NYC2IST’da yayınlanan başka bir yazı daha:) İyi okumalar.
“Good Morning Sunshine”
Her sabah aynı güzel iki kelime ile uyandım güne ben: “Good Morning Sunshine”
Hava güzel ve parlak, ışıl ışıl güneşli de olsa,
Karanlık, biraz sisli ve puslu; henüz ağaramamış da olsa gün,
Sonbaharın o uğultulu rüzgarıyla bürülü kasvetli bir sabahı,
Ya da kışın kar-buz içinde iliklerimizin döndüğü bir güne bile uyansak beraber…
Ben her zaman O’nun Sunshine’i idim. Bu böylece yaklaşık 3 sene kadar sürdü.
Derken o gün geldi ve ayrıldık ciddi bir sebepten ötürü; ben İstanbul’a taşındım apar topar işimi, evimi, arkadaş-eş ve dost ahalisini, bahçemdeki açmaları için neredeyse her bahar yalvardığım çiçeklerimi, sümbüllerimi, mor menekşelerimi, o en sevdiğim salaş cafeyi ve bitişiğindeki kitapçıyı, sadece yazın akşamüstleri iş çıkışı gidip bir kadeh kırmızı şarabımı içtiğim minik pub’ımsı mekanı ve daha nicelerini ardımda bırakarak.
….
Güzel bir yaz sabahı, günlerden Cumartesi. Aldım yaklaşık 1 kg. gelen gazetelerimi attım kendimi Ortaköy’deki o şirin cafelerden birine. I-Pod’umda La Boum filmi soundtrack albümünden “Your Eyes”çalıyor. Etkileyici, romantik bir parça ile etkileyici ve unutulmaz olacak bir güne başlangıç yapıyorum. Kahvaltı tabağımda hayatımda olmazsa olmaz çeşitli peynirler, biraz tereyağı ve bal var. Kahvem geldi sütsüz ve sade; yanında taze sıkılmış portakal suyumla beraber. İstanbul Boğazı ışıl ışıl parlıyor henüz doğan güneşın de etkisiyle, çevrede elele çiftler bazılarının yanında çocuklar. Çocuklar küçücük meydanımsı yerde uçuşan bir sürü güvercinin arasında koşturmaya başlıyor. Yaşlı bir çift gelip hemen yanımdaki masaya oturuyor. Masaya gelişlerini izliyorum; eleleler. Gözlerinin altları kırışmış, yanakları biraz içe çökmüş, gözlerinde gözlükler, tonton mu tonton bir çift. Olsa olsa 70’lerindedirler diyorum kendi kendime. Masalarına otururlarken bana başıyla selam veriyor erkek olanı: “Günaydın hanım kızım” diyor. Ne güzel! Hala hiç tanımadıkları insanlara selam verenler kalmış bu İstanbul’da demek diyerek ben de selamlarına karşılık veriyorum.
….
Bir taraftan kahvaltımı yaparken, bir taraftan müzik dinlemeye devam ediyor; diğer yandan da gazetelerimi okumaya başlıyorum. Arada mis gibi havayı içime çekiyorum, gözlerimle etrafı tarıyor ve İstanbul Boğazı’na; boğazın o güzel görüntüsüne bir defa daha aşık oluyorum. İstanbul’a gelme nedenlerimin başında bu boğaz geliyor zaten. Ankara’da en çok özlediğim yer hep burası olurdu; buradayken de yine boğaz’ı ozledim. Bana çocukluğumu hatırlatıyordu zira, en güzel tekne gezilerimizi, Kavakları, midye tava ve birayi.. Şimdi kulaklarımdaki müzik “Someone Like You”, Dina Caroll’dan..
….
Kahvaltımı bitirip türk kahvemi içerken birden bir ses duydum, tanıdık bir ses. Bana aslında çok yakın, şimdilerde uzak, sıcacık bir ses: “Good Morning Sunshine” dediO bana. Karşımda gülümseyen gözleriyle bana bakan O vardı şimdi. Ne arka fondakı boğazı görüyordum, ne elimdeki kahveyi, ne de yanımdaki yaşlı çiftin konuşmaları duyuluyordu.. Hepsi bir bir silindi. Sadece O ve O’nun gözleri kaldı sahnede. Oylece ne kadar O ayakta, ben oturduğum sandalyede kaldık, ne kadar süre geçti, biri bizi gördü ve ne düşündü bilemem. Tek duyduğum “Good Morning Sunshine”, tek gördüğüm O’unun gözleri oldu.
…..
Biraz konuştuk birbirimizden uzaktayken ne yaptık, ne yaşadık diye. İş seyahatı için geldiğini ve hafta sonu da kaldığını söyledi. Beraberken en çok yapmaktan keyif aldığımız şeydi İstanbul’a geldiğimizde Ortaköy’e uğrayıp kahvaltı etmek. “Bu ara seni çok düşündüm” dedi. “Aramak istedim, ama yapamadım. Hep uzaktan uzağa senden af dilemenin yollarını düşündüm; ama bir türlü de yanına gelmeye cesaret edemedim. Bu sabah kalktım ve birden içimden bir ses Ortaköy’e gitmeden, dönme dedi bana. Aslında kahvaltımı otelde yapıp sonra da yola çıkarım diyordum ama..”
….
Şimdi elimde bir mektup var. O’nunla Ortaköy’deki o sabah karşılaşmamızın üzerinden tam 6 ay geçti. Bana, üzerinde “To My Sunshine” yazılı bir zarfın içinden çıkan bir mektupla salonumdaki kanapede şaşkın bir vaziyette oturuyorum. Mektubun sadece ilk cümlelerini okudum, ve bir daha da elime alamadim:
“Gün ışığım, bir tanecik sevdiğim,
Gitmeye karar verdim, ama sana söylemeden de edemedim. Sen sessiz sedasız, habersiz ve kırgın gitmiştin; ben aynısını yapmak istemedim. Gidiyorum, çünkü sensiz sabahlara uyanmaktan, gün ışığına bakıp o güzelliğini ve ışıltısını görememekten bitap düştüm, yoruldum artık.”
Artık Ortaköy’e gidemiyorum, gün ışıdığında içim acıyor ve hala bana selam veren insanlar görünce şaşırmaya devam ediyorum. Ama bir tane hayatımız olduğu, acılar, ayrılıklar, hüzünler ve vedalarla hayatımızı sürdürmemiz gerektiğini de biliyorum.Her şehrin bir hikayesi vardır ve de her insanın.. Her insanın her şehirde bir hikayesi vardır. İstanbul’un bana merhabası, Ankara’nın vedası ile oldu, bir de o üç kelime ile: “Good Morning Sunshine”
DLR
(Nisan 2007)