“Gençken, güzelken, karnimiz asagiya dümdüz inerken, sevinçler, üzüntüler, varolusumuz ve gece yatagimizda düsündügümüz seyler sonsuza kadar sürecek zannederken…”
İşte tam da Ahmet Güntan’in ilk siir kitabi ‘İlk Kan’in (1983) arkasina yazdigi gibi.. “Karnımız aşağıya dümdüz inerken”.. Yani rejim falan yokken daha hayatımızda. Genç ve dinamik olunduğundan sebep, her yenilenin anında yakıldığı, depolanarak yağa dönüşmek üzere uzun uzun vücudumuzda ikamet etmediği o yıllarda yani.. Hiç birşeyin umursanmadığı, hayatın pembe renkli, kalp çerçeveli gözlüklerle görüldüğü, yatağa yatıldığında erotik düşler kurmaktan bir türlü uyunamayan yıllarda.. Gündüz düşlerimizde sadece güzel şeyler; kulaklarımızda hippi şarkıları, çiçek çocuklarla beraber şimdiki tabirle “lay lay lom” geçirilen o yıllarda işte.. Aşık oldum ben.. Gece yatağıma yattığımda düşündüğüm erotik düşlerime ek olarak sonsuza kadar sürecek bir yaşam planlıyordum sevdiceğimle ama.. Yıllar geçse bile evdeki hesabın çarşı fiyatlarına hiçbir zaman denk gelmeyeceğini, ayağını her zaman boyuna uygun bir yorgana uzatmak gerektiğini ve dahi nice atasözlerinin anlam ve önemini bu aşk sayesinde keşfettim yıl 1980’de. Yaşım mı? Daha 18..
Aynı okula gidiyor, ama ayrı bölümlerde okuyorduk. İlk aşkımdı. İlk kanımı kaynatan, içimi hoş eden adamdı.. Kalbimin bu kadar hızlı atabildiğinin hiç farkında değildim ondan önce. Bir bakışın ya da “yemyeşil” bir bakışın kalbimi delip geçebileceğinden, oradan bir kısmının başıma ulaşıp beni sersemletirken, diğer bir kısmının da kasıklarıma kadar uzanıp yanaklarımı kıpkırmızı edeceğinden; ağır kokulu bir çiçek koklamışcasına gözlerimi kapatma ve bir yere uzanma ihtiyacı hissettireceğinden bu kadar bihaberdim.! Ben yaşadığımı, sevdiğimi, sevindiğimi, “güzel”i tanımlayabildiğimi bu kadar zannederken, aslında ne kadar yanıldığımın da farkına vardım o yıllar! Aşık oldum ben..!
Köküne kadar yaşanılacak hayat sanırken, o ana kadar karşılaşmış olduğum sorunların sınav-ödev ikilemi içinde kaybolup gittiğini düşünürken, her bahar geldiğinde “ben her bahar aşık olurum” şarkısının sözlerini anlamı hakkında tek bir saniye bile düşünmeden spontane bir biçimde söylerken, “kadın-erkek ilişkilerinde taviz vermeyen taraf olacaksın kızım” diyen sıra arkadaşımın ağzından çıkanları çıtım çıkmadan dinlerken, erkekler benim için hep arkadaş, voleybol oynarken karşı taraf, okul kantininde sigara istediğim, sigaramı yaktırdığım, içki masasında güzelce içip o yıllarda bir nebze sorun sayılmayacak sorunlara çözüm bulup, beraber kafa bulduğumuz yaratıklarken.. AŞK’ın sözlük anlamı dışında herhangi bir tanımını bilmek için hiçbir gayret sarfetmemiş ve bunun için uğraşan ya da konuşan herkesi önemsiz bulan, garipseyen ben: Aşık oldum..!
Yemyeşil, delip geçen bakışların sahibi ile yemyeşil çimenlerde oturmuş, sırtımı koca gövdeli emektar çınarlardan birine vermiş, elimdeki –tesadüfe bakın ki- yeşil kaplı kitabı okumaya çalışırken tanışmıştım. Ben dalmış –yine tesadüfe bakın ki- sevdiğim şairlerden Ahmet Hamdi Tanpınar’dan AŞK isimli şiiri okumaktayım!
“….
Aşk dediğin nedir ki
Histen nefesten varlık
Umutsuzluk içinde
Karanlığa son ıslık”
Kendi kendime son mısraları sesli tekrarladım: “Umutsuzluk içinde karanlığa son ıslık”. Çok geçmedi arkamdan bir ses: “Umutsuzluk var ve karanlık da var ise.. Son bir çaba, yakarış, bir haykırış var ise.. AŞK’tan mı bahsediyor bu okuduğun şey ?” Kim olduğuna bakmak için arkama dönüverdim aniden. Bizim emektar çınara arkasını vermiş, sakince oturup sigarasından nefes çekmeye devam ederken diğer taraftan da elindeki mektubu okuyan biri. Uzun bacaklı, elleri ince uzun. Yüzünü görmek için sola doğru kaykıldım oturduğum yerde. O anda o da sağ tarafına doğru uzattı başını hafifçe. Ben meraklı gözlerle, öylesine bir dönüş yapmışken soluma ama sadece meraktan; çok ışıklı, çok renkli çakan bir şimşek gözlerimi kör ediverdi birkaç saniyeliğine. Sonra gözlerimin önüne renkli pullar, konfetiler ve kurdeleler iniverdi gökten.. Arada birkaç havai fişeği patladı, birkaç top atıldı. Bunlar olup biterken karşımdaki elindeki mektubu bırakıp elini uzattı bana biraz zorlanarak.. “Merhaba, ben şimdiye kadar o varlığından hiç haberdar olmadığın histen, nefesten varlığım.. Hani umutsuzluk içinde karanlığa fısıldadığın adını..” Gerçek adını söyledi mi hatırlamıyorum, ama ben onu hep AŞK diye çağırdım.
AŞK ve ben o gün orada karışık bulutların, engin mavinin, yemyeşil çimenlerin huzurunda birbirimize bağlanıverdik gizli bir bağla. Ellerimiz kenetlendi, hiç ayrılmamak için yeminler ettik. Sarıldık birbirimize, ve söz verdik birimizin nefesi kesilene kadar diğeri onu bırakmayacak, hep böyle sarıp sarmalayacak diye.. Birimiz anlattığında diğeri dinleyecek, birimiz ağladığında diğeri gözyaşlarını silecek, birimiz tembellik yapmayı seçerse, diğeri canı ne isterse onu yapacak evde, kahvaltılar hazırlanacak beraber, kafa dağıtmak için içilecek yan yana, belki de üzülünülecek beraberce; ama ne olursa olsun her sabah aynı yatakta uyanıp birbirimizi öpeceğiz “günaydın” derken gülümseyerek, sıcacık ve içtenlikle..
Beraber ve yan yana, aynı yatakta sabaha uyanılarak geçirilen koskoca 5 yıldan sonra bir gün sabah uyandığımda onu yanımda bulamadım. Önce korktum, endişelendim; sonra merak ettim. Yataktan kalkıverdim çabucak, üzerime sabahlığımı bile almadan.. Balkondaydı, sigara içiyordu. Elleriyle balkonun korkuluklarına dayanmış, başını öne eğmiş, biraz bitkin ve gardı düşmüş görünüyordu. Yavaşça gittim yanına, sarıldım.. Bir gün bu sahnenin yaşanacağından o kadar emindim ki.. Başımı dayadım sırtına, son bir nefesle “Gitme ne olur?” dedim. “Düşünme bile bunu..” Kıpırdamadı, öylece durdu bir an için. “Gitme desen de, kalmamaı istediğinden değil bu. Gitmezsem sen gideceksin nasılsa bir gün. Karanlık hep olacak, ama sonrasında gün doğacağını bileceksin. Ve ıslık çalmak için kullanacağın nefesin son nefesin olduğunu sanacaksın.Ama hep bir nefes daha olacak.! Ve o zaman bir defa daha bana bırakılan, ya da sana bırakılan üzünyü ve pişmanlıkla yazılmış, ama geri dönüşe yardımcı olamayacağı kesin bir mektupla elimizde kalakalacağız bir yaşlı çınar ağacı gölgesinde.. Ve belki de okurken birbirimize vedamızı, başka bir çığlık duyacağız karanlığın içinden aslen farkında olmadan söylenilen…” Bana döndü, sigarayı attı elinden, elleriyle kavradı tuttu ellerimi sıkıca. “AŞK’la defalarca tanışacağız, ama hep bir öncekini arayacağız, ya da bir sonrakini. Aramaktan vazgeçmez isek, bulduğumuzdan nasıl emin olacağız?”