Güzel Yerler Konulu Yazılar

Hareket? Bereket?

 

Anonim

Bu ara bayağı yol yaptım.

Cuma akşam üzeri İstanbul. Gecesine Asmalı Mescit. Daha önce hiç gidilmemiş salaş bir mekan. Bir apartmanın 6. katı, adı: Tavanarası.

Klasiklerden şaşmayacaksın: Rakı-Beyaz Peynir-Patlıcan Salatası. Bir de yeşil salata, ah unutuyordum az kalsın, bir de deniz börülcesi tabi. En zeytinyağlısından, bol limonlusundan.. Fonda eski pop parçaları. Ajda bazen, bazen Sezen. Hava mis. Ama sıcak, hem de çok!

Cumartesi güzel bir kahvaltı. Eski bir film. Yine yol, Kavacık-Feribot, feribotta çift kaşarlı tost ve ayran. Hava sıcak ötesi, yanmamak için türlü şaklabanlıklar yapan ben! Derken Bursa! Benim ilk Bursa seyahatim. Ve fakat biraz rötarlı bir seyahat oluyor, İstanbul trafiğinden sebep; Bursa’ya ulaşmamız 5 küsür saati buluyor. Güzel bir mekana ulaşıyoruz: Kat 3. Nezih, ışığı, kalitesi hemen fark ediliyor. Yalnız ilginç gelen bir ayrıntı vermem gerek. Bir alış veriş merkezinin 2. Katında Kat 3:) Bence hoş bir espri olmuş:) Asansörde 2. kata basıyoruz. Basarken de “Kat 3’e çıkıyoruz” diyoruz:)

Yemek, hazırlık, konser. Anonim sahnede. O büyüleyici giriş parçalarıyla, “Road to Hell” ile başlıyorlar her zamanki gibi. Ortalık kalabalık, insanlar Ankara Manhattan’da eğlendiğimiz gibi eğlenmiyorlar ama, daha “cool”, daha dinleme modundalar, dans eden çok az. Ben zıplıyorum çokça. Malum tüm şarkıları biliyor, seviyor, bağıra bağıra söylüyorum. Bira, viski ve en son Margarita içiyorum. Margarita ikramdı, güzel dans ettiğim için:) Kabul etmeyecektim, malum o son kadeh içilmeyecekti benzeri bir şey yaşıyorum!

İstanbul’da Pazar günü miskinliğine yetişiyoruz konser sonrası. Hala çok sıcak! Önce Bebek. Bebek Parkında şenlik. Sonra Arnavutköy’e yürüyoruz ve acıktığımızı hissedip Adem Baba‘dan balık-ekmek yiyoruz. Ortaköy’e yürüyüş sırasında Kuruçeşme’nin önünde uzunca bir kuyruk: Eric Clapton & Steve Winwood. Boğaz Köprüsü’nde önce mavi ışıklar vardı, bir bakıyorum yeşil, sonra sarı oluyorlar. İtiraf etmem gerek harika görünüyorlar:)

Bursa Kat 3

Önce Ortaköy’e gelinmişken Çaydanlık‘ta bir kahve içilir diyorum, ama diğer yandan da eskisinden de beter olmaya devam eden birbirine yapışık masa düzeni, özensiz ötesi servisi ile “buralar ne yazık ki bitmiştir” şeklinde mırıldanır buluyorum kendimi:( House Cafe gibisi yok yine bence orada. Orayı dostlarla keyfetmek için bir sonraki seyahatime bırakıyorum.

Pazar sineması kuşağında Music&Lyrics seyrediyorum. Mutlu mutlu yatıyorum. Dönmeden önce IKEA’yı tavaf edip, sonraki seyahatte alınacaklar listesini çıkarıyorum. Malum bu defa yerimiz yok! Ama ne yapıp edip bir sürü mum ve balkonuma fenerler almayı başarıyorum:) IKEA Ankara bir sonraki yaza açılacakmış diyorlar, dedikodu olmaması dileğimle, gerçekleşmesi için dua ediyorum.

Son zamanlarda midem o kadar kötü ki! Hiç istememekle birlikte gastro ziyareti yapacağım sanırım:( Bu hafta sakin, hafta sonu buradayım. Ama sonraki hafta Antalya’ya halasının kuzusunu görmeye gideceğim. İstanbul sıcaktı, an itibariyle Ankara cehennemmimsi! Bu durumda Antalya’yı düşünmek bile istemiyorum.

**İstanbul’a gitmek için yola çıktığımda bir Ankaralı JTB okuyucusu yanıma gelerek siz Dilara mısınız? dedi. Pes dedim:) Bunlar beni o kadar mutlu ediyor ki:)**

**Sigara i-çe-mi-yo-rum! Bu yılki yapılacaklar listemdeki bir maddeydi ve kendine kendine nasıl çözüldü halen anlayabilmiş değilim!**

 

Durum!

Durum

 

~ Fotoğraflar IPhone’un Hipstamatic aplikasyonu ile çekilmiştir. Artık makina taşıyamıyorum:(~

Çarşamba akşam arkadaşlarımla Güvenlik North Shields’de buluştum. 1 kadeh kırmızımı içtim, Efes Pilsen’in Fenerbahçe Ülker’e play off serisinde mağlup olmasın ise pek bir üzüldüm:( Derken neden bilinmez sesimin volumü azalmaya, çıkarabildiğim en duyulabilir ton ise tiz bir hal almaya başladı. Uzun lafın kısası sesim kısıldı!

Ertesi gün işe gelince ilk iş KBB ziyareti oldu. Larenjit olmuşsunuz dediler. Bol bol ılık içecekler için, Strepsils alın ve konuşmayın dediler. Bu kadar:) Denedim, ama tabi konuşmama kısmında pek de başarılı olamadım. Derken benim ses tamamen kayboldu!

Cuma sabahı ülkesine dönen teyzemlerin ardından ben de iş için Gebze’ye gittim. 2 günümü cennetvari bir yerde geçirdim. Toplantılar iyiydi ama hamaklar, armut koltuklar yayılmış çimenler, çiçek tarlalarına dönen bahçeler ve meyve ağaçlarıyla bezeli kampüs içerisinde rüyadaymışcasına geçirilen 2 gün bünyeye pek iyi geldi. Dalından koparıp yediğim şeftalinin tadı hala damağımda.

Olmayan sesim yavaştan yerine gelirken bu defa öksürük krizleriyle başa çıkamaz oldum. Yılmadım, ayaktayım an itibariyle. Artık sesim “çatallı” da olsa (Bu da ne demektir ki??) var. Öksürükler azaldı, yarın öbür gün iyice düzelirim diye umud ediyorum.

Bu arada hala oldum ben:))

4 Haziran 18:50 sularında, annesine yaklaşık 9 saat sancı çektirdikten sonra Tuğsem ERDEM hayata gözlerini açtı sonunda. Kardeşim fotoğrafını ilk gönderdiğinde bakakaldım “Bu ne çirkin bir şey yarabbim” diye:) *Nazar değmesin istiyoruz, o sebeple çirkin şey diye seviyoruz:)

Bu çirkin ördek yavrusunu görebilmek için ay sonuna kadar beklemem gerekecek gerçi, bu duruma biraz üzülüyoruz. Ama sağlıklı, diğer sağlıklı-normal bebekler gibi çok ağlayan, bizimkileri uyutmayan bir bebek olduğu için de pek seviniyoruz:)

Hafta sonu Beyoğlu Hayal Kahvesinde Ankara’ya artık hiç uğramayan Ankaralı grup Soul Stuff’ı izledik. Eğlendik sanki hatta. Ama sonrası yediğim tantuni o gecenin bitirişini harika yapmamıza neden oldu. İstanbul’da gök delinmişti sanırım. Ben bu kadar yağmur görmeyeli uzun oldu herhalde. Tabi enteresan bir şekilde 2 hafta önceki İstanbul kaçamağında hava sıcakken benim ayağımda bot, üzerimde yağmurluk vardı; bu defa ise alıp getirdiğim babetler ve kısa kollu bluzlarla yağmur altında pek bir hoş oldum! Ümit ediyorum ki bir sonraki İstanbul seyahatim için hava ile doğru orantılı en ala kombinasyonu bulup çıkarabileceğim hem rezil hem hasta olmamak için!

Ayşegülüm Sultanım İstanbul’da uzundur kovaladığı işe sahip oldu:) Ayın 14’ü itibariyle başlayacak, bu sebeple ev arama çalışmalarına başlamak için İstanbul’a gitmişti acil olarak. Ben de bir gün daha fazla kalıp baktığı ve oturabileceğini düşündüğü bir kaç ev içerisinden oluruna karar verebilmek için ona yardımcı oldum. Sonunda aynı kendi evimi ararken kapısından ilk girişte yaşadığım ferahlama duygusu sonrası nasıl “işte budur” dediysem, Ayşegül’ün gösterdiği evlerin sonuncusunda kapıdan girdiğimizde de aynı şey oluverdi. Ulus’ta 5. katta çok hoş, temiz, 2+1 evini tutup kontratını bile yaptık. “Çok evli”, pek şanslı bir kadın oldum ben de:)

Hafta sonu kaydedilmiş Roland Garros kadınlar ve erkekler final maçlarını izlemek kısmet oldu bir de. 2 film birden kuşağında gibi pek bir mesuttum öyle böyle değil. Üzerine bir de film arşivinden bir adet “Wimbledon” ekmek kadayıfı üzerindeki kaymak tabirine -cuk oturuverdi.

Etiler Komşu Fırın‘ın tam tahıllı simitleri, çikolatalı-vişneli ılık keki, Calvé marka bulunan peanut butter, dönerken Bolu’dan aldığım isli ve dil peynirleri bir sonraki yazıya artık:) Hafta içi iş sonrası ev toplamaca, çamaşır yıkamaca, ütü yapmaca, yazlık-kışlık ayırmaca gibi etkili aktivitelerle uğraşmayı, sonrasında hafta sonu yine kaçmayı planlıyorum. Hayır, leylek falan da görmedim yıl başlarken ama..

Henuz Geldim Ankara’ya..

March

“Evet, biliyorum biraz geciktim. Ama yol cok uzun, cok mesakatliydi. Yolda gelirken bir suru yere ugramam gerekiyordu. Kuslara kucak acmam, dogaya bir ufak dokunusla can vermem; bir suru insani da bu arada gulumsetmem gerekti. Tabi bunlari yapmak o kadar da kolay olmuyor takdir edersinizki! Velhasil Ankara semalarina Cuma gunu gibi ulasabildim.

Cuma aksamustu keyfi yoktu Dilara’nin. Cani ne eve gitmek istiyordu, ne de disariya cikmak. Tabi onun ofisinde bulundugu bolumden disariyi gormesi biraz zor. Dolayisiyla aksam uzeri havaya neler yaptigimi da cok fark edemedi. Hal boyle olunca da mizirdanip durdu durduk yere. Sonra allahtan disari cikinca fark etti benim yakinlarda oldugumu. Bir gayret atti kendini Tunali’ya, o uzunca suredir yurumedigi sokaklara. Ne yapsam derken koseden gordu o en sevdigi mekani, “Hadi” dedi, ” Hadi surada biraz keyif yapayim.” Daldi bahcesine mekanin, oturdu masasina. Aysegul Sultani da geldi tam oldu. Birer kadeh aksam ustu kirmizisi soylediler masaya. Bir sigara yakti derin derin cekti, bir yudum kirmizisindan aldi. Muzikler de pek guzeldi hakkaten. Dilara sever Fransizca bilirsiniz. Havayi da ilittim, misler gibiydi. Muzik, sohbet, dertlesmeler, kirmizi, sigara, ilik estirdigim meltemsi ruzgar keyfine keyif katti. Kendi kendine gulumsedi cok defa, yakaladim ben onu izlerken bir koseden.

Ikinci kirmiziyla iyice keyfe geldi. Aysegul’u de ozlemis belli ki. Bilemiyorum ne yapacak bu kadin Aysegul yokken buralarda? Sonra, kendini baska bir yerde hissettigini gecirdi icinden. “Sanki Ankara’da degilim gibi. Sanki burada hic olmamisim, yasamamisim gibi. Ne guzel.” dedi. Kalktilar eve gitmek icin, saat daha cok gec olmamisti halbuki. Eve mutlu geldi. Mutlu mutlu bir kadeh daha koydu kirmizidan. Puzzle’ina son bir gayret asildi. Ve.. Evet ve bitirdi onu:) 1500 parcalik kocaman bir seydi onumuzde duran. Ben gerci actigi pencereden biraz basimi iceri sokup bakabildim. O sirada o bayildigi Robbie Williams’dan Morning Sun calmaya basladi. Son zamanlarda en sevdigi parca o Dilara’nin. Kocaman gulumsedi. Bu kadin hep gulumsesin bence:)

 

Hala yakinlarinda oldugumu O’na hatirlatmak icin sabah sabah, gunesten yardim istedim, isiklarini gondersin diye. Basarili olduk:) Pencereyi acti mis gibi kokular yolladim odasina. Kuslari da bir durttum ufak bir senfoniyle “Gunaydin” desinler diye! Kalkti kahve makinasinin dugmesine basti, muzigi acti. Klasik sabah rituelleri iste. Sadece kahve icti yalniz. Bu kadina biri bari hafta sonlari kahvalti etmesini soylemeli! Ev temizlemek zamanidir diyip ise koyuldu. Tertemiz evinde koltuga oturdugunda saatler ogleyi biraz gecmisti! “Kalk” dedim pencereden, “hadi kalk da karis sokaklara, mis gibi cek icine havayi. Bak senin icin geldim, getirdim tum bunlari. Uzat elini al sadece”. Dedim. Dinledi. Cikti, yurudu uzun uzun. Oyalandi, kahve icti o en sevdigi bir onceki gece gittigi kosedeki mekanda. Kulaginda yeni kesfettigi bir muzik: Jon Allen-Happy Now. Mirildana mirildana aksama kizlarla sevilen mekanda programi var diye eve geldi aksamustune dogru. Giyindi, makyaj yapti. Pek guzeldi hakkaten. Mutlu olunca baska guzel bu kadin!

Uzandik birlikte sevilen mekana. Yaninda yururken benim kokumla onunki karisti birbirine. Boyle bir guzel olduk iste, anlatamiyorum tam olarak. Sevilen mekan kalabalikti, ben disarida kaldim, pencere kenarina oturdu Dilara. O’nu seyrettim disaridan. Yine bir suru muhabbet etti dostlari gelene kadar mekandakilerle. O’nu ne kadar da seviyor iceridekiler? Sonra rakisini soyledi, az su cok buzlu. Dostlari gelince zaten hic susmadi. Bol bol fotograf cektiler, Gulmekten bir hal oldular. O kadar merak ettim ki neye gulduler bu kadar diye! Hani hep soylenir ya kendisi “Goz kenarlarimdaki cizgilere cizgi katiyorum’ diye. Hah iste, dun bir milyon tane daha katti hayirli olsun!

*

Bugun sabah erkenden uyandirdim yine O’nu. Ne yapayim ozlemle bekliyordu beni biliyorum, getirdiklerimden maksimum faydalansin istiyorum. Kalkti spor giyindi, kulagina muzik yine.. Atti kendini disarilara. Bayagi yurudu. Soluklanmak icin kahve zincirleriyle unlu o mekana oturdu. Gazete okudu, tost yedi -yasasin!- kahvesini icti. Sonra kocaman o magazaya girdi aylik dergilerini aldi, kitap aldi. Sonra tugla dergileriyle evinin yolunu tuttu. Tam koseden gecerken cicekci vardi kosede, kulagina fisildadim: “Hadi sunlardan al bir demet ve gotur evine, misler gibi koksun evin. Ben gibi koksun” dedim. Dinledi. Evine mis gibi ciceklerle dondu. Sonra klasik iste. Dergilerine daldi, dunyayi unuttu bir muddet. Tolu aradi yine cikti, yine kosedeki mekan! 3 gundur ayni yere gidiyor. Boyle bir yere baglandi mi kopamiyor oradan bu kadin.

*

Iste boyle. Bu hafta sonunu O’nunla gecirdim. Hep yanindaydim. Icindeki pir pir ucusan kelebeklerden bahsederken de yanindaydim. Kendi kendine gulumserken de. Cogunlukla kahkahalar atip goz kenarlarindaki cizgilere milyonunculari katarken de. Sarki soyleyip, dans ederken de. Yalniz basina sportif aktivitesini icra ederken de:) Velhasil geciktim, ama telafi etmek icin elimden geleni yaptim.

Sanirim O’na iyi geldim ben. Ne iyi ettim:)”

Imza mi? ~Bahar~ desem:)

Ankara’da Ilk 3 Dinlence

Bu liste tamamen kendi tercihlerim üzerinden oluşturulmuştur:)

1 ~ Benim için Ankara’da dinlenmek istediğinde ilk ne yapar, nereye gidersin diye sorsa biri alışkanlıktan olsa gerek “Seğmenler Parkı” derim herhalde. 1993 yılında geldim Ankara’ya ben. Yani neresinden bakarsanız bakın temizinden bir 17 sene olmuş!! Her hafta sonu evimden çıkıp, sabah erkenden, önce Kuğulu sonra Seğmenler yapmazsam rahat edemezdim ben. Kışın bile aksatmamaya çalışırdım. Spor olsun diye. Kafam bozulsa beni Seğmenler Parkında bulursunuz mesela. Spor için de ayaklarım oraya götürüyor beni, bir şey düşünmek istediğimde de, dinlenmek istediğimde de.. Kışın mesela kar yağarken çok yürümüşümdür cebimde matara, içinde konyak-viski ne verdiyse artık:) Kahvemi alır, içine boca eder, karda bıraktığım izlere dalarım.

Yazları kitabımı alır giderim. Olmadı kulağımda müziğim, elimde simidim, sandviçim artık ne varsa. Çimenlerine örtü sererim, yayılırım orada; mini piknik yapar dergi karıştırırım. Severim Seğmenler Parkını:)

2 ~ Buraya da Eymir Gölü‘nü koymak istiyorum izninizle. Aracımız olursa da burayı tercih ediyoruz zira:) Eymir Gölü ile münasebetimiz ODTÜ yıllarıma dayanır. O zamanlar örtümüzü, sandviçimizi, içececğimizi alır gider bir kıyı köşesinde keyif yapardık. Özellikle -benim için- o yapılacak hiçbir şey bulunamayan “Pazar” günleri!

Sonra büfelerinden balık-ekmek yemeye başladık. İçecekler değişti bira oldu:) Kah kalabalık kah çift olarak çok zaman geçirdim ben Eymir Gölü kıyısında. Bana hatırlanacak bir sürü anı bırakan dinlence mekanlarından en önemlisidir neredeyse. Son birkaç yıldır da yürüyüş yapmak için tercih ediyoruz, süper oluyor. Arka kapısından girip ön kapıya kadar yürüdüğünüzde neredeyse 1 saat sürüyor yürüyüş. Sonra kahvaltı. Arada ördek besleyip, tavşan da kovalıyoruz tabi:) Kürekçileri fotoğraflıyoruz falan.

3 ~ Benim dinlence mekanlarımdan biri de Tunalı’daki D&R Mağazası. Özellikle son aylarda en sık yaptığım şey haline geldi, çok hoşuma gidiyor:) Gidiyorum, aylık dergilerimden, beğendiğim kitaplardan alıyorum. Aşağı kattaki Gloria’dan da kahve. Sonra çıkıyorum yukarılara, pencere kenarında rahat bir koltuk bulup çöküyorum hemen. En son 2-3 saat geçirmişimdir mutlu mesut.

Amerika’da iken Barnes&Nobles’da yerlerde oturup kitap okuyanları ilk gördüğümde müthiş imrenmiştim. İçlerinde zaten Starbucks’ları var çoğunun. Millet kahvesini alıyor, kitabını alıp yayılıyordu yerdeki halıların üzerine. Burada da bunu yapabiliyor olmak hoş. Kendimle ve elimdeki kitap-dergi ile geçirebildiğim o birkaç sakin saat bana çok iyi geliyor. Evimin dışında olmak istediğimde buraya geliyorum. (Hem de evden buraya kadar yaklaşık 20 dakika yürüyorum:) İçerideki müzik sesi de çok rahatsız edici değil. Zaten öyle konsantre oluyorum ki, çoğu zaman ses falan da duymuyorum:)

Gördüğünüz üzere benim KOCAMAN Ankara’daki dinlence mekanı sayım 5’i bulamadı bir türlü. Konuştuğum herkesin alternatif önerileri oldu tabi. Ben bu listelerde hep kendi tecrübelerimi paylaştım sizinle. O sebeple 3.den sonrakiler alternatif olacak ve beğeninize sunulacak. Eğer bunlardan tecrübe ettiğiniz var ise, lütfen izlenimlerinizi paylaşın. “Yok bunlar değil de, benim de şöyle bir yerim var bu KOCA Ankarada dinlenmek adına” diyorsanız ona da yorumlarımız açıktır:) Az da olsa faydalı olabildiysem, fikir verebildiysem mutlu olurum:)

Alternatifler ~ Starbucks‘lar:) Bu öneriyi yapan arkadaşımın uzun yıllar süren Amerika tecrübesi olduğu için el mahkum onu mutlu eden mekanlar bunlar:)

~ Papazın Bağı. Ben çok sık gitmedim buraya. Ama daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere arada birkaç defa gitmişliğim oldu. Dinlence mekanı olabilir demek ne derece mümkün bilemiyorum, zira ben son gidişimde yüksek sesle konuşanlardan, bağırıp çağırarak ördekleri kovalayan çocuklardan rahatsızlık duymuştum. Ama şehrin göbeğinde yeşillik, ağaçlık bir mekan işte!

~ Mogan Gölü. Eymir dışında buraya da gideriz. Ama dinlenmekten öte daha çok yemek-içmek için:) Özellikle çocuklarıyla hafta sonu vakit geçirmek için buraya giden arkadaşlarımın tercihi de burası oldu.

~ Kızılcahamam. Tahmininiz üzere piknikçilerin tercihi de bu yönde:) Her ne kadar Ankara merkezde olmasa da oldukça yakın aracı olanlar için. Ağaçların altında yayılıp, benim Eymir ya da Seğmenler Parkında yaptııklarımı yaparak dinlenebilirsiniz sanırım:)

*

Uzunca bir süre yazı dizisi falan yok:) Zormuş düzenli yazı yazmak:) Hafta sonu İstanbul’daydım ya, biraz ondan bahsetmek istiyorum şimdi. Sonrası allah kerim. Hayatın karşıma çıkardıklarını önünüze koyduğum için, duamızı eksik etmeyelim çok ve çeşitli şeyler çıkarsın diye, olmaz mı:)


4- Ankara’da Ilk 5 Cafe-Restoran

Bu liste tamamen kendi tercihlerim üzerinden oluşturulmuştur:) Cafe-Restoran başlığı altında sıralamaya -naçizane- uygun gördüğüm yerler yine benim “top mekanlar” listemde yer alanlar arasından seçilmiştir.

1 ~ Quick China tabi ki bir numaraya oturur bende! 1996 yılında açıldığından beridir gidiyorum. O zamanlar eski yerinde, Arjantin Caddesindeydi. Daha fast&food gibiydi. Daha sonra konseptini farklılaştırarak şimdiki yerine, rahmetli Uğur Mumcu’nun Sokağına taşındı.

Burasını yazın özellikle daha bir çok severim. Bahçesi harikadır. Yazları genel olarak öğlen açık büfe olayına gireriz ve saatlerce otururuz. Yeni yeni dekoru değişmiş tekrardan, ben pek beğenmedim daha önce de yazmıştım bu halini. Belki de eskisine çok alıştık, zamanla buna da alışırız bilemiyorum.

Sushi’nin yanı sıra Çin, Japon ve Tayland yemeklerine menüsünde yer veren mekanın en favori tatlısı benim için “Balda Kızarmış Ceviz”dir. Allahım o nasıl güzel bir tattır. Cevize tapınan biri için harika bir tatlı çerez oluyor. Tavsiye ederim:) Balda kızarmış muz olayına ise hiç alışamadım. Muzdan zaten haz etmem, bir de pişince iyice fena oluyor benim gözümde!

Ben sıklıkla sushi yemek için tercih ediyorum Quick China’yı. En çok da “Kyoto California Roll” dedikleri içinde yengeç, karides ve avakado olanıyla “Crunchy Roll” dedikleri hafif yağda kızartılmış olanını tercih ediyorum. Sevgili dostum Evren geldiğinde ise genelde 36 parçalık kocaman bir tekne söylüyoruz önümüze:) Çin, Japon ve Tayland mutfağından da eve söylüyorum genelde. Bir tek yıldızımın barışamadığı yemek burada “Pad Thai” olmuştur. Karideslisini yedim iki defa ve hayal kırıklığı, hayal kırıklığı:( Tabi Londra’da yediğimle kıyaslarsam olacağı bu sanırım!

Ankara’ya gelen tüm misafirlerimi götürdüğüm yegane yer. Alt katında yeni bir V.I.P Salonu açılmış 20 kişilik. Özel davetlerinizde kullanabilmeniz için. Akşam saat 23:00 civarında servis hizmeti bitiyor genelde. Rezervasyon, özellikle hafta sonu, şart. Son 2 ayda 6 defa giderek kendi rekorumuzu kırmışız bu arada. (Gelen extrelerden takip edince:))

2 ~ Ben her ne kadar yeniliklere açık da olsam bazı eskide kalmış yerlere, şeylere ve kişilere gönül bağıyla bağlıyımdır. Gar Lokantası da bu eski bağlılıklarımdan biridir her ne kadar son dönemde çok sık gitmemiş olsam da. En son Aslı kuzumla bir öğlen kaçamağı yaparak o en sevdiğim zeytinyağlı tabağıyla buluşma gerçekleştirdim geçtiğimiz ay sonu. Gar Lokantası özellikle ev yemekleri ve zeytinyağlıları ile çok güzel bir alternatif Ankara’da. Tabi ki ızgara, balık hatta kuzu çevirme bile yiyebilirsiniz burada. Ama bunlarla ilgili alternatif çokken çevrede, sıkılınca kaçacağınız bir mekandır Gar.

Ben her daim zeytinyağlı yediğim için diğer yemeklerinin lezzeti konusunda tecrübe sahibi olmamakla birlikte, ekürideki ağzının tadını bilenler için hep iyi puanlar almıştır diyebileceğim sadece. En son gittiğimde beni mutlu eden birşey oldu burada. Gar Lokantası’nı içerisindeki atmosferle, hizmet kalitesiyle ve bana hizmet eden tatlı garsonu ile sevmiştim ben. Sonra o garson ayrılmıştı:( Mutlu oldum, zira geri gelmiş. Beni tekrar o ağırladı ve rakıyı ve türk kahvesini nasıl içtiğimi aynı şekilde hatırladı! Budur!

3 ~ Cafes Des Cafes, yıllardır sıcak ve samimi atmosferini koruyor Tunalı Hilmi Caddesinde. Zencefilli Limonatası ve elmalı payına hasta olduğum yerdir kendisi. Bir de yazları bahçesine:) Çok bilgisayarımı atıp çantaya tek başına gitmişliğim, bahçedeki beyaz dekora serilmişliğim ve saatlerce yazıp çizmişliğim vardır. Limonata üzerine limonata içerken, sadece bir porsiyon tatlı yiyebildiğim; duvarlarındaki 50’li, 60’lı yılların siyah-beyaz New Yorker Magazine dergilerinden çerçeveletilmiş tablolara hayran olduğum mekan. Bana gençliğimi hatırlatıyor, zira gençken ben! daha sık giderdik sevdiğimiz insanlarla.

Cheesecake’inin çok iyi olduğu söylenmekle birlikte, bilmiyorum hatırlayanınız var mıdır?, bir zamanlar İran Caddesinde yer alan IVY diye bir mekan vardı. Cheese Cake Factory’nin cheesecake’lerini her fırsatta tatmak için burada alırdım soluğu. Benim için cheesecake işte Cheese Cake Factory’nin cheesecakedir. O sebeple buradakine iyi puan vermek içimden hiç gelmez benim!

Yemeklerinden çok kahve-tatlı, mini kahvaltı alternatiflerimiz için tercih ederiz ve pek de iyi ederiz:) Bir sürü dergi-gazete bulunur mekanda, dolayısıyla eşinizi dostunuzu beklerken sıkılmaya fırsat bulamazsınız. Bir de ben içinde kocaman koltukları olan mekanları pek severim. Bana daha sıcak ve ev ortamını hatırlatır geldiği için belki de. Buradaki koltuklara da yer buldukça yayılmayı seviyorum.

Bu kış sıcak şarap içmek için uğradım bolca. Aslında kendi evimdeki sıcak şarapla pek kıyas kabul etmezdi ama:)

4 ~ Kale Washington, mutlaka en iyi restoran kategorisinde kendine yer bulmalı burada ya da başka bir listede. En sık gittiğim dönem sanıyorum Gilan Mücevher’de çalıştığım günlerdi. Yani yıl 2002 falan. O sıralar İstanbul’dan gelen misafirlerimizi ağırlardık orada. Bir dönem de yabancı konuklarımı ağırlamıştım iş için gelen. Daha çok prtokol grubu dediğimiz bir müşteri kitlesi vardır. Bürokratlar, gazeteciler, ağır adamlar gelir. (Bir yemekte hiç unutmam Ali Koç vardı karşı masamda. Ne güzel mavi gözleri vardı bak hatırladım:)

Kendine has suflesi, Borç Çorbası ve Halep İşi Kebabı meşhurdur benim için. Yaz aylarında terasına bayılırım. Kale’den Ankara manzarası panoramik olarak gözünüzün önündeyken yemeğinizi hafif, ılık rüzgar yüzünüzü okşarken huşu içerisinde yiyebilirsiniz:)

5 ~ Bu mekan ara ara ziyaret ettiğimiz bir yerdi yıllardır. Şimdilerde nerdeyse haftada en az 1 gün, bazen hatta birkaç gün burada oluyoruz. Sardunya Cafe‘den bahsediyorum. Şipşirin, minicik, rengarenk çiçeklerle ve minyatür bir havuzla bezeli bir bahçeye sahip. Bahar-Yaz akşamları bahçedeki ağaçlarda bulunan minik fenerleri, cam fanuslardaki mumları yakıyorlar. Işıl ışıl pek romantik oluyor:)

İçerisi ise tuğlalarla örülmüş duvarlarıyla, ahşap kirişleriyle, sıcacık ve loş ortamıyla, güzel seçilmiş müzikleriyle bana huzur veriyor. Farklı bir havası var burasının. Sevgili Selim ve ortağı Banu’nun “Salı Sardunya” günleri vardı mesela, şu an ne durumdalar bilemiyorum. Biz de
Başak‘cımla ayrı ayrı keşfedip birbirimizi burada ağırlamak istemiştik aynı anda:)

Bir kadeh şarap, hafif bir yemek, bir de eküriyle sohbet için gidip deneyin diyebileceğim bir yer.

Alternatifler ~ The House Cafe İstanbul özellikle Ortaköy ve Tünel’deki mekanlarıyla benim en sevdiğim cafelerden biridir. Doğru düzgün risotto yiyebilmek için tüm mekanları deneyen biri olarak, burada da Buğday Risotto yemiş, beğenmiş ve sürekli tercih etmiş biriyim. Bunun dışında arkadaşlarımla buluşunca peynir tabağı isteriz. Levrek Bruschetta ve Somon Izgarasına ise tek kelimeyle bayılırım.

Ankara‘da da açılınca bir defa gitmiştim. Alışkanlıkla peynir tabağı ve şarap için. Ama o oldu nedense:( Özel bir sebebi yok, sadece tercih sıralamasında üstlerde yer almıyor bir türlü. Akşamları önünden geçiyorum sürekli, çok hoş görünüyor şu anki dekorla mekan olarak.

Bunun yanı sıra mesela Budakaltı vardır Budak Sokak numara 6’da hizmet veren. Bir dönem buraya da çok sık giderdim. Artık tercihlerim arasında olmuyor pek. Ama Ankara’lıların sevdiği, bildiği, sıklıkla tercih ettiği bir başka hoş mekandır. Biraz tuzludur:)

Merkez Lokantası, Atatürk Orman Çiftliğin’de canım ciğerimdir mesela. Aslen restoran olamamış, tam anlamıyla lokanta kalmış bir mekandır. Arnavut ciğerini sıcacık getiriler masaya. En çok onu severim. (Bir de tabi ki kaymaklı ekmek kadayıfını. Enfestir!) Genelde yazın bahçesinde meze-rakı olayı için gideriz. Benim için eskilerden kalan anısı vardır!

..

Not: Bu yazı dizisi ile uğraşırken sürekli acıkıyorum:) Neden acaba? Son liste ile -“Dinlence Mekanları”- yazı dizime nokta koyacağım inşallah. Fakat araya giren bir İstanbul seyahatim sebebiyle o yazı haftaya kaldı sanıyorum. İstanbul’a dua ediyorum 3 gündür. “Hava ılık ve açık olsun. Bebek’de Aşk Cafe, Ortaköy’de House Cafe, Tünel’de ve İstiklal’de ve Nevizade’de olmak istiyorum:)” diye. Aslen bir nikah için gidiyoruz, ama ilk defa bir eksikle eküri olarak İstanbul’da olacağız. Fırsat mı fırsat!


Şimdiden güzel ve benim tabirimle “süper” bir hafta sonu geçirmenizi, güzel kahvaltı sofralarında bulunmanızı, sevdiklerinizin dizinizin dibinizde olmasını, yeni filmler seyrederek geçireceğiniz bir 2 günün sizin olmasını dilerim:)