Keyif ve Lezzet Durakları Konulu Yazılar

Nereden Başlasam..

From Boat

**Dalış Teknemiz İssis’ten. Soldaki havlular bizim:) IPhone Hipstamatic ile çekilmiştir.**

Geçtiğimiz hafta sonunu Bodrum’da geçirdim.

Sıcaktı.

Hem de çok sıcak!

Korunmama, bacaklarımı yedek havluyla örtmeme rağmen gölgede yandım. Sürüsüyle kırmızı beneklerim var şimdi sırtımda, bileklerimde, göğsümde.. Kuvvetle muhtemel kendileri kahverengi çillere dönüşecekler!

Etimi çakmakla yakıyormuş hissi veren güneş tenime her değdiğinde ne yapacağımı bilemedim, yanımdakinin arkasına, gölgesine saklandım. Olmadı, yetmedi!

Velhasıl ben gündüz pek hoşlanmadım Bodrum’dan. Buzz bira dışında bir şey yoktu güzel hanesine yazabileceğim.

Deniz güzeldi gerçi. Haksızlık etmeyelim. Mavi, temiz. 2 gün merkezden, 1 gün de Yelken Kulübünün plajından denize girdik. 1 gün teknede geçti, 2 koyda demirledik, dalış yaptık, yan gelip yattık. Özlemişim suyun altında olmayı. Komik fotolar ve bir video çekimi yanımıza kar kaldı:)

Bodrum Meyhaneler Sokagi

**Meyhaneler Sokağı. Nevizade gibi bir yer. IPhone Hipstamatic ile çekilmiştir.**

Ama akşamları pek keyifti benim için. Şöyle ki:

İlk defa Meyhaneler Sokağına gittik. Arkadaşın Yerinde rakı-meze yaptık bir akşam. Yediklerimin tadı damağımda hala. O nasıl bir Fava idi? Muhteşemdi. Ortam da hoştu. Sevdim ben orayı ve daha önce niye hiç gitmedim diye de hayıflandım açıkçası!

Sonra da bir akşam Balık Halinin olduğu yere gittik. Yeni düzenlenmiş, yan yana bir sürü güzel meyhane var. Haldeki balıkçılardan balığınızı seçiyorsunuz, sonra oturuyorsunuz Eray’ın Yerine. Sizin için pişirip getiriyorlar. Yanına aldığınız sarımsaklı-domatesli roka salatası ve Yeşil Efe’de bonusunuz oluyor:) Uzundur tava balığı yememiştim, 1 kg.lık kızartma, üzerine 2 büyük ızgara balığı yedik 3 kişi. Ölüyorduk az kalsın! (Adları hatırımda değil, tanıdığım-bildiğim balıklardan değillerdi:)

Bir gece evde İnegöl köfte-pilav ve çoban salata hazırladım. Köfteler hazırdı tabi ki:) Balkonda, Bodrum’un güzel liman manzarasına karşı yedik, pek güzel oldu. Söylemeden geçemeyeceğim, bizi misafir eden arkadaşımızın evi ve bulunduğu mevki çok hoştu. Sabahları o güzel manzaraya uyanmak ne iyi geldi bilemezsiniz. Teşekkür ediyorum kendisine tekrardan:)

Dönüş zor oldu haliyle. Ankara’ya döndük ve ertesi akşam tekrardan İstanbul için yola çıktık! Son dönemde Kamil Koç ve ahalisi ile ahbap oldum diyebilirim. Aynı servis elemanı ve şoförle gittim geldim mesela şu sonuncu seyahatimde! Kamil Koç Rahat Hattı şiddetle tavsiye ediyorum. TV Ekranı önünüzde, içinde yabancı-yerli ve belgesel olmak kaydıyla sürüsüyle film. Oldukça seçenekli servis her an elinizin altında. Sanırım son dönemdeki tüm filmleri sadece otobüste izliyorum.

En son New Moon-Twilight ve Bride Wars seyrettim mesela. Sonra filmler bitti, Ankara’dayım!

İstanbul hikayesini ayrıca yazacağım. Şimdilik bu kadar olsun. Çok yorgunum ben!

Wall Art

**Meyhaneler Sokağından bir duvar. IPhone Hipstamatic ile çekilmiştir.**

~Haziran~

Pd

~Photo by Patrick Demarchelier. Edited by me. “En sevdiğim albümünden”..~

 

Bahar geçti, yaz geldi bile.

Hüzün yine oturdu yüreğime, gözlerime. Sırtıma ağrı saplanıyor, nedendir bilemiyorum! Gidenleri uğurlayamıyor, “kal” diyemiyorum. Sabahları çok, ama çok erken kalkmaya devam ediyorum. Ezanı dinliyorum, o derece yani! Yürüyerek işe geliyor, yaptığım tek spor bu aralar “bu” olsun diyorum. Zaten kilomla sorunumu ortadan kaldıralı çok oldu! O sebeple sadece nefes açma egzersizi yapmış oldum diyerek kendimi avutuyorum.

İnsanları anlamak için çabalamayı bıraktım ya. “Rahat”a alışmaya çalışıyorum:) Söylediğim her şeyi içimden gelerek söylüyorum. Pişman değilim, olmayacağım da. Pişmanlık faydalı bir alet değil bilirsiniz! İçi-dışı bir insanları daha çok seviyorum bu dönem. “Özür dilemeyi” bileni, söyleyecek sözü olanı kollarımı açarak kabul ediyorum. Geçmişle derdim yok, gelecekle de. Anıma bakıyorum. Onu şekillendirmeye çalışıyor, “huzur” benim göbek adım olsun diye uğraşıyorum.

Sigaradan uzaklaştım, ama nasıl ben bile bilmiyorum! Son 10 gündür 3, bilemedin 4 tane “piç” olmuş sigara var bakınca elimizde! Mutlu oluyorum. Yalnız alerjik bünyemin neye ve nasıl tepki verdiğini bir rutine oturtamadığımdan sebep şişen sinüslerle nefes alamayan bir kadın olarak, geniz akıntılarımla mücadele ediyor, en son “klor” alerjimin hortlamasıyla 35 yaşında kapalı havuzda yüzme antremanlarına elveda diyorum! Evet, çok komik ama klora alerjim çıktı benim. Her havuz sonrası boğmaca geçiriyor gibi olmamın sebebini de bulmuş olduk, hayırlı uğurlu olsun! E peki havuza gitmiyoruz, uçuşan tüylerle haşır neşir değiliz, nefes açan ilaçlarla dolaşıyoruz da hala niye rahatsızız bir türlü bulamıyoruz!

Teyze kuşu ve damadını yemeklere götürüyorum her akşam. Hala en favori yerimin Balıkçıköy olduğunu görüyorum. Hem de yeni yeri:) Hem yeni, hem çiçekli, hem mis gibi, hem mavi, hem sıcak, hem teras. Hem.. Gidin de görün işte daha ne diyeyim. Ege Ezmesi yiyin karışık otlarla yapılan. Patlıcanı hala onlar gibi yapanına rastlamadım, bir de onu deneyin balıktan önce derim. Levreği ya ızgara ya da Dil’i şişte yiyin. Bana teşekkür edin. Üzerine sıcak helva birde en Maraş usulü dondurmalısından.

..

Bahar geçti, yaz geldi bile ya..

Gelin bu Haziranı kırmızısız, rakısız, kahkahasız geçirmeyelim.

2 güne sığdırılmış mini kaçamaklarla, amazona dönmüş balkonlarda keyifli, tatlı, kavunlu-karpuzlu, kirazlı bir de konserlerle dolu geçirelim. Nasıl ama?

4- Ankara’da Ilk 5 Cafe-Restoran

Bu liste tamamen kendi tercihlerim üzerinden oluşturulmuştur:) Cafe-Restoran başlığı altında sıralamaya -naçizane- uygun gördüğüm yerler yine benim “top mekanlar” listemde yer alanlar arasından seçilmiştir.

1 ~ Quick China tabi ki bir numaraya oturur bende! 1996 yılında açıldığından beridir gidiyorum. O zamanlar eski yerinde, Arjantin Caddesindeydi. Daha fast&food gibiydi. Daha sonra konseptini farklılaştırarak şimdiki yerine, rahmetli Uğur Mumcu’nun Sokağına taşındı.

Burasını yazın özellikle daha bir çok severim. Bahçesi harikadır. Yazları genel olarak öğlen açık büfe olayına gireriz ve saatlerce otururuz. Yeni yeni dekoru değişmiş tekrardan, ben pek beğenmedim daha önce de yazmıştım bu halini. Belki de eskisine çok alıştık, zamanla buna da alışırız bilemiyorum.

Sushi’nin yanı sıra Çin, Japon ve Tayland yemeklerine menüsünde yer veren mekanın en favori tatlısı benim için “Balda Kızarmış Ceviz”dir. Allahım o nasıl güzel bir tattır. Cevize tapınan biri için harika bir tatlı çerez oluyor. Tavsiye ederim:) Balda kızarmış muz olayına ise hiç alışamadım. Muzdan zaten haz etmem, bir de pişince iyice fena oluyor benim gözümde!

Ben sıklıkla sushi yemek için tercih ediyorum Quick China’yı. En çok da “Kyoto California Roll” dedikleri içinde yengeç, karides ve avakado olanıyla “Crunchy Roll” dedikleri hafif yağda kızartılmış olanını tercih ediyorum. Sevgili dostum Evren geldiğinde ise genelde 36 parçalık kocaman bir tekne söylüyoruz önümüze:) Çin, Japon ve Tayland mutfağından da eve söylüyorum genelde. Bir tek yıldızımın barışamadığı yemek burada “Pad Thai” olmuştur. Karideslisini yedim iki defa ve hayal kırıklığı, hayal kırıklığı:( Tabi Londra’da yediğimle kıyaslarsam olacağı bu sanırım!

Ankara’ya gelen tüm misafirlerimi götürdüğüm yegane yer. Alt katında yeni bir V.I.P Salonu açılmış 20 kişilik. Özel davetlerinizde kullanabilmeniz için. Akşam saat 23:00 civarında servis hizmeti bitiyor genelde. Rezervasyon, özellikle hafta sonu, şart. Son 2 ayda 6 defa giderek kendi rekorumuzu kırmışız bu arada. (Gelen extrelerden takip edince:))

2 ~ Ben her ne kadar yeniliklere açık da olsam bazı eskide kalmış yerlere, şeylere ve kişilere gönül bağıyla bağlıyımdır. Gar Lokantası da bu eski bağlılıklarımdan biridir her ne kadar son dönemde çok sık gitmemiş olsam da. En son Aslı kuzumla bir öğlen kaçamağı yaparak o en sevdiğim zeytinyağlı tabağıyla buluşma gerçekleştirdim geçtiğimiz ay sonu. Gar Lokantası özellikle ev yemekleri ve zeytinyağlıları ile çok güzel bir alternatif Ankara’da. Tabi ki ızgara, balık hatta kuzu çevirme bile yiyebilirsiniz burada. Ama bunlarla ilgili alternatif çokken çevrede, sıkılınca kaçacağınız bir mekandır Gar.

Ben her daim zeytinyağlı yediğim için diğer yemeklerinin lezzeti konusunda tecrübe sahibi olmamakla birlikte, ekürideki ağzının tadını bilenler için hep iyi puanlar almıştır diyebileceğim sadece. En son gittiğimde beni mutlu eden birşey oldu burada. Gar Lokantası’nı içerisindeki atmosferle, hizmet kalitesiyle ve bana hizmet eden tatlı garsonu ile sevmiştim ben. Sonra o garson ayrılmıştı:( Mutlu oldum, zira geri gelmiş. Beni tekrar o ağırladı ve rakıyı ve türk kahvesini nasıl içtiğimi aynı şekilde hatırladı! Budur!

3 ~ Cafes Des Cafes, yıllardır sıcak ve samimi atmosferini koruyor Tunalı Hilmi Caddesinde. Zencefilli Limonatası ve elmalı payına hasta olduğum yerdir kendisi. Bir de yazları bahçesine:) Çok bilgisayarımı atıp çantaya tek başına gitmişliğim, bahçedeki beyaz dekora serilmişliğim ve saatlerce yazıp çizmişliğim vardır. Limonata üzerine limonata içerken, sadece bir porsiyon tatlı yiyebildiğim; duvarlarındaki 50’li, 60’lı yılların siyah-beyaz New Yorker Magazine dergilerinden çerçeveletilmiş tablolara hayran olduğum mekan. Bana gençliğimi hatırlatıyor, zira gençken ben! daha sık giderdik sevdiğimiz insanlarla.

Cheesecake’inin çok iyi olduğu söylenmekle birlikte, bilmiyorum hatırlayanınız var mıdır?, bir zamanlar İran Caddesinde yer alan IVY diye bir mekan vardı. Cheese Cake Factory’nin cheesecake’lerini her fırsatta tatmak için burada alırdım soluğu. Benim için cheesecake işte Cheese Cake Factory’nin cheesecakedir. O sebeple buradakine iyi puan vermek içimden hiç gelmez benim!

Yemeklerinden çok kahve-tatlı, mini kahvaltı alternatiflerimiz için tercih ederiz ve pek de iyi ederiz:) Bir sürü dergi-gazete bulunur mekanda, dolayısıyla eşinizi dostunuzu beklerken sıkılmaya fırsat bulamazsınız. Bir de ben içinde kocaman koltukları olan mekanları pek severim. Bana daha sıcak ve ev ortamını hatırlatır geldiği için belki de. Buradaki koltuklara da yer buldukça yayılmayı seviyorum.

Bu kış sıcak şarap içmek için uğradım bolca. Aslında kendi evimdeki sıcak şarapla pek kıyas kabul etmezdi ama:)

4 ~ Kale Washington, mutlaka en iyi restoran kategorisinde kendine yer bulmalı burada ya da başka bir listede. En sık gittiğim dönem sanıyorum Gilan Mücevher’de çalıştığım günlerdi. Yani yıl 2002 falan. O sıralar İstanbul’dan gelen misafirlerimizi ağırlardık orada. Bir dönem de yabancı konuklarımı ağırlamıştım iş için gelen. Daha çok prtokol grubu dediğimiz bir müşteri kitlesi vardır. Bürokratlar, gazeteciler, ağır adamlar gelir. (Bir yemekte hiç unutmam Ali Koç vardı karşı masamda. Ne güzel mavi gözleri vardı bak hatırladım:)

Kendine has suflesi, Borç Çorbası ve Halep İşi Kebabı meşhurdur benim için. Yaz aylarında terasına bayılırım. Kale’den Ankara manzarası panoramik olarak gözünüzün önündeyken yemeğinizi hafif, ılık rüzgar yüzünüzü okşarken huşu içerisinde yiyebilirsiniz:)

5 ~ Bu mekan ara ara ziyaret ettiğimiz bir yerdi yıllardır. Şimdilerde nerdeyse haftada en az 1 gün, bazen hatta birkaç gün burada oluyoruz. Sardunya Cafe‘den bahsediyorum. Şipşirin, minicik, rengarenk çiçeklerle ve minyatür bir havuzla bezeli bir bahçeye sahip. Bahar-Yaz akşamları bahçedeki ağaçlarda bulunan minik fenerleri, cam fanuslardaki mumları yakıyorlar. Işıl ışıl pek romantik oluyor:)

İçerisi ise tuğlalarla örülmüş duvarlarıyla, ahşap kirişleriyle, sıcacık ve loş ortamıyla, güzel seçilmiş müzikleriyle bana huzur veriyor. Farklı bir havası var burasının. Sevgili Selim ve ortağı Banu’nun “Salı Sardunya” günleri vardı mesela, şu an ne durumdalar bilemiyorum. Biz de
Başak‘cımla ayrı ayrı keşfedip birbirimizi burada ağırlamak istemiştik aynı anda:)

Bir kadeh şarap, hafif bir yemek, bir de eküriyle sohbet için gidip deneyin diyebileceğim bir yer.

Alternatifler ~ The House Cafe İstanbul özellikle Ortaköy ve Tünel’deki mekanlarıyla benim en sevdiğim cafelerden biridir. Doğru düzgün risotto yiyebilmek için tüm mekanları deneyen biri olarak, burada da Buğday Risotto yemiş, beğenmiş ve sürekli tercih etmiş biriyim. Bunun dışında arkadaşlarımla buluşunca peynir tabağı isteriz. Levrek Bruschetta ve Somon Izgarasına ise tek kelimeyle bayılırım.

Ankara‘da da açılınca bir defa gitmiştim. Alışkanlıkla peynir tabağı ve şarap için. Ama o oldu nedense:( Özel bir sebebi yok, sadece tercih sıralamasında üstlerde yer almıyor bir türlü. Akşamları önünden geçiyorum sürekli, çok hoş görünüyor şu anki dekorla mekan olarak.

Bunun yanı sıra mesela Budakaltı vardır Budak Sokak numara 6’da hizmet veren. Bir dönem buraya da çok sık giderdim. Artık tercihlerim arasında olmuyor pek. Ama Ankara’lıların sevdiği, bildiği, sıklıkla tercih ettiği bir başka hoş mekandır. Biraz tuzludur:)

Merkez Lokantası, Atatürk Orman Çiftliğin’de canım ciğerimdir mesela. Aslen restoran olamamış, tam anlamıyla lokanta kalmış bir mekandır. Arnavut ciğerini sıcacık getiriler masaya. En çok onu severim. (Bir de tabi ki kaymaklı ekmek kadayıfını. Enfestir!) Genelde yazın bahçesinde meze-rakı olayı için gideriz. Benim için eskilerden kalan anısı vardır!

..

Not: Bu yazı dizisi ile uğraşırken sürekli acıkıyorum:) Neden acaba? Son liste ile -“Dinlence Mekanları”- yazı dizime nokta koyacağım inşallah. Fakat araya giren bir İstanbul seyahatim sebebiyle o yazı haftaya kaldı sanıyorum. İstanbul’a dua ediyorum 3 gündür. “Hava ılık ve açık olsun. Bebek’de Aşk Cafe, Ortaköy’de House Cafe, Tünel’de ve İstiklal’de ve Nevizade’de olmak istiyorum:)” diye. Aslen bir nikah için gidiyoruz, ama ilk defa bir eksikle eküri olarak İstanbul’da olacağız. Fırsat mı fırsat!


Şimdiden güzel ve benim tabirimle “süper” bir hafta sonu geçirmenizi, güzel kahvaltı sofralarında bulunmanızı, sevdiklerinizin dizinizin dibinizde olmasını, yeni filmler seyrederek geçireceğiniz bir 2 günün sizin olmasını dilerim:)



4- Ankara’da İlk 5 Şahsına Münhasır Mekan

Bu liste tamamen kendi tercihlerim üzerinden oluşturulmuştur:)

Nev’i Şahsına Münhasır demek, İngilizce’de “Unique” kelimesinin karşılığı gibi geliyor bana. Türkçe’de ise “farklı özellikleri sebebiyle diğerlerinden ayrılan” ya da “eşi benzeri olmayan” gibi tanımlamalar yapmamız mümkün sanıyorum. Buna yakın düşünüp, yaptığım listelerde bir yerlere oturtamadığım mekanları burada listeledim.

1 ~ Ankara’da sanıyorum Kalbur Balık Restorant‘ını bu listede ilk sıraya oturtursam kimse bana kızmaz:) Tam 20 yıldır hizmetimizde olan bu mekanla benim tanışmam üniversite yıllarıma denk gelir. Tesadüfen girdiğimiz bu mekan ilk şahsına münasırlığıyla bizi bayağı etkilemişti: Kredi kartı geçmeyen, sadece nakit paranın konuştuğu bir yer burası:) Biz tabi öğrenci olunca zaten kredi kartı ne gezerdi, ama oldukça şaşırmıştık bunu duyduğumuzda. (Sonraları İstanbul’da benim hep en iyi balıkçı-meyhane listemde yer alan Kuzguncuk’taki İsmet Baba’da da karşılaştım aynı uygulama ile:) Ay ne çok özledim İstanbul’u da, İsmet Baba’yı da:(

Chain Des Rotisseurs üyelerine yemek yedirebilen en mütevazi ve ilk lokantaymış ayrıca. Ve diğer şahsına münhasırlığı da sahibinden geliyor artık gidenlerin gayet iyi bildiği üzere:) Sayın Mehmet Tekmen oldukça ilginç bir insan. Özünde çok iyi biri eminim, ama aksiliği ile pek bir meşhur. Mesela biz bir mezeye resmen bayılmıştık ve ikinci tabağı istemiştik. Hiç unutmuyorum “Yok ikinci tabak falan size. Daha başka şeyler yiyin, tadın. Bir sürü meze var” demişti:) Tabi o zaman gülememiştik, çok şaşırmış ve hatta biraz da kızmıştık iyi hatırlıyorum. Sonra sonra mekana gidenlerin söyledikleri, anlattıklarıyla şehir efsanesine dönen Mehmet bey’in aksiliği de onaylanmış ve hatta kabullenilmiş oldu:) Bir arkadaşımız da tabağındaki balığı bitiremedi diye fırça yemişti mesela. O tabağa konan ne varsa silip süpüreceksiniz yani. Bilerek gitmenizi tavsiye ederim:) Yani bir süre sonra size fırça atmaz, bulaşmazsa kendinizi öksüz çocuk gibi hissedebilirsiniz:)

8-10 masalık minik ve oldukça sade, gösterişten uzak bir mekan Kalbur. Sıcak ve soğuk nerdeyse tüm mezeleri balıkla yapılıyor. Somon’dan hazırlanan bir balık pastırması var, mis! Karides köftesi var mesela, farklı! Balıktan yapılan içli köftesi var, hatta mantı bile var! Çok güzel ege otlarından soğuk zeytinyağlı mezeleri var. Balığa hiç yeltenmeyin derim. Zaten birkaç gidişte anca tüm mezelerin tadına bakabilirsiniz.

Kesinlikle rezervasyon lazım. Zira İstanbul’dan bile gelen oluyor mekana. Biz, yabancı misafirlerimizi buraya getiriyoruz. Şaşkınlıkla takip ediyorlar olan biteni:)

2 ~ Gelelim bir diğer şahsına münhasır mekanıma: Kıtır’a. İstanbul’dan gelen dostlarımın “Ankara’da olmayı en kolay ve güzel hale getiren ve özlenen bir mekan” şeklinde tanımladıkları, yine üniversite yıllarımın keşfine yani. Kıtır ne restoran, ne lokanta, ne pub ne bardır.

Yiyip yiyebileceğiniz en iyi kokoreç burada yapılır. Mekan olarak hafif loştur gece-gündüz. İçerideki tüm lambalar el emeğidir. Belli aralıklarla-eskidiği için-tıpatıp aynıları boyanarak eskileriyle yer değiştirilir:) Sıcak yemek azdır, ama öğlen saatlerinde tüm çalışan grubun gelip yemek yiyeceği kadar yeterlidir. Cuma öğlenleri hep hamsi tava olur:)

Kumpiri ise benim için bir numaradır. Rus salatasının eşi yoktur. Şimdi bir de “Duble Fırınlanmış Kumpir” serisi var ki, aman aman diyorum. Kumpiri hazırlıyorlar, sonra üzerine kaşar döküp bir defa da 10 dk. kadar fırınlıyorlar. Üzeri nar gibi kızaran kumpirinizle mutlu mesut zaman nasıl geçiyor hiçbir şey anlamıyorsunuz:) Ayrıca beyaz peynirli-maydonozlu kumpiri de favorimdir, belirtmeden geçmeyeyim.

İçeride akşamüstleri yer bulmak na mümkündür. Ama havalar müsade ettiği sürece dışarıda keyif yapılabilir. Zaten önemli olan tanıdığınız herkesin bir şekilde burada karşınıza çıkma olasılığıdır:) Yalnız gidip çok grup olmuşumdur burada:)

3 ~ Şimdi biraz farklı bir mekana uzanacağız sizinle 3 numara için: Ankara Kalesi’nde yer alan Pirinç Han‘a. Kale, benim Ankara’da semtinden bu kadar haz etmeyip kendisine bayıldığım neredeyse tek yerdir. Pirinç Han ise… İşte nev’i şahsına münhasır’dır:) Ne zaman ilk gittim hatırlamıyorum. Sonra da defalarca Kale’ye fotoğraf çekmeye, rahmetli İDOL’de kahvaltıya, vs.. ne zaman gitsek mutlaka uğramaya başladık buraya.

Ankara’nın ilk ahşap han’ı. Minik bir avlusu var. Duvarda sizi Han Duvarları şiiiri karşılıyor. Nedense buraya her girdiğimde sanki zamanda geriye yolculuk yapıyorum. Bildiğiniz herşey dışarıda kalıyor, ezberinizden çıkıveriyor. Girişte çok güzel bir cafe vardı gözlemeleri meşhur; artık dışarı taşınma aşamasındaymış duyduğum. Başka birşey olacakmış umarım kötü bir yer olmaz:( Oturduğunuzda avluda gramafondan yükselen taş plakların sesini duyarsınız. İçinde antikacıların, ressamların, şapkacıların, hediyelik eşya satanların dükkanları var. O antikacılarda ben kendimi kaybediyorum. Bir arkadaşım sürekli oradan ev eşyası alıyor kendine. Hatta en son bir gramofon aldı:) Görülmeye değer. Minik parfüm şişeleri mesela koleksiyoncuları çıldırtacak düzeyde. Cam işi, ahşap işi bir sürü yaşanmışlığın izi olan irili-ufaklı eşya var Pirinç Han’da.

Ankara’da olup da görmeniz gereken bir yer derim ben.

4 ~ Şimdi bir çoğunuz belki 4 numaraya anlam veremeyeceksiniz. Hatta “Belki cafe’ler arasında sayabilirdi de, ne alaka şahsına münhasır mekan” diyeceksiniz:) Cafe Lins, BENİM İÇİN bu kategoriye koyulmayı kesinlikle hakediyor. Bir anlatayım bakın, belki tatmin olursunuz:)

Yılını hatırlamıyorum, ama çok oldu. Ayşegül Sultanımla keşfettik burayı biz. Önce bahçesine hayran olduk, geniş, ağaçların altında, sevimli kuşlu-yıldızlı ışıklar var ağaçlarda mavi mavi. Sonra Cuma akşamları müzik yapan çello ve gitar ve klarnet üçlüsüne. Ben Fransızca takıntılıyım ya, -Frankofonluk var bir şekilde ama nasıl?- sonra sonra arada çalan o güzelim Fransızca parçalar beni cezbetti. Yemekten önce gelen ekmeklerine aşık oldum mesela. Yuvarlak olanlar da güzel, ama diğerleri leziz ötesi! Böyle tane karabiberli, kekikli zeytinyağına banıp banıp yiyorsunuz:) İşte mesela kendi yaptıkları bu ekmekler onların en farklı özelliği bence.

Peynirli biftekli sandviç nefis! Peynir tabağı devasa ve tam olması gerekenlerle dolu. İki kişilik geliyor ayrıca. Yanına bir Frontera ile artık diyecek birşey bırakmıyor. Burayı benim için özel yapan şeylerin başında bu ikili ile, hayatıma giren özel insanlarla burada yaptığım keyifli buluşmalar gelir. Tanıdığım, tanımaktan memnuniyet duyduğum herkesle burada bir “an” geçirmişliğimiz vardır. Sanıyorum Dilara’nın misafir salonu oluyor Lins bunca yıldan sonra.

Hiç unutmuyorum, bir gün yediğim tortelliniyi o kadar beğenmiştim ki, garson “Nasıl buldunuz yemeğinizi?” diye sorduğunda “Bayıldım, nasıl yapıyor aşçınız bunu?” dedim. Verilen cevap: SEVGİYLE tabi ki olmuştu. Sonra başka bir arkadaşımdan daha duydum, ona da bu cevap verilmiş Dana Külbastı için:)

Bir garsonu vardı:) O da şahsına münhasır bence:) Ben pek haz etmemiştim kendisinden, zira böyle gerekli gereksiz espri yapardı ama iğneleyici. Yada bize öyle gelirdi. Sonra ben bir gün bir yazı yazdım JTB’ye. Şurada tümü. Orada bu garsondan da bahsetmiştim. Ardından işletme sahibi bana bir e-mail gönderdi ve bu kişiyi çok merak ettiklerini, ama tahmin ettikleri kişiye yazımı okuttuklarında kendisinin çok üzüldüğünü anlatan. Adını hatırlamıyordum, o sebeple o mu değil mi bilemedim bende. Sonra, inanılmaz, gittiğimiz günlerde o garsonun hali tavrı farklıydı! Hakkaten de artık espri yaparken daha düzgün şeyler söylüyor. Ve benden bağımsız giden arkadaşlarım da aynı şeyi söylüyorlar. Bu çocuk değişmiş, hayırdır diye:) Artık o garsonu da seviyoruz. Zaten yıllardır ekipten kimsenin değişmemesi de o işletmenin ne kadar doğru işler yapan bir yer olduğunun da göstergesi değil midir?

Gelelim deneyin diye ısrarlı olduklarıma:

* Elmalı İspanyol keki, yanında dondurmayla. Lin’s Spesiyal. Bunlar tatlı:)

* Parmesanlı Levrek, Dana Külbastı, Mantar Soslu Bonfile.

5 ~ Şahsına Münhasır son mekanım benim için “özel” başka bir yer olacak: Cafemiz. 1993 yılında kurulmuş Cafemiz, sanıyorum bir yıl sonra da bizim uğrak noktamız olmuştur. Üniversite yıllarımda haftada en az 1 defa buraya gelmek için para tutardım elimde:) Biraz pahalıydı öğrenciye göre.

Mahmut Usta’mın Salatası benim en sevdiğim salataydı. İçerideki masalar-sandalyeler-dekorun tümü ahşaptı. O en sevdiğim Fransız sokak kafelerine benziyordu. Şef garsonuyla tanış olmuştum, her zaman da saygıyla anarım kendisini. Yıllarca bana adımla hitap etmiş, en sevdiğim şeyleri hep aklının bir köşesinde tutmuş ve hep güzel, ufak jestlerle beni uğurlamıştır:) O ayrıldıktan sonra da gittim bir süre, ama dekorasyonuna yapılan müdahale sonrası artık o kadar da sıcak gelmiyor üzgünüm ki bu mekan:( Gerçi şimdiki bembeyaz hakimiyeti ile de farklı bir yer Ankara’da, ama benim için çok değil.

Sahipleri ile şahsen tanışma şansım olmuştu. Gamze Üner benim iş kadını olarak da çok takdir ettiğim bir kadındır. Bilmeyenler için, Big Chef’s de kendisinin yarattıklarından biri. Çalışanlar saygılı ve işlerini sevgiyle yaparlar. Arjantin Caddesinin havasını değiştirmeyi başarmış bir mekan olarak görüyorum orayı ben. Onun dışında kalıcı olmayı başaran bir yer daha olmadı! Kim ne derse desin kendine has bir tarafı vardır burasının. Ankara’ya yolu düşenler mutlaka burada olurlar bir şekilde.

Umuyorum ki Şahsına Münhasır Mekanlarım size biraz fikir verebilmiştir. Denedikleriniz olmuştur mutlaka bu listeden de. Kısaca sizler de sizin için “kendine has” diye tanımlayabileceğiniz mekanlarınızı yazarsanız ben de çok mutlu olurum:)

Süper bir hafta sonu diliyorum. Pazartesi görüşmek üzere:)

3- Ankara’da Ilk 5 Kahvaltı

Bu liste tamamen kendi tercihlerim üzerinden oluşturulmuştur:) Her 5’linin başına bu notu eklemenin doğru olduğunu düşünüyorum:) Ne olur ne olmaz!

1 ~ Liva’ların ben de ayrı bir yeri var. Küçükesat’taki mavi kutumda oturduğum yıllar, hep Esat’taki Liva Pastanesinden alırdım poğaçayı, kurabiyeyi, pastamı, profiterolümü. (İnanılmaz güzeldir.) Hafta sonları sabah tenise, spora gitmeden önce oradan alırdık sonrası için kahvaltı malzemelerimizi falan. Yıllar içerisinde Liva, Pastane adını bir kenara bıraktı ve Bistro&Cafe konseptine geçti.

Bu konseptle açılan ilk yerleri de yanılmıyorsam Farabi Liva’dır. Ben oradaki kahvaltılarımı hep çok sevdim. Oradan evime alıp getirdiklerimi de çok sevdim. Minik bir dezavantajı, cadde üzeri olması. Gerçi Pazar günleri millet ayılıp yollara düşene kadar biz kahvaltıyı bitirmiş oluyorduk ama. Kaşar peynirli su böreği, kol böreği harikadır. Kahvaltısı da oldukça doyurucu ve yeterlidir benim gözümde.

Son dönem Liva, Hamamönü’ne de Liva Osmanlı Mutfağı adında bir yer daha açtı. Ve o andan beri bizim kahvaltı mekanlarımızdan biri oldu burası. Hamamönü mevki, Hacettepe Hastaneleri’nin hemen arkasında, adı üzerinde Ulus’un hamamlarının bulunduğu yerde. İstanbul’daki Soğuk Çeşme Sokağı gibi restore edilmiş bir mahallede. Kahvaltısını özellikle tavsiye ediyorum bahçesindeki ağaçların altında yayılmış durumdayken:)


2 ~ İki katlı mütevazi bir ev Turta Home Cafe. 2005 yılında 2 hanım ortak açmışlardı bu cafeyi. Ayşegülüm Sultanımla sık giderdik bir ara. Hala da arada adını anınca gidiyor ve her seferinde de “Yahu niye daha sık gelemiyoruz ki?” diyoruz. Ben cevabı şahsen biliyorum aslında: O Cheesecake’ler, o pastalar, o mısır ekmeği dayanılmaz çünkü. Sık gidersek kesinlikle 100 kg. olacağımdan eminim ben!

Mini mini bir bahçesi var. Baharları-yazları orada kahvaltı etmek inanılmaz bir keyif. İçerisi deseniz o ahşabın yarattığı enerjiyle sıcacık, tam adına yaraşır: Ev ortamında gibisiniz. Müzikler çok hoş, kokular mis -zira mutfak girişte. Neyi nasıl pişirdiklerini görebiliyorsunuz. Benim hep kahvaltı dendiğinde ilk 5’imde yer alıyor burası.

Ümitköy Galleria’nın arkasında hemen, Mutluköy Sitesinde.

3 ~ Üçüncü sırada GOP’daki Funda Pastanesi var. Bizim klasik eküri ile burada çok kahvaltı ederiz. Ben hafiften tahmin edebildiğiniz üzere brunch insanı değilim pek. Sabah kahvaltısında peynir-kaymak-bal-yumurta-yeşillik-domates falan yemeyi seviyorum, zeytinyağlı barbunya ya da yaş pasta değil! O sebeple birkaç defa Pazar günü Funda’nın brunchına denk gelmemize rağmen, benim ve ekürinin tercihi daima Köy Kahvaltısından yana oluyor.

Bir de Sıcak Kahvaltı dedikleri bir şeyleri var: Baharatlı sıcak patates, ızgara salam-sucuk-jambonla falan servis ettikleri. Bazen ekibin et sever erkekleri ondan yemeyi tercih edebiliyorlar.

4 ~ Bu sıraya bir simitçiyi layık buldum:) -Ben simit hastayısımdır bu arada:)- Son yıllarda artan oranda Çıtır Simit Cafe konseptine yaklaşık 4 yıl kadar önce katılmış bir yerden bahsedeceğim: Or-An’da, Turan Güneş Bulvarı üzerinde yer alan Çıtır Simit Cafe burası. Ön taraftan baktığınızda bildiğiniz simit fırını, ufak bir mekan. Ama yan tarafından bahçesine indiğinizde tamamen farklı bir dünya. Ankara’da tavus kuşunu, çeşit çeşit değişik hayvanı hayvanat bahçesi dışında bir de burada görebilirsiniz:) Birkaç tane tavus kuşu siz kahvaltı ederken bahçede sağınızdan solunuzdan yavaş yavaş geçer ve oldukça da evcil görünürler. Yalnız ağızlarını açana dek güzeldir her şey! Sesleri bir felakettir bildiğiniz üzere!

Açık Büfesi mevcut Pazar günleri. Simitler çıtır, gözlemeler sıcacık oluyor. 2 tane teyze devamlı gözleme açıp durular bahçede:) Çocuklar için oyun parkı var, arabanızla giderseniz arkada otoparkı var. İçinde kuğuların, ördeklerin cirit attığı, üzerinde tahta köprüleri olan mini göleti var. Var da var. Özellikle Yaz ayları için idealdir. Ağaçların altında kahvaltıya diye gidip dergi, gazete vs.. ile akşamı edebilirsiniz.

5 ~ 5 numaralı mekan için disaridaki yerler konusunda benim bir fikrim yok açıkçası. Zira ben yukarıda yazdığım yerlerin dışında 1 bilemedin 2 mekan daha biliyorum kahvaltı edilebilecek. Mesela İncek Yolu üzerinde bir sürü gözlemeci mekanı var. Kahvaltıları hep “ehh işte” boyutundadır. Ya da Mado vardır, Zeynel vardır falan. Birkac defa KUKI gecmisim var, son donemde. Ama çevremdeki arkadaşlarımdan bu listeyi yazacağımı öğrenenlerin yaz diye direttiği bir mekan var ki, 5 numara orası olsun dedik oybirligiyle:) Eat’n Joy.

Dostlarimin tavsiyesine gore mekanda hem brunch, hem de kahvalti menusu oldukca iyiymis. Fiyatlarinin da bircok yere gore makul oldugunu soylediler. Cukurambar’daki test edilmis ve onaylanmis:) Bilmiyorum giderseniz siz de izlenimlerinizi yazarsiniz bilhare.

Aslina bakarsaniz benim evde de super kahvalti sofralari olur ya. Ben 5. icin Dilara’s Place diyeyim tam olsun:) Benim gonlum ondan yana zira:)

Sevgili K.I.S.D’in sobesine elbet cevap verecegim bir ara.. Uzgunum Deli Kadinim, bu ara o kadar az evdeyim ki:((