan iç mekan 2012 yılında restore edilmiş. Diğer mekan da bir başka müze-eczane: 1871 yılında kapılarını açmış olan Taquechel. Zeminden tavana kadar uzanan maun ve sedir raflar, üzerlerinde inanılmaz zariflikte Fransız porseleninden kavanozlar. Bir şehre gidip eczane gezilir mi hiç diyeceğinizi tahmin edebiliyorum. Demeyin 🙂 Hayran kalacaksınız!
Taquechel’i geçtikten hemen sonra tam köşede, Gökhan ve benim neredeyse her akşamüstü güneş batırmak için terasını tercih ettiğimiz; Havana’da içtiğimiz açık ara en farklı ve lezzetli pina coladayı hazırlayan; ama başka bir özelliği ile de (Yazar Ernest Hemingway’in 1932-1939 yılları arasındaki ilk ikametgahı) zaten görülmezse olmaz mekanlardan biri var: Hotel Ambos Mundos. Burası, bize Havana’da en sevdiğiniz yer neresiydi diye sorsanız ilk söyleyeceğimiz yer! Lütfen özellikle güneş batımına yakın, dönemin art-deco mimarisinin zarif bir örneği olarak dekore edilmiş lobisinden geçip metal kafesli o tarihi asansörüne binerek terasına çıkın. İnanılmaz Havana manzarasına karşı bir kokteyl, mümkünse Pina Colada Especial (5 CUC) söyleyin. Sonra da gökyüzündeki kırmızılar, pembeler, kavuniçi ve sarıların birbirine karışmasını, bulutların pamuk şekeri misali sürüler halinde oradan oraya sürüklenmesini seyredin. Etecsa kartı satın aldıysanız önceden, ücretsiz internet hizmeti de bonus 😉 Bu arada 511 numaralı oda, hala Hemingway’in adına kayıtlı, müze haline getirilmiş ve 5 CUC karşılığı gezebiliyorsunuz!
Havana’da gittiğimiz, bizi en mutlu hissettiren bir başka mekan da O’Reilly 304 adlı bar-bistro idi. Hem ilk hem de son günümüzde, devasa bardaklar içerisinde içtiğimiz en güzel kokteylleri hep burada içtik. İçkinin yanı sıra yiyecek ve atıştırmalık menüleri de mevcut. Kokteylin yanı sıra, barda ve masa üstlerinde duran, muz cipsi ile birlikte yiyebileceğiniz bir çeşit turşu tadında, taze kişnişi bol sosları vardı ki, tek kelime ile efsane! Sıcacık, küçücük, renkli ve kendinizi çok başka bir yerde hissettiren bir mekan burası (10% servis ücretini adisyona baştan eklediklerini de şuracığa not düşmüş olayım).
Böylelikle Eski Havana (Habana Vieja) bölgesinde en çok göze çarpan, bizim vakit geçirmekten hoşlandığımız yerlerin sonuna da geldik. Bu bölgeyi özellikle tüm sokaklarına tek tek girip çıkılası şeklinde tanımlamak istiyorum. Havana’nın havasını solumak, Küba’yı ve Kübalı’yı anlamak için için o sokaklarda dolaşmalı, o kimi hala eski kimi boyalı (azıcık paraya kavuşanların yapabildiği anca evin ön cephesini olabilecek en parlak renklerle boyamak çünkü ) evlerden içeriye bir göz atmalı, kapı önündeki halkla göz göze gelmeli, gayet yavaş ve kaygısız seyreden o kültürün ritmini anlamaya çalışmalı, oyun oynayan çocukları seyretmelisiniz. Ah o çocuklar yok mu? Ben hayatımda gezdiğim gördüğüm hiçbir memlekette bu kadar güzel çocuğu bir arada görmedim! Net! Adım başı Gökhan’la birbirimize bir çocuğu gösterip “Ya şuna bak allah aşkına, yiyeceğim bunu, ne kadar güzel br çocuk maşallah” deyip durduk 🙂
Özellikle Eski Havana (Habana Vieja) ve Trinidad’da bizzat şahit olduğumuz bir şey daha vardı: Halen işleyen karne uygulaması. 1962’de başlamış ve halkın temel gıda maddelerini alması için yeterli olmasa da yararlı olduğu bir gerçek. Çocuklara doğumdan itibaren 7 yaşına gelene dek her gün bir litre süt, 7-13 yaş arası çocuklara ise meyveli yoğurt; bunların dışında sabun, yemeklik yağ, pirinç, şeker vs gibi bazı gıda ve temizlik maddeleri de fert başına düşen aylık ihtiyaç hesaplanarak veriliyormuş.
Artık Havana Merkez (Centro Habana) bölgesine geçebiliriz. Havana’nın, zamanla, ticaret ve kültür merkezi haline gelmiş, en yoğun nüfusun yaşadığı semti burası. Burada gayet görkemli, tarihi simgelerden biri olan El Capitolio (Kongre Binası) sizi karşılıyor bütün heybeti ile. Washington DC’deki Capitol binasından biraz daha ufak, ama detay açısından çok daha zengin bir kopyası burası. İşte bizim en güzel akşam yemeklerinden birini yediğimiz, kesinlikle gidin diye de net ifade edeceğim Los Nardos da hemen karşısında bir pasajın üst katında. Genç Avusturyalılar Derneği içinde açılmış, özel sektör işletmesi kabul ediliyor. Istakozlar, deniz ürünlü paella, karidesler vs kesinlikle burada deneyimlemelisiniz. Porsiyonlar devasa, ortam loş ve romantik. Saatlerce oturduk, sanırım ikinci akşamımızdı Havana’da. Yemeklerimizi bayıla bayıla; neredeyse bitirmeye kıyamadan yedik (benim romda flambe edilmiş karideslerim vardı misal), gayet özel bir şarap ve mum ışığı eşliğinde, tuğla duvarlar ve ortaçağ ambiyansı arasında 🙂 Ve bu ortama, bu yemeklere de inanılmaz hesaplı bir ücret ödedik!
El Capitolio’nun hemen yanında, gördüğüm en güzel tiyatro binaları listesine üst sıralardan giren iki bin kişi kapasiteli Gran Teatro (Büyük Tiyatro) binası, yanında Hotel Inglaterra (terasında gün batırılacak yerlerden), tam karşılarında Havana’nın simge parklarından biri Parque Central ve en nihayetinde nefis bir yürüyüş yolu olan ve sizi direkt Malecon’a çıkaracak olan Paseo de Prado yer alıyor. Burası yürüyüş yolunun başındaki dökme demir aslan heykelleri, 1928 yapımı şık sokak lambaları, sağlı sollu ağaçları ile Madrit’deki orjinal Prado’nun bir kopyası olarak yapılmış. Yolun sonuna doğru Museo de Revolucion (Devrim Müzesi)’a ulaşıyorsunuz.
Havana Merkez (Centro Habana)’de ayrıca Real Fabrica de Tabacos Partagas (Partagas Puro Fabrikası) bulunuyor ki, Havana’nın en ünlü puro fabrikası kendisi. Biz, puro alışverişimizi buradan yaptık. Puro konusu ayrı bir başlığı hakediyor. Bu sebeple Vinales yazısı öncesi, Gökhan’ın deneyimlerine dayanarak yazdığı ve bence hiçbir blogda henüz okuyamayacağınız bir puro yazısı gelecek 😉
“Havana’yı anlamak için birkaç saat Malecon’da oturmalısınız” derlermiş! Eski Havana’da, Havana Limanı girişinden başlayıp, Almendares Nehri’ne kadar uzanan, yaklaşık 8-10 kilometrelik bir sahil şeridi Malecon. Havana Merkez’i bitirdiğinizde denize çıktığınız nokta Malecon’un bir kısmı. Havanalılar, özellikle bir nevi “sürgünde” (Amerika Miami’ye farklı nedenlerle giden) yaşayanlar için önem arz eden bu sahil birçok geleneğin bir parçası olarak kabul edilirmiş. Bir sahil duvarı ile denizden ayrılan Malecon‘da duvar üzerinde balık tutanlar, sohbet edenler, denize girenler, günü batıranlar var. Malecon’a çıktığınızda tüm heybeti ile, o ünlü Hotel Nacional‘in size Vedado bölgesinin başında tepeden baktığınızı görürsünüz.
Hotel Nacional çok enteresan bir hikayeye ev sahipliği yapıyor. İki yüksek kulesi ile 1930 yılında yapılmış, Vedado bölgesinin siluetinin en önemli parçası olan Nacional terracota yer karoları, İspanyol seramikleri ile dekore edilmiş lobisi, tropik bitkilerle bezenmiş bahçesi ile yüksek sosyetenin hep gözdesi olmuş. 1950’lerde Batista, eski dostu gangster Mayer Lansky ile iletişim kurup onu kumarhane reformu yapması için görevlendirmiş! Nacional Otel’de açtıkları kumarhane ile Lansky ve Batista kendilerini büyük bir servetin içinde bulmuşlar. Aynı dönemde sosyetenin yanı sıra, Amerika’dan buraya kumar oynamak için akın eden Hollywood aktörleri ve Amerikan mafyası sayesinde şimdi o sokaklarda taksi niyetine binip gezintiye çıkabileceğiniz Amerikan klasik arabaları getirilmiş 🙂
Havana’yı tamamen maps.me uygulaması üzerinden gezdik. Havana ve Trinidad’da şehir haritalarını uygulamayı kullanarak indirip görmeyi, gezmeyi, yemeyi, içmeyi planladığımız her noktayı seyahat öncesi bu haritada işaretledik. Küba’ya ulaştığınızda offline olarak kullanabileceğiniz bu uygulama sokak sokak hiç şaşmadan, bizi hiç yanıltmadan adım adım gezdirdi. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Eğer ki bu uygulamadaki bizim işaretlediğimiz ve burada daha anlatamadığım yerler için yardım isterseniz bana e-posta yazın, sizinle haritamızı paylaşabilirim 😉
Ve evet artık Havana’ya nokta koymanın vakti geldi. Kalbimizde hiç unutulmayacak bir yere sahip olacak bu şehri, insanlarını, sokaklarını, atmosferini, leziz kokteyllerini istemeden de olsa bırakıp başka bir yere, bizi çok etkileyen Vinales‘e gideceğiz artık. Ama önce, puro konusu 😉