Güzel Yerler Konulu Yazılar

Özlem Olmasaydı!!

Hayat daha mı güzel olurdu ne?

Uzaktayken özlediğiniz insanlar oluyor hep, gün geliyor yakınınıza geliyorlar pek mutlu oluyorsunuz. Ama “her güzel şey çabuk biter” misali çabucak geçiyor günler ve sevdikleriniz tekrar “özlem” olmaya gidiveriyorlar uzaklara! Bir düşünüyorum da, ben “özlem”le tanışalı sanıyorum 25 yıl oldu… Hey gidi hey!

Annekuşumla birlikte keyifli vakit geçirdik geçtiğimiz hafta. Bir eve anne gelirse ne olur? Tabi ki pasta-börek-yemek üçlemesi dahilinde elden geldiğince üretime gidilir 🙂 Evde yapılanları saymayacağım, ama ben -spora da 1 hafta ara vermem sebebiyle- sanıyorum 1-2 kilo ekledim bünyeye!

Annekuşun resime olan ilgisi sebebiyle onu Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Rembrandt ve Çağdaşları Sergisi‘ne götürdüm. Öncesinde uzun bir yürüyüş yaptık Bebek-Rumelihisarı güzergahında. Sade Kahve‘de güzel bir kahvaltı ettik; konuştuk, dertleştik.

Sonra sergi çıkışında yağmura yakalandık, gittik Çınaraltı’nda oturduk bir müddet. Oradan hop diye otobüse atladık Beşiktaş Çarşı’ya gittik. Turgut Vidinli‘de rakı içtik; yine konuştuk, yine dertleştik.

Başka bir gün Sultanahmet-Eminönü, Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı gezdik; ayağımıza kara sular indi. Tarihi Sultanahmet Köftecisi‘nde köfte-piyaz yedik. Akşamına Ayşegülüm Sultanıma gittik, yemek yedik birlikte; yine konuşmalar, dertleşmeler…

Bu defaki annekuşumla birlikteliliğimizde farklı olan bir şey vardı: Konuşmalar, dertleşmeler hiç göz yaşlarıyla son bulmadı. Hep güldük, gülümsedik, kahkahalar attık.. (Bilenler annemin kahkahasını, bilir:) Ne oldu bize bilmiyorum. Bir şeyleri artık gerilerde bırakmayı, olduğu gibi kabullenmeyi bazı şeyleri, zorla güzellik olmayacağını, huzurlu olmanın-huzuru bulmanın en önemlisi olduğuna karar vermiş gibiydik galiba. Ben birkaç yıldır bu şekilde yaşıyorum zaten, ama annekuşumun da benim gibi bu yolda yürüdüğünü görmek beni inanılmaz mutlu etti. Daha sağlıklı gördüm, benim annem hep güzeldi, ama daha bir güzel gördüm onu. Benimle 5 km. yakın yol yürüdü, yokuş çıktı; ben bittim yer yer onun gıkı çıkmadı.

Tanrıya, evrene yine şükrettim, yine teşekkür ettim. Mutlu iki kadın, güzel iki kadındık biz annekuşumla geçtiğimiz hafta İstanbul sokaklarında…

 

Gülümse!

“Smile – It’s the second best thing you can do with your lips.”

Yani,

“Gülümse – Çünkü bu, dudaklarınla yapabileceğin en güzel ikinci şeydir.” 🙂

..

Gülümseyin, gülümsetin.

Sevdiğiniz birini gülümsetmekten daha keyif verici, pozitif enerji verici bir şey daha var mı acaba? Ben hem bolca gülümsedim, hem de gülümsettim geçtiğimiz hafta. Harika insanlarla bir arada oldum, harika sohbetler içerisinde bulundum, pek güzel şeyler, yerler gördüm. Huzur dolu bir ortamda, Eyüp Sultan’da dua ettim (Yurt dışındayken de kiliselere her gidişimde mum yakar, dua ederim. Böyle ortamların enerjisi bir başka oluyor. Dua eden, teşekkür eden, güzel şeyler dileyen insanların birlikteliliği inanılmaz güzel ve yoğun bir enerji alanı oluşturuyor. Temiz, tertemiz. Arındırıcı, güçlendirici…).

Hıdırellez Şenlikleri için Park Orman’a gittim; güzel konserler ve bol bira eşliğinde açık havada, güneşin tadına vardım sevgilimle birlikte.

Teleferikle Piyer Loti’ye çıktım. O güzel tepeden İstanbul manzarasına hayran kaldım. Vardır bir sebebi şimdiye dek hiç gelmemiş olmamın dedim; derin derin içime çektim mis gibi havayı, kokladım rüzgarın taşıdığı kokuları. Çayımı içtim, simidimi yedim 🙂

Selimiye Cami’nin yakınlarındaki botanik bahçesine gittim, rengarenk çiçeklerle tanıştım. Party Girl‘ümü nilüfer havuzuna düşürdüm! Neyse ki elimi sokup alabileceğim derinlikteydi havuz da sevgili maskotum, momiji bebeğimi oralarda bırakmadım 🙂

Kadınlar Pazarı denen yerde büryan kebabı denedim. “Kırk yıl et yemese çok bir şey farketmeyecek” bir kadın için lezzetli bir deneme oldu diyebilirm!

Haliç Cafe‘de günü sonlandırırken Şişhane, Galata ve Perşembe Pazarını tam karşıma alarak; sağ tarafımda Üsküdar, Karaköy, Haydarpaşa, Çamlıca sırtları, Sarayburnu ve Topkapı Sarayı, sol tarafımda ise Haliç, Eyüp ve Piyer Loti’ye kadar uzanan karşı konulmaz manzaraya karşı orta kahvemi yudumladım.

Sevgili arkadaşım Rana Solaker’in küratörlüğünü üstlendiği çok keyifli bir sergiye gittim (Ve kesinlikle görmenizi öneriyorum.): “New Yorker Sergisi”. İlk defa 2005 yılında Chicago’da katıldığım bir konferans sonrası dönüşümü New York’tan yapmak suretiyle dört gün kadar kalmıştım New York’ta, dostlarım Hindistan Cevizleri‘nin yanında! Daha sonra 2006 ve 2007 yıllarında University of Minnesota’da katıldığım programlar sonrası, yine dönüşlerimi New York’tan yapmış ve iki defa daha birer hafta kalma şansına erişmiştim  (New York, “Ölmeden Önce Görülecekler” listemdeydi ve ben bu şehre bayılmıştım.). New Yorker Sergisi ile birlikte tekrar o günleri hatırladım; New York’a ait sarı taksilerin, tuğla binaların, Brooklyn Köprüsü’nün, sokak kafelerinin, Central Park’ın fotoğraf karelerine taşındığı 10 fotoğraf sanatçısının eserlerini büyük bir zevkle gezeceğinizden eminim.

..

Bu hafta sonu annekuşum gelecek yanıma, Anneler Günü’nde, uzun zaman sonra bir arada olacağız. Onunla da harika bir haftalık program yaptım. Sizlerle de paylaşmak için sabırsızlanıyorum (Hava önümüzdeki günlerde yağışlı olacakmış, ama bu haber bile keyfimi bozamayacak.).

Yağışlı havaya, sızlayan kalbinize, tüm yorgunluğunuza rağmen azıcık da gülümsemeyi unutmayın olmaz mı? İsterseniz öyle çok şey var ki göz kenarlarımızdaki kırışıklıkları arttırmak için!

🙂

 

Mayıs’a Hazırlanırken!

Sanırım Yaşlanıyorum! “Zaman ne kadar da hızlı geçiyor yarabbim!” diyerek dolanıyorum son günlerde çünkü. Zaman konusuna taktıysak, yaş almışız demektir (20’lerimde zaman kaygım olmadığını üzülerek hatırlıyorum.).

Kalkıyorum, ki yine eski düzene geçtim sayılır; 07.30-08.00 gibi sabahları. Spor günümse hemen hazırlanıyorum, hazırlanırken aynada karın kaslarıma bakıyorum! (Evet, fotoğraf bile çektim, birkaç ay sonra karşılaştırmak için. Bu aralar deli gibiyim bu konuda, herkesle kas yapmak, yağ yakmak, sağlıklı tarifler konusunda konuşur buluyorum kendimi.). Neyse, hazırlanıp evden çıkıyorum. Son zamanlarda hava güzelleşti ya, bir gün Bebek sahiline bir gün de semtimin yakınlarındaki pek hoş parka gittim koşmak için. Açık havada koşmak konusunda zorlanıyorum, söylemişlerdi gerçi koşu bandı üzerinde koşmak daha kolaydır diye…

Sabah teşekkürlerimi sunuyorum evrene (Sanki açık havadayken mesaj daha çabuk ulaşıyor gibi geliyor!). Yolumun üzerindeki ağaçlarla, bahçelerdeki çiçeklerle, nefis sesli kuşlarla selamlaşıyorum (Bunu yapmayı da canım dostum Tolu’mdan öğrendim:). Sporumu yapıyor, kahvaltıydı, ev işiydi, akşamın yemekleriydi uğraşıyorum (Ev kadınlığı hakikaten de zor bir işmiş mirim, annelerin kıymeti daha çok biliniyor böyle zamanlarda.). Sonra e-postalarıma bakıyor, halihazırda üç adet olan kitaplarıma dönüyorum o anki ruh halim ve keyfim hangisini istiyorsa.

Kitaplarımlayken genelde günün kahvesi eşlik ediyor bana. Ah, bir de çiçekler… Çiçeklerimi yeniliyor, yeniledikçe günün kahvesiyle fotoğraflıyorum onları 🙂 Bu hafta bir küçük hediye aldım kendime; uzundur görüp almak istediğim, ama nedense hep ertelediğim bir minik obje: By Wonderland‘dan Momiji bebeği 🙂 O da çiçeklerimin yakınlarında aynı fotoğraf karesi içerisine girmekten kurtaramadı kendini! Benimkinin adı “Party Girl”. Kendisiyle uzunca bir seyahate çıkacağız yakında, hani şu beni heyecanlandıran seyahatimiz var ya, ona işte (Düşünüyorum da belki yanına bir arkadaş alsam fena olmaz, ne de olsa kimse yalnız kalmaktan hoşlanmaz!).

Sevgili arkadaşlarımla, dostlarımla, çok değerli insanlarla vakit geçirme şansı buldum son zamanlarda, özellikle akşamlarda! Akşamlarda buluşuyorsak rakı olsun diyoruz masamızda. Şanslıyım ki rakı seven insanlarla çevriliyim 🙂 Elbette ki haftanın sadece belirli iki gününde içiyorum; zira spor yapıyoruz, kas yapıyoruz (İçtiğim akşamlardaki iki dubleyle mat olan bünyeme bakınca alkolle dansımız eskisinden ne kadar da azalmış, hayretler ediyoruz. Bir defa daha yaşlandığımı düşünüyorum!). 

İşte böyle akşamlardan birinde kısa bir süre önce haberdar olup listeme aldığım, lakin “o zaman bu zamandır” dediğim (ve sevgili ekibi de ikna ettiğim)  Sıdıka‘yla tanışmaya gidiyoruz. İnanılmaz leziz, her biri özel mezeleriyle; hiç de meyhaneye benzemeyen sıcacık dekoruyla, fondan gelen caz tınılarıyla, çok da kalabalık olmayan atmosferi ile etkiliyor bizi Sıdıka; müdavimi olmaya ant içiyoruz! Peynir düşkünü bir kadın olan bendeniz fıstıklı peynire bayılırken, denizden o an çıkmışçasına taze bir şekilde masamıza misafir olan ahtapotun zarif bacakları gizli sosuyla ve ızgara haliyle hepimizi nakavt ediyor. Taze ot tabağı iki defa söylenirken, mevsiminde olması sebebiyle istediğimiz enginar üzerinde favayla şaşkınlıktan bizi hayretler içerisinde bırakıyor! (Herkesler bilsin istemediğimiz bir yer olduğuna karar veriyoruz, bencil miyiz acaba biraz?).

İşte böyle böyle Mayıs’a hazırlanıyoruz biz. Çünkü Mayıs gelecek, geçecek ve sonra Haziran gelecek ve tam ortasında biz uçup gideceğiz 🙂 Sizi de götüreceğim, şüpheniz olmasın 🙂

Modern Meyhane Tecrübesi!

Geçenlerde posta kutuma düşen bir mesaj ertesinde kendimi Safi Meyhane‘de buluverdim!

Safi Meyhane Turizm Araştırmacıları Derneği (TURAD) önderliğinde, Yeni Rakı sponsorluğunda hayata geçirilen “Meyhane Modeli Projesi” kapsamında oluşturulan Modern Meyhane konseptinin ilk örneği olarak hayata geçirilmiş bir mekan.  TURAD’ın 2 yıl önce meyhaneleri günümüzde yaşayan birer kültür örneği haline getirmek amacı ile Samatya Meydanı’nın düzenlenmesi ile başlattığı bu projede hedeflenen, Yeni Rakı’nın da desteğiyle meyhanelerin uluslararası normlarla uyumlu ve üstün nitelikli hizmet verebilecek işletmeler haline getirilmesi imiş. “Meyhane Modeli Projesi” ile sıfırdan mekan açmak isteyen ya da mevcut düzeninde değişiklikler yapmak isteyen (altyapı, servis-menü, denetim, vb.) meyhanelere de danışmanlık hizmeti verilecek imiş.

Mekan benim oldukça hoşuma gitti. Henüz İstanbul’da keyifle rakı içecek bir mekan bulamadığım için “alıcı” gözle değerlendirmeye çalıştım her ayrıntıyı. Hoşuma giden şeylerin başında meze bar geldi! Evet, Safi Meyhane‘de bir meze bar var (Meze bar konsepti sadece “Modern Meyhane”lerde olacakmış, bir de “Klasik-Vintage Meyhane” konsepti olacak bu projenin). Akşam iş çıkışı buraya uğrayabilir, İspanyolların tapas bar’larda yaptıkları gibi bir duble rakınız, bir-iki ufak mezeniz ile ayaküstü demlenebilirsiniz. Meze dolabından dekoruna kadar sade, modern ve -nedense benim için rakı ile uyumlu olan tek rengin- mavi rengin! kullanıldığı mekanın mezeleri de başarılıydı. Klasik, alışılmış tatların yanı sıra deniz ürünleri ya da çeşitli balıklarla yapılan daha modernleşmiş rakı mezelerini de severek tüketebileceğiniz meyhanede benim olmazsa olmazlarım beyaz peynir, acılı yoğurt, pilaki, humus ve fava gecenin yıldızlarıydı!

Hoşuma giden ikinci şey ise profesyonel olduğum bir alan ile ilgiliydi. “Meyhane Modeli Projesi“ne dahil olan meyhaneler uluslararası normlara göre, sadece meyhanelere özel geliştirilen bir denetleme sistemi ile TÜV Rheinland tarafından denetlenecek; denetlemede belli bir puanı aşabilen meyhaneler, alacakları sertifikaları mekanlarına asabileceklermiş. Safi Meyhane Türkiye’de TÜV sertifikası almak amacıyla başvuran ilk meyhane olma özelliğini de taşıyormuş. Yaklaşık on yıldır değişik kalite yönetim sistemleri ile haşır neşir olan, bu sebeple yaptığımız iş gereği gittiğimiz her otele, restorana; aldığımız her hizmete denetçi gözüyle bakan bizim hatun grubumuz için bu mekanın üst sıralara yerleşeceğini düşünüyorum. Rakı içmeyi sevenler için, özellikle de kadınlar için mekan vazgeçilmez olabilir. Bizim davetli olduğumuz akşam, Perşembe akşamı, çevremiz kadınlarla dolu masalarla çevrilmişti zira 🙂

..

Geçtiğimiz hafta zorunlu ara verdiğim spor serüvenimde iki duble rakıyı kendime çok görmedim. Ama bugün başlayan yeni bir hafta neticesinde, gelenekselleşmiş “New day New life” argümanımla beraber biz yine az alkol, bol spor ve bol protein haftasında olacağız. Umuyorum güzelleşen hava, artık kendini hissettirmeye başlayan bahar ile birlikte keyfiniz de yerindedir.  Bizim keyfimiz yerinde, sağlığımız iyi. İki ay sonra gerçekleştireceğimiz seyahatimiz için heyecanlı ve midesi kelebeklerle dolu bir haldeyiz karı-koca 🙂 Darısı, yaz tatili için planlarını şimdiden yapmış ya da yapma aşamasında olan tüm güzel insanlara…

Renkli Cumartesi!

Bir gün önce Tolu ile gerçekleştirdiğimiz 13 km.lik parkur sonrası bacaklarımda her ne kadar sızım, ağrım olsa da, ertesi gün için aramıza sevgili dostum Ayşegül’üm Sultan’ımı da alarak eskisi gibi-3 Silahşörler olarak yani- birarada pek eğlenceli bir Cumartesi geçirdik.

Hani derler ya “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” diye, işte ben kesinlikle katılanlardanım bu cümleye. Sadece hafta sonları ballı-kaymaklı, reçelli, yumurtalı bir kahvaltı yapabildiğimiz için de Cumartesi sabah kahvaltısı konusu pek önemli bir nokta haline geldi bizim aramızda da.  Konuştuk ve daha önce adını bir çok defalar duyduğumuz, fakat bir türlü gidemediğimiz Cihangir’deki “Van Kahvaltı Evi“nde kahvaltı etmeye karar verdik. Mekan biraz küçük olmakla birlikte, oldukça temiz ve servisi de -bizim olduğumuz saatlerde en azından- oldukça hızlıydı. Popüler bir yer olduğu için bir miktar sıra beklemeniz kaçınılmaz sanırım. Ama oturduğunuzda bal-kaymak, 4 çeşit peynir, yumurta, tahin-pekmez, domates-biber vs. gibi yaklaşık 15 parça ile donatılan sofra ile önce gözünüz doyuyor. Gözlerimiz doydu, lezzeti ile mideler bayram etti ve ödediğimiz ücret de oldukça makuldü. Dezavantajı, caddenin dibinde olmasından sebep, özellikle en öndeki masanın nerdeyse sokağın içindeymiş gibi toza, gürültüye ve sokaktan gelip geçen insanlara yakın olması diyebilirim.

Yukarıda ikinci fotoğrafta görülen mezeler ise Cumartesi gününün 2. ve son öğünü olan akşama ait. Akşam Nevizade dolaylarında 3 kadın “Tarihi Cumhuriyet Meyhanesi“nde Atatürk’ün masasına oturup demlendik. 3 Silahşörler olarak aylar olmuş en son bir masa başında rakı içip, sohbet etmeyeli! Çok keyifli tamamladık Cumartesi gecesini; güldük, gözlerimiz doldu ağladık, birbirimize sarıldık, ellerimizi tuttuk sıkı sıkı, efkarlandık, heyecanlandık… Tanrıya teşekkür ettik birarada olduğumuz için o masada..

Sabah kahvaltısının ardından yürüyerek kendimizi Eminönü’ne attık. Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı gezimiz aşırı kalabalığa rağmen fenalık geçirmeden tamamlandı 🙂 Bir kahvede olmazsa olmaz ritüelimiz, orta şekerli Türk kahvemiz için soluklandık. Sonra da aşağıdaki güzellikler içerisinde keyifli bir kaç saat geçirdik.

 

Bu tatlılara hiç yüz vermemiş olmam da ayrı bir başarı. Eskiden tatlısız gün geçiremeyen ben, son dönemde hiç aramaz oldum. Sadece dondurma! Bir de karışık kuruyemişler ve kuru meyvelerden oluşan bir karışım var. Özellikle spor aralarında bir avuç kadar yiyorum: Kuru kayısı, kuru elma, fındık, badem, beryy gibi yemişler var içerisinde. Tavsiye ederim 🙂

Ve bu şehrin belkide en çok fotoğraflanmış 2 görüntüsü ile baş başa bırakıyorum sizi.

Seviyorum İstanbul’u: Yapılarını, tarihini, enerjisini, hücrelerimdeki etkisini..

Ama kalabalıktan hiç haz etmiyorum. Ne olacak bendeki aldığım yaşlarla orantılı gelişen bu agorafobi durumları da bilmiyorum! Hayırlısı 🙂