Bu liste tamamen kendi tercihlerim üzerinden oluşturulmuştur:)
Nev’i Şahsına Münhasır demek, İngilizce’de “Unique” kelimesinin karşılığı gibi geliyor bana. Türkçe’de ise “farklı özellikleri sebebiyle diğerlerinden ayrılan” ya da “eşi benzeri olmayan” gibi tanımlamalar yapmamız mümkün sanıyorum. Buna yakın düşünüp, yaptığım listelerde bir yerlere oturtamadığım mekanları burada listeledim.
1 ~ Ankara’da sanıyorum Kalbur Balık Restorant‘ını bu listede ilk sıraya oturtursam kimse bana kızmaz:) Tam 20 yıldır hizmetimizde olan bu mekanla benim tanışmam üniversite yıllarıma denk gelir. Tesadüfen girdiğimiz bu mekan ilk şahsına münasırlığıyla bizi bayağı etkilemişti: Kredi kartı geçmeyen, sadece nakit paranın konuştuğu bir yer burası:) Biz tabi öğrenci olunca zaten kredi kartı ne gezerdi, ama oldukça şaşırmıştık bunu duyduğumuzda. (Sonraları İstanbul’da benim hep en iyi balıkçı-meyhane listemde yer alan Kuzguncuk’taki İsmet Baba’da da karşılaştım aynı uygulama ile:) Ay ne çok özledim İstanbul’u da, İsmet Baba’yı da:(
Chain Des Rotisseurs üyelerine yemek yedirebilen en mütevazi ve ilk lokantaymış ayrıca. Ve diğer şahsına münhasırlığı da sahibinden geliyor artık gidenlerin gayet iyi bildiği üzere:) Sayın Mehmet Tekmen oldukça ilginç bir insan. Özünde çok iyi biri eminim, ama aksiliği ile pek bir meşhur. Mesela biz bir mezeye resmen bayılmıştık ve ikinci tabağı istemiştik. Hiç unutmuyorum “Yok ikinci tabak falan size. Daha başka şeyler yiyin, tadın. Bir sürü meze var” demişti:) Tabi o zaman gülememiştik, çok şaşırmış ve hatta biraz da kızmıştık iyi hatırlıyorum. Sonra sonra mekana gidenlerin söyledikleri, anlattıklarıyla şehir efsanesine dönen Mehmet bey’in aksiliği de onaylanmış ve hatta kabullenilmiş oldu:) Bir arkadaşımız da tabağındaki balığı bitiremedi diye fırça yemişti mesela. O tabağa konan ne varsa silip süpüreceksiniz yani. Bilerek gitmenizi tavsiye ederim:) Yani bir süre sonra size fırça atmaz, bulaşmazsa kendinizi öksüz çocuk gibi hissedebilirsiniz:)
8-10 masalık minik ve oldukça sade, gösterişten uzak bir mekan Kalbur. Sıcak ve soğuk nerdeyse tüm mezeleri balıkla yapılıyor. Somon’dan hazırlanan bir balık pastırması var, mis! Karides köftesi var mesela, farklı! Balıktan yapılan içli köftesi var, hatta mantı bile var! Çok güzel ege otlarından soğuk zeytinyağlı mezeleri var. Balığa hiç yeltenmeyin derim. Zaten birkaç gidişte anca tüm mezelerin tadına bakabilirsiniz.
Kesinlikle rezervasyon lazım. Zira İstanbul’dan bile gelen oluyor mekana. Biz, yabancı misafirlerimizi buraya getiriyoruz. Şaşkınlıkla takip ediyorlar olan biteni:)
2 ~ Gelelim bir diğer şahsına münhasır mekanıma: Kıtır’a. İstanbul’dan gelen dostlarımın “Ankara’da olmayı en kolay ve güzel hale getiren ve özlenen bir mekan” şeklinde tanımladıkları, yine üniversite yıllarımın keşfine yani. Kıtır ne restoran, ne lokanta, ne pub ne bardır.
Yiyip yiyebileceğiniz en iyi kokoreç burada yapılır. Mekan olarak hafif loştur gece-gündüz. İçerideki tüm lambalar el emeğidir. Belli aralıklarla-eskidiği için-tıpatıp aynıları boyanarak eskileriyle yer değiştirilir:) Sıcak yemek azdır, ama öğlen saatlerinde tüm çalışan grubun gelip yemek yiyeceği kadar yeterlidir. Cuma öğlenleri hep hamsi tava olur:)
Kumpiri ise benim için bir numaradır. Rus salatasının eşi yoktur. Şimdi bir de “Duble Fırınlanmış Kumpir” serisi var ki, aman aman diyorum. Kumpiri hazırlıyorlar, sonra üzerine kaşar döküp bir defa da 10 dk. kadar fırınlıyorlar. Üzeri nar gibi kızaran kumpirinizle mutlu mesut zaman nasıl geçiyor hiçbir şey anlamıyorsunuz:) Ayrıca beyaz peynirli-maydonozlu kumpiri de favorimdir, belirtmeden geçmeyeyim.
İçeride akşamüstleri yer bulmak na mümkündür. Ama havalar müsade ettiği sürece dışarıda keyif yapılabilir. Zaten önemli olan tanıdığınız herkesin bir şekilde burada karşınıza çıkma olasılığıdır:) Yalnız gidip çok grup olmuşumdur burada:)
3 ~ Şimdi biraz farklı bir mekana uzanacağız sizinle 3 numara için: Ankara Kalesi’nde yer alan Pirinç Han‘a. Kale, benim Ankara’da semtinden bu kadar haz etmeyip kendisine bayıldığım neredeyse tek yerdir. Pirinç Han ise… İşte nev’i şahsına münhasır’dır:) Ne zaman ilk gittim hatırlamıyorum. Sonra da defalarca Kale’ye fotoğraf çekmeye, rahmetli İDOL’de kahvaltıya, vs.. ne zaman gitsek mutlaka uğramaya başladık buraya.
Ankara’nın ilk ahşap han’ı. Minik bir avlusu var. Duvarda sizi Han Duvarları şiiiri karşılıyor. Nedense buraya her girdiğimde sanki zamanda geriye yolculuk yapıyorum. Bildiğiniz herşey dışarıda kalıyor, ezberinizden çıkıveriyor. Girişte çok güzel bir cafe vardı gözlemeleri meşhur; artık dışarı taşınma aşamasındaymış duyduğum. Başka birşey olacakmış umarım kötü bir yer olmaz:( Oturduğunuzda avluda gramafondan yükselen taş plakların sesini duyarsınız. İçinde antikacıların, ressamların, şapkacıların, hediyelik eşya satanların dükkanları var. O antikacılarda ben kendimi kaybediyorum. Bir arkadaşım sürekli oradan ev eşyası alıyor kendine. Hatta en son bir gramofon aldı:) Görülmeye değer. Minik parfüm şişeleri mesela koleksiyoncuları çıldırtacak düzeyde. Cam işi, ahşap işi bir sürü yaşanmışlığın izi olan irili-ufaklı eşya var Pirinç Han’da.
Ankara’da olup da görmeniz gereken bir yer derim ben.
4 ~ Şimdi bir çoğunuz belki 4 numaraya anlam veremeyeceksiniz. Hatta “Belki cafe’ler arasında sayabilirdi de, ne alaka şahsına münhasır mekan” diyeceksiniz:) Cafe Lins, BENİM İÇİN bu kategoriye koyulmayı kesinlikle hakediyor. Bir anlatayım bakın, belki tatmin olursunuz:)
Yılını hatırlamıyorum, ama çok oldu. Ayşegül Sultanımla keşfettik burayı biz. Önce bahçesine hayran olduk, geniş, ağaçların altında, sevimli kuşlu-yıldızlı ışıklar var ağaçlarda mavi mavi. Sonra Cuma akşamları müzik yapan çello ve gitar ve klarnet üçlüsüne. Ben Fransızca takıntılıyım ya, -Frankofonluk var bir şekilde ama nasıl?- sonra sonra arada çalan o güzelim Fransızca parçalar beni cezbetti. Yemekten önce gelen ekmeklerine aşık oldum mesela. Yuvarlak olanlar da güzel, ama diğerleri leziz ötesi! Böyle tane karabiberli, kekikli zeytinyağına banıp banıp yiyorsunuz:) İşte mesela kendi yaptıkları bu ekmekler onların en farklı özelliği bence.
Peynirli biftekli sandviç nefis! Peynir tabağı devasa ve tam olması gerekenlerle dolu. İki kişilik geliyor ayrıca. Yanına bir Frontera ile artık diyecek birşey bırakmıyor. Burayı benim için özel yapan şeylerin başında bu ikili ile, hayatıma giren özel insanlarla burada yaptığım keyifli buluşmalar gelir. Tanıdığım, tanımaktan memnuniyet duyduğum herkesle burada bir “an” geçirmişliğimiz vardır. Sanıyorum Dilara’nın misafir salonu oluyor Lins bunca yıldan sonra.
Hiç unutmuyorum, bir gün yediğim tortelliniyi o kadar beğenmiştim ki, garson “Nasıl buldunuz yemeğinizi?” diye sorduğunda “Bayıldım, nasıl yapıyor aşçınız bunu?” dedim. Verilen cevap: SEVGİYLE tabi ki olmuştu. Sonra başka bir arkadaşımdan daha duydum, ona da bu cevap verilmiş Dana Külbastı için:)
Bir garsonu vardı:) O da şahsına münhasır bence:) Ben pek haz etmemiştim kendisinden, zira böyle gerekli gereksiz espri yapardı ama iğneleyici. Yada bize öyle gelirdi. Sonra ben bir gün bir yazı yazdım JTB’ye. Şurada tümü. Orada bu garsondan da bahsetmiştim. Ardından işletme sahibi bana bir e-mail gönderdi ve bu kişiyi çok merak ettiklerini, ama tahmin ettikleri kişiye yazımı okuttuklarında kendisinin çok üzüldüğünü anlatan. Adını hatırlamıyordum, o sebeple o mu değil mi bilemedim bende. Sonra, inanılmaz, gittiğimiz günlerde o garsonun hali tavrı farklıydı! Hakkaten de artık espri yaparken daha düzgün şeyler söylüyor. Ve benden bağımsız giden arkadaşlarım da aynı şeyi söylüyorlar. Bu çocuk değişmiş, hayırdır diye:) Artık o garsonu da seviyoruz. Zaten yıllardır ekipten kimsenin değişmemesi de o işletmenin ne kadar doğru işler yapan bir yer olduğunun da göstergesi değil midir?
Gelelim deneyin diye ısrarlı olduklarıma:
* Elmalı İspanyol keki, yanında dondurmayla. Lin’s Spesiyal. Bunlar tatlı:)
* Parmesanlı Levrek, Dana Külbastı, Mantar Soslu Bonfile.
5 ~ Şahsına Münhasır son mekanım benim için “özel” başka bir yer olacak: Cafemiz. 1993 yılında kurulmuş Cafemiz, sanıyorum bir yıl sonra da bizim uğrak noktamız olmuştur. Üniversite yıllarımda haftada en az 1 defa buraya gelmek için para tutardım elimde:) Biraz pahalıydı öğrenciye göre.
Mahmut Usta’mın Salatası benim en sevdiğim salataydı. İçerideki masalar-sandalyeler-dekorun tümü ahşaptı. O en sevdiğim Fransız sokak kafelerine benziyordu. Şef garsonuyla tanış olmuştum, her zaman da saygıyla anarım kendisini. Yıllarca bana adımla hitap etmiş, en sevdiğim şeyleri hep aklının bir köşesinde tutmuş ve hep güzel, ufak jestlerle beni uğurlamıştır:) O ayrıldıktan sonra da gittim bir süre, ama dekorasyonuna yapılan müdahale sonrası artık o kadar da sıcak gelmiyor üzgünüm ki bu mekan:( Gerçi şimdiki bembeyaz hakimiyeti ile de farklı bir yer Ankara’da, ama benim için çok değil.
Sahipleri ile şahsen tanışma şansım olmuştu. Gamze Üner benim iş kadını olarak da çok takdir ettiğim bir kadındır. Bilmeyenler için, Big Chef’s de kendisinin yarattıklarından biri. Çalışanlar saygılı ve işlerini sevgiyle yaparlar. Arjantin Caddesinin havasını değiştirmeyi başarmış bir mekan olarak görüyorum orayı ben. Onun dışında kalıcı olmayı başaran bir yer daha olmadı! Kim ne derse desin kendine has bir tarafı vardır burasının. Ankara’ya yolu düşenler mutlaka burada olurlar bir şekilde.
Umuyorum ki Şahsına Münhasır Mekanlarım size biraz fikir verebilmiştir. Denedikleriniz olmuştur mutlaka bu listeden de. Kısaca sizler de sizin için “kendine has” diye tanımlayabileceğiniz mekanlarınızı yazarsanız ben de çok mutlu olurum:)
Süper bir hafta sonu diliyorum. Pazartesi görüşmek üzere:)