Sabah koşusu sonrası kahve keyfim. Fotoğrafı ben çektim.
* Çevremde olan biten tüm manasız kötülüklere, ağzından köpük saçan hırslı-çirkin insanlara, yolsuzluklara, renksizliklere, anlayışını ve sağ duyusunu ve tahammülünü kaybetmiş topluma rağmen ben, biz her sabah yataktan gülen bir yüzle kalkmaya, birbirimize “Günaydın Sevgilim” demeye ve sabahın şükür duasını birlikte yapmaya devam ediyoruz. Sabahları tansiyonum biraz yükseliyor gerçi elimi iPad’ime atıp günlük gündem takibine başlayınca, sonra hemen koşarak uzaklaşıyorum tabi sosyal medyadan. O kadar çok rezillik, basitlik, cehalet, çaresizlik, tükenmişlik, umutsuzluk ve pek tabi mutsuzluk var ki baktığım her yerde… Kendimi kitaplara bırakıyorum bu aralar. Günler de böylece geçip gidiyor! Kafam karışık falan işte bu yüzden. Bir taraftan “yeter” diyorum, diğer taraftan “One life live it“!
Ne istediğimi biliyorum ama. İstemekten de hiç vazgeçmeyeceğim: Mutlu olmak, huzur bulmak, tükenmiş çaresizlik sendromunda boğulmamak, adam gibi, insan gibi yaşamak istiyorum. Geçenlerde biriyle tanıştık, uzun yıllardır yurt dışında, son üç yıldır Amerika’da, San Francisco’da yaşayan. Evli, çocuklu bir kadın. “Mutlu, dertsiz-tasasız, saygılı, kah kapı açarak-kapı tutarak, asansörde “merhaba” diyen, sabahları sahilde koşan, akşamları yemeğe giden, parklarda ardı ardına düzenlenen müzik festivallerini takip etmekten bitap düşecek kıvama gelmiş insanlarla dolu bir şehirde yaşıyorum” dedi. O an kocamla göz göze gelip iç geçirdiğimizi itiraf etmek isterim (Bknz: Usin99Days).
* Ben -yine- önümüzdeki seçimde Oy ve Ötesi ile birlikte sandık gözetmenliği görevimi ifa edeceğim. Her şeye rağmen oy vermemeyi aklımın ucundan dahi geçirmedim. Evet, adayların hiçbiri gönlümün sultanı değil! Ama ülkemi, hayatımı, halkımı parçalayan ve eline geçireceği bir şansla daha bu yaptıklarının kat be kat üzerine çıkabilecek davranışlarda bulunacağından adım gibi emin olduğum birini de is-te-mi-yo-rum! Umuyorum ki siz de oyunuzu kullanıyorsunuzdur.
* Kitap okuyorum demiştim ya, birbirinden güzel e-kitaplarım oldu. Hepsi de hep merak ettiğim, ama bir kitabını bile okumadığım Ahmet Ümit‘e ait. Yeni çıkan, çok satan Türkçe kitapların e-kitap olarak bulunamaması beni deli ediyor, bu sebepten sıklıkla İngilizce kitaplar okuyordum. Ne müzik dinlemek için CD, ne de okumak için basılı kitap almayalı iki yılı geçti sanıyorum. Tabletten kitap okumak benim için çok daha kolay. Hem kitaplar yer kaplamıyor, hem her seyahate 1000’in üzerinde kitabımızı götürebiliyorum. Umuyorum Türkçe yeni kitapların da hızlıca e-kitap olarak satışına başlanır. Tabi edinilmezse olmaz kategorisinde bir kitap yayımlanırsa da, mesela Emrah Serbes‘in Deliduman kitabı, daha fazla beklenmeden kitap satın alınır tabi ki 😉
* Başka beni oyalayan, pek heyecanlandırıp mutlu eden bir uğraşımız da motosiklet! Ehliyetimi aldıktan sonra Vespa Academy‘den uzunca bir yol eğitimi de aldım. Artık 250 cc’lik kırmızı eğitim motorumla İstanbul’da turlara çıkmaya başladım. “Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi“nde bir maddenin daha üzerini çizebilmenin haklı gururunu da yaşıyorum anlayacağınız.
* Sakatlığımın üzerinden epey zaman geçti, spora; en önemlisi koşmaya tekrar başladım. Salonda güçlenme antrenmanları yaparken, Arnavutköy-Bebek-Hisar hattında sabah koşularına da devam ediyorum. Sabahları 06.30’da sahilde olmama rağmen yer yer %70’lere ulaşan nem canımı çıkartmıyor da değil hani! Olsun, varsın. Ben koşmayı çok seviyorum. Bana yaşattığı hisleri, kafamı dağıtmasını, beni başka bir evrene -kuvvetle muhtemel hayalimdeki en güzel paralel evrene- yolculuğa çıkarmasını seviyorum 🙂
* Geçtiğimiz bayram tatilinde 4-5 gün için Bodrum Aktur’a araba ile dört kişi yolculuk yaptık. İstanbul’dan çıkmak bir dert, Bodrum’a girmek başka bir dert oldu! Arabayı park ettik kapıya, bir daha da kullanmadık desem yeridir. Mis ve renkli kahvaltı sofraları, pek güzel mezelerle donattığımız akşam yemekleri yanımıza kar kaldı. Yıllar olmuştu Bodrum’a gitmeyeli, görüyorum ki artık orası küçük çaplı İstanbul olmuş! Ama Aktur’un denizi pek güzeldi. Özlemle cennetimizi andık iki aile. Kaş ile buluşmamız bu yıl Sonbahar aylarına kaldı ne yazık ki. Olsun varsın, gidebilelim de.. Seyahat demişken haftaya bu gün Bozcaada’ya bir gurme seyahatinde olacağım. Küçük Martha‘mın emeği ile oluşturulan bu turun ilkini kaçırdığıma üzülmüştüm çok. Şimdi fırsatı yakalar yakalamaz sıkı sıkı yapıştım 🙂 Bozcaada’dan güzel anılar, fotoğraflar ve tecrübelerle döndüğümde sizi de haberdar edeceğim buradan.
Kafası az karışık kadın sizlere huzurlu ve mutlu günler diler 😉
Merhaba;
Yazılarınızı, genel düşünce yapınızı ve yaptıklarınızı severek takip ediyorum. Benim de kafam çok karışık bu aralar. 26 yaşımı tamamladım ve hayatımla ilgili neler yapmak istiyorum hala anlayabilmiş değilim. Bazen ülkeden de, insanlardan da, bu çirkin kalabalıklardan da, yapmak isteyip yapamadıklarından da, yapmaya çalıştıklarımdan da, rutinlerimden de inanılmaz sıkılıyorum. Hiç size de oluyor mu bilmiyorum ama, hiç ama hiç bir şey için enerji bulamıyorum kendimde. Bunda sanırım rutin olan işimin etkisi de var biraz. Yurt dışına kaçmak ve bir daha gelmemek istiyorum çokça zaman ama muhtemel yaşayacağım yalnızlık hissinden de korkuyorum sanırım bir miktar. Spor yapmak isteyip yapamıyorum, kitap okumak isteyip devam edemiyorum. hayatımdaki herşey yarım yamalak şu an. nasıl düzeltebilirim bilmiyorum.
size de iç dökmüş gibi oldum böyle baya baya ama.. paylaştıklarınız hoşuma gitti. teşekkür ederim sadece 🙂
Severim seni 🙂