Güzel Yerler Konulu Yazılar

Hafta Sonu, Gecikmiş Kutlama ve Haberler…

Vallaha bayağıdır uzak kaldım buradan.. Nedeni malum: Bu ay sonunda teslim etmem gereken ödevim!!! Cuma günü izinliydim bu sebepten.. Ne mi yaptım? Büyükçe bir bölümünü hallettim. Bugün de ilgili kişilerle konuştuktan sonra, kalan kısmını da halledip, akşam da oturup yazdım mıydı.. Benden mutlusu olmayacak herhalde.. Şu yumurta kapı meselesini hayatımın bu kadar içinde hissedeceğim böyle bir yıl daha olmayacak herhalde!! Genel olarak randevularıma sadık, zaman konusunda dikkatli biri olmama rağmen; iş bu ödev yazma olayına gelince bana bir haller oluyor. Sanırım 30 yaşından sonra, 7 yıl ara verdikten sonra hem de, full time çalışırken okumaya çalışmak beni böyle yaptı??

Neyse, genel olarak son dakikaya sıkıştırmama rağmen iyi gidiyorum şimdilik:)) Efendim, Cumartesi günü gündüz bir sürü iş hallettim dışarıda. Tunalı’nın gözünü seveyim. Alış-veriş mi yapacaksın, kahve mi içeceksin, pasta mı yaptıracaksın, bakım mı yaptıracaksın, sinemaya mı gideceksin… Hepsini yapabiliyor, herşeyi bulabiliyorsun… Bayağı bir saatimi dışarıda geçirdikten, ama bununla beraber bu güzel havada bir çok işimi de hallettiğimden mutlu ve mesut bir halde eve döndükten sonra da, evde yemek yaptım. Torsten bende kaldığından beri, ki yaklaşık 1 ay olacak, akşamları evde düzenli yemek yiyoruz. Bu sebeple günlük yemek siteleri ile daha bir haşır neşirim… (Öğlen yemeği için tavuklu nohut yemeği ve pirinç pilavı yaptım mesela.. Yanına da salata.. Annemin gözleri yaşarıyordur şimdi:)) Cumartesi akşamı saat 20:30’da ise akşam yemeği muhabbetine giriştik.. Nedeni: Benim ve Umut Lale’nin gecikmiş doğum günleri kutlaması.. Yer: Geçen gün bir dergide görüp gidilecekler listeme aldığım, Ayşegül Sultan’la bir ön değerlendirme yaptıktan sonra bayıldığımız bir mekan olan MİDAS.(Büklüm Sokak’ta Gordion Otel’in alt katında..) Yemekler, bistro’nun ortamı, Midas Öküzgözü Şarabı, sohbetimiz, hediye alıp-verme faslı, Torsten ve Selam arasındaki İngilizce-Türkçe karışık diyaloglar, tercüme geyikleri… Hepsi pek bir keyifliydi. Burada yemeğe katılan tüm arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.. Sıkı sıkı sarılıp, beni güldürdüğünüz, güzel dileklerde bulunduğunuz, gözlerimin içine sevgiyle baktığınız için.. Hem de uzunca bir süredir hepinizi bir miktar ihmal etmiş olmama rağmen. İyi ki varsınız.

Midas’tan sonra Dosteli Sokak’ta bulunan Le Chemine’ye geçmek için kalktık saat 23:00 civarlarında. Bu arada poker partisini hoplayıp zıplamaya tercih eden Selam ve Altay gruptan kopuverdiler eve doğru:)) Le Chemine’de de eğlendik bayağı. Müzik yapan grup ve solistleri çok başarılıydı. Burada Umut Lale’nin ekibi ile birleştik.. Sevgili Toprak Sergen’de hafta sonu için Ankara’ya yolu düşünce, beni kırmayarak doğum günü kutlamamıza katıldı geç bir saatte de olsa.. (Kendisi ile arkadaşlığımız 1,5 yıl önce Kaş tatilimz sırasında onun otelini tercih etmemiz ile başlamıştı..) Lale’ye getirilen çikolataları mideye indirip, bayağı bir kurtlarımız döktükten sonra oradan da başka bir mekana geçtik. Sanırım eve döndüğümde Pazar sabahına merhaba diyorduk!!

Pazar günümüzü evde ders çalışarak, film seyrederek, gazete-kitap okuyarak (Az kaldı Şu Çılgın Türkler’i bitirmeme..), Türkçe çalışarak (Torsten bayağı ilerletti…) gayet ev kedisi modunda geçirdik. Akşama yine yemek yaptım:)) Çupra almıştık alış-veriş yaparken. Çupraları sarımsak-tereyağı-tuz-karabiber ve limon suyu karışımı ile ovduktan sonra folyoya sarark fırınlıyorum. Hem lezzetli ve hafif oluyor, hem de daha az kokuyor ortalık. Yanına da birer duble rakı tabi.. Torsten’da merak yaptı, içti bir kadeh. Ama ikinciyi içiremedim:))

Böyle hareketli ve yoğun bir hafta sonunun ardından, aynı şekilde bir haftaya başladığımı söyleyebilirim: Bu hafta İç Denetimlerimiz ve Oryantasyon Eğitimlerimiz var. Bu eğitimlerde “Hasta Güvenliği ve Kalite İyileştirme” anlatacağım.. Denetimleri artık güzelce yürüten bir ekibim olduğu için, bizzat katılmıyorum hepsine. Sadece bana İç Denetçi olarak Tesis Bakımı ve Kalibrasyon denetimlerini vermişler. Gidip onları yapacağım o kadar!

Bir haber geldi Hafta Sonu bana ODTÜ Mezunlar Derneğinden.. Mutfak&Pasta&Kurabiye kursu açılacakmış. Mutfak kursu Hafta Sonları 5’er saat, toplamda 6 gün. Pasta&Kurabiye kursu ise Salı akşamları 19:00-22:30 arası toplam 3 gün. Ücreti mezunlar için 125, misafirler için 150 YTL. İlgilenen mutfak dostlarına duyurulur..

Kaçtım Bu Hafta Sonu II..

Amasra’yı geride bırakıp, Safranbolu’ya doğru yola çıkıldı Pazar sabahı… Ormanlık bölgelerdeki güzel sonbahar görüntülerini anlatmak için yeterli sıfatları kullanamayacağımı biliyorum.. Renkleri tahmin edebilirsiniz: Kırmızılar, kahverengiler, kavuniçiler ve arada yeşiller.. Birkaç yıl önce Abant’a gitmiştik, orada görmüştüm en son bu kadar renk cümbüşünü. 1,5 saat içerisinde Safranbolu sınırına ulaştık. Ama önce Yörük Köyü‘ne uğradık Torsten’ın isteği üzerine. Burası, Safranbolu’dan çıktıktan sonra yaklaşık bir 10 km. ileride bir köy. Tarihi 500-600 yıllıkmış. Köyün 1 km.lik girişinde bizi önce iki tarafa sıralanmış mezar taşları, sonra da misavirperver köylüler karşıladı. Arabamızı park edip, Sipahioğlu Konağı‘nı gezmek için bizi karşılayan -tesadüfen- konak sahibi ile yürümeye başladık. Bu köydeki en eski konak 450, en yenisi ise 90 yıllıkmış. Osmanlı Döneminde yerleşik hayata geçen, göçer “Karakeçili Aşireti”nin kollarından birisiymiş bu köyün sahipleri.. Köydeki evler Osmanlı-Türk Mimarisinin tipik örnekleri. Torsten buradaki bir ev ile bayağı ilgilendi, ama köy halkı boş görünen ev hakkında bize bilgi vermek istemedi pek:)) Konağı gezdikten sonra sahibesi bize peynirli gözleme ve ayran yapıverdi hemen. Üzerine de ev baklavası.. Ev baklavası yedikten sonra pastaneden tatlı almak anlamsız geliyor. Benim bu gezideki en favori tadım da bu baklava oldu!

1,5 saat kadar kaldıktan sonra UNESCO’NUN dünya mirası listesinde yer alan Safranbolu‘ya geçtik artık. Önce Hıdırlık Tepesi’ne çıktık. Burası Safranbolu’ya gelen Türkler’in ilk yerleşim bölgesiymiş. Bu tepeden, yukarıdaki Safranbolu manzarasını kaydettim fotoğraf makinama.. Daha sonra aşağıya inerek Kaymakamlar Müze Evi’ni, Sadrazam İzzet Paşa Camisi‘ni, Cinci Hoca Hanı ve Hamamı‘nı, Demirciler Çarşısını ve Arasta‘yı gezdik. Safranlı lokum aldık, Torsten tadına ülkesinden alışık olduğu safranlı ekmek aldı, Kazan Mutfağı’nda mantı ve perohi yedik, sadece Safranbolu’da içebileceğiniz Bağlar Gazozunu tattık. Çarşı’dan biraz alış-veriş yaptık ve evimize döndük bol yağmurlu ve sulu karlı yollardan geçtikten sonra…

Kaçtım Bu Hafta Sonu I..

Nereye mi? Amasra’ya.. Oradan Safranbolu’na.. Yakınlardaki Yörük Köyü’ne.. Uzun zamandır Karadeniz’in incisi Amasra’ya ve eski evleri ile ünlü Safranbolu’na gitmek ister durur; ama her seferinde bir maraz çıkar  gidemezdim. Sonunda vesile oldu-Torsten sayesinde- hafta sonu kaçamağı yapıverdim.

Cumartesi günü bir araba kiralayıp, biraz gecikmiş olarak öğlen saatlerinde yola çıktık ilk durağımız olan Amasra’ya doğru. Torsten’ın elinde bulunan Türkiye ile ilgili kitapta nereye, nasıl gidilir, orada ne yenir, nerede kalınır, ne almak lazımdır tarzı bilgilerden bolca bulunduğundan önceden bilgi sahibi olmak adına, yolda kitabımızı okuyarak, manzarayı seyrederek, güzel mp3’ler dinleyerek  sürdürdük yolculuğumuz Mengen’e kadar. Mengen’de Ayşegül Sultan’ın önerisi üzerine hemen girişte sağ tarafta bulunan Müdür’ün Yeri‘nde yemek yedik. Torsten’da benim gibi yemek yemeğe, değişik tadlar almaya oldukça hevesli. Durum böyle olunca güzel yemekler tatmak bir numaralı amacımız haline geldi yolculuk boyunca.

Mengen sonrası, muhteşem yol manzarasının keyfini çıkararak ulaştık Amasra’ya akşamüstü saat 17:00 civarlarında. Önce bir otel bulduk kendimize: Timur Otel. Tavsiye ederim, hem temiz, hem makul fiyatları var, hem de kahvaltıda verdikleri peynirler ve ekmek bir harika:)) Otel’e yerleştikten sonra biraz turladık şehrin içinde, Kale’ye çıktık. Oradan en tepeye çıktık: Ağlayan Ağaç Çay Bahçesi diye bir yere. Amasra’nın en tepesi orasıydı herhalde. Manzara, gece olmasına rağmen gerçekten de çok güzeldi. Tepeye çıkmak için bayağı bir enerji sarfettiğimiz için, hemen yine Ayşegül Sultan’ın önerisi üzerine Canlı Balık‘a gittik meşhur Amasra Salatası ve Balık yemek adına… Bu Amasra Salatası’nın içinde yazları 28 çeşit yeşillik olurmuş. “Şu an o kadar olmasa da 22-23 adet vardır” dedi garsonumuz. Tadı muhteşemdi doğrusu. Torsten’a dönüş yolunda sorduğum “En Favori …. Neydi?” sorularından en favori tadın hangisiydi sorusuna yanıt Amasra Salatası olarak geldi:)) Annesinin yaptığı salatalara benzediğini de ekledi. Yemek üzerine verdikleri tatlıya da ben bayıldım. Ballı Yoğurt. Süzme yoğurdun üzerine bal ve en üstüne de dövülmüş fındık serperek servis yaptıkları gerçekten çok güzel bir tad. Gidenlere kesinlikle denemenizi tavsiye ederim. (Eminim benim gibi halen oraları görmemiş olanlarınız vardır.!)

Güzel yemek sonrası biraz da sahilde dolaştık. Hafif yağmur yağmaya başladı, mis gibi deniz kokusu bir taraftan, yanan sobalardan çıkan dumanların kokusu bir taraftan.. Açık bir kahve bulup, kahve içmek için soluklandık. Bende fırsat mı fırsat diyerek Torsten’a fincanımı kapattım fal bakması için:)) Antalya’da bir fal baktı bana, öyle böyle değil:))

Sabah erkenden kalktık ve yukarıdakine benzer birbirinden güzel fotoğraflar çektik. Onların çoğunu Flickr‘a koydum. Biraz da gündüz gözüyle dolaştıktan sonra Amasra’ı terk ettik saat 10:00 civarlarında. Sonraki durağımız Safranbolu ve öncesinde ziyaret ettiğimiz Yörük Köyü idi. Bununla ilgili notları da yarın yazayım artık…

Uzun ve Dopdolu Bir Hafta Sonunun Ardindan..

Hava guzel olunca… Keyfe duskun, uzun zamandir gorulmeyen arkadaslarla bir arada olununca… E ben de uzaktan gelip, misafir modunda takilinca… El mahkum hep beraber hizli ve zevkli, bir o kadar da dolu dolu bir hafta sonu gecirilir.

Cumartesi gunu ogleden sonra Bezen&Adil’in arkadaslari Elif&Simon’in bahcelerindeki “1. Geleneksel Barbeku”lerine davetliydik. Elif’in elleriyle hazirladigi Turk usulu mezeler, Simon’in mangal basinda harikalar yaratmasi sonucunda ortaya cikan etlerle birlesince; bize de sadece Turkish Raki ve biralarla bu ziyafete eslik etmek kaliverdi. Biz dedigim yaklasik 20 kisilik bir ekipti. Bu guzel mangal ziyafetine biraz hizli bir giris yaptigim icin, ilerleyen saatlerde (19:30 civarlariydi sanirsam) ben 5dk. mesafede bulunan Bezen&Adil’in evinde uyurken, grup gece 22:00’ye kadar bu eglenceye devam etmis:))

 

Benden sonra Adil’i de evde uyumaya birakan Balkir ve Bezen dondurmaya yemeye bile gitmisler.

Cumartesi gecesi saat 19:30’da yataga girince, Pazar gunu de erkenden ayaga dikildik haliyle. Bizimkilerin her Pazar klasiklesen parkta kahvalti etkinligine dogru yola cikmadan once evde bagel’ler ve termosta caylar hazirlandi. Sibel&Ilkay’da arandiktan sonra hep beraber Riversade Park‘a gidildi ve kahvalti edildi. Kahvalti isini biraz uzun tuttuk, biraz keyif yaptik. Her zaman soyledigim uzere bu memleketin en ve belki de tek sevdigim yani; yemyesil alanlar, parklar ve bahcelerle dolu olmasi. Bunu korumaya ne kadar ozen gosterdikleri ise ayrica takdire sayan bir konu tabi!

Uzun kahvalti etkinligi sonrasi bizimkiler, bir baska cift olan arkadaslari ile (Eda&Murat) bulusmak ve bisiklete binmek icin sozlesti. Hep beraber Ringwood Park’a gittik. 3 bisiklet olunca ortada Murat, Eda ve Adil bisiklet turuna cikti, biz de Bezen ve Balkir’la beraber hiking yaptik. Park, oldukca genis bir arazi uzerine kurulmus, kucuk goller ve cesitli parkurlarla bezenmis yemyesil bir cennetti sanki!

*

 

Arazi icerisinde 1700’lu yillardan kalma bir cok mezar tasi da gorduk.. Ayrica minik bir caglayan, bir mini-malikanenin bahcesindeki guzel bir havuz icerisindeki masmavi Nilufer Cicekleri, savas zamanina ait bir kac top, bir cicek serasi, hemen yanindaki balkabagi bahcesi vs.. de hiking yaparken kesfettiklerimiz.. Pazar aksamimiz ufak bir bisiklet kazasi sonrasi biraz endiseli sona erdi, ama hersey yolunda allahtan simdi:))

Pazartesi gunu Bezen’cim izin alinca isten, bu gunu beraber aylaklik ederek gecirmeye karar verdik. Biraz alis-veris yaptik.. Manhattan’a indik.. Oglen yemegimizi Bryant Park‘ta, agaclarin golgesi altinda yedik.. Bryant Park benim gecen yil geldigimde de ziyaret ettigim ve cok sevdigim bir park. New York City’nin tam ortasinda, kocaman binalarin arasinda yemyesil ve eglenceli, huzurlu bir yer. Yaz aylarinda bu parkta aksamlari HBO’nunda katkilariyla eski filmlerin acik hava sinemasi seklinde gosterimleri yapiliyor. Gecen yil Bezen ile beraber Gary Grant’in bir filmine denk gelmistik tesadufen.. Bugun de aksam 21:00’de baslayacak olan filmi seyredebilmek icin insanlar, saat 17:00’de halka acilacak olan parkta yer kapmak uzere ellerinde battaniyeler, sandalyeler ve termoslarla bekliyorlardi. Saat tam 17:00 olunca yapilan anons esliginde ve ‘hurra’ nidalariyla parka yayildilar:)) Cok eglenceli bir goruntuydu dogrusu..

*

 

Sonra Bezen’le beraber Time Square yakinlarindaki Port Authority Otobus Istasyonu’ndan evimize donmek uzere yola ciktik.. Bu New York City insani yoruyor gercekten. Hep kalabalik, hep karmasik.. Yarin The New York Botanical Garden‘a gitme planlari yapiyorum. Basarabilirsem harika resimler cekecegimi dusunmekteyim..

Kas Yaptim Bu Hafta Sonu…

Basliktan da anlasilacagi uzere sportif ve aktivite dolu bir hafta sonu gecirdim. Her aksam yataga girerken tum kaslarim sizliyordu, ama olsun. Derslerle yogun gecen 2 haftanin ardindan yesillikler, kus sesleri, goldeki tekneler, piknik beni kendime getirdi. Varsin kaslarim agrisin, nasilsa gecer! Ama bu tecrubenin tadi damagimda kalir ve hep hatirlanir:))

Cuma gunu Fonda ve ben sehrin UpTown denen bolgesinde yer alan gollerden birinde kano yapmaya gittik. Soyledigine gore, kendini bildi bileli hafta sonlari ya da cani sikildigi her an kendini buraya atar ve bir sure kurek cekermis. Ona da bana oldugu gibi suda olmak iyi geliyormus! Kano yapmaya basladigimiz golden kurek cekerek 3 farkli golden gectik. En sonuncu gol en temizi oldugu icin burada suya girilebilmesi icin ufak 2-3 tane plaj kondurulmus. Yer yer birden derinlestigi icin oyle denizde yuzer gibi yuzemiyorsunuz ama yine de serinlemek icin ideal. Piknik malzemelerini bir Lubnan cafe’sinden aldik. (Orta Dogu mutfagina pek bir duskun Fonda. Esi de Misir’li zaten:)) Sonra da bir kano kiraladik. Hic bu kadar uzun sure kurek cekmemistim, cok hosuma gitti. Plajlardan birine geldik ve piknik malzemelerini ortaya doktuk.. Yanina da bir sise kirmizi sarap! Herhalde birkac saat kaldik, sohbet ettik orada. Saat 7’ye dogru kanoyu teslim etmek uzere hizli kureklerle basladigimiz yere vardik. Iki sey cok hostu: Ilki gunesin bulutlarla yaptigi ve uzunca suren dansi! Oyle guzel kareler yakaladim ki.. Biri asagida. Buradaki fotografta ikinci hosuma giden sey de var: Ordekler… Anne ve yavru ordekler golde siraya girip yuzup duruyorlardi. Biz de onlara elimizde kalan ekmekleri atarak besledik.. Cok sekerlerdi. Boylece bir fotograf ile iki guzelligi ayni kareye aldim! Kanoyu kiraladigimiz iskelede bir suru ufak capli tekne vardi. Buraya yakin oturan insanlar, hafta sonlari tekneleri ile aciliyorlarmis golde..

 

*

Cumartesi ve Pazar gunu ise kendi basima gecirdigim 2 gun oldu. Mary Jane’den odunc aldigim bisiklet ile Cumartesi gunu kampusun kalan kismini (West Bank ve Dinky Town) ve oradan da Riverdale denen bir bolgeyi kesfettim. Bisiklete binmeyeli neredeyse (abartmiyorum) bir 15 yil olmustu! Ama cok ilginctir ki uzerine biner binmez hemen hatirliyorsunuz nasil kullanildigini:)) Turkiye’de ana caddelerde bisiklet kullanmak nasil zorsa, bu memleketde de bir o kadar kolay. Bir kere yollar cok genis. Sonra bisiklet kullananlar icin bir cok yolda ve sokakta cizgilerle ayrilmis alanlar var. Ucuncu olarakta buradaki suruculer trafik kurallarina, yayalara ve tabi ki bisiklet kullananlara pek bir saygililar. Hal boyle olunca korkmadan, gonlumce, ve hatta saatlerce bisiklet kullandim: 15 yilin acisi 2 gunde cikti mi diye sorarsaniz: Cikti vallahi!

Cumartesi gunu kampusun diger bolumlerini kesfettikten sonra, tesadufen Riverdale denen bir yere geldim. Burasi Missisipi Nehri’nin kiyisindaki Maine Parki’nida icine alan bir bolge. Cumartesi gunu icin oldukca kalabalikti. Yasli-genc herkes bir ortu, ufak bir sepetle buraya nehrin kiyisina gelmis; kendi caplarinda piknik yapiyorlardi. Yolun hemen karsi tarafinda ise bir suru sokak cafesi vardi, ciceklerle birbirlerinden ayrilan. Bu cafelerden iki tanesinin arasina bir platform kurulmus. oyle buyuk bir sey degil. Bir jazz grubu muzik yapiyordu. Bisiklet kullanmaktan yorulup, bayagi bir terledigim icin bisikletimi kenara bir yere bagladim ve cimenlere yayildim ben de onlari dinlemek icin. Terapi gibi geldi diyebilirim.

Pazar gunumde de DownTown ve Mall of America’ya gittim bisikletimle. Toplamda 6 saat disarida kaldim ve bunun 3.5 saati bisiklet uzerinde gecti. Pazar pazar sehir pek bir sakin, pek bir huzurluydu. Ben bu Minnesota’yi sevdim galiba:))