Güzel Şeyler Konulu Yazılar

Bir Hayalimi (Daha) Gerçekleştirdim!

Şurada demişim “Koşmaya başladım” diye! Çok disiplinli olamasam da elimden geldiğince koşmaya ve antreman yapmaya başlamıştım geçtiğimiz Şubat-Mart aylarında. O kadar kolay değildi benim için, zira çocukluk yıllarımdan beri her türlü sporla haşır neşir olmuş ben için “koşmak” bir ölümdü! Yıllarca yürüdüm yaz-kış, hafta sonu, sabah-akşam demeden; lakin beş dakika koşmaya çalışsam nefes nefese kalıp bir köşeye yığıla yazardım 🙂 Ayrıca diz sıvımın normalden az olması, dizlerimdeki hassasiyet (Ailemde romatoid artrit hikayesi var) de tuz biber ekiyordu koşma isteğimi gerçekleştirmeme!

Koşuyla barışmaya başlamam asıl San Francisco’da oldu. Nike koşu ayakkabılarım ile birlikte satın aldığım  Nike+ uygulamasıyla telefonumdan koştuğum mesafeyi, hızımı, koştuğum yerlerin haritada görüntüsünü görebilmeye ve bunları kendi sayfamda listelemeye başladım. Bu sayede her koşuda bir önceki yaptığım süre ile yarışmaya ve kendimi geliştirmeye başladım. San Francisco’nun iklimi ve koşan insanlarının fazla oluşu da beni oldukça motive etti. En son 9km civarına kadar gelmiştim koşu mesafemde. San Francisco’da iken haberdar oldum Run Istanbul 2012‘den ve hemen kaydoldum.

Dün sabah, hayatımda ilk defa olmak üzere, koşmak için binlerce insanla birlikte bir yarışmaya dahil oldum. Kendi başıma koşmakla, bir sürü insanla birlikte bir yarışmada koşmanın ne kadar farklı olduğunu gördüm birbirinden. Ayrıca kendim koşarken yorgunluk hissettiğim anlarda tempomu hızlı yürümeye düşüren ben, dünkü yarışta “Bırakma” dedim kendime. “Bırakma Dilara, koşmayı bırakma”!

Bir Forrest Gump olamadım belki ama, 5K koşumu koşmayı hiç bırakmadan tamamladım, hem de kendi en iyi zamanımla 🙂 Koştuğumuz mesafe ve yaptığım süre burada. Tahmin edeceğiniz üzere kanıma işleyen bu alışkanlığımı bırakmak niyetinde değilim, yalnızca biraz daha dengeli beslenmem gerekiyor. Benim beslenmemle bu kadar koşmak bile mucize zira! (Günde iki öğün yiyorum ve protein-karbonhidrat alımım çok az!)

Evet, şimdi yeni koşuları takip ediyor ve en kısa zamanda birine daha dahil olabilmeyi çok istiyorum. Koşuya başlamam ve devamındaki motivasyonum için Sevgili Esra, Alev ve Meltem’e teşekkürü de borç bilirim 🙂

..

Bugün Ankara yolcusuyum. Özlem gidermeye gidiyorum dostlarımla. Cumartesi gecesi de Anonim Reloaded sezonu açıyor Manhattan’da. Orada olmak lazım gelir 🙂 Hepinize süper bir hafta diliyorum.

..

Bir de az önce paylaşmaya hazır hale geldiği haberini aldığım bir durumu bildireyim 🙂 Artık Radikal Blog‘dan da takip edeblirsiniz beni. Orada JTB’den farklı şeyler yazıyor olacağım 🙂 Buyrun ilk yazıma.

 

San Francisco’da Mutlaka!

Zamanın ne kadar hızla akıp geçtiğini burada bir defa daha test etmiş olduk: 20 Haziran tarihinde gelip, yerleştiğimiz San Francisco şehrinden 10 Eylül itibariyle New York şehrine geçmek suretiyle ayrılıyoruz. Koca yaz tatilini, üç ayı geride bırakarak! Hala inanamıyorum!

Bu süre zarfında burada yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız ve tanıştıklarımız sayesinde ufkumuzun inanılmaz genişlediğini; birçok olaya, en önemlisi hayata bakış açımızın da bu sayede değiştiğini, buradaki tecrübemizin bize oldukça fazla şey kazandırdığını söyleyebilirim gönül rahatlığıyla. Bu da demektir ki bu seyahat projemiz işe yaramış; yenileri için kafada planlar yapılmaya da başlanmıştır 🙂

Bize sorulan “Neden San Francisco?” sorularına kendimizce verdiğimiz cevabı bir defa da burada tekrarlayarak; bizce bu şehirde “Yapmadan-Gitmeden-Görmeden-Tatmadan Bırakılmaması Gerekenler”le bitirmek istiyorum bu yazımı.

Neden San Francisco?

İlk nedeni sevgilimin teknoloji işinde olması sebebiyle, teknolojik şirketlerin neredeyse başkentinde onlarla aynı havayı solumak istemesi; yenilikleri yerinde takip etmek istemesiydi. İkincisi Amerika’nın en liberal, en çok kültürlü-renkli, en çevreci, rahat olduğunu her yerden duyduğumuz şehrinde günlük yaşamı deneyimlemek isteyeşimizdi. Son olarak ise, kendi açımdan daha önceki Amerika seyahatlerim sırasında bulunma şansı elde edemediğim, ama karşılaştığım herkes tarafından “Mutlaka görmelisin” denilen bir şehir olarak aklımın fikrimin bir köşesinde her daim bulunmasıydı.

Gelelim “Yapmadan-Gitmeden-Görmeden-Tatmadan Bırakılmaması Gerekenler”e:

1- Ferry Building‘i mutlaka, ama mutlaka ziyaret edin. Bir defa değil birkaç defa hemde. Sanıyorum benim ilk özleyeceklerim arasında ilk sırayı kendisine veririm. “Ferry Plaza Farmers Market” mesela haftanın Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri binanın önünde kurulan büyük ve çok renkli organik ürünler pazarı. Genelde sabahları koşarken önünden geçtiğim, stantların her birini gezinmeye doyamadığım, rengarenk ve taze sebze ve meyveler için alışveriş yapma imkanı bulduğum bir pazar. Delirebilirsiniz, o kadar diyim ben 🙂 Dışarıdaki pazarının yanı sıra, binanın içerisinde çeşit çeşit mutfaklara ait restoranlar; küçük ama yerel yiyecek-içecek, şekerleme, peynir, şarap, mantar, balık satılan dükkanlar var.

– Buradaki “Ferry Plaza Wine Merchant” ise mutlaka oturun, bir akşamüstü şarap-peynir keyif yapın diyeceğim yerlerden biri. (Tolu‘cum ile burada bir akşamüstü keyfi yapabilsek diye az mı geçirmedim içimden.. Benim şarap-peynir keyfimin en vazgeçilmezi dostum olur kendisi Ankara günlerimden 🙂

– Gün doğarken, gün batarken sıklıkla görebilme şansı yakaladığımdan mıdır bilmiyorum, kanımın ısındığı “Bay Köprüsü”de burada. Mutlaka her iki zaman diliminde de fotğraflamak veya kenarından yürümek için zaman ayırın.

2-Kısaca “The Mission” olarak adlandırılan “Mission Bölgesi”nde zaman geçirin. San Francisco’nun neredeyse en eski bölgesi ve ağırlıklı Meksika ve Latin izlerine sahip restoranlar, kafeler, dükkanlar ve galeriler mevcut. Benim için kendisini en vazgeçilmez yapan sebeplerin başında ise çoğunlukla önceki yazılarıma (misal 1, misal 2) konu olan renkli duvar sanatları, Valencia Caddesi ve nefis “Dolores Parkı” geliyor.

-Bu parkın hemen önündeki “Bi-Rite Creamery“den aldığımız dondurmaları, sisten ve serinlikten çalabildiğimiz anlarda parkın çimenlerine yayılarak yemişliğimiz var. Özellikle deneyin diyebileceğim dondurmaları ise salted caramel, roasted banana, honey lavander ve balsamic strawberry!

-“Pizzeria Delfina“da Proscuitto Pie pizzasını tadın. Üzerine taze taze koyulan minik rokalarla çok leziz!

– 24 ile South Van Ness Caddelerinin kesişme noktasında bulunan “The Napper Tandy“de bir “Happy Hour” yakalayıp 6$’a Lisa’nın elinden harika bir Margarita için! (Canım dostum, bir tanem Natali’mi sevgiyle andım burada. Karşılıklı bir, iki, üç derken margaritaları devirir, sonra kalkar dans etmeye giderdik dedim içimden!)

3-  “Cable Car” bir San Francisco klasiği zaten. Günün her saati upuzun kuyruk beklemek zorunda kalabilirsiniz fakat, baştan söyleyeyim. Ama meşhur yokuşlardan inerken, çıkarken, çanını çalarak raylar üzerinde hareket eden bu sevimli gezi araçları ile bir tecrübe yaşamadan ayrılmayın siz yine de 🙂

4- Marina Bölgesi’nde bulunan “Palace of Fine Arts“ı ve pek güzel, büyülü parkını es geçmeyin. Burada piknik sepetinize içeceğinizi, sandviçinizi atıp bir de minik bir örtü eklediğiniz zaman hazırsınız.

– Marina Bölgesi’ne gelince Golden Gate Köprüsü’nü uzaktan görmeye başlıyorsunuz. “Crissy Field“den yürüyerek köprünün her şekilde fotoğrafını çekebilirsiniz. Buradaki plajda kumlara oturmak ve yelken-kite yapanları seyretmek en büyük keyfimizdi. Piknik için yine ideal bir yer. Sağınızda solunuzda koşan ve yürüyen, bisiklete binen birçok insana rastlamanız ise kuvvetle muhtemel. Burada unutulmaması gereken önemli-faydalı bir bilgi ise, bu kadar çok plajı olmasına rağmen denize giren kimsenin olmaması San Francisco’da. O kadar soğuk, rüzgarlı ve dalgalı ki!

– Marina-Cow Hollow Bölgesi’nde bulunan “The Grove” kafe, özellikle yerel yaşayanların geldiği, oturup tabletleriyle iş yaptığı, dergi-gazete okuduğu çok şeker bir kafe. Bizim buradaki favori kahvecilerimizden mekan olarak. Yiyecekleri de çok güzel görünüyordu, denemedik. Ama kahvelerini, özellikle -çok tatlı bulabilirsiniz ama- organik masala çayı ve red velvet kekini denemenizi tavsiye ederim  (Ayşegül’üm Sultan’ım ve Esra‘cımla birlikte ne keyifli ve bol dedikodulu kahve seanlarımız olurdu burada diye az geçirmedim içimden, kulaklarını çınlatmadım dostlarımın!).

– Yine bu bölgede, San Francisco’nun muhtelif yerlerinde de rastlayabileceğiniz, görüp görebildiğim-tadıp tadabileceğim en lezzetli sandviç, kahvaltı, tatlı pastane ürünlerini deneyimleyip midenize bayram ettirebileceğiniz “La Boulange” bulunmakta! Ne denediysek garip mırıltılar, sesler ve iştahlı bir ruh haliyle sildik süpürdük; kırıntı bile bırakmadık. Kesinlikle içeri girin ve kaybolun derim!

– Yine bu bölgede hamburgerin en güzeli için “Barney’s Gourmet Hamburger“i, keyifli ve yerel insanlarla birlikte kalabalık bir happy hour içinse “The Tipsy Pig”i listenize alın. Özellikle Barney’s’deyken sevgili arkadaşım Oburcanın kulaklarını az çınlatmadım değil hani 🙂 Burası senin için cennettir arkadaşım, al listene 🙂

– Santa Monica’da,  “Hara Sushi“de yediğimiz suşiler hala açık ara önde! Ama burada da yakın tatları, artık San Francisco’nun yerlisi olmuş arkadaşlarımızın da oy birliğiyle önerdikleri “Zuchi Puzzle“da bulduk. Özellikle Türkiye’de hiç deneme şansı bulamadıklarımdan bir lezzet listesi yapmak isterim: Ankimo; yani Monkfish‘in ciğerinden yapılan inanılmaz lezzetli sushiyi, Yellow Tail Fish‘den bir parçanın yer aldığı sashimilerini, baharatlı, hafif acı soslu somonun kızgın yağda pişirilmesiyle yapılmış pek leziz, Deep Rising ve Armadillo Roll’u rahatlıkla masaya sipariş edebilirsiniz derim (Selim’cim, Banu’cum, Evren’im, Dugi’m ve Eminem’in; yani Ankara’daki “Quick China” lezzet gün ve gecelerimin beni yalnız bırakmayan ekip elemalarını da burada saygıyla andım 🙂

5- North Beach Bölgesi, ağırlıklı İtalyanların yerleşik olduğu bir bölge. Sınırı çok rahat çizebiliyorsunuz, zira North Beach’i çevreleyen elektrik direkleri ve trafik lambalarının tümünde baskı şeklinde İtalyan Bayrağı mevcut! Bölgenin tam ortasındaki “Washington Square Park” çimenlerine serilip, kitaplarımı okuduğum yerdi. Canım kahve istediğinde hemen kalkıp, caddelerdeki herhangi bir sevimli kafeye oturup kahvemi yudumladım. “Mama’s” San Francisco’da yıllardır en iyi kahvaltıcı seçiliyormuş! Biz burada kahvaltı etmek aklımıza düştüğünde bir türlü  zamanlamayı doğru yapamadık. Şaka gibi! Önünde hep bir upuzun kuyruk! (Birinciye değil ama ikinciye gidip nefis bir kahvaltı ettiğimiz doğrudur. Mama’s’a gidemeyenleri “Dotti’s“e alalım 🙂

– Washington Square Park yakınlarındaki “Don Pisto’s“u ise hayatımda yediğim en lezzetli guacamole sosu ile hatırlayacağım! Meksika mutfağı sevenler, denemek isteyenler size sesleniyorum. Yeriniz burası 🙂 Kafa karıştırmayan az ve öz menüsü, sürahide alıp içmenizi önereceğim nefis sangria ve margaritaları ve taş duvarlı-tahta masalı, minimalist dekoru ile benim en sevdiğim Meksika mutfağı burası oldu diyebilirim. Ortaya ıstakoz söylüyorsunuz ve ellerinizle parçalayıp bir güzel dürümlere sarıyorsunuz 🙂 Yalnız rezervasyonsuz gitmeyin, saat 18:00’den sonra uzun bir bekleme listesi oluyor.

– Bu bölgede bulunan meşhur “Coit Tower“a çıkın. Kuleye çıkmasanız bile, bulunduğunuz yükseklikten San Francisco çok güzel görünüyor 🙂

6- Sabah koşularımda hedef noktam olan “Pier 39” ve “Fisherman’s Wharf” oldukça turistik bölgeler. San Francisco’nun mutlaka gidilmesi gereken yerleri. Her an çok kalabalıklar, ama bir taraftan da beğenebileceğiniz dükkanlar ve restoranlar, çeşitli atraksiyonlar mevcut. Mesela Pier 39’da bir akvaryum var; lakin hayvanların tutsak edildiği o tarz işlere karşı olduğum için-geç de olsa yerinde görüp Sea World’de, inanılmaz üzülmüştük, ben şahsen taviye etmiyorum! Biz yemek yemek için sanıyorum birer defa gittik ve sonrasında bir daha hiç o kalabalığa bulaşmadık. Şehrin yerel halkının dolaştığı yerlerde olmak bizim amacımızdı çünkü!

– Fisherman’s Wharf’dan devam ettiğinizde “Ghirardelli Square” e ulaşacaksınız. Burada vakit geçirmek çok keyifli. Ben hem yalnız gezilerimde hem de sevgilimle buraya gelip Ghirardelli’nin çikolata dükkanından çikolata kaçamağı yaptım bol bol 🙂 İster dondurma, ister kahve-çikolata alın; önündeki sahilde kumlara oturup keyfini çıkarın. (Tabi, hava müsade ettiği sürece!) Burası eskiden çok büyük bir çikolata fabrikasıymış, daha sonra fabrika başka bir yere taşınınca bu mekan restore edilerek minik dükkanlar, kafeler ve restoranlarla güzel ve iyi vakit geçirelicek bir yere dönüştürülmüş.

7- Minik gizli bir mekan var “Maiden Lane“de, ismi “Mocca” Giderseniz  deniz ürünlü salatasından isteyin derim. Yalnız sadece nakit para geçiyor! Şansınız varsa akordeon çalan amca da oralardadır. “Union Square”e bakıp, yeşillikler arasında huzur bulun. Şehrin ortasında bir kaçamak yapmak için ideal. Bu güzel sokakta ayrıca San Francisco’daki tek Frank Lloyd Wright  tasarımı olan ve bir galeri olarak hizmet veren “Xanadu Gallery“i de görmeniz mümkün.

– “Union Square“, şehrin kalbinin attığı yer ve bize üç ay boyunca yuva olan evimize de çok yakın. Sıklıkla vakit geçirdiğimiz, hiç olmadı bir yerlere giderken mutlaka içinden geçtiğimiz bir yer. Macy’s’in çatı katında yer alan “Cheesecake Factory“de rejim falan hak getire diyerekten bir dilim cheesecake yemenizi, Macy’s’in sol çaprazında yer alan “DSW“dan ayakkabı alış verişi yapmanızı ve meydana yakın “Puccini and Pinetti“de bir happy hour yakalayıp üç dolara şampanya içmenizi tavsiye edeceğim.

8- “GoldenGate Köprüsü” gerçekten muazzam ve çok hoş görünüyor günün her vakti. Sisli, puslu havaya rağmen ya köprünün ayakları sisler içerisinde, yukarısı görünüyor oluyor; ya da tam tersi üst kısmı yok, ayakları var 🙂 Tamamını net olarak görebildiğiniz zamanlar çok kısıtlı. Ama bir klasik olması sebebiyle köprüyü ziyaret etmenizi, lakin mutlaka ve mutlaka şiddetli rüzgara karşı saçlarınız için toka, üzerinize giymek için kalın bir üst almanızı önermeliyim. Bisikletle de karşıya geçebilirsiniz köprünün üzerinden, ama ben yaya olarak geçmenin hem fotoğraf çekmek hem de manzaranın tadını doya doya çıkarmak için en uygun yol olduğunu düşünüyorum.

..

Sanıyorum benim San Francisco’m için akla ilk gelenler bu şekilde. Uzun bir yazı olması sebebiyle umuyorum ki sıkılmadan buralara dek ulaştınız. Buraya yazamadığım, özellikle mekan konusunda öneriye ihtiyacınız olursa bana e-mail yazabilirsiniz. Seve seve yanıtlarım 🙂 Evet, şimdi toparlanma zamanı. Bekle bizi New York City!

 

 

Şehirde Dolaşırken…

Öyle güzel binalar var ki San Francisco’da!

Kimisi eski Viktoryen dönemi yansıtıyor; çatısı, bacası bir hoş, kocaman bahçeleri var, tuğla görünümlü dış yapıları, pencereleri ayrı güzel (En ünlü örneklerinden “Painted Ladies”, aşağıdaki ilk fotoğrafta).

Kimisi de modern dünyaya uyum sağlamış; dış yüzeyleri birbirinden güzel sanatsal çalışmalarla süslenmiş. İlk fotoğraftaki kafe, Castro Mahallesi’nden. Ardından gelen ise North Beach.

Bir de tabi duvarları begonvil kaplı olanlar var ki, onlar benim begonvil aşkım sebebiyle klasmana dahil edildiler 🙂 Uzun yürüyüşlerim sonucu sokaklarda gözüme çarpan güzel görünümlü binalardan birkaçı…

Tadım “Tasting” Aktiviteleriyle Geçen Hafta Sonları

Geçtiğimiz hafta sonu aklımızda Napa Vadisi’nde hatırı sayılır bağları ve şarap üreticilerini ziyaret etmek ve Şarap Tadımı “Wine Tasting” yapmak vardı. Bu konuda tecrübeli arkadaşlarımız “Napa’da bir günde en az üç, dört yeri ziyaret edebilirsiniz” demişlerdi. Sabahtan yola çıkarız, birer birer dolaşmaya başlarız demiştik biz de. Evdeki hesap çarşıya pek uymadı, biz sabah saatlerinde değil öğlen yola çıkabildik. Yolda iki arkadaşımızın da katılımıyla ilk olarak Napa’nın en büyük ve eski, Türkiye’de de en bilinen şarap üreticisi Robert Mondavi‘ye ulaştığımızda saatlerimiz 14.30’u çoktan geçiyordu bile! Şansımıza o gün bağların bulunduğu alanda büyük ve davetiyeli bir konser organizasyonu vardı; kapıdan döndük 🙂 O zaman dedik, hadi, ikinci en büyük üreticiye gidelim… Beringer, Alman sahipleri tarafından 1875 yılında kurulmuş ve o zamandan beri faaliyet göstermesi sebebiyle Napa’nın en eskisi. Yemyeşil ağaçların, mis kokulu çiçeklerin arasında bir yerde Beringer. Etrafı piknik masaları ile çevrili kocaman bir bahçesi var. Tadım için iki alternatifiniz var: Old Winery ve Rhine House Mansion.  İlkinde $20 vererek Beringer’in hafiften orta dereceye kadar ürettiği şaraplardan menüde yer alanlardan üç tanesini seçiyorsunuz. İkincisinde ise sınırlı sayıda ve reserv şarapların arasından üç tanesini seçerek tadabiliyorsunuz, ki bunun için ödeyeceğiniz ücret $25. Biz denediklerimiz içerisinde en çok 2006 Private Reserv Cabarnet Sauvignon’u beğendik. Tadım yaparken isterseniz kraker, peynir ya da şarküteri ürünlerinden de isteyebiliyorsunuz masanıza.

İsterseniz şaraplar hakkında bilgi veriliyor size, ama tadım için doldurulan kadehler bizim gibi “güzel” içenler için değil; adı üzerinde tatmak için 🙂 Dolayısıyla üç kadeh ile başlayıp da keyfe, isteğe gem vuramayınca… Hava da bir güzel bir güzel olunca… Dışarıdan canlı müziğin sesi de pek hoş ve davetkar gelince… Şaraphanelerin hemen hemen hepsinin saat 17:30 gibi kapanıyor gerçeğini de göz önünde bulundurunca… Dedik ki, hadi şuradan bir şişe şarap alalım ve adam gibi içelim bu güzel havanın, bu güzel ortamın ve canlı müziğin eşliğinde! Pek mesut, pek güzel bir iki saat geçirdik orada biz. Ama tabi böyle bir şaraphane görmekle olmadı bu iş, dönene dek gideriz umuyorum ki bir defa daha en azından 🙂

 

Bu hafta sonunda ise, bir süredir konuştuğumuz Peynir Tadımı “Cheese Tasting” aktivitesi için erkenden (bu defa başardık:) yola çıktık yine dört kişi. Peynir tadımı için kaynağımız burasıydı. Bu haritada görülen rotalardan bize en uygun olanını yaparak sırasıyla 21, 12, 15 ve 9 numaralı peynir üreticilerini ziyaret ettik. Bu rota yaklaşık -yolu da hesaba katarsak- dört saat kadar sürüyor. Peynir tadımlarında işletmeler sabah saat 09:00 gibi açılıyor ve ortalama 17:00 civarına dek meraklılar için hizmet veriyor. Bazı üreticileri ziyaret etmek için önceden telefon edip randevu almanız gerekiyormuş. İlk durağımız Spring Hill Cheese Company. Burası çiftliğin yakınlarında yer alan satış merkezi. Peynirlerin tümü soğuk dolaplarında, paketlenmiş halde duruyor. Her peynir çeşidinin hemen önünde tadım için dilimlenmiş, küp küp kesilmiş peynirler ve kürdanlar var. Peynirleri tadarak, en beğendiğinize karar veriyor ve sonra marketteki satış fiyatlarından bir miktar daha makul fiyata satın alabiliyorsunuz. Ben özellikle son dönem keçi peynirine merak saldığım için keçi sütünden yapılmış olan peynirleri denedim. Burada favorim bu oldu. Biz $5 verdik. İkinci durak bizi en tatmin eden peynir üreticisi oldu. Özellikle Brie’leri insanı yoldan çıkaracak derecede güzeldi. Bu ve bu gönlümüzün ve midemizin şampiyonları oldular ve o anda yapılan bir düzenlemeyle beşer çeşit peynir aldık buradan ve toplamda $10 verdik!! Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz piknik alanına da sahip olan bu peynir üreticisinde içeriden peynirleri, ekmeği ve reçelleri alıp, burada masalarda piknik yapmak da mümkün. Biz ayrılırken bir iki aile yerleşmişti bile piknik masalarına!

Ben daha çok sert yapılı, tadı keskin ve baharatlı peynirleri tercih ediyorum. Eskitilmiş gouda, eski kaşar, mimolet gibi… Son iki üretici daha çok yumuşak ve sürülebilen peynirleri üreten çiftlikler olduğu için onlardan pek beğendiğim olmadı. Ama California bölgesinin en önemli peynir üreticilerini görmek ve tanımak açısından çok faydalı bir yarım gün olduğunu söyleyebilirim 🙂 Bir dahaki sefere de bu çiftliği listeye aldık. Yakında buradan da haber veririm.

 

Peynir tadımını bitirip yola birlikte çıktığımız arkadaşlarımızın daha önce denediği bir yere, Tomales Bay Oyster Company‘nin piknik alanına geçtik. Deniz ürünlerini; her türlü balık, midye dolma-tava, ahtapot, yengeç, kalamar ızgara-kızartma-dolma’yı ne kadar çok sevdiğimi; deniz ürünlerine en yakışan içkinin -bence- rakı olması sebebiyle de ne kadar çok rakı-balık olayına girdiğimi artık biliyorsunuz 🙂 Fakat hayatımda hiç oyster, yani istiridye denememiştim! Hem de çiğ! Bu piknik mecrasının olayı şu şekilde: İçeceklerinizi ve piknik için tüm malzemenizi siz getiriyorsunuz. Tomales Bay’in piknik alanında mangallar, piknik masaları mevcut. Gidip bir masaya yerleşiyor ve hemen kıyıdaki satış standından istediğiniz kadar istiridye alıyorsunuz. İstiridyelerin yanında onları açmak için kullanabileceğiniz eğe benzeri bir bıçağı depozito karşılığı size veriyorlar. Sonra bu istiridyeleri ister hemen oracıkta açarak çiğ, isterseniz aldığınız haliyle mangala koyup, hafif ağızlarını açtıkları anda olduklarını varsayıp pişmiş olarak tüketiyorsunuz. Bilinen tüketim şekli çiğ istiridyenin üzerine limon sıkıp, acı sos dökmek. Biz yanımızda getirdiğimiz sarımsak ezmesinden de bir miktar ekledik çok lezzetli oldu. Deniz ürünü seven ve hala denememiş olan varsa, rahatlıkla yiyebilir. Tadı ve dokusu rahatsız edici ve belirgin değil. Sosa ve limona bulayınca da zaten her şey çok güzel oluyor 🙂 İstiridyelerin bitimi sonrası, “E, bu kadar yeter!” diyen Türk erkeklerinin yanımızda getirdikleri sucukları mangala atmalarıyla midelerimiz bayram etmedi değil haliyle.

Keşiflerle dolu San Francisco yazılarına elimden geldiğince hızlı bir şekilde devam edeceğim. Ama tabi daha kısa şekliyle neler yapıyoruz için diğer blogumuzu; benim çektiğim anda paylaştığım Instagram fotoğrafları için de burayı takip edebilirsiniz her zaman. Harika bir hafta diliyorum.

 

San Francisco Duvar Sanatları!

Her ne kadar farklı kültürlere, o kültürden gelmiş insanlara kucak açmış olsa da San Francisco; ilk olarak 1776 yılında İspanyol misyonerlerin gelip yerleşmesi ve kendi misyonlarını burada genişletmeleriyle yer alıyor tarihte. 1821 yılına dek California ve Meksika İspanyol toprakları sayılırken, Meksika’nın bağımsızlığını ilanıyla California’da da İspanyol egemenliği sona ermiş. Lakin Latin etkileri, izleri her alanda San Francisco’da özellikle Mission olarak adlandırılan bölgede göze çarpmaya devam ediyor. En güzel Meksika yemeklerini, restoranlarını burada bulabilirsiniz.

Mission bölgesi ayrıca sanatçıların, genç “hipster”ların da çoğunlukla tercih ettiği bir bölge. Bir sürü keşfedilecek kafe, kitapçı, vintage butik var. Biz bir günümüzü burada dolaşarak geçirdik, lakin daha çok gideriz gibi gözüküyor. Zira çok meşhur Bi-Rite Creamery‘den dondurma yiyeceğiz! Cenk’in yazısında okuduğumdan beridir gitmek istiyorum. Çünkü şu dünyada en sevdiğim ve bağımlısı olduğum tatlı şey: Dondurma! Fakat yine Cenk’in de bahsettiği gibi önündeki sırayı bekleyip dondurma yemeği göze almak cesaret istiyor…

O tek günde sağa sola bakmaktan zaten ağır ağır ilerlerken Clarion Alley‘e geldiğimizde soluğumuz kesildi resmen. Mission bölgesindeki özellikle iki cadde; Clarion ve Balmy, sokak sanatçılarının inanılmaz güzellikte ve özenli eserler sergiledikleri açık hava sergileri olarak anılıyor. Özellikle Balmy, Meksikalı sanatçıların Diego Riviera’dan esinlenerek yaptıkları daha politik temalı eserleri içeriyormuş. Aşağıda görecekleriniz Clarion caddesindekiler… Burada bulunduğumuz süre boyunca San Francisco’nun diğer sokakları ve bölgelerinde yer alan muhteşem duvar sanatlarını da sizinle paylaşmak istiyorum.